bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

MERHABA!

lavinya76 | 16 March 2010 10:36

Ne zaman hiç bilmediğiniz bir yere ilk kez gidiyor olsanız, ne zaman tanımadığınız bir insan grubunun içine girseniz yabancı hissederseniz kendinizi. Bu biraz da nasıl bir yere kimlerin arasına gittiğinizi bilmemekten kaynaklı bir gerginlik yaratır insanda. Ortamı ve insanları tanımaya çalışırsınız. Bakışlardan, gözlerden, tavırlardan yakınlık duyduklarınız olur.

Bir şehrin kapısından ilk kez girdiğinizde sokaklarına, insanlarına, mimarisine ya da doğal güzelliklerine odaklanırsınız. Ya seversiniz ya sevmezsiniz.

Méxicon, Rüzgar ve Cansu…

astral | 15 March 2010 15:26

Unutulmaz deli bir akşam…

KARŞILAŞMA, SÜRPRİZ VE KARAR

Eve gitmek üzereydi. Metrodaydı, elinde defterler vardı ve yorgundu da. Tam o sırada Cansu diye seslendi biri, tanıdık bir sesti. Hem nasıl tanıdık, kankisi ve sırlarını paylaştığı yegane insan; Özgür.
Boynuna sarıldı Cansu Özgür’ün. ‘Hey nasılsın bebeğim?’

‘Bize gidiyoruz, gelsene.’
Özgür’ün yanında Sezgin adında bir arkadaşı daha vardı. Zaten çocukluktan tanıştıkları için Cansu onu da iyi tanıyordu.

‘Rezilsiniz üstadım. Kendime kalamayacağım sizin yüzünüzden. Dost musunuz düşman mı?’ o sırada işgüzar Özgür, arkadaşının neye tav olacağını gayet iyi bildiğinden, Cansu’nun kulağına eğildi ve ‘O da gelecek…’ dedi.

‘Anladığım kişiden mi bahsediyorsun?’ diye bakarak Cansu, ‘O?’ diye sordu.
‘Rüzgar işte, bu akşam bizde, Méxicon oynayacakmışız hem de. Artık ben gerisini sana bırakayım.’

‘Adisiniz dostum, karar verilmiştir, geliyorum!’

Etrafı sıcak basmıştı. Cansu’nun aniden eli ayağına dolaştı.
– Özgür saçım nasıl? Ay, bilsem üzerime daha hoş bir şey giyerdim. Özgür böyle birşeyi sen bana nasıl daha önceden söylemezsin!’
– Şekerim daha yeni belli oldu. Plan yapmamıştık.

Yutkundu. Su yoktu. Rüzgar vardı, gelecekti; gözlerini tekrar görecekti. O eşsiz ses tonuyla konuşacak ve o bilmese de günlerce onu düşünecek ve belki düşleyecekti…

-‘Cansu daldın tatlım…’ lafıyla kendine geldi Cansu
-Normal değil mi, Özgür’üm. Var ya, kanında itlik var senin, o bebenin sana haber verdiği an bana haber vermen gerekmiyor muydu?

diyerek karnına yumruk atmaya başladı Cansu etrafta, metroda milyon insan olduğuna aldırmadan.

CANSU VE ÖZGÜR; YILLARIN HUZURU…

İkisi bir araya geldiklerinde alem olurlardı. Cansu’nun belki yarısıydı Özgür. Kardeşi ona bu kadar yakın mıydı acaba? Cansu’nun babası bir tek Özgür’le dışarıda kalmasına izin verirdi, o da her zaman değil elbette. Özgür’le aynı yatakta dahi yatmışlardı ama yok öyle bir şey. Sarılıp uyumuşlardı, kardeş gibi, hiç birbirlerinden çekinmezlerdi. Çünkü bilirlerdi ikisi de birbirini o gözle görmüyordu.

