Bir 29 Ekim daha geldi…Okullarda bayraklar asıldı, apartman yöneticileri ve mahalle sakinleri yoldan geçen ve görenlere ne kadar Cumhuriyetçi olduklarını göstermek için en gösterişli ve en görünür bayrakları salladılar daire balkonlarından…
Okullarda törenler yapıldı. Marşlar söylendi 87 yıldır değişmeyen tınılarda, şiirler okundu avaz avaz ve gözyaşları döküldü izleyenler tarafından..Eğer devlet okuluysa yoklama alınmasından korkan bütün öğrencilerin geldikleri görüldü, özel okullarda ise görevli öğrenciler ailelerine emeklerini sergilediler, törene katılmayan aileler ve öğrencilerin çoğunluğu evde sabah kahvaltısında veya brunchlarda moccalarını höpürdetirken, cep telefonlarından facebook profil resimlerini Atatürk’ün en afili fotoğraflarından biriyle değiştirdiler. Çünkü herkes Cumhuriyete sadıktı ve gericilerden nefret ediyordu. Onuncu yılmarşları okundu her tören sonunda ve dindar olmamakla övünen modern Türk halkı yine avaz avaz haykırdı marşın her dizesini. Çünkü hala 10ç yıldaki demiryolu özlemi vardı herkesin içinde.
Cumhuriyet olmasa ne olurdu azaba herkes, I phonelar olur muydu? Okul törenlerine gitmeyen brunch sevdalıları, yine gitemeyebilirler miydi? Avaz avaz köylü ve gerici halkımız düşünülüp onlara acınır ve nefretle bağıralıabilir miydi?
Cumhuriyetten öte gerçek insanlık ve demokrasi gelişse ne olurdu acaba?
Belki insanlar keyifle giderdi törenlere çünkü demir perde ülkelerindeki tören anlayışı hala hakim olmazdı. Belki insanlar avaz avaz marşlar söylerken içlerinden nasılda altedeceğiz bu gericileri değilde, çocuklarımız için, ülkemiz için her gün ne anlamlı ne güzel şeyler yapıyoruz, ne güzel bir ülkedeyiz ve özgürüz diye düşünürlerdi.
Belkide insanlar I phonelarından facebooklara Atatürk resmi yüklemeye ihtyaç duymazdı çünkü herkesin bir Türk malı telefonu olurdu, ve Türk malı sosyal sitelerde zaten bütün Dünya o günkü resmi ATATÜRK olarak değiştirmiş olurdu bizden önce.
yavuz ile
11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 16 yorum yazmış.
Başörtmek veya örtmemek bütün mesele bu mudur?
yavuz ile | 07 October 2010 12:40
BU yazıyı sırf içimi dökmek için yazıyorum. Üniversite okuduğum günlerden beri konuşulan ama o zamanlar bu kadar sorun olmayan örtünme veya örtünmeme meselesi.
Bir kaç sene önce çalıştığım güzide kuruluşta özgürlükleri savunmak adına söylediğim “bence herkes istediği gibi giyinmelidir, başörtmek sorun değildir” cümleme öyle bir tepki gelmiştiki… bende demokratik bir yerde çalışıyorum herkes aydın, herkes Atatürkçü ve özgürlükçü diye sevinirken mahalle baskısını üzerimde hissederek bir daha fikirlerimi toplum içinde açıklamamaya karar verdim. Bana verilen cevap ise yetişkin biri olarak beni şaşırtmıştı. “Başörtüsüne karşı çıkanların asıl kaygısı kendilerinin de bunu giymeye zorlanabilecekleri düşüncesi”
Kadınlarımız okullarda veya devlet kurumlarında pantalon giyme özgürlüğüne bundan bir süre önce kavuştular. Şimdi bütün kadınlar pantalon giymek zorunda mı kaldı?Mini etek giyemiyorlar mı…
YÖK isimli kurum AKP hükümetine karşı çıktığı zaman Cumhuriyetin en önemli teminatlarından biri iken, öğrenciyi kıyafetinden dolayı dışarı atamazsınız dediğinde, 12 Eylül ürünü olduğu akıllara geldi.
