bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

EN SON YÜREKLER ÖLÜR

Education | 15 October 2009 09:42

EN SON YÜREKLER ÖLÜR‘’Sıkı tutun Nehir!’’ çığlıkları ile karşılaşıyor kitabın ilk sayfaları sizi… Büyük bir kaza ve birbirini çok seven iki insan feryatları ve kendinden önce eşini düşünen bir kalp. Olaylar yanı başınızda yaşanıyor gibi geliyor ve bir an oluyor ki roman kahramanı siz oluveriyorsunuz. Nehir gibi olmaktan ve Nehir gibi düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Yüreğinizde koyacak yer bulamadığınız sevdiğiniz bir anda yaşamla ölüm arasında yok oluyor. Acıyı ister istemez hissediyorsunuz.Aşkın yanı sıra organ bağışı ve organ naklini hafızanızdan ve yüreğinizden silemiyorsunuz Büyük araştırmalar sonucu kaleme alınan bu olay, organ bağışının önemini anlatıyor. Gözünün içine baktığınız hayat arkadaşınızın organlarının başka canları kurtaracak olması. Kim bu kadar cesur kararlar verebilir? Ölümü bile daha yakıştıramadığınız sevdiğinizin organlarını dar bir zamanda başkalarına can diye bağışlamak. ‘’Dur biraz düşüneyim.’’ bile diyemeyeceğiniz kadar kısa bir süre. Pişman olursan geri dönüşü olmayan çıkmaz bir sokak gibi gelir insana. Doğru kararlar vermek, o duygu seli içinde imkansız gibi geliyor bana. İşte yine Nehir gibi düşünmeye başlıyorsunuz! Kılına bile zarar gelmesinden korktuğunuz insanın ölümüne inanmazken onun organlarının alınması, Canı acıyacak mı diye düşünmek bile onun ölümüne inanmamaktır aslında. Beyin ölümü gerçekleşiyor; ama kalbi çalışıyor. Bir mucize beklemez mi insan, makineye bağlı olsa bile yaşasın o, sakın fişleri çekmeyin demek bir umut değil midir sizce? Sizin izninizle çekilecek bir fiş ve yine sizin izninizle alınacak organlar. Bir iki saat önce size sevgiyle bakan gözleri, sadece size bağlı olan kalbi nasıl çıkartıp başkasına vereceksiniz? Gözünü nasıl çıkartıp alacaklar, kalbi çıkarken canı acıyacak mı diye iç hesaplaşmaları ile okuyacağınız bir kitap.Organ bağışına olumsuz bakan insanları bile organ bağışına ikna edebilecek bir kitap derken kitapta bizi karşılayan olaylar açıkçası beni şaşırttı. Bu kadar etkileyici bir kitabın sonu böyle bitmemeliydi diye düşündüm aslında. En son yürekler ölür; ama eşinin kalbini taşıyan insanın Nehir’e aşık olması ve büyük bir kaza ve kaza sonucu büyük ameliyatlar geçiren bir kadının bebeğini kaybetmemesi. Eşi ölüyor, kendi büyük yaralar alıyor; ama karnındaki bebek yaşıyor ve yedi ay sonra doğuyor. Bunun üstüne eşinin kalbini taşıyan delikanlının, bu çocuğu evladı gibi sevmesi kitaba olan bağlılığımı biraz da olsa azalttı.Her şeye rağmen herkesi derinden etkileyeceği gibi organ bağışı konusunda toplumumuzu biraz daha düşündürecek ve bilmediklerimizi bize öğreteceği için en önemlisi de EN SON YÜREKLER ÖLECEĞİ için bence okumalısınız bu kitabı.

PETRA

dkare | 14 October 2009 17:37

O zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Haberiniz olsun; Semud (halkı) gerçekten Rablerine (karşı) inkâr etmişlerdi. Haberiniz olsun; Semud (halkına Allah’ın rahmetinden) uzaklık (verildi.) (Hud Suresi, 67-68)

4.yy da Perslerden kaçan nebatiler kendilerine yeni yerleşim yeri olarak Musa vadisini seçerler. Bu vadide Ad kavminin başına gelenlerin kendi başlarına gelmemesi için evlerini kayaları oyarak yaptılar. Bir müddet yaşadılar bu devasa mekanda, sonra bir anda ortadan kayboldular. Ad kavminin başına gelen onlarında başına gelmişti. Putperestlikleri ve Salih (AS) çağrısına kulak asmamaları onların da sonunu hazırlamıştı. Oysaki Ad kavmini çok iyi bilen bir kavimdi ve evlerinde geçmişte yaşanan bir olaydan ders alarak yapmışlardı ama evleri onları koruyamadı.
Peki ne oldu bu kayadan evlere. Onlar evlerini öyle bir yapmışlardı ki yüzyıllarca bozulmadan kalabilirdi ve de öyle oldu.

