Ardıç ağacıyla ilgili binlerce yıllık kültürel birikimin sonucu bir benzetme vardır, “Dağların kadısı katrandır.” Bu söz ile ardıç ağacı yargılama ve sorgulama yetkisi olan kudretli insanlara benzetilir. Günümüzden 10 000 yıl öncesi Çatalhöyük evleri ardıç ağacından yapılırmış. Anadolu neolitik çağ yerleşimlerindeki evlerin ortasında, ardıç ağacından büyük bir direk bulunur, bu direk evin çatısını ayakta tutar. Manevi olarak da bu direğin Tanrı’yı temsil ettiği öne sürülmektedir. Tanrı’nın önemli özelliğinden biri de yargılama olduğundan, günümüz Anadolu düşüncesinin kökeninin neolitik çağa dayandığı görülür. Neolitik çağ evlerinin orta direk altına, ölen ataların kemikleri de gömülürdü. Daha sonra mezarların yerleşim yerleri dışına taşındığında, mezar başlarına ardıç ağacı dikilmiş olsa gerektir.Hititlerin en özel ağaçlarından biri de ardıç ağacı olduğu bilinmektedir.Kral mezarlarının başına, her zaman yeşil kalan ardıç ağacı dikilmektedir. Osmanlılara kadar da bu gelenek gelmiş, ölen efelerin mezar başlarına ardıç ağacı dikilmiştir. Bu gelenek, bitkisel sürekliliğin, kültürel sürekliliği beslediğinin en önemli kanıtıdır. Ardıç ağacı, antik Anadolu uygarlıkları ve efe kültürünün ortak bitkilerinden biridir. Efe öldüğünde baş ve ayakucunda ardıç dallarından ateş yakılırdı, ayrıca mezar başına ardıç ağacı dikilirdi. Anadolu uygarlıklarında ardıç, mezar yapımında kullanılan önemli bir ağaçtı. Firig tümülüslerinde ardıç ağacıyla kaplanmış mezar odaları bulunmuştur.Yerli ardıcımız “Juniperus foedissima” kokulu ardıç Ege bölgesinde yetişir. Özellikle yağmurlu havalarda hoş kokuları belirgin bir şekilde artar. Ardıç ağacının mezar başlarına dikilmesinin sembolik anlamının temelinde, ağacın biyolojik özellikleri yatmaktadır.

Ardıç ağacı öldükten sonra, dikili ve kuru olarak 300 yıldan fazla ayakta kaldığı gibi, çürümeden 100 yıldan fazla kalabilmektedir. Biyolojik özellikleri nedeniyle ardıç ağaçları, ölen insanların yok olmadıklarını, ayakta durduklarını sembolize eder. Ölen ama ayakta kalan kahramanların sembolüdür. Bu özellikten dolayı; “arda kalan, yok olmayan” anlamında, ardıç kelimesi oluştuğu düşünülür.Orta Asya Türk mezarlarında da ardıç ağacı dikilmesi bir gelenektir. Türk lehçelerinde ardıca, “arçan”, “arçın”, ”ardaç”, ”arça”, “ardıç” gibi adlar verilmektedir. Ardıç, Türklerde ateşle yapılan temizlemeyi ve kötü ruhlarn kovulmasını sembolize eder, kutsal bilinir. Ev, ahır ve diğer yerleşim yerleri ardıçla tütsülenir. Her türlü kötülüğe karşı, hastalığa karşı tütsü yapılır.

Günümüzde de ardıç ağacı değerlidir. Ardıç budağının kesilme yasağı Anadoluda yaygındır. Ardıcın dallarının koparanların zarar göreceği inancı vardır. Bazı hastalıklarda tohumlarından, katranından ilaçlar yapılmaktadır. Hititlerden bu yana ardıç ağaçlarından hastalıklara karşı halk ilaçları yapılmaktadır. Mide hastalıklarında, böbrek taşı düşürmesinde, saçkıran, nefes darlığı, romatizma, ülser, ishal hastalıklarında ilaç olarak kullanılmaktadır. Adı ardıç ya da cüce ardıç olarak bilinen, yaprakları hoş kokulu olan “Juniperus communis” in kozalakları yemeklerde baharat olarak, ayrıca ardıç rakısına güzel bir koku kazandırmakta kullanılır.