bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

büyüyünce ne olmak istersin?

kahramancayirli | 15 October 2009 19:33

Yazı yazmamı hiçbir zaman desteklemeyen aileme

Kendimi hatırladığım küçük karelerden birinde beyaz, boş bir sayfaya gazetelerden kestiğim haberleri, fotoğrafları ataçlıyorum. Sonra onu vitrine koyup sessizce, garip bir büyü ile izliyorum, amcamın eşi yaptıklarımı görünce “bu çocuk basın-yayın okuyacak ileride” diyor.

O zamanlar her gazeteyi tek bir kişinin çıkardığını sanıyorum. Vay be diyorum, ne kadar zor olmalı. Onca sayfa, yorum, fotoğraf, analiz, matbaa işleri vs. tek bir insan nasıl kalkar bunca işin altından?

gidene ağıt-1

terre | 15 October 2009 18:49

yokluguna çizgi çektiğim bir yolcusun sen
kanım akarda akar gider uzak yollara
sarhoşuyum aşkın öyle doluyum anlatamam sana
şarkılar dinliyorum sen yoksun diye
gelirsen ışıkları kapamadım hiç
gitveya gel ama asla beni unutma
bende senş unutmayacağım
canım çok yanıyor anla artık
hadi gel diyorum duy artık

gel hadi gel diyorum hep
akşamları sıkılıyorum sen yokken
bu duygusal gecelerde öleceğim bir gün
bana bakmazsın biliyorum
belki bakarsın bilemiyorum
gel artık
seni bekliyorum
sende beni bekleme
ben gelemem diyorum

Karakalem Amatör Çizimler

cirkinn | 15 October 2009 17:57

amatör çizimler
RespecT

Lise dönemlerimde sıkıcı ders ortamında başladığım çizimlerime kimsenin beğenmemesi nedeniyle bırakmıstım…
Geçen gün bir arkadaşımın bu eski çizimlerimi görmesi ve destek vermesi tekrar çizmeye başladım..
ilk 2 çizimimi burada paylasmak istiyorum….
bence herkes bir konuda iyi olduğunu düşünüyorsa o alanda kendini geliştirmeye çalıştırmalı ben daha önce bunu farketmeyi isterdim…

amatör çizimler
Kelebek

Erkekleştirilmiş Kadın Yazarlarımız

mehmetbastug94 | 15 October 2009 17:07

Ünlü yazarlarmızın eşleri, kardeşleri, ablaları ve hatta anneleri…

Onların çoğu 18.yy a kadar rahat yazamıyorlardı.

Yazmak erkek işiydi.

Fuzulinin bacısı, Tolstoyun karısı ve daha yüzlercesi.

Neden her biri yazdıklarını gün ışığına çıkaramıyordu dersiniz?

Fuzulinin bacısı bir gün yazdıklarını abisine gösterir.
-Bunu bana komşunun oğlu verdi. Bir göster bakalım abine bende iş varmıymış diye sor dedi?
Fuzuli okur ve cevap verir
-Bu genç işlenmesi gereken bir maden. Söyle ona yarın yanıma uğrasın” der..

Bu kahve acı..

pillibebekkuyuda | 15 October 2009 15:01

Fırtına sağnaklarından kaçıp,

Gemim bağlanmış limanına.

Kayık olup kaçsam mı,

Kayalıklara vurup parçalansam mı,

Bilinmez yollara çıkıp,

Derinlerde kaybolsam mı..

Dümen sarhoş, yollar boş.

Sana gelsem, limansız,

Onda kalsam aşksız..