Asıl bomba da bir televizyon programında CHP genel başkanına Başörtülü bir kızın bu sprunu nasıl çözeceksiniz sorusuna “bu sorunu biz çözeriz, başı açıklarında sorunları bilmiyor musunuz” cevabıydı:))
Bu yazı sırf iç boşaltmak için yazılmıştır. Aklı başında, hayatını huzur içinde sürdürmek isteyen her insan bu konuşulanlarda haklı ve haksızı ayırt edebilir. Ayırt etmek işine gelmeyenler ise kendilerine “Başörtülülere karşı içimizdeki gizli nefreti mi savunuyoruz” sorusunu sormalıdırlar. Cesaretleri var ise…
Karşılıksız Sevgi Varmıdır? bu aşk mıdır?
yavuz ile | 03 November 2009 10:50
Çok bilindik bir cümledir. “Seni herşeyden çok seviyorum”. “seni karşılıksız seviyorum”
Sizce ne kadar doğrudur bunlar?
Sevgi, aşk kadın erkek ilişkileri belkide çoğu insanın hayatının merkezindedr her an. Sevmeler, peşinden koşmalar, kovalamalar, kaçmalar. Hayatın akışı içinde keyif veren bazen üzen zamanlar.
Bu kovalamaca sırasında çiftlerin en sık karşılaştıkları durumlardan birisi de birbirlerini neden sevdikleri sorusudur.Bu soru akıllara ne zaman gelir onu çok bilmiyorum ama bu soru sorulmaya başladığında eminim herkes birbiriini karşılıksız sevidğini söyleyecektir, söylemiştir ve hatta şu an bir yerlerde söylenmektedir. Dünyanın en çabuk farkedilen belkide en zararsız yalanlarından birisidir bu . Halbuki herkes severken bir beklenti içindedir, her sevginin karşısında herkes ilgi bekler sevgi bekler kimi güzel zaman geçirmek ister. Eğer karşısındaki kişi ona istediğini veremiyorsa, ve öteki de hala ondan sevgi bekliyorsa bu bir süre sonra o güzel hastalığa yani asşka dönüşebilir. aşkın bir diğre tarfi bu olabilir mi sizce?
Olağandışı Bir Müze “Sherlock Holmes”
yavuz ile | 31 October 2009 15:19
Londra’ya gitme şansı bulabilenlerin mutlaka uğradığı bir müze vardır. Aslında bana göre bir müzeden öte sadece bir sergi. Madame Taussod’un Mumya Heykeller Müzesi (sergisi).
Eğer sizde benim gibi turlarla gezmeyi sevmeyen, kendi kaybolup kendi başının çaresine bakmayı sevenlerdenseniz o zaman sizi çok daha ilgi çekici bir çok süprizle karşı karşıya bulacaksınızdır.
Baker Street merkez Londra’nın en bilindik caddelerinden birisi. Burayı ünlü kılan en önemli olgu ise sanırım Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes öykülerinin değişmez adresi olması. Cadde boyunca ilerlediğinizde müzeyi bulma endişesine düşerseniz etrafınıza bakınıp eski tarz Scotland Yard üniforması giyen bir bir polis bulmanız yeterli. Müzeye girmek istediğinizde sze nazikçe müzeye girmek için yan taraftaki küçük dükkandan bilet almanız gerektiğini söyleyecektir. O küçük dükkan ises ayrı bir fenomen bence. Her müzenin alışılagelmiş hatıra eşyaları satan bir kısmı mutlaka olacak. Ama bu dükkanda sizi 19. Yüzyıl kıyafetleriyle karşılayan genç İngiliz kadınları ve kasada ise o saç ve makyaj stiliyle o dönemden kopmayacağını ısrarla vurgulayan başka bir güzel ve ilginç İngiliz kadını durmakta.
Madame Taussod müzesi 30 poundlar civarında ücret ödemekten kaçtığıma çok seviniyorum buraya gelince. Çünkü sadece 6 pounda daha özgün ve müzeyi andıran bir yapıda bulunacağımı anlıyorum.
