bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Ayastefanos (Yeşilköy)

nazokiraze | 05 October 2009 17:01

Rumca Άγιος Στέφανος’ olarak yazılan Ayastefanos (Aziz Stefan) Cumhuriyet dönemi Yeşilköy ismini almıştır.Dışarıdan genellikle zenginlerin oturduğu semt olarak bilinse de aslında Yeşilköy semti İstanbul’un yerlilerinin en fazla oldugu semtlerinden biridir , son yıllarda her ne kadar her yerde oldugu gibi burada da kalabalıklaşma olduysa da , yine de Yeşilköy İstanbul’un diğer semtlerine göre daha nezihtir, evleri, halkı, esnafları ile daha sakin bir havası vardır.(eski Yeşilköy)

yeşilköy 50 yıl lisesi (eşimin doğdugu sokakta yer alır)
yeşilköy 50 yıl lisesi (eşimin doğdugu sokakta yer alır)

Bizans hatta Genç Roma dönemine kadar uzanır Yeşilköy’ün geçmişi, o dönemler yazlık amacıyla kullanılan ikametgahların oldugu belgelenmiştir. IV. Haçlı Seferi sırasında Latinler tarafından kuşatılan Yeşilköy Ayastefanos Antlaşması‘na da ev sahibi olan yerdir. Hatta o dönem Rum balıkçı köyü olarak bilinen Yeşilköy’ün bu sebepten adı daha sık duyulmaya başlamıştır .(Yeşilköy’ün yaşlı çınarı Yeranos Balyan)

Fareli Köyün Çocukları…

wertikaas | 05 October 2009 16:10

Çocuk ve Asker

Birbirine ne kadar zıt iki kelime değil mi? Aslında, değil! Sayıları tam olarak bilinmese de günümüzde 41 ülkede 300.000’den fazla çocuğun silah altında tutulduğu tahmin ediliyor. Bu çocukların büyük bir kısmı savaşlarda ya da çatışmalarda aktif olarak kullanılıyorlar. Yaşları genellikle 14 ile 18 arasında değişiyor fakat bazı Afrika ülkelerinde bu yaş sınırı 9’a kadar inebiliyor. Latin Amerika’dan Güney Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyada yer alan ve 3. Dünya Ülkeleri olarak tabir edilen; ekonomik açıdan güçsüz ve siyasal bir istikrara kavuşamamış ülkelerin ordularında görev alıyorlar. İsrail tanklarının çelik paletleri altında ezilen topraklarını, ellerine geçirdikleri taş parçalarıyla savunurken, kutsal kitaplarda geçen Davud ile Calut hikayesini binlerce yıl sonra tersine çeviren Filistinli çocuk askerlerin mücadelesi; Yaser Arafat’ın “Onlar benim küçük generallerim!” sözündeki gibi romantize edilse de aynı şeyleri; sonu gelmeyen iç savaşlardan ve kabileler arası şiddet eylemlerinden yorgun düşen fakir Orta Afrika ülkelerinde, zorla evlerinden kaçırılarak önce uyuşturucuya ve işkenceye sonra da insan öldürmeye alıştırılan ya da –eski adıyla Burma– Myanmar’da olduğu üzere mayın tespiti, sabotaj, casusluk faaliyetlerinde kullanılan diğer çocukların trajik hikayeleri için söyleyebilmek pek mümkün görünmüyor. Bu insanlık dışı uygulamalardan kız çocukları da nasibini alıyor. Zorla silah altına alınan kız çocuklarının karşılaştığı tecavüz, cinsel kölelik ve istismar vakaları hiç de az değil. Örneğin, Sri Lanka’da, şüphe çekmeyecekleri gerekçesiyle intihar bombacısı olarak kullanılıyorlar.

