bildirgec.org

sevmek hakkında tüm yazılar

ÇALIKUŞU

egomeltem | 29 June 2007 10:44

‘’Çalıkuşu’’ dedi Merus bana … çalı kuşu. Neden deyince,
‘’Yara izlerini okşayan biri, yaralarını eksilmeyen ğülümsemeyle kabuk bağlatan, içindeki pozitivizmi yaymaya çalışan, paylaşan birisin’’ dedi…
Çalılıklar arasın da yaralarını onaran minik bir kuş… Yaraları da büyük, çalılıklar da ve minik bir kuş hayatın ortasında, sesi bağrınca kendine ulaşır anca .Bunun teyze oğlu Kamuran’ı yok ama içinde sevdası var, Feride gibi ağaçlara da tırmanmıyor ama coşkusu var …sunulmaz sunaklar arar yaşamın kıyısında… Sonra onarır yaralarını dolaşır çalılarda, yırtıkça çalı dallar kanattıkça kanadını büyür yüreklidir ya adıyla var olur çalı kuşu. Kocamanın içinde küçücüktür dedikçe büyür ve büyütür sahiplendiği değerlerini. Hayatın gölgelerine sığınmaz; kendi gölgedir aslında ve bilir her adımda vurdurmaz düşlerini, salınır yarı aksak adımlarıyla … daha tutunamazken öğrenmiştir, tutar başkasının derdini, derdine divane çare bulmazken daha, dertliye; derman olur divaneliği…kalbinin atışıdır hayatının ritmi her tik takta tökezler ama yıkılmaz bedeni …çalı kuşu dolamaz ayağına geçmişini dolanan sadece geçmişin izleri, gözleri ufak görse de yansımada büyür bilir gördüklerinin kıymetini… …. … Çalıkuşu dedi Merus bana tıpkı kendi ğibi… çalı kuşu… tam boğulurken sığ derinliklerde ufak bir soluk alışla tekrar bağlanıp hayata, tutunan dikenli çalılara minik yaralı yürek değil mi? Kanadıkça acıyan acıdıkça olgunlaşan ve büyüyüp kendini aşan minik yüreklerin hepsi zaten biz gibi çalı kuşu değil mi?…. … …. Acı giyinip sevinç bürünüyoruz çoğu zaman, hayatın sapaklarını az zararla geçirmeye çalışıyoruz. Değişimlerdeki hızımızı sadece biz kesiyoruz ve dönüşümler de ki gelişimlerimizi de biz inkâr ediyoruz. Dertleri zevk edinmişiz boşu boşuna. Severken sevilmek istiyoruz ya hani işte yaşarken de yaşamalıyız sanki… Ey küçük den büyümüş yürekler olgunlaştık artık yeter, yaşayalım özgürce hadi…Meltemce:)

Dreamcatcher….(1)

| 28 June 2007 09:58

Bilmedigim toprakta yaklasik durmadan 200 mil yol yapmistim… yavas seyrettigim yol boyunca etrafta cölden baska… siyah ve yer yer erimis asfalt disinda hic bir sey yoktu…asiri sicak..ve arada yolda gördügüm su birinkitisi gibi hayali yansimalar disinda….cöl tehlikeliydi…hatta ara ara istemeyerek ezdigim akrepler vardi yolda ..5 arkadastik…bana
– yeter ne olursun bi yerde duralim…bir seyler yiyelim sonra da günes batmadan kamp yapacagimiz güzel bir yer bulalim dediler….bana uyardi..cünki tek yaptigim direksiyon kontrolüydü oda uykumu getirmisti … durmadan calisan klima…vücüdumu dondurmustu….
-iyi o halde ilk gördügümüz benzinlige daliyorum …bir ispanyol, 3 italyan v e ben yol yapan 5 kafadar hatun…

Yaklasik 10 mil sonra disaridan baraka gibi görünen iki benzin pompasi olan bir yerde durdum…iceride su amerikan filmlerinde bolca gördügümüz cinsten enteresan hayvan iskeletleri , bufalo kafalari ,rüya yakalayicilar ici doldurulmus sahin yada kartal cinsi kuslarin bol miktarda asili oldugu minik bir bar,….aciiiiiiiiz ve iyi bir filitre kahve lazim hepimize..daha yer bulacagiz cadirlari acacagiz…ates yakip yildiz seyredecegiz ….

CANIM İKİZİM!

| 26 June 2007 10:16

İkizimi çok küçük yaştan beri tanıyordum. Ben diyeyim beş, siz diyin altı. Biyolojik ikizim değildi elbette. Ama ikizimdi işte. Herkes “ikiz” diye dalga geçmişti bizimle. Biz birbirimize aşıktık resmen o yıllarda.
İlk okul bire beraber başlamıştık. Hatta önlüklerimiz bile beraber alınmıştı. Beslenme çantalarımız, suluklarımız… Herşeyimiz aynıydı. Hep aynı olalım isterdik.Birbirimizden başka kimseyi arkadaş olarak kabul etmezdik aramıza. Yediğimiz yemek, içtiğimiz su ayrı gitmezdi. Çok üretici bir zekası vardı. Fazla hayalperestti. Doğmadan önce, annemizin karnındayken, aslında ikimizin haberleştiğini anlatırdı bana.