Bu hayat geçer mi, bahtsız

Çöz demirlerimi, karacıyım artık,

Nobel Ödüllü “Kadın” Yazar

vivian darkbloom | 15 October 2009 14:08

Ankara’da Dost Kitabevi’nde Türk edebiyatına ayrılan kısımda “Kadın Yazarlar” diye ayrıca düzenlenmiş bir bölüm vardır. Bu bölüm yıllardır orada. Tezer Özlü’den Halide Edip’e edebiyatımızın tüm hanımefendileri bu bölüme istiflenmiştir. Bu ticari olduğu kadar ayrımcı hamle benim yıllardır sinirime dokunuyor. Halbuki Tezer Özlü, Oğuz Atay ile Yusuf Atılgan’ın arasına daha çok yakışmaz mı? (Dost Kitabevi yazarları alfabetik olarak dizmekten de imtina eder ki müşteri aradığı yazarı bir türlü bulamasın, kafası kesik tavuk gibi dolansın. ) Üstelik bu durum “pozitif ayrımcılık”la da pek bağdaşmıyor. Bir kere zaten erkeklere “Bu yazarlarla sizin işiniz olmaz koçum. Bunlar ‘kadın kısmı’nın okuyacağı kitaplar(!)” demek gibi bir şey oluyor. Halbuki bazen okur, okuduğu yazarın kadın mı erkek mi olduğunu dahi bilmeyebiliyor; ya da kadınsa erkek, erkekse kadın sanabiliyor. Bunun pozitif bir ayrımcılık olmamasının sebebi ise tarihte de şuan klasikler arasına giren eserler vermiş birçok kadın yazarın da, maalesef erkek mahlasıyla kitaplarını yayımlatabilmiş olmaları. Bunun en akılda kalan örneği sanıyorum ki asıl adı Mary Ann Evans olan ancak aşk romanı yazarı olarak s/anılmamak ve ciddiye alınmak için erkek mahlasıyla yazan George Eliot‘tır. Emily/Charlotte/Anne Bronte kardeşler, Luisa May Alcott ve George Sand de erkek mahlasıyla bastırmıştır romanlarını. Türkiye’den de 2004 yılında kaybettiğimiz Cahit Uçuk (Cahide Üçok) çoğumuzu şaşırtan yazarlardan biridir.

Bu yıl (2009) Nobel Edebiyat Ödülü‘nü bir kadın-Herta Müller-kazandı. Geçen yıl da bir erkek-Jean-Marie Gustave Le Clézio-almıştı ancak bu hususun kulislerde “Nobel Ödüllü Erkek Yazar” kisvesi altında tartışması-dedikodusu yapılmadı. (Onun yerine “Bu herif de nereden çıktı? Bu da kim?” ifadesi yerleşti kimi suratlara.)

Demirören İstifa

MollaFettah | 15 October 2009 13:52

Dev bir takımı,
Eğdin, büktün, yıktın.
Meydanı boş buldun belli,
İyice içine ettin.
Rica etsek gider misin,
Örmesen o demirleri.
Rüyada kaldı şampiyonluklar,
Eski güzel aydınlıklar.
Ne yapmaya çalışıyorsun?
İnan anlamadık.
Sevgin varmış Beşiktaş’a
Tamam anladık!
İstediğin paraları,
Frank olarak al
Ama git başımızdan olma faal.

Marie Curie 2

massay | 15 October 2009 13:03

1.kısım

Evlenmelerinin ardından Marie ve Pierre Curie, fizik okulundaki harap bir hangarı laboratuar olarak kullanıp deneylerine başladılar. Evlendikleri yılın 28 Aralık tarihinde Wilhelm Conrad Röntgen, “ X ışınları” keşfini resmi olarak duyurdu. Hemen ardından “Radyoaktivite” buluşunda Curie’lere ortak olacak olan bilim adamı Henri Becquerel, Uranyum’un kendiliğinden ışın yaydığını keşfetti. Becquerel’in yaptığı deneylerde bir fotoğraf filmi üzerine konulan Uranyum, filmi karartıyordu.

Bu bilimsel gelişmeler, Curie’lerin deneylerine yön verdi kuşkusuz. Onları hırslandırdı.