Fofo & Engin

semazem | 05 October 2009 15:59

Ali Bey Adası’nın bilmem kaç yıllık sokaklarından birinde, sokak taşlarının düzensizliğinden dört ayağı aynı yüksekliğe basamadığı için her harekette sallanan tahta bir sandalye ve dengedaşı bir masada, bilumum deniz ürünleri, bir kaç meze ve tabi ki rakı eşliğinde oturmuş; müziğin güzelliği ve kalitesiyle yaşları arasındaki inanılmaz tezattan hafif hayrete düşmüş bir halde, içiyor ve 3 genç sazdan fasıl dinliyoruz. Yeri geliyor katılıyorum müziğe, şarkılara eşlik ediyorum; yeri geliyor bir kedinin balık bekleyen bakışlarını görmezden geliyorum, yeri geliyor masada ritim tutuyor parmaklarım; yeri gelsin gelmesin bir rüzgar ortalığı biraz karıştırıyor veya sıcak ekmek geliyor masaya… Ve yeri her dem bâki yar hemen yanı başımda, gecenin her anına mutlaka elim tenine değiyor.

Oyun

absynthe | 05 October 2009 14:36

Bengisu: Hadi evcilik oynayalım. Sen benim kocammışsın. Sabah kalkıcaz, kahvaltı yapıcaz. Ben seni öpücem. Sonra işe gideceksin sen. Ben de evi toparlıycam. Sonra komşu gelicek, onla oturucaz, kocalarımızın dedikodusunu yapıcaz. Komşu gidicek, ben yemek yapıcam. Sonra akşam olucak, sen geliceksin. Yemeğimizi yicez, televizyon seyredicez. Sen uyuyakalcan televizyon başında. Ben seni zorla kaldırıp yatağına götürcem. Tamam mı?
Berkcan:Hayır, bak şimdi. Sen benim karımmışsın. Sabah kalkıcaz, kahvaltı yapıcaz. Ben seni öpücem, çocuğu yuvaya bırakıcam; sonra da ikimiz de işe gidicez. Çok yorulcaz işteyken. Akşam eve gelcez. Buzdolabından donmuş yemeği çıkarcaz, ısıtıp yiycez. Sonra kavga etçez. Ama sonra birbirimizi affetçez. Sonra da uyucaz. Tamam mı?
Bengisu: Tamam o za-
Ayfer: Bengiii, bitirin oyununuzu artık kızım. Berk’in annesi birazdan işten çıkar, ellerinizi yıkayın oyuncaklarınızı toplayın bakayım. (Kapı çalar) Ah bak işte geldi görüyo musun! Çabuk çabuk o oyuncaklar toplanıyoo! (Kapıyı açar) Ay hoş geldin şekerim, gel beş dakka otur çene çalardık..
Selma: Kusura bakma canım, baya yorgunum da çok yoğundu bugün şirkette. Zaten Berk’i de bütün gün size bıraktım aklım kaldı bi yaramazlık yapmıştır diye.
Ayfer: Olur mu hiç, kardeş kardeş oynadılar Bengi’yle-
Selma: Valla çok yaramazlık yapmıştır o, dedim ne güzel yuvaya git ama tutturdu her gün gidiyorum zaten, bugün Bengi’yle oynucakmış.
Ayfer: Her gün gelsin, bizim kıza da arkadaş oldu ne güzel.
Berkcan: (Koşarak gelir, kafasını yukarı kaldırır) Anne.
Selma: Heh gel bakalım gidiyoruz Berkcan.
Berkcan: Anne azcık daaaa lüüttfenn…
Selma: Hayır hadi al oyuncaklarını gidiyoruz.
Ayfer: Yarın yine gel Berkcan olur mu?
Berkcan:Anne?
Selma: Olmaz Ayfer teyzesi, yuvasına gitsin artık, başka zaman yine geliriz.
Ayfer: İyi o zaman bekliyorum ama.
Bengisu: (Koşarak gelir) Selma teyze biraz daaa dursaydınıııızz.
Selma: Bugünlük yeter Bengicim. Ben yine getircem Berk’i başka bi gün.
Bengisu: Amaa… (Gözler yaşlı)
Ayfer: Neyse o zaman böyle de kapıönünde olmadı ama, başka sefere o zaman Selmacım.
Selma:Tabii tabii şekerim, görüşürüz en yakın zamanda.
Bengi Berk’i öper. Kapı kapanır.

