Uygarlıkların gelişmesinde üstün nitelikleriyle ışık saçan, insanlık yolunu aydınlatan ünlü ya da isimsiz pek çok bilim adamı etken olmuştur. Bu üstün insanlar arasında ise Madam Cruie’nin ayrı bir yeri ve örnek bir yaşamı vardır. Kuşkusuz, pek çoğumuzun yaşantısından alacağımız dersler olacaktır.7 Kasım 1867’de Varşova’da, Manya Sklodowska adında bir kız doğdu. Annesi baş öğretmen, babası ise St. Petersburg Üniversitesinde yüksek fen eğitimi görmüş bir fizik- matematik öğretmeniydi.Sarışın, ela gözlü, solgun ve ince bir çocuktu Manya. Sınıflarda yaşı en küçük öğrenci olmasına rağmen daima birinci oldu. Ailesi yoksulluk içinde yaşıyordu, öyle ki, annesi çocuklarının ayakkabılarını kendisi yapardı. Manya çok iyi Rusça biliyordu, Rus lisesine devam etti. 9 yaşında ablası Zozia’ı tifüsten, 11 yaşında iken annesini tüberkülozdan kaybetti. Manya, liseyi kardeşleri gibi altın madalya alarak bitirdi. Boş zamanlarında Fransızca ve Rusça fizik, tıp ve sosyoloji kitapları okurdu. Filozofları ve şairleri de okuyor ve kadın işçilere gönüllü dersler veriyordu. Bir ara ablası Bronia’yı Paris’te Tıp Fakültesinde okutabilmek için zengin bir ailenin yanına mürebbiye olarak girdi. Bu sırada evin büyük oğlu ile aralarında bir gençlik aşkı doğdu, fakat gencin ailesi evlenmelerine izin vermedi, çünkü Manya bir mürebbiyeden başka bir şey değildi. Manya ileride anılarında şöyle diyecektir: “BAŞ KURALIM; NE KİŞİLERİN, NE DE OLAYLARIN BENİ ALT ETMESİNE İZİN VERMEMEK OLMUŞTUR.”Manya, nihayet 1891’de 24 yaşındayken fizik eğitimi için Paris’e gider. Villette’de ablası Bronia ile doktor olan eniştesi Casimir’in yanında kalmaktadır. Koltuğunun altında eski deri bir çanta, yanakları kış rüzgârından kızarmış olarak durağa koşar ve imperial diye bilinen üç atın çektiği iki katlı bir omnibüse yetişir. Sonra Doğu garından ikinci bir omnibüs ve Sorbonne Üniversitesi.Manya adı artık Fransızcaya çevrilmiş, Marie Sklodowska olmuştur. Marie, Sorbonne’de Fizik Fakültesi öğrencisidir artık. Ayda 100 frankla geçinmek zorundadır. Bu nedenle, Sorbonne’a yakın tavan arasında bir oda tuttu. Bilim uğruna rahatını fedaya hazırdı. 15 frankla kiraladığı bu çatı altındaki hizmetçi odasında ısıtma, elektrik ve su yoktu. Tavandaki tek küçük pencere dama açılır ve odaya ışık verirdi. Marie bu odayı bütün serveti ile süsledi: demir bir karyola, bir iskemle, bir masa, bir leğen. Polonya’dan getirdiği büyük bavulu hem elbise dolabı, hem de koltuk olarak kullanıyordu.Sonra anılarında ömründe en sevdiği yerin o yoksul tavan arası olduğunu itiraf etmiştir. Marie, yol giderlerini azaltmak için Sorbonne’a her gün yürüyerek gidip gelir.Her kış köşedeki kömürcüden bir iki çuval kömür alır ve kömürü 6. kattaki odasına kovalarla taşır. Odasında ışık olmadığından geceleri ılık ve aydınlık St. Genevieve kütüphanesinde geçirirdi. Saat 22’de kütüphane kapanana kadar büyük masalardan birinde başını elleri arasına almış genç Polonyalı bir kızın ders çalıştığı görülüyordu. Odasına gelince petrol lambasını yakar ve gece 2’de gözleri yorgunluktan kızarmış halde kitaplarını bırakır ve kendini yatağının üzerine atardı.Marie o güne kadar keşfedilmiş her şeyi yutarcasına öğrenmekte, fakat bununla yetinmemekte, profesörü Lipmann’ın izni ile üniversite laboratuarında deneyler yapmaktadır. Bu sessizlik ve dikkat atmosferine tutkundur. Daima ayakta, meşe masasının üzerindeki duyarlı aygıtlarla uğraşır. Gereksiz tek söz etmez, burası bir tapınak gibidir, gürültü yapılmaz. Bir fakülte bitirmek ona az gelir, 1893 yılında fizik ve bir yıl sonra da matematik lisansını kazanır.Yaz tatillerini ailesi ile Polonya’da geçirir, her yaz eli kolu ucuz hediyelerle dolu olarak trene atlar ve sevgili vatanı Polonya’ya döner. Üç ay ona bol bol yedirip içirirler ve Marie her kasım biraz kilo almış olarak Paris’e döner. Yeni bir yıl, yeni çalışmalar.. Her yıl sonu sınavlarından sonra Sorbonne’deki amfiteatr, öğrenciler ve yakınları ile tıklım tıklım dolar ve her yıl dekan aynı cümleyi tekrarlar: “ Bu yılın birincisi Marie Sklodowska’yı size sunarım…”Pierre ile Marie, Paris’te Polonya asıllı profesör M. Kowalski’nin evinde tanıştılar. O zaman Pierre 35, Marie 27 yaşındaydı.

asistan, Pierre, Marie labaratuarda
asistan, Pierre, Marie labaratuarda

Pierre, fizikte buluşlar yapmış önemli bir fizik profesörüydü. Örneğin üzerine basınç yapılan bir kristalin elektriklendiğini (piezo-elektrik olay) duyarlı teraziyi (curie terazisi) ve demirden başka metallerin de mıknatıslanabileceğini (cruie olayı) bulmuştu.

Pierre Curie
Pierre Curie

Pierre, hiç evlenmeyip bütün hayatını bilime adama kararı almış bir profesördü. Ne gariptir ki, Merie’de aynı şeyi düşünüyordu. Evlenmeyerek hayatlarını bilime adamaya karar vermiş iki insan bir rastlantı sonucu karşılaştılar böylece. Pierre günlüğüne şöyle yazmıştı yıllar önce:“İnsan hayatı bir düş ve düşleri gerçek haline getirmelidir.”Giderek, dostlukları derinleşti, yakınlık arttı, karşılıklı güven ve hayranlık büyüdü. Ve nihayet Pierre ile Maire, 1895’de evlendiler. Yalnız medeni nikâh yapıldı, her ikisi de istemediğinden kilisede tören yapılmadı. Marie gelinlik giymedi, yüzük de takmadılar. Gerçekte, iki dâhinin birleşmesi ile insanlık yolunda çok önemli bir adım atılmış oluyordu.

Curie’lerin Rue de Glaciere 24 no.daki evlerinin içi hemen hemen boştur. Salonda yalnız bir kütüphane, beyaz tahta bir masa ve iki iskemle bulunur. Bir ucunda Pierre, diğer ucunda Marie’nin oturduğu masanın üzerinde fizik kitapları, bir petrol lambası ve bir vazoda çiçekler vardır. Pierre’nin bütün varlığı tek bir idealle yanmaktadır: Sevdiği kadınla birlikte bilimsel araştırmalar yapmak. Marie için de eşi ve bilimsel araştırmaları dışında bir şey yoktur.Marie Curie 2(2.kısım)