Dedim ya, kardeş olsalar bu kadar olmazdı. Özgür kız arkadaşlarınla dertlerini anlatırdı Cansu’ya, Cansu’da yıllarca beynini patlatmıştı Muzaffer şunu dedi, sence ne demek istedi diye. Özgür sıkılsa da yorum yapardı, sıkıldım demezdi.

Özgür balık familyalarını saatlerce anlatabilme kapasitesine sahip şahsına münhasır kişilik olarak, bunu saatlerce değil günlerce de anlatabilirdi. Zaten balık familyası muhabbetinin tam ortasında konuya şahit olanlar, Cansu’nun sabrına ve Özgür’ün bunca ayrıntıyı ailesinden çok çok daha önemli bir mevzu gibi anlatmasını görür görmez; bu duruma katlanamayacaklarını hissedip, ortadan tüğüyorlardı. Sorun yok, Cansu da Özgür de mutluydu.

Bir de çok deli dans ederlerdi mekanlarda. Sene 1996. Saklıkent. Bulutsuzluk konseri. Muhteşem bir gece. Tıktıklım ortalık. Bulutsuzluk’un konseri bitmiş ama millet o denli keyifli ki; mekandan ayrılanı bırak, deli gibi dans ediyorlardı. Özgür tuttu Cansu’nun elinden, çekti piste. O zamanların Saklıkent’i şimdininkine bin basardı. Dans etmeye başladılar. Latin çalıyordu. Onlarca onlarca insan dans ederken, teker teker bırakıverdiler dans etmeyi ve Cansu ve Özgür’ün muhteşem dansını seyre koyuluverdiler.

Onlarınki çok hoş bir arkadaşlıktı… Rahatlık, güven ve olabildiğince tabuların olmadığı yerlerde teneffüs ediyorlardı. Gelelim ünlü akşama, Rüzgar gelecek ya. Davetli listesi yapmış bizim şerefsizler kaşla göz arasında diye geçirdi içinden Cansu…

Mezeler alınmış, ev hazırlanmış; anneye haber verilmiş. Cansu o an hayatının en güzel akşamına doğru yol aldığını elbette bilmiyordu.

Méxicon BAMBAŞKA BİR OYUN, SİZİ OYUNA GETİREBİLİR…

küstah aşk…

astral | 15 March 2010 13:33

hayatıma çıkan en iyi şeysin…

(Oldukça iç bayıcı olduğundan önceden haber veriyorum. Arabesk, bilindik, sıradan, acı içeren, edebi dili az bir aşk yazısı okumak isteyenler içindir sadece…)

En büyük küstah içimizde bulunuyor. Bedenimizin içinde, sol tarafta… En rahat tavrı ve huzur içeren haliyle… Küstah olan bunca aşkı isteyen kalbimiz. Aşk, unuttuğumuz bir kelime. Ne demekti, dilimize pelesenk ettiğimiz; her fırsatta sen ‘bu’sun dediğimiz, son tirene beş kala ortadan kaybolduğumuz…

Hiç şaşırtıcı değil. Yalancı, ‘Ben yalancıyım’ demez. Demek ki, her şey normal.

Yılanlar Şahı: ŞAHMERAN (Bir Tarsus Efsanesi)

sinjob | 15 March 2010 10:55

Tarsus‘ta anlatılagelen ilginç bir hikayedir Şahmeran’ın Hikayesi.