Dağ Dağa Kavuşur; İnsan İnsana Kavuşmaz

mehmetbastug94 | 05 October 2009 13:34

Dağ Dağa Kavuşur; İnsan İnsana Kavuşmaz

Dağların hareket ettiklerini biliyor musunuz?

Yeryüzü Dünyanın oluşumundan beri sürekli bir hareket içindedir. Bu hareket dünyanın altında yer alan manto sayesinde oluşmaktadır saygı değer dostlar…

Manto yarı akışkan bir maddedir. Yoğurda benzetebiliriz aslında. Bu sebepten dolayı ateş küre olarakta adlandırabileceğemiz bu oluşum durmaksızın soğumaktadır.

Mantonun hareketi yer yüzündede etkisini göstermektedir. Orojenez ve Epirojenezede şimdi geliyorum

Orojenez
Bir diğer deyişle dağ oluşumu. İki levhanın yanyana gelmesi ve bu levhalardan daha ağır olanının alta girmesi ve bununla birlikte hafif olan levhanında yukarı çıkması.

Küçük Hanımefendi ; Belgin Doruk ve Hazin Son

kharis | 05 October 2009 10:51

Türk sinemasının küçük hanımefendi lakaplı biricik yıldızı , Yeşilçam’ın kraliçesi Belgin Doruk 1936 Ankara doğumludur. Çocukluk hayali olan artistlikle ortaokul yıllarında tanışır ve annesininde desteğiyle İstanbul dergisinin açmış olduğu bir yarışmayı kendisi gibi ilerde sinemanın kilometre taşlarından olacak “Taçsız Kral” Ayhan Işık ile birlikte kazanır. Arkadaşları okul sıralarındayken 1952 yılında Belgin Doruk sinemaya geçiş yapmıştır. İlk filmi “Çakırcalı Mehmet Efe’nin definesidir. Hemen akabinde 1953 yılında yapılan Güzellik yarışmasında ikinci seçilir. Duru güzelliği ve hanımefendiliğiyle kısa zamanda hüsnü tesir bırakır . Gamzesiyle ilgi çeken ilk yıldızlarımızdandır da diyebiliriz. İlk filmi Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi filminde; Türkiye’yi ilk film kamerasıyla tanıştıran, Enver Paşa’nın yeğeni üstelik kendisinden 30 yaş büyük olan Faruk Kenç ile tutkulu bir aşk yaşar ve evlenirler. Sıradan bir insanken kendisini büyük bir servetin ve şaşanın içinde bulur. Yatlar, katlar, hizmetçiler, uşaklar… Fakat bu mükemmel tabloda bir eksiklik vardır muhtemelen. Sinemada ilk parlayışı 1960 yılında Ekrem Bora ile oynadığı Yeşil Köşkün Lambasıdır. 1964 yılında yönetmenliğini Orhan Elmas’ın yaptığı “Duvarların Ötesinde” adlı filmde Tanju Gürsoy ile başrolü paylaştı. Zeki Müren ile de birçok sinema filminde oynamıştır. Kendisi gibi İstanbul Dergisinin yarışmasıyla sinemaya adım atan Taçsız Kral Ayhan Işık’la sıkı bir ikili oluşturular.

Buradan aldığı “Küçük Hanımefendi ” serisi çok tutuldu. Çöküşün başlangıcı diye nitelendirdiğimiz olay daha genç ve yakışıklı olan Özdemir Birsel’e aşık olmasıyla oldu. Ne tuhaftırki eşinin yönettiği sinema filminde kullanılan Aydın yakınlarındaki Çakmak çiftliği Özdemir Birsel’e ait çiftlik evi kiralanmıştı. Faruk Kenç’ten boşandıktan sonra aşık olduğu yapımcı Özdemir Birsel ile evlenir. Bu evlilikten çok zaman geçmeden Birsel’in işkolikliği ve Doruk’a ilgisiz davranışları sebebiyle Belgin Doruk ilaç içerek intihar etmiş; eşinin zamanında yetişmesiyle kurtulmuştur. Ancak bu sefer de alkol tedavisi için yatırıldığı Lape’de korkunç günler başlamıştır onun için. Deli muamelesi görüp zincire vurulmasından tutun da hemşirelerden yediği fırçalar hakaretler sinir sistemini iyice zayıflatmıştır. Hastaneden çıktığında Çakıl Gazinosunda Zeki Müren’in de desteğini alarak başlayacağı şarkıcılık hayali de şarkıların sözünü unutmasıyla suya düşmüştür.