Daha birinci sınıftaydık. Birgün annesi onu okula geç getirmişti. Ne annem nede sınıfın öğretmeni beni onsuz sınıfa sokamamışlardı o gün. Ne kadar ağlamıştım. Sonunda kapıda görününce rahatlamıştım. Ve oturmuştuk beraber sıramıza… İkinci sınıfa geçtiğimizde benim öğlenci, onun sabahçı olma sebebi ile ayrılmıştık. Ancak evlerimizde görüşüyorduk. Ama henüz aslında ayrılmadığımızı, yine görüşebileceğimizi idrak edebileceğimiz yaşta olmadığımızdan, bana çok zor gelmişti ayrı sınıflarda olmak. Bir süre sonra vücudumda kızarıklıklar olmaya başladı. Babam doktora götürdü. Sıkıntıdan kurdeşen çıkarmışım. Safın tekiydim ben o yıllarda. Sessiz sakin, pısırık, korkak, sapsarı bir kız çocuğuydum. İkinci ve üçüncü sınıfı onsuz geçirdim. Çocukça bir stres yaşamıştım. Onsuz kendimi savunamazdım bile. Onsuz parmağımı bile kaldıramazdım. Dördüncü sınıfa geçtiğimizde hak yerini bulmuştu ve özel okula alınarak birleşmiştik. Babam, ikimiz aynı sınıfa düşelim diye ne kadar uğraşmıştı. Beşinci sınıf da bitti. Artık duygusal ilişkimiz dayanılmaz boyuttaydı başkaları için. Ailelerimiz endişe ediyorlardı. Sınıf öğretmenimiz annelerimizle konuşmuştu, bizi başkalarıyla arkadaşlığa teşvik etmeleri için. Olmadı. Başkaları bizim için hiçti. Birbirimizden başkasını görmezdi gözümüz. Beraber oyun oynadığımız arkadaşlarımız vardı. Ama onlar da bize tek kişi muamelesi yapıyorlardı. “Yapışık ikizler” diye dalga geçiyorlardı. Artık ortaokuldaydık. İkizimi özel okuldan almaya karar verdiler. Benden ayrılıyordu. Yine içten içe üzüntülere boğuldum. Okulun ilk günüydü, yapayalnızdım. Yemek yiyordum bir başıma. İştahım yoktu. Sanki herkes bana bakıyordu. Çok yalnızdım. Mıy mıy mıy yemeğimi yemeye çalışırken ikizimi gördüm. Bana doğru geliyordu. Almamışlardı o okuldan. Başka okula gitmiyordu. Dünyalar benim olmuştu. Yemeğimi öylece bıraktım. Beraber yapışık bir yıl daha geçirdik. Orta ikide yollarımız gerçekten ayrılmıştı. Başka okula almışlardı. Üzüldüm yine çok… Ortaikinin sonunda fazlasıyla kopmuştuk birbirimizden. Bizi koparan sebep neydi, hatırlamıyorum. Ama görüşmüyorduk eskisi gibi. Ayda yılda bir.

İlk ergen olduğum yıllardı. Çok zor bir ergenlik dönemi geçirmiştim. Annem neler neler çekmişti benim yüzümden. İlk iki sene evdekilere kan kusturmuştum. Çok değişmiştim. Evrim geçirmiştim diyebilirim. O eski sakin, sevimli, tatlı halim gitmişti. Yerine cadı mı cadı, her birşeye bağıran agresif, deli bir yaratık gelmişti? Herşeyden nefret eden… Herşeyden sıkılan… İki sene geçirdim bu deli halimle. Hatta bir arkadaş o sıkıntıları atlattıktan sonra o zamanlar ne manyak olduğumu, benden nefret ettiğini yüzüme vurmuştu. İkizimin yokluğunda bir sürü aptal saptal arkadaşlıklar kurmuştum. Gül girmişti hayatıma. Aman evlerden ırak… Nasıl ekşimik surat birşeydi o öyle? Nasıl arkadaşlık yapmıştım? Tabi benim dünyalar tatlısı Ayşem gibi olamazdı ki herkes. Sonra B. girdi hayatıma. Yeni ergen olmanın ateşi başına vurmuş olacaktı ki, erkek peşine düşmüştü o yaşta. En fazla 6-7 aylık arkadaşlıklardı. Sonra toz misali püff diye uçup gitmişlerdi. Hiç aramamıştım da onları. Ayseciğimin yeri başkaydı ama… O birtaneydi. O bir melekti. Ardından lise sıralarında buldum kendimi.

