bildirgec.org

şerbet hakkında tüm yazılar

içecekler ve notlar

nazokiraze | 24 August 2010 11:21

Kırmızı kırmızı her zaman beğenimizi kazanan gelinciklerin Anadolu’da yetişen büyük türleri halk arasında kanavcıotu, keklik gözü veya kan damlası olarak ta bilinir.Bu dev çiçeklerin içindeki meyveler tüketiliyor, tohumları ise Tunceli’de hamurişlerine konuluyor.(Bu arada bu ayki National Geographic dergisinde Elif Şafak’ın gelinciklerle ilgili yazısı var dün alınca denk geldi)

Bildiğimiz gelincik ise şurup , reçel, likör ve yemek olarak tüketilebiliyor. Daha önce burada paylaşılmıştıben yeniden gündeme getireyim dedim.

mutfak kültürü(Osmanlı dönemi)

nazokiraze | 21 January 2009 13:16

Saray dışındakiler ne yer ne içerdi?

İstanbul’un Osmanlı dönemi çok önemli bir şehir olmasından dolayı sarayın mutfagının zenginliği çogu zaman İstanbul’a da yansımıştır. Saray dışında maddi durumu iyi olan insanlar saray sayesinde ticareti yapılan yag, tuz, ceviz, baharat, bamya gibi yiyecekleri tüketme şansını yakalamışlardır. Osmanlı dönemi aşevleri, imarethaneler durmadan işlemiştir.

Saray mutfagıyla halk mutfagı arasında her kültürde, devlette oldugu gibi çok büyük farklar vardı. Daha önceleri sadece sarayda tüketilen halkın yiyemedigi ( pekmez yerine şeker, kepek yerine bugday, bulgur yerine pirinç, çeşitli kebablar) o dönem halkın özel günlerde tüketmeye başlayabildigi yiyecekler olmuştur. Hatta sarayda sayısız çeşit kebab yenmesine ragmen halkın yiyemedigi 19. yüzyıl başı halk için İstanbul’da üç tane kebabçı açılmıştır.Yine de saraydaki kebab çeşitleriyle mukayese edilemezdi.

tatlı sevmem ama yazarım

nazokiraze | 12 January 2009 13:39

Kendimi bildim bileli sevmem tatlıyı çirkindir diyemem ama ben haz almıyorum tatlı yerken(künefe hariç), çikolata yerken kendinden geçen kızıma, adet önce tatlı krizine giren kuzenime, ev baklavası açmak için gün öncesinden hazırlık yapan yengeme ve onu duyunca kocaman açılan gözlere ragmen sevemedim tatlıyı.Dondurma bile istemez şu cancagızım. Ama evimden eksik etmem tatlıdan da anlarım hani….Yemiyorum diye yazamam zannetmeyin:)

Sevmemiş oldugum halde nerde iyi tatlı yenir bilirim çoluga çocuga muhakkak puding, pasta veya cevizli sucuk bulundururum. Çikolata olayını da hiç anlamam nasıl yiyorlar yahu içim kalkıyor.

şerbet gibi

nazokiraze | 15 December 2008 12:45

Dün gece bir kitap okumaya başladım ismi:Kalbin Limon Hali…

Küçük hikayelerden oluşan bu şirin kitapta tüm hikayelerin ortak teması hep şerbet… Her olayda birileri mutlaka şerbet yapıyor yada içiyor.Ama olaylar şerbetle ilgili değil…

Bende şerbetlerle ilgili yazayım dedim. Her ne kadar soframı hep kola ile tamamlasam bile yengemizin sofradan eksik etmedigi ismini makkola (yengemin adı makbule) koydugu çeşit çeşit kompostalar, şerbetler, hoşaflar cezbeder beni zaman zaman…

Her Yiğidin Bir Yoğurt Yiyişi Vardır, Ya Da Yoğurdu Üfleyerek Yemek!

tenedian | 27 October 2008 11:44

Yoğurt yerken iğrendiğiniz oluyor mu?
Benim oluyor.
Hatta bazı yerel markalar dışında “doğal”ı “probiyotik”i ne marka yersem yiyeyim, durum zaman zaman iğrenme aşamasını geçip mide bulanması aşamasına geliyor.
Çok da severim yoğurdu. Yediğim zaman içimin temizlendiği duygusuna kapılırım. Ama, kaşığıma aldığım yoğurt, kaşık ile yoğurt kabı arasında uzayıp gidiyorsa, tabiri mazur görün, balgam kıvamındaysa yemeğin bütün keyfi kaçıyor.
Benzeri duyguyu ekmek yerken de yaşıyorum. Ne yediğimizi bilemiyoruz.