MEYDANLAR SUSMAZ

antiemperyal | 05 October 2009 09:35

C.Eren ÇELİK

Lafı evelemeye gevelemeye, öte yana beri yana çevirmeye hiç gerek yok. Doğan Grubu’na son kesilen vergi cezası tamamen siyasi, tamamen hesaplı kitaplı olarak verilmiş bir cezadır. Açıktır ki AKP iktidarı yeniden dizayn etmeyi hesapladığı medyada Aydın Doğan’a hayat hakkı tanımamayı kafasına koymuştur.Ancak sorun çok daha büyük bir sorundur. Öyle Tayyip Erdoğan-Aydın Doğan sorunu, yahut bir grubun yok edilmesi falan gibi bir sorun değildir. Bugün gelinen noktada Doğan Grubu’na verilen vergi cezası resmi olarak uygulandığı gün bu ülkede basının özgür biçimde yazı yazabilme devri tamamen sona ermiş olacaktır. Ha AKP’nin istediği de budur zaten, bu nedenle basının bu hale düşecek olması onları hiç mi hiç enterese etmez.Kimse kimseyi kandırmasın. Böylesi büyük bir ceza ve tasafiye operasyonun ardından hiç bir patron -ki o zaman yandaş medya dışında geriye zaten Ciner ve Karamehmet kalıyor- kalkıp da gazetelerinde yahut televizyonlarında iktidarı eleştiren yazılar yazdırıp,programlar yayınlatmaz.Patronlar köşe yazarlarını, genel yayın yönetmenlerini önce kibar dille uyaracaklar sonrasında burnunun dikine gidenleri de kapının önüne koyacaklardır.Bu hareket, bu davranış biçimi AKP iktidarının ruhsal bozukluğunu da ortaya koymaktadır. “Herşeyi en iyi ben bilirim”, “Her şeyden en iyi ben anlarım”, “Ben yapıyorsam mutlaka doğrudur” şeklinde bir megalomanianın içerisinde, kendisine en ufak bir eleştiriyi bile hazmedemeyen, kendisine bağırıp çağırmaktan başka yapabileceği hiç bir şey olmayan gariban vatandaşını bile azarlayarak hakir gören böylesi bir yapının Türkiye’yi yönetmesi çok hazindir.AKP, aslında bu vergi cezası ile , Ergenekon Davası ile başlattığı “Korku İmparatorluğu” projesine çok önemli bir tuğla daha daha yerleştirmektedir. Düşünsenize öyle bir ülkedesiniz ki iktidara muhalifsiniz ama bunu açıkça söylemeye çekiniyorsunuz, çünkü içeriye alınmaktan, aylarca hapis yatmaktan ve hatta belki orada ölmekten korkuyorsunuz.İşte Ergenekon Davası ; yaratılmak istenen “Korku İmparatorluğu” için mutlaka gerekli olan bu pisikoloji için gerekli zemini hazırladı. Muhalif seslerin çoğu susturuldu, insanlar sindirildi.Bu vergi cezası ise Ergenekon süreci içerisinde hala sinmeyen, hala muhalif tavır takınan, hatta bunu gazetelerindeki köşelerinden, televizyon programlarından yaparak daha da kitleselleştiren kişilere karşı uygulanıyor. Dolayısı ile onların bağlı bukunduğu medya grubu cezalandırılıyor. Aslında bu kişiler üzerinden topluma da mesaj veriliyor: “Bakın muahlif olan, eleştirenlerin sonu böyle. En ufak eleştiri bile duymak istemiyoruz”Doğan Grubu’nun tasfiyesi sadece bir medya grubunun tasfiyesi olsaydı binlerce insanın ekmeğinden olması nedeni ile bile “önemli” bir olay olurdu ancak bu tasfiye, ülkede basını hizaya getirme, kontrolüne alma, tek sesliliğin adımlarını atmaya başlama noktasındaki siyasal bir planın parçası haline getirildiği içindir ki artık sistem için “hayatiyet” arz etmektedir.Bu vergi cezasının uygulandığı gün bu toplumu yöneten ve yönlendiren pek çok güç odağının o ana dek direnselerde o andan itibaren diz çöküp kayıtsız şartsız biat edecekleri açıktır.İşte o biatlardan sonra süreç içerisinde ortaya AKP’nin “azınlık tiranlığı” çıkacaktır ki; bunun sonuçlarını tasavvur dahi etmek istemiyorum.Ancak Başbakan bilmelidir ki; köşeleri boşaltıp, ekranları karartabilir.Ancak taşkın meydanları susturmaya ve öfkesini dindirmeye tarihte hiç bir iktidarın, hiç bir tiranın yahut hiç bir hükümdarın gücü yetmemiştir.Meydanları sustaramazsınız sayın Başbakan…

