bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

BİZİ DİNLEYEN VİRÜS

SERKANEHIR | 01 November 2009 12:29

Günümüz Dünyasında Teknoloji ve İnternet alanında inanılmaz bir hızda değişim ve gelişim yaşanmakta. Bu değişim ve gelişmeler insanların dolayısıyla kullanıcıların yararına olup, hayatı daha kolay, daha eğlenceli vs. bir hale getirme yönünde olduğu gibi tam tersine kötü niyetli ve bize, teknolojik araç ve gereçlerimize, iletişimimize…(bu listeyi daha çok uzatabiliriz aslında) zarar vermek yönünde de olabiliyor.
Nitekim Dünyanın en önde gelen bilgisayar-bilişim güvenlik firmalarından Symantec, bilgisayarda yapılan konuşmaları kayıt altına alan bir virüsün varlığını açıkladı. Symantec in açıklamasına göre bu virüs programı ya da VoIP (Voice over Internet Protocol) ile sesli görüşme yapan kullanıcıların konuşmalarını Mp3 formatında bilgisayara kaydederek çalıyor. ERA IT Solutions şirketinde yazılım mühendisi olarak çalışan Ruben Unteregger tarafından yazılan virüs ingilizcede “wiretap trojan” (telekulak virüs) diye adlandırılıyor. Bu virüsün 480 milyon kullanıcısı olan ve her geçen gün büyüyen kullanıcı kitlesinden dolayı Skype’ı hedef aldığı bildirilmiş. Peki bu ne anlama geliyor? Skype ı hedef alan bir virüs aynı şekilde diğer milyonlarca insanın kullandığı konuşma programlarınıda hedef alabilir ya da başka programlar için benzer bir başka virüs üretilebilir.
Şunu anlıyorum ki bu virüs programlarının önüne geçmek neredeyse imkansız. Çünkü ne kadar önlem alınırsa alınsız öyle ya da böyle bilgisayarlarımıza giriyorlar. Çünkü her yerdeler…Ama virüslere karşıda tamamen korunmasız değiliz..Şöyle ki gerekli araştırmaları yaparak bilgisayarınıza güçlü ve kullanışlı bir antivirüs programı kurabiliriz. Bu programı sık sık güncellemek ve internette gezinirken her önümüze gelen siteye tıklamamamız gerekiyor. Virüslerden korunmayla ilgili en kısa zamanda kapsamlı bir araştırma yapacağımı ve bu yöndeki bilgilerimi burada sizinle paylaşmaktan büyük mutluluk duyacağımı belirtiyor, saygılarımı sunuyorum…
kaynak:http://www.teknoportal.gen.tr/haber_detay.asp?haberID=1413

Ercan Saatçi, Metin Özülkü ve Futbol

makaleci | 01 November 2009 10:41

Ne denir bilemiyorum şu görüntüye!!!

Haberin detayı da burada

Dünyada en sevilen, üzerinde yorum yapmakta en çok vakit harcanan ve bazen de milli mesele haline bile getirilmekten geri durulamayan bir spordur futbol. Fakat ne yazık ki, hiç duymak istemeyeceğimiz kadar koyu bir argo sergilenir bu spor dalıyla ilgili çoğu yorumlarda. Hele hele hiç ummadığınız kişiler hatta bu kişiler sanat adamı olduklarında daha bir şaşırırsınız gidilebilen noktayı gördüğünüzde… Bu mudur futbol? Ya da herkes sanatçı mı hakikaten??

HAZIR SÜTÜN ZARARLARI (1)

