küçük sarı dişlerimle atışmıştık.beni kötü temsil ettiklerinden dolayı şikayetçiydim onlardan. “çektiririm sizi” diyerek korkuttum önce. gülme hakkımı elimden almış bulunmaları beni çileden çıkarıyordu. bir gün kendi kendime “neden kaplatmıyorum?” diye sordum. evdekileri buna ikna eder etmez kendimi doktorun kapısında buldum.muhayehane veya muaynane ya da muhayhane, belki de muğaynane apartmanın ikinci katındaydı. kimse yoktu. doktor tatile çıkmış. bir haftanın ardından yeniden gittik. zaten tanıdıktı. önce biraz sohbet ettik. bu fikrimin temellerini araştırdı kendisi. “gençsin” dedi bana. vazgeçirmeye çalıştı. baktı kararlılığım karşısında yapılacak bir şey yok, dişlerimi kontrol etti. “sen sigara içiyorsun” dedi. ben “içmiyorum” dedim. “içiyorsun” dedi tekrar. “içmiyorum” diye ısrar ettim. heyecanlandım. annem bana dönüp “içiyor musun yoksa?” diye sordu. “içmiyorum” dedim. yine sordu. yine aynı cevabı verdim. bir yandan da bunun daha ne kadar süreceğini düşünüyordum.araya başka laf karışınca herkes yeniden eski halina döndü. doktor iğne yapmak için hazırlıklarına başladı. ben korktum. iğne minikti ama diş etlerim ile popom arasında bir kıyas yapılacak olursa, popoya yapılan koca bir iğne orantısı çıkıyordu ortaya. üstelik diş etlerim popoma benzemiyordu ki. popo yumuşacıktı, diş etleri ise çok hassas.sonra doktor iğneyi ağzıma soktu. film de zaten orada kopayazdı. hem de ben bir defa iğne yapacak zannederken doktor iğneyi diş etciklerime batırıp batırıp çıkarıyordu. midem bulandı. kusarsam eğer ne yöne doğru kusmalıyım diye etrafı süzerken uyuşmaya başladım. nihayet akapunktur bitince, konuşamayacak seviyeye gelmiştim. alt dudağımın hafifçe oynaması sayesinde sadece geveleyebiliyordum.matkap minyatürü bir aleti doktorun elinde görünce bir an için bu diş kaplama işlerine hiç girmese miydim diye düşünürken, aletin o sinir bozucu sesini duyar duymaz, evet dedim, keşke böyle olmasaydı. ürkek ürkek ağzımı açtım. doktor dişlerimi kazımaya başladı. vücudum sıfır derecenin altında terlerken, canım çok fena yanıyordu. uyuşturulmama rağmen böyle canım yanıyorsa, mutlaka ağzımın içi şu an paramparça bir haldedir tahmini gözlerimin dolmasına sebebiyet verdi.aradan bilgisayar oynayan birine göre otuz saniye, bana göre otuz saat, duvar saatine göre ise otuz dakika geçmişti. zaman diye bir şeyin olmadığı düşüncesiyle baktım aynaya. kendimi köpekbalığına benzettim. minicik üçgen sivri dişlerim vardı. konuşurken dilim en öndeki iki dişin arasına kaçtığından, dedeler gibi konuşuyordum. millet on yaş ve katları şeklinde gençleşirken ben yaklaşık elli sekiz yaş ihtiyarlamıştım.iki gün sonra prova için yeniden doktora gittim. damak biçimindeki alçıyla ölçü alındı. alçı, bastırılmanın etkisiyle arkadan küçük dilime doğru fışkırınca, otuz saniye kadar ölümle pençeleştim. iki gün sonra bir daha doktora gitmiş olmam, bu mücadelenin tarafımca kazanıldığının bir ispatıydı. ayrıca nihayet finale gelmiştik. dişlerime yapıştırıcı sürüldükten sonra üzerlerine yeni dişler geçirildi. doktor bana giderken “güle güle” dedi. bir sakıncası yoktu artık.gülersen komşuna gelirsin başına diye bir söz vardı hem.