ne hoş melodiNedensiz ve iyi hisler sirkulasyonunun içerisindeyim şu an belli,cereyan yaptı aşağıdan döne döne gelip beni bulan hava,açık antenlerim çünkü;kalkıp kapamak ve bu rüzgara bir son vermek lazım..Ama yoo.. Böyle iyi..Yüzüme yüzüme vursun o hava,araya bir şey sıkıştırayım ki ama;aniden çarpıp ses çıkarmasın kafama kafama…İngilizce kelimelerin içine dalmış olmam mı türkçe kelimelerin değerini bildirtip farkındasızca,yazı yazmamı sağladı,yoksa uzun paragraflara artık daha kolay anlam yükleyebildiğimi görmemin heyecan ve mutluluğu mu,artık mutluyken de yazıyor olabildiğimi bir kez daha vurgulatmak için beni ekranın başına oturttu hiiçç bilemiyorum ama…. Her zamanki gibi,nedenleri çok sorgulamadan sonuca varıyorum;işte şu an burdayım ve yazıyorum.İşte doğal birşeylerin hallerinin halinden anlamak bu olsa gerek…Hiçbirşey olmasına gerek yok etrafta,yazılmaya değer birşeyler falan;ki zaten herbirşey yazılmaya değer,bu da her yazılan subjeyi,durumu değersiz kılar..Nasıl demişlerdi? Mal bolsa fiyat azdır,az olan şeyin fiyatı hep en fazladır… Yazıya konu olabilecek malzemeden bol ne var,bundan herkeslerin yazması zaar.Herkes değerli ama;eğer ortada değerli birşeyler varsa yazdığı bunda değildir etkili,yazan değerlidir,tıpkı benim gibii…Yazan değerlidir,kafası değerlidir,o yazana değer verenler değerlidir sonra ve de otomatikman yazdıkları da değerlidir.Aslında herkes değil ama pek çok kimse kendine göre değerlidir,yani o pek çok kimsenin yazdıkları da kendine göre değerlidir,eğer kendininkilerle aynı oranda, bir başkasının yazdıkları da o pek çok kimseye göre değerliyse,işte o pek çok kimse başkaları tarafından da değerlidir. Böyle böyle gelişir,değişir değer kavramı,insan daha da insan oldukça.Böylece sıyrılır sade içinden,dışarlarda kavruldukça,kelimeler arasında yoğuruldukça…Bir soru işareti ise hep gereklidir,’önce ben’ ciliğin yanında, şaşırtmaca göreviyle asılı durur,’en değerli sensin’ değişmez güdüsüyle en değersiz kendisiymiş gibi bir maskeye bürünür,zaman zaman eğilir bükülür,bu rol onu başka gözler tarafından en değerli olmaya götürür.Yani nihayetinde takındığı maskeyi gerçeğe büründürür,herkeslere en değerli gözükür,sonuca ulaşmak için kendini sömürür,rür,rür…Değişik bişeyler işte…Nasıl anlatılır ki zaten,nasıl tanımlanır…İnsan bu…Bilmiyorum.Değişik olan herşey güzel! Aynı gibi bakarken gözler,onlarla değişiklik yarışına girmek ,beyinsel komutlarla yönledirmek onları,kendi kendinin hakimiyetini iliklerine kadar hissetmek… Sıradan bir vücudiyetin ötesine geçmek,varolduğunu gene iliklerine kadar hissetmek…Bunun hazzını gene iliklerine kadar duymak…Ve mutlu olmak işte…Sonucunu her defasında almak,sınırlarını zorlamaya gerek kalmamak,zaten her daim onları yaşamak,sınırsızlığın hayali çizgilerini dokunduğun her yere bulaştırmak,soyutluğun derinliklerinde boğulmak,boğuldukça konuşamamak,konuşamadıkça mutlu olmak!!! Herkes konuşmuyor mu zatenn…Değişik birşeyler işte…Böyle neden bahsettiğini bilmemek ve bilmemenin verdiği o muhteşem,tarif edilemez bilinirliği dibine kadar solumakk…Gözleri kapamak,ruhunu bile aşmak,çıkıp biraz yukarı bir kanada tutunmak,uçmak için uyuşturucuya gerek duymadan kendi kanınla sarhoş olmak,gitmek sonra biryerlere,birşeylere,birilerine…Değişik birşeyler işte..Işıkların altındayım şimdii…Işıklar güzel ve oynak…Hiç sönmezler,saat kaçta bakarsan bak…Işıkların altındayım…Onlar parlak,ben ahmak…
yorumlar
Kendi ahkamımı kendim yazarım:)) Biraz önce,gene o dostumdan bi mail aldım ben,daha doğrusu çoktan yollamış olduğu maili biraz önce okuma fırsatı buldum;buraya kopyalıyor olmak ikimiz arasındaki mahremiyeti daha da vurguluyor gibi sanki,neden böyle hissediyorum bilmem ki…”ben burda bu satırları yazarken sen napıyorsun acaba?aklından neler geçiyor?sevgilim yan ofiste bana bu kadar yakınken kimle konuşuyor,ne yapmayı planlıyor?kim sahilde bisiklete biniyor,kim sevdiğiyle sevişiyor?mesela canım annem evde benim gelişimi beklerken hangi yemeği yapsam diye düşünüyor.belki birileri beni arzuluyor yada benden uzaklara gidiyor…bir sürü kadın anne olmayı bekliyor ve bir sürü çocuk sevilmeyi..yapraklar sararmayı,denizler rüzgarı arzuluyor…biri senin saçınının kokusunu özlüyor,biriyse senden nefret ettiğini hatırlıyor…bi adam karısına,çocuklarına kavuşmak için akşam olmasını bekliyor…bi kız sevgilisinin askerden dönmesi için ayları kovalıyor…dilenci sokakta elini açmış para dileniyor önceden ezberlenmiş dualar eşliğinde…küçük bi kız babasına mektup yazıyor öldüğünü bilmeden…bir adam karısını dövüyor,kadın çaresiz adamın yorulmasını bekliyor..anneanne huzur evinde torununun ziyaret gününü bekliyor…şu an denizde boğulan veya yanarak can çekişen biri ölümün bir an önce gelişini istiyor..bir çocuk hastanede böbrek bekliyor..aşkı tatmamış biri aşkı arıyor farketmeden…kedi kapaın önünde durmuş et bekliyor..günler ayları,aylar yılları kovalıyor…herkes ayrı yerlerde aynı şeyi yapıyor,aynı yerlerde farklı şeyi düşünüyor…ben bu yazının bitmesini istiyorum çünkü sıkıldım :)))“Ağzımda nasıl bir tat bıraktığını bilemezsin bu mailin dostum!!!Hep yaz bana!!!