Mısır’a yolu düşen bir gezgin olan Johan Burckhardt bu şehrin peşine düştü ve buraları tekrar gün yüzüne çıkardı. Ürdün çöllerinde bulunan bu yerde anfi tiyatro, tapınaklar, saraylar ve mezarlar mevcuttur. Bu şehir günümüzde PETRAdiye dillendirilir. Petra şehri bizlere geçmişten haber getiren bir elçidir. Bu şehir, aslında muhteşem güzelliğinin arkasında nice çirkinlikleri barındırır.

HZ. Muhammet (SAV) efendimizin Tebük seferine giderken buradan geçtiği, geçerken de yanındakilere buralarda fazla oyalanmayın hatta buradan su içmemeleri konusunda uyardığı söylenmektedir.

HABERTÜRK’TE NELER OLUYOR ?

antiemperyal | 14 October 2009 14:05

C.Eren ÇELİK

Arkadaş bir tartışma nasıl bu kadar sulandırılır, gerçekten ciddi bir tartışma konusu nasıl raiting kaygısı ile lime lime edilir Pazartesi günü HABERTÜRK ekranlarında “canlı canlı” izledik.

HABERTÜRK’ün elinden gelse kameralar karşısında yatıp kalkacak olan Genel Yayın Yönetmeni, “Analiz hastası”, “tez-antitez-sentez ustası ” sayın Yiğit Bulut, Ermenistan ile Türkiye arasında imzalanan protokollerin tartışılacağı programın adeta bir panayır yerine çevrilmesine, raiting uğruna tuttuğu çanakla bence son dönemde medyadaki en büyük kepazeliklerden birisine imza atmıştır. Kendisi ile ne kadar övünse azdır. (EE, Yiğit’i öldür hakkını ver)

Marketlerde 1 kuruş sorunsalı

MollaFettah | 14 October 2009 13:34

– Hoş geldiniz.
– Merhaba, hoş bulduk.
Dit. Dit… dit… tık,tık,tık,tık,tık,dit. Dit. Dit
– Üçlirayirmikuruş
– Ama orada “üçliraonyedikuruş” yazıyor. Neden yirmi kuruşa yuvarlıyorsunuz.
– …(sessizlik)
Üçliraonbeşkuruş‘a yuvarlayış ve ona göre para üstü veriş.

Bilmiyorum, umursuyor musunuz? Bence umursayın. Kimseyi damlatarak zengin etmek zorunda değiliz.

İnsan feromonları

hafifmesrep | 14 October 2009 11:39

İletişimsizlik, insanlar açısından çağın sorunu olarak kabul edilebilir. İletişimde kullanılan sözcükler duyguların ve isteklerin anlatılmasında her zaman yeterli değil. Yeterli olmamanın yanında, sözcüklerin uygun şekilde bir araya getirilmemesi de yanlış anlamalara yol açabiliyor. Oysa böceklerde ve birçok canlı türünde, “sözcükler” nedeniyle yanlış anlaşılma sorunu yok. Bir balarısının, diğerini üzecek sözcükler söylemesi de zaten pek olası değil. Böceklerin iletişiminde, büyük oranda kimyasal maddelerin rolü var. Onlar, duygularını (varsa eğer) ve isteklerini özel kimyasal maddeler kullanarak birbirlerine iletiyor. Yaşamlarını bu özel maddeleri kullanarak yönlendiren böceklerin iletişimsizlikten kaynaklanan sorunları da olmuyor.