Ayrılıktan sonra…

admin | 31 March 2007 07:12

Bir ilişki biter ve iki insan yollarına gider ya hani…İki tarafın ikisi de kafalarında ve yüreklerinde o ilişkiyi bitirmişlerse sorun yok…Ama ya bir tanesinin aklında veya yüreğinde hala sürmekteyse ilişki, o zaman ne olur? Ne geçer aklından o kişinin? Canını en çok ne yakar?

Erkeklerin, giden kadının artık başka erkeğin kollarında olduğu ya da yakında olabileceğini düşündüklerinde en çok ateş düşer içlerine…Erkek için kadın bedeni paylaşılmazdır, o bedenin tek sahibi olmak vardır hep akıllarının bir köşesinde…Kadının bedeni gizli bir mabet olmalıdır yalnızca o erkeğin her sırrını bildiği…Bir zamanlar paylaşılmış o sırların başka bir erkekle paylaşılması ihtimali dahi erkeği çılgına çevirmeye yeter…Belki de bu yüzdendir erkeğin asla bunu aklına getirmemeye çalışması…Akla getirilmemelidir bu ihtimal…Çünkü bir kısacık anda bile düşünüldüğünde hissedilir ağır yakıcı etkisi…

başkalarının hayatı/Florian Henckel von Donnersmarck

astral | 30 March 2007 02:00

Florian Henckel von Donnersmarck’ın yönetip senaryosunu da kendisinin yazdığı filmde, Martina Gedeck, Ulrich Mühe, Sebastian Koch, Ulrich Tukur başarılı oyunculuk çıkardılar.

Filme giderken içine kapanık, anlaşılması zor bir film sanırım dedim. İlk sahnesinde aldı beni oysa. Aşk, ihtiras, yalnızlık, sistemin tutsakları olmamızın sorgulanması, kaçış yollarının analizi, bir istihbarat memurunun dinleme cihazıyla başkalarının hayatını dinlerken tüm hayatı ve kendini sorgulaması.

Adamın kadını sevmesi. Kadının sevgisi, sevgi miydi düşüncesi… Peki, öyle bir sistemde nasıl olabilirdi diye yorulmak…

ölümsüz duygulara sahip olmak

beyrek | 23 March 2007 17:17

Ben ölümsüz duygulara sahip olmayı hem öğrendim hem de öğrettim. Bazı insanlar sevgi, aşk vb. duyguları şaka gibi görmenin yanında onlara göre bunlar hayatta yapılmaması gereken şeylerdendir. Ama ben düşündüm de eğer birilerine karşı aşk, sevgi ve saygı duymuyorsak hayat boş ve önemsiz geliyor insana. Bence eğer hayattan birşeyler bekliyorsak ve aklımızda bir boşluk yoksa sevmeye, aşka kendimizi bırakmalıyız.Bu sayede belki içimizde bazı şeyler ölümsüzleşebilir ve o zaman insan kendini ölümsüz zanneder.

Ben Bu Pilli’yi Seviyorum

| 16 March 2007 11:32

Ben bu Pilli’yi seviyorum. Niye mi? Başlıyorum işte anlatmaya:
Bildirgeç: Adamlar üşenmemişler. Evlerinde otururken demişler ki ya biz bir site yapalım, İnternet’te sürekli internet teknolojisiyle ilgili yazılar okuyanlar okuduklarını bizimle paylaşsınlar demişler, bizim de ufkumuz genişlesin demişler. Hem bu adamların ceplerine de para veririz. Yazdıkça yazarlar demişler. Bildirgeç’i yapmışlar.
Hafif: Şimdi Bildirgeç’i oldu da demişler. Birde bu fazla merak hiçbir yeri bozmaz diyenler var onlar ne yapacaklar demişler. İnternet’te keşif üstüne keşif yapıyor bu adamlar demişler. Onları da meraklı ol diye seslenip ayçicek yağıyla kızarmış bir site yapıp; adını da Hafif koyup buraya toplamışlar. Çok iyi etmişler.
Uçandaire: Bunları yaptılar ama bir sorun vardı kafalarında. Bilimkurgucu internetçileri nereye toplamak gerekecekti? Bu 2 siteye olmazdı konular garip olur karışırdı. Biz en iyisi bilimin kurguya doygunluk oranını arttıralım demişler ve Bölge 51’den kaçırdıkları bir uçandaireyi buraya kondurmuşlar. Sonra da işte uçandaire başlayın döktürmeye demişler. Bilimkurgucular da oraya akın etmiş.

sevmediklerimizin listesi

bakiyyebemolu | 21 February 2007 08:57

internette birçok listeye rastlamak mümkün. ancak buradakiler biraz daha değişik. bu siteye hayatınızda sevmediğiniz herhangi birşeyi ya da kişiyi yazıp gönderiyorsunuz. metroların kapı giriş çıkışını engelleyen insanlardan, microsoft’a, güzel bardak satmayan dükkan sahiplerinden, George W. Bush’a kadar giden (bazılarına hak vermemek elde değil) oldukça uzun listeler var.