Harita;beğenin ve özellikle içten bulduğun için teşekkür ederim…Yorum kısmına gelince,aslında ilk benim ahkam kesmemin neden rahatsız edici geldiğini ya da neden böyle imalar doğurduğunu anlamıyorum ben.Tamam,ahkamların,yazan kişi haricindeki okuyucularla bütünleşen bir anlamı olduğu gerçek,fekkat aynı zamanda çok sayıda ‘geyik’liğe de aracılık ettiği,ya da yazının içeriği ile alakasız birçok muhabbete ve hatta küfürlere vesaire de sahiplik ettiği de ayrı bir hakikat iken,paylaşmak istediğim bir yazıyı kopyalamışım çok mu:D Söyleyin bana:DKimse birşey yazmadan ilk benim yazıyor olmam da bana, ‘kendi ahkamımı kendim yazarım’cümlesini kurdurtuvermiş işte..Ne biliyim.. Takılınması gereken daha önemli ayrıntılar var bence…Küfürlü ahkamlara tepki göstermek gibi…
Sorun yok.
Çok bencilce olmuş Harita;ayakları olmayan bir babanın çocuklarına ayakkabı almaması gibi olmuş…
bu kısmı güzel olmuş
Simulten??
buyur
du bakali, ite kaka bir noktaya varılacak gibi…
Ahkamına anlam veremedim de simuten;burada yorum yazanlardan birine ithafen yaptın herhalde başka bir yazıdan alıntılayıp diye düşünmedim değil…
peki:)
Bi yerlerden buldum,18 Ekim 2008 tarihli yazısını…Yine bir sonbahar…BEN bu sonbaharları sevmiyorum gülüm.Sonbaharlar ayrılık zamanlarıdır.Kırlangıçlar gitti. Dün gece evimizin üzerinden geçtiler turnalar. Boşu boşuna arıyor çatının pervazında pinekleyen kumruyu gözüm.Baktım; boynu bükülmüş arka bahçedeki gülün.Menekşeler çoktan öldüler, begonvil soldu-sarardı, serçeler ilk kez üşüdüler dün gece…Üzgünüm…*Ben bu sonbaharları sevmiyorum gülüm.Minarenin hoparlöründen sala seslerini hep bu sonbaharlarda dinlemiştim, bir cami avlusunda.Derler ki vakti-saati yoktur ölümün.Ama sevdiklerimi hep sonbaharlarda kaybettim.Her sonbaharda iki çeşme, iki gözüm.Okula başlayıp da ilk cetvel dayağını bir sonbaharda yemiştim, daha varan bir…İşten kovulmalarım hep sonbaharlara denk gelir.Tahta bavulumu en çok sonbaharlarda hazırlamışımdır, ağlaya ağlaya…Bir kan davasının anısıdır, amcam adımı ilk kez bir sonbaharda kulağıma bağırarak söylemiştir:”Bekir… Bekir… Bekir…”*Yine sonbahar…Her bir yaprak yere düştüğünde, bir koşu onu alıp dalına koymak gelir içimden.Bu günlerde en çok yaprakların yere düşüşüne canım sıkılır gülüm.Bilmiyorum dallar mı sevdasız, yapraklar mı vefasızdır.Hadi desem ki:”Sonbahardır…”İyi ya işte, sonbaharlar ayrılık zamanlarıdır.Tanımlayamadığımız bir sızı kaplar içimizi… Duymadığımız bir hüzünlü şarkı çalıp durur kulaklarımızda…Bilmediğimiz ve aslında duymadığımız, doğrusu olmayan öyküler uydururuz kendi kendimiz için.Bahaneye bakar gözlerimiz, bir bakarsınız ki bir anda dudaklar kıvrılır, büklüm büklüm.Dün gece turnalar geçtiler evimizin üzerinden.Begonviller soldu.Boynu büküldü gülün.Ben bu sonbaharları sevmiyorum gülüm.Bekir Coşkun