Sabahın ilk kızıllığında gözlerini ovuşturup, pencereye kendini atacasına yaslandı. Hoyrat balta darbeleriyle, yana yatan bir ağaç gibiydi. Ağır gövdesi komşu ağaç dallarına yaslanmış, odun mu, kereste mi olacağı belli olmayan, ama yıkılmış bir ağaç… Pencerenin pervazına dayanan elleri taşıyamaz durumdaydı koca bedenini. Kolları kırılıp, camdan fırlayacak gibi hissetti kendini. Ürkerek geri çekildi, yedinci kattan yere çakılmak hiç de hoş değildi.Yığılırcasına attı kendini koltuğa. Tavanda avizeye takıldı gözleri bir süre. O da ne? Avize, bir o yana bir buyana sallanmaya başladı. Keskin kılıçların parıltısı fışkırdı ampullerden. Sağından, solundan, başının üstünden tiz bir ıslık çalarak savruluyordu kılıçlar. Televizyondan mermiler yağmaya başladı sağına, soluna. Başını bir o yana bir bu yana eğerek korunmaya çalıştı. O kadar çoktu ki, bunaldı olanlardan. Elleriyle kapattı gözlerini, dizlerini karnına çekti, kıvrıldı koltuğun üzerine.Bilmem ne kadar kaldı kıvrılmış durumda, hatırlayamadı. Koşarcasına balkona attı kendini. İnsanlar sokaktaydı, bilmem nerelere giderler, işlerine gidiyorlardı zahir… Karıncalara benzetti insanları, evet karıncalara, atlıkarıncalar oldular birden. Oraya buraya koşuşturuyorlardı, düşerek, kalkarak, birbirinin üzerinden geçerek ilerliyorlardı. Kulakları sağır eden bir gürültü koptu, İnsanlar belirdi karıncalara binmiş, ellerinde silahlar, ateş ediyorlardı. Kurşunlar yağmaya başladı birden, sağına soluna, kulak dibinde vızıldıyordu. Beynine saldırdı karıncalar, kemiriyorlardı, milyonlarca karınca, kapkaraydı vücudu karıncalarla.

Başı avuçlarının içinde, balkonun soğuk taşlarının üzerindeydi, bilemedi ne kadar zaman kaldığını öyle. Azıcık kendine geldiğinde, gözleri balkon demirlerinde gezindi, karşı apartmanlarda, gökyüzünde birkaç kez dolaştı. Kalktı, mutfak kapısından geçerek banyoya yöneldi. Avuç avuç soğuk suyla yüzünü yıkadı. Biraz kendindeydi şimdi. Duramadı evde, tıraş oldu, bir güzel giyindi, aynada bilmem kaç kere süzdü boydan boya kendini. Çekti kapıyı…Arabanın kontağını çevirdiğinde, sesten irkildi önce. Vurdu cadde boyuna, üzerine üzerine gelen arabalara aldırmadı. Belki de o üzerlerine gidiyordu, bilmedi, bilmek de istemedi. Sahilde biraz durakladı, inmedi arabadan. Arabadayken kendini rahat hissediyordu. Uzaktan, uzun uzun denizi izledi. Kim bilir belki bir anısı canlandı gözlerinde, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.Güneş epeyce yükselmişti, sakinleşmişti biraz, yavaş yavaş ilerledi. Bir köşede bıraktı arabayı, elleri ceplerinde, emin adımlarla daldı caddeye. Elinde bir simit, girdi çay bahçesine, tenha bir köşeye oturdu. Bir lokma simit, bir yudum çay derken kalabalıklaştı ortam. Neden bakıyorlardı insanlar ona, ne olmuştu? Duramadı birden, bir yudumda içti kalan çayı, masada yarım simit, attı kendini dışarıya.Bir süre dolaştı amaçsızca. Umurunda da değildi, ne kadar zamandır dolaştığını da bilmiyordu. Durduk yerde insanlar üzerine üzerine gelmeye başladı. Gürültü patırtı, bağrışmalar, beyni yerinden oynar gibi oldu. Koca apartmanların kendini yutacakmış gibi eğilip doğrulduğunu hissetti. Dönerci elinde bıçağıyla ona bağırıyordu, yanından geçtiği heykel ona hücum ediyordu. İnsanlar üzerine üzerine yürüyorlardı. Başladı koşar adımlarla kaçmaya, tökezleme, itiş kakış, düşmeler kalkmalar…Arabasına oturduğunda derin bir nefes aldı. Yüzü gözü ter içindeydi. Boş gözlerle karşıda, uzakta dağlara daldı bir süre. Kontağı çevirdi, dağlara yöneldi istemsizce. Başı göklerde apartmanlar, sürü sürü insanlar geride kaldıkça bir rahatlama duydu. Bağlık bahçelik arasından geçti, meyve yüklü dallar dikkatini çekmedi bile. O hedefi belirlemişti, dağlar…Gürül gürül akan bir çeşme başındaydı şimdi, kimsecikler de yoktu. Avuçlarıyla içtiği suyun tadına vardı, Buz gibi suyun yüzüne temasını hissederek rahatladı, gevşedi biraz. Çeşme başındaki ağacın gölgesine, sere serpe bıraktı kendini. Gökyüzünde gezindi bıkmadan bir süre, karşı tepeleri izledi uzun uzun. Gözlerini kapattığı an yıkılıyordu, o da kapatmadı. Gözü açık uyunur mu? O da uyamadı zaten…Başının üstüne bakmamıştı hiç, irkildi birden, fırladı yerinden. Koca kayalar, üzerine geliyordu. Derken, Ağaç dalları havalanıp inmeye başladı üzerine, sağdan soldan saldırıya uğradı. Kuşlar, diğer hayvanlar gürültülerle üzerine geldi birden. Karşı tepeler yerinden oynamış, akıyordu gürültülerle. Arabaya attı kendini, bastı gaza… Bu sefer nasıl gittiğini kendi de bilemedi, hızlıydı. Gülümsedi, nereye gideceğini biliyordu sadece. Yolda bir çoban köpeği arkasından koştu. Boşuna koşma yakalayamazsın dedi içinden. Seslice de, “ben çok koştum peşinden, sonuç?” dedi.Karşı ovada ve hemen tepesinde güneş görünüyordu, ama bir kızıllık çöktü etrafına. Tek tük gümüş renkli yağmur damlaları düşmeye başladı, iri ve sulu… Biraz sonra yağmurun hızına ve bolluğuna silecekler yetişmez oldu. Çekti kenara, özgün bir ritimle yağmurun çıkardığı melodiyi dinledi.Güneş, yağmurun ardından yüzünü gösterdiğinde, o şimdi sahildeydi. Vakit akşam, güneş batmak üzere, denizde buluyordu aradığı huzuru. Eve gitmek istemedi, denizden çıkıp gelecek, omzuna sıcacık bir dokunuş bırakacak birini bekledi umutsuzca…Sahi, eve gitmeli miydi?111222