bildirgec.org

öykü hakkında tüm yazılar

Kara anlatı yazarı: Vüs’at O. Bener

queennothing | 13 November 2010 14:00

“…Yazdıklarım trajediden komediye, komediden trajediye akıyor. Konuşmayı seviyorum. Gevezeyim de galiba. Yaşadığım, gözlemlediğim şeyleri yazayım istiyorum. Birileri yazsın veyahut ben yazayım. Olmuyor ama. Yazdıktan sonra, başka türlü anlatılmalı, diyorum. Başka türlü nasıl anlatılır? Zamanı gelir, diyorum. Zamanı gelince önemi olmuyor, bugüne kadar benden çıkan her şey ‘zamanı gelir’ dediklerim, ‘işte budur’lar değil.”

…diyor değerli yazarımız Bener. 1922 senesinde Samsun’da dünyaya gelen ve “Dost” adlı öyküsüyle edebiyatımıza yeni bir soluk katan Vüs’at O. Bener, Erzincan ve Sivas’ta ilk ve orta öğrenimi bitirdikten sonra liseyi Bursa Işıklar Askeri Hava Lisesi‘nde tamamladı. 31 yaşına kadar orduda görev yapan Bener, “Dost” adlı öyküsüyle (Dost da dahil bir kaç öyküden oluşan kitap, YKY’de Dost-Yaşamasız adıyla basıldı) Yeni İstanbul ve International Herald Tribune/ NY Times Öykü Yarışması’na katıldı. Bakınız, vakti zamanında İletişim Yayınları’nın bastığı “Dost“.

Sırlı Kentler Tanrıçası

astral | 10 November 2010 09:59

Sırlı kentler tanrıçası. Çalıların altından sular akıyor şimdi. Beklenilen umulanın derinliğinde olmadığında, sisler değişiyor karanlık aydınlanmadan.

Sırlı kentler tanrıçası bir melodi duyuyorum, atmosferi değiştiren ve hatta yeniden yaratan/ tanımlayan. Bazen ilişkiler de böyledir, yeniden tanımlar, resimler çizer…

Sırlar vardır, içten öte… Tenden derine, ‘üç kapı vuruşu bir okyanusta’ takılıp kalmışken, zamansız bir aralıkta; o aralık ki, aralık mı yoksa anın kendisi mianlayamadığın zamanlardandır.

‘I feel you’

astral | 18 October 2010 15:39

Ta ki, aşk onu buluncaya kadar. Aşk onu buldu ve yok etti. Kendi girdabına alıp yok ettiği ruhların yanına birini daha kattı böylece, aşk…

Eskilerden kalma bir zaman. Fakat o an ki, eski olduğu hissedilmiyor. Bir melodi. Derinden ve her şeyi etkileyen. ‘I fell you.’

Bu şarkı ne zaman çalsa kadının gözüne o geliyordu ve daha da ötesi şarkıyı o söylüyor gibi geliyordu.

An değişti ama bir yandan da hiç değişmedi. Gecenin karanlığında anılar geldi kadının önüne.

Sigara Kokusu

Galanthus | 15 October 2010 09:22

Bilirsin içmem, sevmem bile kokusunu…

Ama hatırlar mısın senin ellerinin kokusunu ne kadar sevdiğimi, ellerini avuçlarımın arasına alıp alıp alıp kokladığımı…

Gülerdin di mi bana içten içe, belki de anlamazdın ne yapıyor derdin bu deli kız. O deli kız sana çok aşıktı be!

Bir gün paketi aldım elime bir yandan konuşup evirip çeviriyordum, aldın elimden paketi, eline bile yakışmıyor, sana zararı dokuanacak hiç bir şeyi istemem. Hiç düşünmedin mi senin bana nasıl da zararının dokunduğunu, nasıl da içimde bir yerleri kanattığını. O gün seni o hassas noktandan yakalamıştı o deli kız, kendine zarar vererek seni kendine bağlayacaktı…

Gösteri

Galanthus | 14 October 2010 11:37

Çağırdı beni “N’olur davetlim ol” dedi.

