Youtube’deki Türk yıldızlarına bir örnek daha. Bu sefer hafif milliyetçilik kokan ve sezercik filmlerinden esinlendiği belirgin bir filmle karşı karşıyayız. Filmin amatörlüğü, bir oyuncunun birden fazla rolde oynaması gibi saçmalıklara rastlıyoruz.Ancak film her şeye rağmen eğlenceli bir yapıya sahip. Hepinize öneririm.
sacmalik hakkında tüm yazılar
Hilal 83 yıldır ters duruyormuş!
Kaiser sozE | 22 April 2006 18:36
AKP Diyarbakır Milletvekili Aziz Akgül bayrağın değiştirilmesi için yasa önerisi vermiş. Bayrağın, sağa bakan ayın sola bakacak şekilde değiştirilmesini öngören yasa önerisinin gerekçesi de şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi (yeni bir devlet doğuyor) ile daha fazla bağdaştığı için ayın batış şeklinin değil, doğuş şeklinin esas alınarak, Türk Bayrağı dışında ay-yıldızın kullanımında ayın sağa olan açıklığının sol yöne çevrilmesi öngörülmektedir.” Türkiye Cumhuriyeti doğalı 84 yıl oluyor, bu da neyin nesi, acaba içten içe başka bir devletmi doğuyor?
Edit:
Milliyetin haberine göre yasa tasarısı bayrak dışında.
hicbirseye ilgi duymuyan..
orfelyus | 05 March 2006 19:18
hergün azım-sanıyordum.tat aldigim biseyler olmaliydi.onlarin bulup da , benim bulamadigim sey neydi..yüzlerinde bu gülücüklerle neyi anlamislardi.birgün sizin kadar mutlu olmayi istiyormuyum acaba simdilik bilmiyorum..
psychedelic(!) nights in b-more [v1.0]
alternative4 | 03 March 2005 08:54
kahveyi koydum, ev yine antartika’dan kutle halinde kopmus gibi. dus almak fikri de gercekten korkutucu bi tabii. “keske kursun gecirmez olsa idim” diye buyuruyor thom beyefendi fonda, katiliyorum zira kendilerine. biraz evvel ressam bir arkadasla uzun bir sure boyunca “contemporary art” ustune gecen hararetli bir tartismayi sonlandirdim. ve gun icinde gordugum butun sanat(!) eserlerinin toplami karsinda okkalisindan bir “ooeeehh” deme istegi icindeyim. ya da o arkadasa dedigim gibi: “people have fucking issues, man”. gerci o da “everybody has issues here” seklinde cevap verdi. “eyvallah” dedim turkce, bos bos bakti yuzume. “nevermind” dedim, devam ettik studyolarini gezmeye yeni yetme sanat okulu cocuklarinin.. simdi dusunuyorum da.. sanat ne? burasi ne bicim bi yer? ben kimim? neler oluyor? ugh?!.. tabii bu vucudumun turlu bolgelerini kaplamakta bulunan bir takim yazilarin yan etkisi de olabilir. niye oradalar? “conceptual composition” videom icin. cunku “hersey sanat icin”! bugun gordugum o studyolarin tumune birer not birakmak istedim.. “hepimizi kandiriyorlar ey insanlar! hicbirimiz hicbiryere gelemiycez bunlarla! kiminiz yuzunu gozunu boyayip performance yapiyor, kiminiz kafasi kopmus kucuk bebekleri barbie evlerine yerlestiriyor.. da ne oluyor? inanin bizi kimse ama hickimse s.kine takmiyor!” neise.. ben gidip dusumu alicam, derimi kaplayan su yazilardan kurtulucam. kahvemi icip, hic bitmeyecek bir geceye ve onun uzantisi olan boktan bir gune baslicam [“work, work, wooork” cunku] saykedeliriyorum, viyviy yakiniyorum mutemadiyen. oh.
Saçmalıklar – 16
oky | 28 May 2003 22:50
sokakta yürürken dükkan camlarında falan kendimi inceliyorum.
acaba dış görünüşüm düşündüğüm gibi mi yoksa farklı mı? ama öyle camlara doğru tamamen dönmüyorum. kafamı otuz ila elli derece arasında değişen oranlarda çeviriyorum sadece. gözlerim, çeperlerine mümkün olduğunca yaslanarak en büyük çabayı sarf ediyor bu işte. genelde orantılara dikka ediyorum. tişörtümün uzunluğu ile pantolonumun bolluğu uyumlu mu, seçmiş olduğum renkler ahenkli mi diye. arabanın camlarında da yapıyorum bunu. bazen bir sefer kesmiyor, sokak boyunca kendimi izliyorum. yansımanın netliği ışığın yoğunluğuna göre değişiyor. mesela bir araba camına bakıyorum, tam olarak görünmüyor, hiç paniklemeden sabrediyorum bir diğerine yürüyene dek. bir de araba markaları değiştikçe camların yere olan eğimleri de değiştiği için, benim de camlara olan uzaklığımı iyi ayarlamam lazım. ne kadar dikse o kadar uzak olmak daha verimli. diklik azaldıkça yakınlaşmam gerek. hangi markaydı hatırlamıyorum ama bir marka var ve o kadar eğimli ki camı, ne zaman ona denk gelsem kendimi bu işe fazla kaptırıp kafamı resmen sokuyorum cama, ancak görebiliyorum kendimi. aynalı cam kadar hiçbiri güzel olmuyor ama. bununla ilgili bir anım bile var. sivilcemi sıkıyordum bir keresinde bu aynalı camla kaplı dükkanın önünde. tabi tam bir ayna niteliğinde değil bu camlar. insanın gözü koyuluğa alışınca içeriyi de seçebiliyor. sivilcemi patlatmaya çok yaklaştığım bir anda, benim de gözlerim alışmıştı. içerde birkaç kişi beni izliyordu kapalı olduğunu sandığım dükkanda. hiç vakit kaybetmeden hızlı adımlarla muhitten uzaklaştım. bu, ince tül perdeli bir evde ışıkları açmaya benziyor. sen dışarıyı göremiyorsun ancak dışarıdan bakan biri adeta canlı yayın izliyor.