Binlerce yıl önce Tarsus şehri civarında yerin yedi kat altında yaşayan ve mağaralardan yeryüzüne çıkan yılanlar varmış.Oldukça akıllı ve iyi yürekli olan bu yılanlara Meran denirmiş.Bu yılanlar için doğruluk,iyilik ve sır saklama çok önemliymiş.Her koloni gibi bu yılanların da bir şahı varmış ve adı Şahmeran‘mış.Kimilerine göre genç ve güzel bir kadın,kimilerine göre de insan başlı ve yılan gövdeli bir yaratıkmış.Devrin bütün ilimlerini bilen Şahmeran,hiç yaşlanmazmış.
Efsaneye göre Şahmeran’la karşılaşan ilk insanoğlu Camsab (bazı kaynaklarda Camasp),kimi kaynaklara göre fakir bir ailenin oğlu,kimi kaynaklara göre de Tarsus‘ta yaşadığı bilinen ve hala mezarı burada olan Danyal Peygamberin oğludur.Odunculuk ile geçinen Camsab,bir gün arkadaşları ile ormanda ağaç keserken çok şiddetli yağmur yağmaya başlar ve bir mağaraya sığınırlar.Bu mağarada bal dolu bir kuyu görürler ve içlerinden birinin kuya inip yukarıya bal taşımasını isterler.Camsab‘ın inmesine karar verilir ve bal yukarıya taşınır.Bulduklarının sevinci ile arkadaşları Camsab‘ı kuyuda unuturlar ve giderler.Kuyunun içinden çıkmak için çare arayan Camsab,gördüğü bir deliği bıçağı ile büyütür ve içinden geçer.Öyle bir dünya’ya geçmiştir ki gördükleri karşısında şaşırır kalır.Bu sırada etrafını yılanlar sarar ve alıp Şahmeran‘ın yanına götürüler.Arkadaşlarının açgözlülüğünü ve başına gelenleri anlatır.Şahmeran,Camsab‘ı ülkesinde misafir eder ve bildiklerini ona öğretir.Ancak ailesinin yanına dönme isteği bu genci yakıp kavurur.Gencin haline dayanamayan Şahmeran,onun yeryüzüne çıkmasına izin verir ve ona asla hamamda yıkanmamasını öğütler,aksi takdirde yılanlarla yaşadığını belli edecek pullar vücudunu kaplayacaktır.

Ülkesine dönen Camsab hiç kimseye bir şey demez ve hayatına devam eder.Fakat ülkenin kralı hastalanır ve doktorlara göre onu iyi edecek ilaç sadece Şahmeran‘ın kanında vardır.Şahmeran‘ı mutlaka bir gören olmalı derler ve nasıl bulacaklarını da kralın kahininden öğrenirler. Ülkedeki herkes bir bir hamama götürülür ve bakılır.Uzun süre saklanan Camsab,sonunda yakayı ele verir.Apar topar hamama götürülür ve vücudunu yılan derisi kaplar.Şahmeran‘a söz verdiğini ve asla söylemeyeceğini söylese de ailesinin öldürülmesi ile tehdit edilir.Tek çareyi söylemekte bulur ve tekrar kuyudan giden Camsab, Şahmeran‘ı yeryüzüne davet eder.Dışarıya çıkan Şahmeran,kendisi dönene kadar ülkeden kimsenin, yeryüzüne çıkmamasını ister.Tuzağa düşürülüp, yakalanır ve öldürülür.Kanı, krala sunulur ve kral iyileşir.Camsab,bu davranışından dolayı ödüllendirilir ve kralın yardımcısı olur.
Efsaneye göre,ihanetten haberi olmayan yılanlar şahlarının yeryüzünde Camsab ile yaşadığını sanarlar ve hala onu beklemektedirler.Ve eğer şahlarının öldüğünü öğrenirlerse Tarsus‘u istila edecekler ve yaşayan bütün insanları öldüreceklerdir.
KAYNAKLAR:

herşeye ragmen

osghur | 15 March 2010 09:51

wwwpc teknik.net
wwwpc teknik.net

Kan revan savaşını gördük bu toprakların
Boşaltılan köylerin yalınayak çocuğuyum ben
Nereye sürülsek itilip kakalandım
Tenimiz teninize bu kadar benzerken
Zenci gibi dışlandım okullarda
Pek iyi değildir türkçem aslında
Ama Nazım Hikmet’i de sevdim Tevfik Fikret’i de
İstanbulda bomba patlasa yüreğim kanar diyarbakırda
Barış ve kardeşlik kadar sevdalıyım bu vatana
Aşka inandığım kadar inanırım bu bayrağa
Ama kimse inanmaz bana
Çünkü doğu köylerinde on çocuklu bir babanın ayakkabısız on çocuğundan biriyim ben
Ve en kötüsü ayakkabıya hiç ihtiyacım olmadı

skills 4 life

crashera | 15 March 2010 09:05

http://www.joebrowns.co.uk/publish.asp?what=pj-skills_for_life_five&page=1

‘konuşmak’ kelimesinin kökü nedir?