Ev Yoğurdu
Ev Yoğurdu

Halbuki bazı yiyecekleri evde yapmak o kadar kolay ki!
Evde yaptıklarımızın içinde ne var, biliyoruz.
Kim yaptı, hastalıklı mı değil mi, biliyoruz.
Ne kadar dayanır, biliyoruz.
Bir de şunu biliyoruz: Dünyadaki ölümlerin %60’ı beslenme düzenimize bağlı hastalıklardan kaynaklanıyor.
Ve biz balgam gibi uzayan yoğurtlar yiyor, neyle beyazlatıldığını bilmediğimiz ekmeklere içinde tam olarak ne olduğunu bilmediğimiz şeyleri sürüyor ve bunları yutmak için de kolamızı ve aromalı buzlu çayımızı içiyoruz.
Mazeretimiz de hazır: Vakit mi yeter herşeyi evde yapmaya!
Evet, bazı şeyleri yapmaya yeter.
Bir yazımda yine bu gırtlak işleri üzerine yazmıştım:”Denizden Babam Çıksa Yerim” diye.

bildirgeçmi istatisgeçmi

neguvon | 22 September 2008 18:29

bildirgeci belirli aralıklarla takip ediyorum gerçekten bazen çok acayip yazılarla karşılaşıyorum .özellikle günlük kısmında .sanki birileri bunları kasıtlı olarak yazıp milletin nabzını ölçüyor yoksa benmi çok paranoyakım alttaki yazıları okuyun bana hak vereceksiniz?
1)nasıl bir türkiye istersiniz
2)Darbe

en ilginçleri bunlarmı yoksa daha ilginçleri varmı araştırıyorum.Bakalım neler çıkacak.

GELİNCİKLER

baharali | 14 June 2008 20:00

gelincik tarlası
gelincik tarlası

Gelincikler ana vatanı Asya, Avrupa ve Afrika olan tek yıllık (nadiren iki yıllık da olabilen), gelincikgiller familyasından bitkilerdir. Kıpkırmızı çiçeklerini haziran ortasında açmaya başlar. Haziran sonlarında ve temmuz başlarında aralıklarla büyük gruplar halinde çiçeklenirler ve bu çiçeklenme azar azar da olsa ekim sonuna kadar devam eder. Bir tek bitki 1-400 arası çiçek açar.

Tropsolida

kopanisti | 21 August 2007 11:53

2013 yılının soğuk bir kış gününde Kongo’nun kenar mahallelerinin birinde dünyaya gelmişim. Ailem kıt kanaat geçinen ancak mahallenin karpuz ithal eden tek ailesiymiş. İlk, orta ve lise tahsilimi devlet güzel sanatlar akademiyasında tamamladıktan sonra üniversite sınavlarına hazırlanmaya başladım, Durban’daki özel bir dersaneye kayıt oldum. Yol parasından tasarruf yapabilmek için hergün dersaneye yürüyerek gidip geliyor ve teneffüslerde de kantinde sosisli sandaviç satarak kantinciden bahşiş alıyordum. Tatil günlerinde de boş durmayıp, Tropsolida’nın kızına bakan ingiliz mürebbiyenin çantasını taşıyor, evleri dolaşıp tüpgaz ocaklarını yakıyor bahşiş alıyordum. Boş vakitlerimde kitap okuyor, sinemaya ve tiyatroya gidiyordum. Sınavı kazanıp üniversiteye girdiğimi bahçedeki mango ağacına konan güvercinin gazasında taşıdığı mektubu, kapının yanındaki camızların su içtiği yalağa düşürmesiyle öğrendim. Londra denen uzak ülkedeki Yutah üniversitesi uçak mühendisliği bölümünü kazanmıştım. Fekat buraya gidecek param yoktu, ailem herşeyini satıp beni okutmaya karar vermişlerdi ama ben bunu istemiyor kendim başarmak istiyordum. Sonunda 8 hafta emek vererek soğan zarlarını laser ile yapıştırarak kanatlar yaptım, sirocco’yu beklemeye koyuldum. Tam zamanında gelen sirocco ile havalanıp akdeniz üzerinden aşarak londra JFK havaalanına indim. Etraf çok kalabalıktı, bir tabelada yazan ismimi gördüm. beni mi arıyorsun dedim, nerden bileyim dedi. O zaman beni arıyorsun dedim. beni aldı klimalı bir traktör yola koyulduk, traktörün ses düzeni çok iyiydi, güzel bir balad çalıyordu. Bir süre sonra Mısırçarşısı’ndaki Hüsref Lokantasına geldiğimizi gördüm. Beraberce kuru fasülya pilav yedik, üstüne şerbet içtik. Hava çok sıcaktı, terlemiştim. istersen denize girelim dedi. Olur dedim. Plaj çok kalabalıktı. Burası çok meşhur bir plajmış, etraf ünlü insanlarla doluydu. Bir ara Nik Nolt’u görür gibi oldum ama sonradan kayboldu. Plajdan dönerken, caddenin ortasında rakı masası kurmuş iki kişiyi demlenirken gördüm, çok şaşırdım. Etrafta çalan kornalara aldırmadan rakılarını içiyorlardı, kornalar durmadan çalıyordu adamlar bana mısın demiyordu. Omuzuma birinin vurduğunu beni salladığını hissediyor ama arkama bakamıyordum. Sonra kornalar durdu, bu sefer bi kadın sesi duydum, kalk len artık saat altıbuçuk diyordu.