mecburen | 31 October 2009 21:05

Sütün faydalarını hepimiz çok iyi biliriz. Peki, sütün insan sağlığına zararlarını biliyor muyuz? Bu yazımızda sütün zararlarından bahsedeceğiz. Pek çoğumuzun kullandığı kutu süt olarak bildiğimiz (uht)sütler yani uzun ömürlü sütler nasıl oluyor da bu kadar uzun dayanabiliyor? Acaba içerisine sütün ömrünü uzatabilmek için özel katkı maddeleri mi katılıyor? Bu sorunun yanıtı kesinlikle hayır. Peki sütün ömrü nasıl uzatılıyor? Sütler gün ışığı görmeden, ısının birden 150-180 santigratlara çıkarılıp 2-3 saniye sonra tekrar 5-10 derece sıcaklığa düşürülüp içerisindeki bakterilerin ölmesini sağlanarak, direkt gün ışığı görmeden kutulara konduğunda hiç hava almadığı için bozulmuyor. Buraya kadar her şey doğru. Yalnız gözlerden kaçan bir şey var. Proteinlerin molekül yapıları ani ısı değişikliklerine karşı duyarlıdır. Yani bu ani ısı değişikleri karşısında proteinlerin molekül yapıları bozulur şekil değişikliğine uğrar ve kullanılamaz hale gelir. 0 ila 3 yaş arası çocukların midelerinde pepsil adında bir enzim bulunur. Sağlıklı proteinler pepsil tarafından emilir ve aminoasitlerine ayrıldıktan sonra gerekli yerlere (bugün özellikle antikorlardan bahsedeceğiz) gönderilir. Bunların bazılarından antikor oluşur. Tıp’da bunlara immünglobilin a,b,c,d v.s gibi isimler veriliyor. Vücuda giren enfeksiyona bağlı yetiştirilmiş, eğitimini almış askerler gibi düşünelim. Düşmanın gücüne göre silahına göre farklı antikorlar savaşır. Fakat uzun ömürlü süt(uht) içen çocuklarda molekül yapıları bozulmuş proteinlerin % 97 si mide tarafından emilmeden dışarı atılır. Peki, kalan % 3 ne ne olur? Onlar da molekül yapıları bozulmuş proteinleri olduğu gibi kabul eder ve aminoasitlerine ayıramadan ya da ayırsa bile istedikleri gibi antikor oluşturamadıkları için bunlar sağlıklı birer asker (antikor) olmazlar. Tabiri caizse eğitim almamış birer asker olarak birliklerine (bagışıklık sistemi) katılır ve göreve başlarlar. Asıl sıkıntı bundan sonra başlar hatalı üretilen antikorlar kimin dost kimin düşman olduğunu bilmediği için % 98 ihtimalle vücudun kendine saldırıp otoimmün hastalıkları ortaya çıkarır. Bunlar: Alzheimer, itp, alopesi, romatizma, erken yaşta diş çürümesi, aplastik anemi, sistemik lupus eritematoz, romatoid, addson, kutanöz mastositoz v.s gibi birçok otoimmün hastalıklara yol açar. Bu nedenle sağlık bakanlığı devamlı anne sütü kampanyaları yaparak insanları anne sütüne yönlendirmeye çalışır ama bu arada bu tür sütlerin otoimmün hastalıklara sebep olduğunu söylemez belki de söyleyemez. Bu konudaki yorumu size bırakıyorum. Eğer yazım yayınlanırsa daha çarpıcı açıklamalarla tekrar burada olacağım. Hepinize sağlıklı günler dilerim…

O – 2

Colpadan | 31 October 2009 19:01

Gün doğarken yavaş adımlarla hala yürümeye devam ediyordu. Uyumayı hiç düşünmemişti. Nasıl olsa zamanı gelince bir yerlerde yığılır kalırdı. Bitmeyen bir enerji vardı sanki içinde. Bu binalar, evler, içindeki enerjiye uygun değildi. Bedeninin kendisi kocaman bir saraydı zaten. Kapalı bir mekana girdiği anda bu sarayın üstünün karanlık bir kubbeyle örtüldüğünü hissederdi. O yüzden bu berduşluk, bu sefillik değildi onu öldüren. Sadece kimliksizlikti. Geçmişi yoktu. Kim olduğunu bilmiyordu. Uyanışlarındaki tuhaflık, kafasının içindeki uğultu… Hepsi birer soru işaretiydi. Kim olduğunu bulması gerekiyordu. İçinde güçlü bir istek vardı bunun için ama nereden başlayacağını bilemiyordu. Ya diğerleri? Onlar biliyorlar mıydı kim olduklarını?

HAYALLERİMİZDEKİ ÜLKEMİZ…!!!