Hayvanların çiftleşmek, gelişmek ve yavru bakımı yapmak gibi türe özgü özelliklerini kokuların ve feromanların nasıl etkilediği bir süredir araştırılıyordu. Örneğin; karıncaların tek sıra halinde yürümelerinin sebebini düşündünüz mü? Karıncalarda, yuvadan çıkan ilk bireyin belirli aralıklarla feromon bırakması, ardından gelenlerin kolayca takip etmesini sağlar.
Feromanlardan insanlar da nasibini amış durumda. Yaşamın çeşnisi olan kokuların, ergenlik devresini hızlandırdığı, kadınların menstruasyon dönemlerini kontrol ettiği yolunda kanıtlar elde edildi. İnsanda koku ve feromonlar üzerindeki araştırmalar daha çok kadın erkek davranışları ile ilgili. Örneğin;

çocuk-cezaevi

gunesligunler | 14 October 2009 11:06

Uyuşturucu satarken yakalanan ve Adana/Pozantı da cezaevindeyken diğer kaderdaşları tarafından dövülerek öldürülüp sonrasında bir iple asılan çocuk, İstanbulda annesini aldattığı gerekçesiyle 12 yaşındaki çocuğun babasını öldürmesi ve yine cezaevinde yaşanacak bir yaşam… Türkiye her sabah böyle haberlere uyanıyor. Çokbilmiş efendiler-medya eğitimsizlikten dem vuruyor sürekli. Oysa sürekli bir eğitim silsilesinden geçip sonu “bu olaylar” olan onca insan var ki. Bu problemde elbet eğitim eksikliği mevcut ama bu sıradan okuma-yazma eğitimi değil: bilinç eğitimi, ortak yaşam eğitimi, renklere saygı eğitimi, erdem eğitimi ve her şeyden önce ne mutlu insanım diyebilmek cesareti ve cüreti… Gazetelerin 3. sayfa haberleriyle yaşamak ülkemiz insanları için bir yaşam tarzı haline geldi. Bu yaşam tarzından en çok çocuklar nasibini alıyor. Henüz 12 sinde çocuklar sokak-cezaevi arasında mekik dokuyor. Gelişen bu sürecin sonuçları çocuklarda tasvip edilmez, insan doğasından uzak, birlikte yaşama aykırı bir gelecek hazırlamakta. Uyanmanın, ayağa kalkmanın zamanıdır. Sokaklarda suçlu değil geleceğin tohumları yeşersin.

Er Kişi Kadın İşi

exorientelux | 14 October 2009 09:32

Evden içeri adımımı attığımda bir farklılık sezmiştim ama tam olarak tanımlayamamıştım durumu; zira böyle bir ihtimal, ihtimal olarak bile yer etmemişti zihnimde. Biz babamızdan böyle görmemiştik ne de olsa, öyle bir babanın oğlunun da kendini aşıp yazısız kuralları alt üst edeceği, dedim ya zihnimde bir ihtimal bile değildi. İş bu yazım, bir süredir bende kalan ve “bana hayatta her şey mümkündür” dedirten erkek kardeşime ithaf edilmiştir…

Efendim, elle tutulur hiçbir iş yapmadan geçen bir haftasonunun ardından Pazartesi sabahı salonu dağınık, mutfağı bir yığın bulaşıkla bırakıp erkenden okula gittim. Dersler, öğrenciler derken harala gürele bir okul günü geçirdik. Son zil çaldığında, çalışan kadınların makûs kaderine ortak olduğumdan, benim mesaim bitmiş sayılmıyordu tabii. Daha eve gidecek, dağınıklığı toplayacak, bulaşıkları halledecek bir de yemek işine girecektim. Günün ve bütün bu düşüncelerin yorgunluğuyla kapıyı açtığımda evde bir farklılık sezmiştim ama tam olarak tanımlayamamıştım durumu. Salona geçince yüzümde “Oooo bizim çocuk etrafı toparlamış, bazı eşyaların yeri yanlış olmuş ama sağolsun” tebessümü yayıldı. Eve girip de derli toplu bir yer görmek hoş olmuştu tabii. Ama mutfağa girince tam bir şok yaşadım. Neden mi? Bulaşıklar yıkanmıştı! Dağ gibi olmasa da ufak bir tepe niteliği kazanmış olarak bıraktığım bulaşıkları zannetmiyorum ki çoğu erkek yıkamak istesin. Ama kardeşim tencereden bardağa hepsini yıkamış, çöpleri bile bir poşete koyup balkona çıkarmıştı. Ve gözlerimle görmesem inanmayacağım bir şey daha gördüm mutfakta: Ocak tertemizdi! Elimizi vicdanımıza koyup söyleyelim lütfen, tamam, erkeklerin bulaşık yıkaması rastlanır bir şey de, ocağı temizlemeyi akıl edebilecek ve buna yeltenecek kaç er kişi vardır şu dünyada?

