bildirgec.org

O

Colpadan | 29 October 2009 15:25

Gözlerini açtığında hafifçe yağan yağmurun kendisini ıslattığını farketti. Gene sokaklardaydı. Az ileride kendisine bakan kediyi görünce, yolda yürüyen insanlara kediyle aynı hizadan baktığını farketti. Aslında daha bile aşağıdan bakıyordu. Altındaki preslenmiş koli kutusunun hafif ılıklığı içine nüfuz edip, yağmurun serinliğine karışarak yok oluyordu. Hissettiği tuhaf huzuru besleyen bir his gibi düşündü bunu. Başka daha derin sebepler de olmalıydı kendisini bu kadar rahat hissettiren. Her uyanışta nasıl oluyordu da bu kadar paniksiz ve rahattı? Sanki aynı yeri onlarca kez ziyaret etmiş bir turist gibiydi. Bu sakinlik kendini tatil rutinine kaptırmış bir turist için bile fazla iken, onun durumundaki birisi için kabul edilemez derecedeydi.Bir şeylere güdümlenmiş binlerce insanın koşuşturduğu klasik şehir manzarasına takıldı aklı birden. Bir temelmiş gibi, statü katmanlarının en altında olmak da aynı huzuru besliyor olabilir miydi? Gerçek bir hiçti ama kendini her şey gibi hissediyordu bazen. Binanın temeli olmazsa üst katlar var olamazdı. O anda kategorize edip, kafasında her birine değişik statüler atadığı yüzlerce insana baktı. “Ben olmazsam hiç biriniz var olamazsınız” türünden megaloman bir dalga ile doldurdu içini. Bu dalga az sonra ilerleyip iç huzur dalgakıranına çarparak parçalanıp yok olacaktı. Bu dalgakıran onu hiç yapandı. Temel olmak bir yana, en altta ezilmesini sağlayandı. Korkmasına gerek yoktu. Korkmazdı da. Hiç olunca zarar görmezdi nasıl olsa.Herkes gibi onun da kendine özgü bir dünyası vardı. Yıllar geçtikçe hayat, edindirdiği tecrübelerle oluşturmuştu bu dünyayı. Dışarıdan gelen her türlü etkiyi bir şekilde değerlendirip, bilinç dışı reflekslerle yaratmıştı kendi gerçekliğini. İlk başlardaki dış dünyayı algılama çabaları sonuç vermemiş, mantıksızlığın mantığı farkında bile olmadan kendi algı sisteminin temelleri haline gelmişti. Bunu öylesine özümseyerek yapmıştı ki, oluşturduğu gerçeklik örgüsünün ipleri tüm benliğini sarmıştı. Onun için her şey, bir şeyleri sanmaktan ibaretti. Fakat bunu bir tek kendisi bilmiyordu. Çevresindeki insanlar her söylediği şeyin ya yanlış, ya da delice olduğunu düşünüyorlardı. Sorun da değildi aslında. Çünkü nasıl olsa o, kafayı kırmıştı! Gerçeklerden habersiz, kendi dünyasında yaşayan bir garipti.Görünmüyordu. Sağlıklı bir omurga yapısına sahip olma amacından çok, aşırı kibir yüzünden dikleşip şişmiş bedenlerin üstünde taşıdığı kafaların, zeminle aynı seviyedeki bu adamı görmeleri çok kolay değildi. Tesadüfen orada kendi çıkarları için öne eğilen birkaçının veya hayatın yüküyle ezilmişlerin gözleri görse bile algıları daima bu görüntüyü filitre ederdi. Algıdan sızan olursa da son darbeyi mutlaka önyargı vururdu. Bu tam anlamıyla bir görünmezlik kalkanıydı. Bu sihirli kalkanla mutlu olur, zarar görmesinden endişe ederdi. Sefilliğin içinde yatan düşünce makinasının keşfedilmesi halinde neler olurdu kimbilir!Kendi farkındalığının farkındaydı. Aslında bunu kendisi de aşırı buluyordu. Her şeyi düşünerek bu derece böyle bilemezdi bir şeyleri. Belli ki bu kadar karmaşık bir dünyanın böylesine düşük hızdaki veri girişiyle bu derece detaylı algılanmasına imkan yoktu. Kafasının içindeki algı birikiminin çok büyük kısmı sadece kendi yorumuydu. Peki tüm bu algı birikiminden, bildiklerinden, tecrübelerinden ve önyargılardan sıyrılarak dünyaya bakabilir miydi? Gökyüzündeki uçağı işaret ederek annesine “neden kanatlarını çırpmıyor?” diye soran çocuğu hatırlayınca, sadece çocukların bunu başarabileceklerine inandı. Kendi algı dünyasında karşılığı olmayan yeni bir durum veya ortamla karşılaşan bir çocuk kadar gerçeğe yakın olmak diye içinden geçiriyordu ki şimdiye kadar hep cevaplanmayan sorular üzerine düşündüğünü farketti. “Peki ya cevaplanan sorular!” diye hızla fırladı yerinden. Hiç birilerine bir şeyler sorup öğrenmiş miydi? Başkalarından duyduklarını yerleştirmiş miydi algısına? Çocukluğuna ve geçmişine ait hatırladığı her şey öylesine az, öylesine bulanıktı ki. Hatırlayamayışından olsa gerek, kendi yorumu sandığı birçok şeyin aslında başkasına ait düşüncelerden ibaret olma tehlikesi ile içini korku kapladı. Sahip olduğu tek şey düşündükleriydi. Onların da başkasının olması onu öldürürdü.Aniden arasıra beynini oyan o berbat uğultu tüm şiddetiyle başına saplanıverdi. Acı içinde kıvranmaya başlayınca çevredekilerin az da olsa dikkatini çekmişti. Düşüncelerin hepsi birden hücum etmişti, sonra aynı anda hespi geri çekildi. Yattığı yerde öylece kalakaldı uzun süre. Yavaş yavaş kendine gelirken gene aynı yerdeyim diye sayıkladı. Yağmur dinmişti ama üstü sırılsıklamdı. Yağmur suyunu çekmiş koli kartonu lapa gibi olmuştu. Ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Hava kararıyordu. Geceleri nasıl olurdu ki acaba buraları? En son ne zaman bir şeyler yemişti? Sahi ne zaman yedim diye düşündü düşündü hatırlayamadı. Zaten pek aç da hissetmiyordu kendisini. Yeni bir dünya onu bekliyordu. Kendisini anlaması, “ne” olduğunu bilmesi için bu dünyayı anlamalıydı. Şimdiye kadar çok başarılı olamamıştı ama umudunu yitirmemeliydi. Şehrin karanlık sokaklarında rastgele kaybolurcasına yürürken, neden böylesine yabancıyım ki diye sorup durdu kendine…