sizoof | 31 October 2009 17:30

…Birileri sürekli konuşurdu ellerini dizlerine vurarak “vah vah” diyerek! Anlamsız gelirdi çoğu zaman,gözlerimizi,kulaklarımızı kocaman açıp dinlerdik hayretler içerisinde. Önceleri küçüktük yorum yapamıyorduk kime inanacağımızı bilmiyorduk çünkü büyüklerimiz hep anlatırdı eskileri kahramanlık hikayeleriyle büyüdük ama umut yok dioyrlardı eskisi kadar cesaretli, mücadeleci, tarafsız, milletini bayrağını düşünen yok artık diyorlardı.! Gülümseyerek bakıyorduk önceden yaşlandınız artık ondan bole düşünüyorsunuz diyorduk çünkü; biz, cesaretli, azimli, bayrağını milletini seven, koruyan, mücadeleci ve tarafsız gençlerdik gözümüz kara daha iyi olacağız inşallah sizde ölmeden göreceksiniz diyorduk. Efsanelerle büyümüştük ve hepimizin içinde kahramanlık vardı biz de destan yazmak biz de unutulmamak ve biz de ülkemiz için bişeyler yapmak istiyorduk. Büyümüştük artık bişeyler yapma sırası gelmişti ama fırsat verilmemişti. Canımızı alırcasına gözümüzün içine baka baka düşürdüler değerimizi. Aslında TÜRK’ün değeri düşemez düşmez. Biz de ülkemizin çağdaş olmasını,demokrasinin en üst seviyede olmasını, ve cumhuriyet çerçevesinde yükselmesini istiyoruz. Bizim de Avrupayi bi düşünce sisitemimiz var ama yükselmek için yanlış yollar seçilmesini, aşırı şekilde hatalar yapılmasını, yanlış açılımlar ve yanlış açıklamalar yapılmasını istemiyoruz. Çifte standartın olmadığı, kadrolaşmanın olmadığı ve toplumun eşit olduğunu, kimseye, hiç kimseye ikinci sınıf muamele yapılmasını yapılmasını bırakın kimseye ikinci sınıf bir düşünceyle yaklaşılmasını istemiyoruz. Ama yükselmek istiyoruz artık hayatımızı bi kaç saatlik sınavların içinde yaşamak istemiyoruz. Biz de eğitim özgürlüğü, biz de yaşama özgürlüğü istiyoruz. Biz de kendimizi savunmak, müdafa etmek, özgürce konuşmak ve özgürce düşünmek istiyoruz.. Kısacası o yaşlı ninelerimiz gibi dedelerimiz gibi évah vahé çekerek bitirmek istemiyoruz hayatımızı. En azından son nefesimizde görelim ülkemizin karmaşalardan uzaklaştıgını, avazımız çıktığı kadar sessiz kalmayalım!! Hayallerimizdeki ülkemize kavuşmak en büyük arzumuz. İçimizde ki yaşama aşkı, ülke aşkı, bayrak aşkı, millet aşkı, kahramanlık aşkı ve destan yazma aşkı hiç SÖNMESİN İSTİYORUZ ÇOK BİŞEY DEĞİLL!!!! ((Kendi düşüncelerimi yansıttığım, kendi kaygılarımı vurguladığım, kendi isteklerimi dile getirdiğim, tecrübesizce, biraz korkakca ve biraz da desteklenmeme ön yargısıyla yazdığım yazımı begenmeniz dileğiyle…….))

Olağandışı Bir Müze “Sherlock Holmes”