Saçmalıklar – 5
oky | 01 August 2002 05:45
her şey ‘kylie’ gavur isminin ‘kili’ olarak değil de ‘kayla’ olarak okunduğunu öğrenmem ile başladı.
çok ciddi bir hayalkırıklığına maruz kalmıştım. ‘kili’ kulağa hoş gelirken ‘kayla’ hiç estetik değildi doğrusu. hem ‘oky’ gavur rumuzunun okunuşu ‘kili’ ile benzerlik göstermiyor muydu? gösteriyordu. ismi sandığımın bu derece ötesinde bir telaffuza sahipse kimbilir soyadı ‘minogue’ ne biçimlerde okunuyordur paranoyasıyla şapkamı takıp fırladım sokağa.
spor çantam ağır olmuştu eskisine nazaran. bir buçuk litrelik su şişesi koymuştum çünkü. hem de içinde su vardı. çantanın içindeki diğer eşyalar da toplam iki kilo etse, yaklaşık dört kilo taşıyordum sırtımda. şimdilik taşıması kolay olan bu ağırlık yürüdükçe nasıl da zorlayacaktı beni..
Saçmalıklar – 4
oky | 30 July 2002 02:13
herkes yatmıştı.
henüz uyumamış olabilirlerdi ama ben sigarasızlıktan çıldırıyordum. babam ve annemin yattığı oda. evin yatak odası diye adlandırılan kısmı. hususi olarak anne ve babanın yattığı oda ama. içinde birileri yatıyor diye yatak odası olarak adlandırılan kısım değil. mesela benim odam. içinde bir yatak var ve yatıyorum. ama özellikle anne ve babanın yattığı odalara yatak odası deniliyor. kısacası odalar arası sınıf ayrımı gözetiliyor.
benim yattığım ama yatak odası olarak söylenmeyen odadan üç metre ötedeydi annem ile babamın yattığı ve yatak odası olarak söylenen oda. kapısı kapalıydı. sigara içmeye elverişli bir ortam yarattı evin krokisi o an için. böylece, ev içi oda sorunlarını bir kenara bırakıp dolaba sakladığım sigara paketini çıkardım. hiç içine bakmadan elimle bir sigara dalı aradım. fakat bu yordamla, elim; çakmak ve paket çeperleri harici bir sert nesneye temas etmiyordu bir türlü. şaşırmıştım. el yordamıyla değil de göz nuruyla sigara bulmayı denedim. ama ortam karanlık olduğu için bu iki arayış stili arasında bir fark olmadığı apaçıktı. ben de madem öyle, lambayı açarım diye düşündüm.
Saçmalıklar – 3
oky | 18 July 2002 03:10
küçük sarı dişlerimle atışmıştık.
beni kötü temsil ettiklerinden dolayı şikayetçiydim onlardan. “çektiririm sizi” diyerek korkuttum önce. gülme hakkımı elimden almış bulunmaları beni çileden çıkarıyordu. bir gün kendi kendime “neden kaplatmıyorum?” diye sordum. evdekileri buna ikna eder etmez kendimi doktorun kapısında buldum.
muhayehane veya muaynane ya da muhayhane, belki de muğaynane apartmanın ikinci katındaydı. kimse yoktu. doktor tatile çıkmış. bir haftanın ardından yeniden gittik. zaten tanıdıktı. önce biraz sohbet ettik. bu fikrimin temellerini araştırdı kendisi. “gençsin” dedi bana. vazgeçirmeye çalıştı. baktı kararlılığım karşısında yapılacak bir şey yok, dişlerimi kontrol etti. “sen sigara içiyorsun” dedi. ben “içmiyorum” dedim. “içiyorsun” dedi tekrar. “içmiyorum” diye ısrar ettim. heyecanlandım. annem bana dönüp “içiyor musun yoksa?” diye sordu. “içmiyorum” dedim. yine sordu. yine aynı cevabı verdim. bir yandan da bunun daha ne kadar süreceğini düşünüyordum.
Saçmalıklar – 1
oky | 30 June 2002 01:52
sıçması gerektiğini farketti.
tuvalete gitmeliydi. her zamanki gibi önce çantasından walkman’ini çıkardı. sonra içine bu aralar dinlediği kasedi koydu. işte o an aklına geldi aleti gündüzki metro yolculuğu esnasında bozmuş olduğu. durduğu yerde düzelmiştir ümidiyle play’a bastı. ses çıkmayınca çaresizliğine sinirlendi. walkman’a okkalı bir tokat attı. sarsıntının şokuyla kulaklıklardan ses gelince, bu gibi saçmalıkların sadece filmlerde olmadığını seve seve kabullendi. türk olması bazen işine yarıyordu doğrusu.
koridorda yol almaya başladı. boklar, göt deliğine uyguladığı baskıyı şiddetlendirmişti. tuvalete girip çok seri bir şekilde soyundu. hayır, soyunmadan sıçamazdı. evet, öyle alışmıştı. klozetin kapağını kaldırdı. oturdu. bacakları acımıştı soğuktan. üç dört saniye kadar süreceğini bildiği bu azap süresini gözleri yumulu geçirdi. ardından sıçmaya başladı.