Age of Empires

kahramancayirli | 04 October 2009 15:58

thealmightyguru.com adresinden alınmıştır.
thealmightyguru.com adresinden alınmıştır.

Ortaokul birinci sınıfta olmalıyım. Çocukluk arkadaşım Cumhur gelmiş, bize oturmaya, bende bir bilgisayar oyununun demosu (tanıtımı) var efsane Level (bilgisayar oyunu dergisi)’ın verdiği. O zamana dek uzak durmuşum gerçek zamanlı strateji oyunlarından. Neyse o gün Cumhur bana bir gösteriyor, oyunun işleyişini, nasıl oynanacağını, o gün bu gün işte. Oyunun yeni sürümleri, ek paketleri derken 10 yılı geçti sanırım müptela oldum çıktım.

DAMLA DAMLA SIZIŞLAR

il mare | 04 October 2009 14:45

Bir damlacık sızılır her bir hayata ve bir damla sızı kalır kalpte yokoluşların hatrına
Bir damlacık sızılır her bir hayata ve bir damla sızı kalır kalpte yokoluşların hatrına

Dışarıda olmak;az önce dışarıda olduğun için evine gelmek,birkaç saat öncesine kadar zilini çalıp beklemek zorunda olmadığın dükkanların,kafelerin kapılarından girdiğin için,işte şimdi diyafondan çıkacak olan ‘kim oo’ sesine cevap vermeye hazır beklemek, güzel.

‘Benim,aç’ Gene ben. Bu sefer daha başka ama;daha büyümüş ve görmüş.Kimbilir neler neler?Kimlerle aynı havayı solumuş olarak bu defa.
Kaç katille gözgöze gelmişimdir bugün acaba?Kaç cinayete ortak olmuşumdur saliselik bir bakışla,hangi çaresiz maktulün çırpınışına…Kaç başarıyı taramışımdır sonra gözlerimle gene,şu kendinden emin,ayakta dikilen güzel gözlü adam;kaç mutluluk vardır hayatında,toplansa bir elin parmakları ediyor mudur? Tam karşımda,önemli bir yer ile randevusu varmış gibi giyinmiş duran,lacivert takım elbiseli,kır saçlı, yakışıklı amcam. Sadece bir yudumuna ortak olabildiğim,ceketinin iç cebinden çıkarıp yudumladığı şişesinden belli kanyakını,uzaklara dalarak hangi düşünceler eşliğinde yudumlamıştı acaba?Çok geride bıraktığı o büyük aşkı mı vardı aklında ya da yakın zamanda kaybedip de unutamadığı ya da kaybedeli zaten uzun zaman olmuş hayat arkadaşının hayalini mi ortak etmişti yudumlarına, ya da kim bilir ne zaman içinde olduğu kanlı bir savaşın yaralılarının acı inleyişleri mi karışmıştı,kulağına bir yandan takılı olan kulaklıktan çıkan müziklerin arasına.Hangi şarkıyı dinliyordu,radyo muydu,yoksa torununun yüklediği hep başa dönen şarkılarla mı keyifleniyor,hüzünleniyordu?Acaba içkisinden bir yudum alma ihtiyacını onda uyandıran nağmeler hangi sözlerin sahibiydi,hangi şarkının hangisine geçişindeydi?