yavuz ile | 31 October 2009 15:19

Londra’ya gitme şansı bulabilenlerin mutlaka uğradığı bir müze vardır. Aslında bana göre bir müzeden öte sadece bir sergi. Madame Taussod’un Mumya Heykeller Müzesi (sergisi).
Eğer sizde benim gibi turlarla gezmeyi sevmeyen, kendi kaybolup kendi başının çaresine bakmayı sevenlerdenseniz o zaman sizi çok daha ilgi çekici bir çok süprizle karşı karşıya bulacaksınızdır.
Baker Street merkez Londra’nın en bilindik caddelerinden birisi. Burayı ünlü kılan en önemli olgu ise sanırım Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes öykülerinin değişmez adresi olması. Cadde boyunca ilerlediğinizde müzeyi bulma endişesine düşerseniz etrafınıza bakınıp eski tarz Scotland Yard üniforması giyen bir bir polis bulmanız yeterli. Müzeye girmek istediğinizde sze nazikçe müzeye girmek için yan taraftaki küçük dükkandan bilet almanız gerektiğini söyleyecektir. O küçük dükkan ises ayrı bir fenomen bence. Her müzenin alışılagelmiş hatıra eşyaları satan bir kısmı mutlaka olacak. Ama bu dükkanda sizi 19. Yüzyıl kıyafetleriyle karşılayan genç İngiliz kadınları ve kasada ise o saç ve makyaj stiliyle o dönemden kopmayacağını ısrarla vurgulayan başka bir güzel ve ilginç İngiliz kadını durmakta.
Madame Taussod müzesi 30 poundlar civarında ücret ödemekten kaçtığıma çok seviniyorum buraya gelince. Çünkü sadece 6 pounda daha özgün ve müzeyi andıran bir yapıda bulunacağımı anlıyorum.
Müzeden içeri girdiğinizde sizi eski tarz bir İngiliz evinin yıpranmış merdivenleri karşılıyor. Her basamağını tırmanırken çıkan sesler ve müzenin tenhalığı ürkütüyor. Merdivenler sonunda ise karşıma çıkan ilk odaya girmek isterken karşılaştığım manzara ise daha ilginç. Eski tarz siyah bir elbise ve fötr şapka takmış saçı ve bıyıkları bembeyaz yaşlı bir adam koltuğa uzanmış yatıyor. Bütün dünyadaki özgün mumya heykellerden biri olup olmadığı anlamaya çalışırken hareketsiz beden sessizliği bölen bir öksürükle kendine geliyor.(bu arada bende olduğumda yerde zıplıyorum ) . Gözlerini örten şapkasını kaldırıyor ve “Merhaba ben Mr. Watson, size nasıl yardımcı olabilirim” diyor. Tedirginliğiniz gidermeye çalışıyor ve nereden geldiğinize dair sorular soruyor. Hatta ortamın otantikliğini artırmak için bir parmak yüksekliğindeki bir mumu başka bir mumun üzerine ekleyerek yakmaya çalışıyor. Bu arada elini yakıyor, mum damlıyor ve siz sakince izliyorsunuz bu yarı içkili ama olabildiğince misafirperver beyefendiyi.Herkese yaptığı jesti sizede yapıyor ve onunla birlikte Sherlock Holmes şapkasını takarak e elinizde onun piposuyla poz vermenize izin veriyor.
Müzenin diğer odaları ise Sherlock Holmes hikayeleri ile bezenmiş durumda. Evin her odası özgünlüğünü koruyor. Her noktasında ise hikayelerin yazıldığı döneme ait kanunsuzların eşyaları, aranıyor ilanları, Sherlock Holmes ve karakterlerini heykelleri, hapishane mizansenleri.
Müzede birde her ziyaretçinin imzaladığı bir defter var. Londra’nın her noktasında bir Türk ile karşılaşma olasılığız var iken maalesef defterde sadece birkaç Türk ismi görebiliyorum.
Müze çıkışı ise hediye dükkanına uğruyor ve birkaç hediye alıyorum. Sanırım Londra gezisinin en enteresan notalarından birisi bu müze. Çok duyulmayan ama sizi dahiliklerle dolu Sherlock Holmes hikayelerine yaklaştıran bir nokta burası.

Teraneler 2 – Örgün Öğretim Saçmalığı

Yuzeysel Fikirler | 31 October 2009 09:07

benim için hayal kuruyor demişler. ne iyi etmişler. eğer fikirlerimi paylaşmak hayal kurmak ise, gerçeğe ulaşana dek hayaldeyim ben de.

hiç zannetmiyorum
hele hele bu çağda inanmıyorum
insanlar okullarda toplansın
ömürlerinin yarısını çürütmek için
ve bir amaç için bile değil
sadece okumak için
ve diyemeden hiç bir
niçin?

okullar
faşizan toplama kamplarıdır
bir model insanın
yetiştirildiği yuvalardır
örgün öğretim kurumları
sadece bu kadardır.

Brigen’in Dönüşü

Colpadan | 30 October 2009 14:46

Brigen, gelmiş geçmiş en büyük bilimadamı olarak kabul ediliyordu. Evreni keşfeden anlamına gelen bir lakabı bile vardı. Tüm bu uzay zaman hesaplamaları, solucan delikleri, ışınlama teknolojileri, hepsi onun eseriydi. Pladeba halkı bugünkü teknolojik gelişimlerini Brigen ismindeki bu dehaya borçluydular. Brigen için evrenin çözülemeyecek hiçbir sırrı yoktu. Üstesinden gelinemeyecek hiçbir bilimsel sorunu kabul etmiyordu. En büyük hayali evrendeki diğer zeki canlılara ulaşabilmekti. Küçüklüğünden beri onu bilim adamı olmaya iten en büyük şey bu hayaldi. Işık hızına* yakın hızlarda gidebilen gemiler yapmış ve bu sayede hem zamanda ileriye yolculuğu gerçekleştirmiş, hem de yakın yıldız sistemlerine ulaşabilmişti. Fakat buralarda buldukları tahmin ettiği gibi kum ve kaya çölünden ibaretti.