Yıl 1898. Çalışma defterinin 6 Şubat tarihli sayfasında Marie, çalışmalarını ve deneylerini not ettiği bölümün altına hangarın damının aktığını, içerisinin rüzgârla dolu olduğunu ve ısısını yazar, paralelinde protesto edercesine on tane nida işareti koyar. Bu zor koşullarda çalışmanın da Curie’leri hırslandırdığını, birbirlerine duydukları aşkı büyüttüğünü yıllar sonra kızına anlatacaktır Marie.

Yıl 1898. Marie, zehirli bir element olan Thorium üzerinde çalışırken uranyum gibi ışın saçtığını keşfetti. Böylece Becquerel’in 1896 yılında “Becquerel ışınları” adını verdiği buluşu daha genelleştirmiş ve adını “Radyoaktivite” olarak değiştirmiş oldu. Bu yeni buluş, Pierre ve Marie’nin uykularını kaçıran, tehlike sınırlarını unutturan sorular doğurdu. Sorular da cevapları.

Hindistan’dan Floransa’ya tarih ve roman

MerakliKedi | 15 October 2009 12:14

Salman Rushdie’nin Utanç adlı romanına başlamıştım. Beni pek sarmamıştı bırakmıştım. Oyüzden galiba, Floransalı Büyücü çıktığında çok da ilgimi çekmemişti. Sonra bir gün Cumhuriyet Kitap ekinde, Ursula Le Guin’den Floransalı Büyücü yorumu okuyuncaya kadar… İki büyük isim. Adeta turşucunun şahidi bozacı (ama bu sefer iyi tarafından). Le Guin bir iki vurucu cümleyi de aynen almıştı kitaptan ve ben de bu eleştiri yazısı üzerine okumaya karar verdim.

Ekber Şah’la Hindistan’ın kızıl kumtaşı binalarında başlayan yolculuk Floransa’da devam etti. Ekber Şah’ın, bir hükümdar olarak yaşadığı gelgitler, kendiyle çeliştiği anlar, zaferle döndüğü savaşlarda insan öldürmekten duyduğu vicdan azabı, güzel kadına duyduğu ilgi ve inanç konusundaki çelişkileri… Kendiyle tartıştığı anlar. Oldukça fazla kaynaktan faydalanılmış ve neredeyse bir tarih kitabı özeniyle yazılmış bir roman olduğunu okurken çok yakından hissediyor insan. Vurucu cümle dedim ya… “Tanrı inancı, insanlığın iyiliği kendiğinden bulunmasına engel olmuştur.” ifadesi Ekber Şah’ın ağzından inancın da tartışıldığı anlarda çıkan bir cümle. Bir de çok hoşuma giden bir uygulama oldu: “Yeni ibadet çadırı”, aynı konu hakkında zıt görüşlü iki grubu karşılıklı oturtup münazara yaptırıyormuş Ekber şah. Fikirlerin çarpışmasını, düşünmeyi ibadet oılarak görüyormuş. (Örnek alınası bir uygulama değil de nedir bu?)

en güzel kahvaltı van’da yapılır

nazokiraze | 15 October 2009 11:07

İş nedeniyle geçtiğimiz yıl Van’a iki günlüğüne giden ve geldiginde anlata anlata bitiremediği meşhur Van kahvaltısı ile Van’da olmasa da İstanbul’da tanışma şansım oldu. Geçen yıldan beri aklımda vardı Van kahvaltısı ve ana haberlerde geçtigimiz günlerde görünce iyice aklıma düştü , tabi gidip yerinde yemek var ama imkanlar şu an için İstanbul’da yediginle avun, edebinle otur diyor bana. Aklımda neden vardı bu kahvaltı, çünkü ben kahvaltıda klasik yiyecekler yemeyen biriyim, sabah kahvaltısını tek başımayken etmem ama oturdugum kahvaltısofrasında önce gözümün doyması lazım gelir, kahvaltılık aramam, sabah sabah balık hatta kuru fasülye olsa yerim, bu yüzden kahvaltıya misafirlige gittigim zaman mutlaka o sofrada kızartma, börek veya menemen gibi şeyler bulunur, konu komşu da kahvaltılarda zeytinyaglı yemek bile yemeye alıştı sayemde.