Müzeden içeri girdiğinizde sizi eski tarz bir İngiliz evinin yıpranmış merdivenleri karşılıyor. Her basamağını tırmanırken çıkan sesler ve müzenin tenhalığı ürkütüyor. Merdivenler sonunda ise karşıma çıkan ilk odaya girmek isterken karşılaştığım manzara ise daha ilginç. Eski tarz siyah bir elbise ve fötr şapka takmış saçı ve bıyıkları bembeyaz yaşlı bir adam koltuğa uzanmış yatıyor. Bütün dünyadaki özgün mumya heykellerden biri olup olmadığı anlamaya çalışırken hareketsiz beden sessizliği bölen bir öksürükle kendine geliyor.(bu arada bende olduğumda yerde zıplıyorum ) . Gözlerini örten şapkasını kaldırıyor ve “Merhaba ben Mr. Watson, size nasıl yardımcı olabilirim” diyor. Tedirginliğiniz gidermeye çalışıyor ve nereden geldiğinize dair sorular soruyor. Hatta ortamın otantikliğini artırmak için bir parmak yüksekliğindeki bir mumu başka bir mumun üzerine ekleyerek yakmaya çalışıyor. Bu arada elini yakıyor, mum damlıyor ve siz sakince izliyorsunuz bu yarı içkili ama olabildiğince misafirperver beyefendiyi.Herkese yaptığı jesti sizede yapıyor ve onunla birlikte Sherlock Holmes şapkasını takarak e elinizde onun piposuyla poz vermenize izin veriyor.
Müzenin diğer odaları ise Sherlock Holmes hikayeleri ile bezenmiş durumda. Evin her odası özgünlüğünü koruyor. Her noktasında ise hikayelerin yazıldığı döneme ait kanunsuzların eşyaları, aranıyor ilanları, Sherlock Holmes ve karakterlerini heykelleri, hapishane mizansenleri.
Müzede birde her ziyaretçinin imzaladığı bir defter var. Londra’nın her noktasında bir Türk ile karşılaşma olasılığız var iken maalesef defterde sadece birkaç Türk ismi görebiliyorum.
Müze çıkışı ise hediye dükkanına uğruyor ve birkaç hediye alıyorum. Sanırım Londra gezisinin en enteresan notalarından birisi bu müze. Çok duyulmayan ama sizi dahiliklerle dolu Sherlock Holmes hikayelerine yaklaştıran bir nokta burası.
Her çağın trendi “Aşk”
yavuz ile | 25 October 2009 14:36
Gazetelerin pazar eklerinde mutlaka okunan bir sözcük tür “Aşk” Her dizinin her şarkının her kiitabın vazgeçilmezi, bir yandan da kimse tarafından tarif edilemezi olmuştur “Aşk”.
Bugün ben “Aşk”ın popularitesinden değil değişen kimliğinden bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu, değiştirilmeye çalışılan kimliğinden. Günümüze yansıyan halinden…
İki genç düşünün… birbirlerinden kopamayan, her anı beraber geçirmek isteyen, ellerinden telefonu düşürmeyen, birilerini gördükçe yürekleri pır pır eden. Bir de düşünün ki aradan biraz zaman geçiyor ve cep telefonu mesajları azalıyor, arkadaşları arasında gezen dedikodular onları birbirine düşman edebiliyor. Birbirlerini başkalarının sözleriyle kıskanıyorlar. “Senin ki geçen gece xyz deydi haberin var mı!!” lar…
Modern Çağ Türkiyesi
yavuz ile | 19 October 2009 13:31
Çatışmalar, konuşmalar, haberler, sloganlar… Bir günümüz bunlarla başlayıp bunlarla bitiyor. Peki fark yaşamak için ne yapmalıyız?
1. Önyargılarınızı çöpe atın A Partili B partili o mezhep şu din, çok cahil, az köylü vb gibi kavramlardan sıyrılmanız şart.
2. Güne gülümseyerek başlamak için her haberi her yazıyı her dinlediğinizi başka bir ülke haberiymiş gib dinleyin.
3. Herkesin kendisine sevgi dolu insanım dediği canım ülkemizdeki insanlardan farklı olun. Sevdiğinizi sevin, sevmediğinizi “Aman tanrım ben çok doğalım napayım söylemeden duramıyorum” gibi saçma sapan bencillik dolu mazeretlere sığınmadan yoksayın. Kimse bu dünyada masum ve sevgi dolu olamadı çocuklar dışında. Rol yapmayın, gülümseyin.
4. Gerçekten politize olmaktan, yeknesak gündemlerden, zorla beyninize tıkılan sloganlardan gerçekten bıktıysanız bu maddelere daha neler eklersiniz. Onun için niyetinize karar verin ve mümkünse önce kendinize dürüst olmaya çalışın.Zaten hepimiz o kadar dürüst olabilseyfdik herkes yalandan nefret ederim, ben harbiyim, öyle dürüstüm ki anlatamam gibi laflardan uzaklaşırdı.