ARDIÇ AĞACI

teacher07 | 13 October 2009 16:58

Ardıç ağacıyla ilgili binlerce yıllık kültürel birikimin sonucu bir benzetme vardır, “Dağların kadısı katrandır.” Bu söz ile ardıç ağacı yargılama ve sorgulama yetkisi olan kudretli insanlara benzetilir. Günümüzden 10 000 yıl öncesi Çatalhöyük evleri ardıç ağacından yapılırmış. Anadolu neolitik çağ yerleşimlerindeki evlerin ortasında, ardıç ağacından büyük bir direk bulunur, bu direk evin çatısını ayakta tutar. Manevi olarak da bu direğin Tanrı’yı temsil ettiği öne sürülmektedir. Tanrı’nın önemli özelliğinden biri de yargılama olduğundan, günümüz Anadolu düşüncesinin kökeninin neolitik çağa dayandığı görülür. Neolitik çağ evlerinin orta direk altına, ölen ataların kemikleri de gömülürdü. Daha sonra mezarların yerleşim yerleri dışına taşındığında, mezar başlarına ardıç ağacı dikilmiş olsa gerektir.

Hititlerin en özel ağaçlarından biri de ardıç ağacı olduğu bilinmektedir.Kral mezarlarının başına, her zaman yeşil kalan ardıç ağacı dikilmektedir. Osmanlılara kadar da bu gelenek gelmiş, ölen efelerin mezar başlarına ardıç ağacı dikilmiştir. Bu gelenek, bitkisel sürekliliğin, kültürel sürekliliği beslediğinin en önemli kanıtıdır. Ardıç ağacı, antik Anadolu uygarlıkları ve efe kültürünün ortak bitkilerinden biridir. Efe öldüğünde baş ve ayakucunda ardıç dallarından ateş yakılırdı, ayrıca mezar başına ardıç ağacı dikilirdi. Anadolu uygarlıklarında ardıç, mezar yapımında kullanılan önemli bir ağaçtı. Firig tümülüslerinde ardıç ağacıyla kaplanmış mezar odaları bulunmuştur.

BOLLYWOOD

dkare | 13 October 2009 16:31

Hollywood ile Bombay’den esinlenerek oluşturulan Bollywood kurulduğu günden bu yana sinema sektörüne birbirinden güzel filmler vermiş. O unutamadığımız Avare filmi bu sektörden çıkmış. Kendilerine göre yüksek olan film bütçeleri Hollywood ile karşılaştırıldığında devede kulak kalıyor. Bollywood’un filmleri ortalama 4 saat sürüyor. Danslara büyük önem veriliyor. Şarkısız ve danssız film bir elinizin parmağını geçmeyecek kadar az Bollywood’da. Filmlerinde esas oğlan ile esas kızın öpüşmesine yer yok. Bazen filmler birbirlerine dokunmadan dahi bitebiliyor. Ahlaki açıdan böyle filmler çekmeyi uygun buluyor Bollywood. Filmlerinde yöresel kıyafetler tercih ediliyor. Filmin hiç beklenmedik bir yerinde birisi ortaya atlayıp şarkı söylemeye dans etmeye başlıyor ve büyük bir dans ekibi eşlik ediyor bu olaya. Genelde aşk,dram üzerine film çekiyorlar ve bu konuda oldukçada uzmanlaşmışlar. En ünlü oyuncuları Amitabh Bachchan,Abhishek Bachchan, Shah Rukh Khan, Aamir Khan sadece bir kaçı. En çok kazanan starları Aamir Khan ve Shah Rukh Khan ilk sırada yer alıyorlar.
En ünlü yönetmenleri Yash Chopra, Bollywood’un günümüzde de kullandığı birçok öğeyi filmlerinde kullanan ilk kişi olma ünvanınıda taşıyor.