yorumlar

YANILGI | 29 October 2009 16:49

bir yığın anlatım hatası, cümle bozukluklukları biraz dikkat edin saygı gösterin ya…

pilli pati | 29 October 2009 17:48

Ben olmazsam hiç biriniz varolamazsınız

Gerçek bir hiçti ama kendini herşey gibi hissediyordu bazen

Algıdan sızan olursa da son darbeyi mutlaka önyargı vururdu

gibi ifadeler yazının temel çatısı olması itibariyle fevkaladenin fevkinde bir tad veriyor okurken. düşünmeye zorluyor adamı.ekstradan: The Fisher King diye bir film vardır. izlememiş olanlara şiddetle tavsiye ediyorum. bak şiddetle. orada Tom Waits çok majör sayılmayacak bir rolde, fakat kısacık repliğinde sosyal düzeni alaşağı eden, gerçeği insanın yüzüne tokat gibi savurup atan cümleler sarfeder. daha fazlasını söylemiyorum. Balıkçı Kral fragmanı! izleyin!

Colpadan | 29 October 2009 20:28

Teşekkürler Pilli Pati. Balıkçı Kral’ı izlenecekler listesine aldım hemen 🙂

Colpadan | 29 October 2009 20:33

Diğer yorumculara ve okuyan herkese de çok teşekkürler. Kusurlu bulduğunuz, cümle bozukluğu var dediğiniz noktaları alıntı yaparak paylaşırsanız kendimi geliştirme imkanı tanımış olursunuz.

kahvekokusu | 31 October 2009 12:29

colpadan, içimi ısıtan bir öyküydü. özellikle finalden çok haz aldım. pek elzem değil ama bazı küçük hatalar da gözümden kaçmadı..kendimi geliştirme anlamaında katkı sağlayacağını söylediğin için paylaşmak istedim.yok oluyordu…var oluyordu…yokolmak, varolmak değildir çünkü birleşik sözcük değil.her şey, bir şey gibi sözcüklerde “şey” her zaman ayrı yazılır. herşey,birşey değil yani

Colpadan | 31 October 2009 19:03

Kahvekokusu beğenmene çok sevindim. Ayrıca güzel yorumun ve dileklerin için ne kadar teşekkür etsem az.Şu imla hatalarıyla başım dertte 🙂 Bahsettiğin imla hatalarını en kısa sürede düzelteceğim ve tekrar etmemeye çalışacağım. Epey çalışıyorum üstünde ama gözden kaçırdıklarım oluyor mutlaka. Birgün hiç hatasız tertemiz bir yazı çıkarmayı hayal ediyorum 🙂 Bakalım ne zaman nasip olacak 🙂 Gerçekten bu şekilde uyarılar çok faydalı oluyor. Tekrar saolasın.

belesh | 31 October 2009 22:40

Ben hata falan göremedim. Salla. Anlatım gayet güsel. Gerisi ilgilendirmez beni. Aynen devam..

Colpadan | 03 November 2009 21:32

ekstradan: The Fisher King diye bir film vardır. izlememiş olanlara şiddetle tavsiye ediyorum. bak şiddetle. orada Tom Waits çok majör sayılmayacak bir rolde, fakat kısacık repliğinde sosyal düzeni alaşağı eden, gerçeği insanın yüzüne tokat gibi savurup atan cümleler sarfeder. daha fazlasını söylemiyorum. Balıkçı Kral fragmanı! izleyin!

Tavsiyene uyup Balıkçı Kralı izledim Pilli Pati. Gerçekten müthiş filmdi. Robin Williams muhteşem ötesi herzamanki gibi. Çok keyif aldım böyle zaman zaman güldüm zaman zaman gözlerim doldu harikaydı yani.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.

Yorum yapabilmek için giriş yapmış olmalısınız.