sinjob | 13 March 2010 14:15

Türkiye
Türkiye

Lise yıllarımda en çok sevdiğim ders Türk Dili ve Edebiyatı idi.Bu süre içerisinde,Türkçe kelimelerin ve Türkçe‘ye yabancı dillerden gelmiş kelimelerin köklerini araştırmak, benim için vazgeçilmez bir zevk olmuştu.Üniversite yıllarında devlet yurdunda kaldığım dört senenin, son ikisini Gagauz,Tatar ve Azeri Türkleri ile geçirdim.Grup içindeki muhabbetler genelde dil üzerinde yoğunlaşırdı.Yine bu muhabbetlerin birinde ‘konuşmak’ kelimesini yalnız Türkiye Türklerinin kullandığını farkettim.

Kırım Türkleri
Kırım Türkleri

Tatarca‘da ‘konuşmak’ değil,laf etmek;Gagauzca‘da söyleşmek,laflamak kelimeleri kullanılıyor ancak bir ayrıntı var, Gagauz dilinde konuşmak kelimesi yalnızca oturularak yapılan muhabbetler için kullanılıyor.‘Konuşmak’ fiilinin kökünün konmak olduğunu ve işteş bir kelime olduğunu anladım.Yani, ‘kon-uş-mak’. Bir yere konarak(oturarak),karşılıklı yapılan söyleşi.

Doğu Türkistan
Doğu Türkistan

Yabancı dillerden gelmiş fakat Türkçeleşmiş kelimeler,aslından geriye bir şey bırakmayacak şekilde Türkçe’nin içinde adeta erimişlerdir.Örneğin;‘Çeyrek’ kelimesinin ‘çar-ı yek’‘ten yani Farsça asıllı dördün biri tamlamasından geldiğini biliyor musunuz?

Azerbaycan
Azerbaycan

Çeyrek kelimesini de Anadolu Türkleri kullanır.Örneğin,Kırgız ve Kazaklarda ‘dördünbır’ kelimesi kullanılır. ‘Hafta’ kelimesi yine Farsça asıllı ‘hefte’ yani ‘yedilik’ demektir. Hakeza ”Sehpa” kelimesi,Farsça kökenli ve üç-bacaklı anlamına gelen tamlamadan gelmiştir.”Çardak” kelimesi,çar-dak yani dört-direkli demektir.

Kırgızistan
Kırgızistan

BİR BİLİNMEZLİK YAZISI

il mare | 13 March 2010 11:55

Hiçbirşey yapmak istemediğin zaman , hiç yapmak istemediğin şeyleri yaparsın… Ne yapacağını en bilmediğin anda, hiç izlemediğin dizilere takılırsın,aptal repliklerin aptal duygularını dudaklarına musallat edersin; en zayıf anındır işte, içinde sıkıntılarla boğuşurken, izlediğin her şeyin içine kontrolsüzce,balıklama dalarsın… Birilerinin aptal dudaklarından çıkan sözler senin dudaklarının bunca zaman zaptettikleridir sanki, birisinin gözleriyle akıtmaya çalıştığı duygu seli, bunca zaman içinde kaybolduğun bir çağlayandır sanki… ( “Suyun intiharı gelir aklıma şelale deyince”,Birhan Keskin’in bu dizesini hatırladım nedense şimdi…) En fenası, yapı kredi ,coca cola reklamlarına falan ağlamaktır kolaylıkla,ya da şimdilerde şekerbank bile… Susarsa susarım,susarsam susar, susarsalar susarızz’lar, anlamsız uyarlamalar, donuk sessizliklerdeki fosforlu naralar.