Ben de geldim. Kıramadım onu ki kırmayı da hiç istemem ama o kırdı beni. Davetlim ol dediğinde bana hiç değilse sırf ona daha yakın olayım diye ön koltuklardan bir yer ayarlayacağını düşünmüştüm sırf onu daha yakından görebileyim diye. Hiç hayal ettiğim gibi olmadı, değil ona yakın olmamı benim geleceğimi bile düşünmemişti, beni tamamen aklından çıkarmıştı, beni unutmuştu. Geldiğimi gördüğünde şaşırdı, peki mutlu oldu mu? Daha çok şaşırdı sanırım ve mahcup oldu, diğer arkadaşları ön sıralara kurulmuştu. Bir tek ben, bir tek benim nerede oturacağım belli değildi. Ben ise yolda gelirken orkidemi almış beni görünce hem orkideye hem de oynayacağı ilk oyuna geldiğimi görmenin sevinciyle boynuma atlayacağını düşünmüştüm. Yanılmışım. Hoş geldin demeyi bile unuttu, çok heyecanlıydı, ondandır. Şaşırmıştı, mahcup olmuştu, kesin ondandır.

devre anahtarı

astral | 14 October 2010 10:05

Gittiği bir doktor yaralarını incelemiş ve ölüme sebebiyet verecek kadar ciddi olmadığında ısrar etmiş ve tüm hikaye bundan sonra başlamış…

Bu yazı çok ıssız. Ne kadar yakın ne kadar uzağımdasın? Sığınaksızlar penceresi çoktan dolmuşken; var oluş psikozlarını yazarken, sen geri dönenlerdenken, tütsülenmiş gerçek şişeye konulmuş, bekliyor…

Söylesene sesindeki kimsesizlik, kime? Adres veriyorum: Çalınmış ruhlar pazarı yerine batık ruhlar kenti. Ayrıksı otlar birlikteliği, kendi içinde bütünlük yaratıyor; öyle mi? ‘Söz söyleme süreçleri henüz bitmedi,’ diyemeyeceğim.

Greenwich

astral | 07 October 2010 09:17

“Çin’e fuara gidelim mi? diye başladı söze durup dururken. Z, Çin furarına gitmenin dışında N’nin çılgınlığını düşünüp kahkaha patlattı.

O an yan masada karizmatik bir adamın bakışlarıyla karşılaştı. Şarap bardağına kalemiyle dokunduğu an, tekrar N, Z’nin elini sımsıkı tuttu. Gözleri gülümsüyor, zaman gülümsüyordu…

İzlere önem veren birinin, bir tek kendi olmadığını onu ilk kez gördüğünde de anlamıştı Z. Öyle ki, yüzüğünün taşı ne dediğinde aldığı yanıta şaşırmadı.

tevafuk

astral | 05 October 2010 17:56

”Orda 100 tane gül var, ama ben seni 100 milyon kere seviyorum..
100 milyon tane gül gönderemeyiz dediler :))”

Böyle başlayan bir hikayenin içinde, renkli hayallerin kahramanı, mutlu Derya; tevaffuk’un anlamını düşünüp daha bir sevinmektedir.

Gecenin beşinde, beş spiritüalizm sorusunun beşine de; ‘Şey neydi? A, unuttum. Bilmiyorum. Ama sen anlatınca anlıyorum’ diye eğlenceli şekilde yanıt verse de, vuku toplayacı çiçek; başı sonu eğlenceli bu işin demektedir zaman, cebine koyduğu anları kendine saklarken…

”An be an, bir melodinin peşine isteyerek gidercesine; yakamoz kovalayan macerapest düşmüş çoktan sol yana” yazan bir cümle okudu Derya. Kafasını kaldırmasıyla, o notu tekrar okuma isteği doğdu içine.

Vanilya Sohbete Dökülürken

astral | 03 October 2010 11:48

Z, keyifle anlatıyordu, arkadaşına; ‘Vanilya, pudra ve bir parça misk kosusu yayılıyor… Yine her zamanki gibi pırıl pırıllık.

Gözler canlı ve o gözlerin ardındaysa ‘İnsana dair olan, ölmedi.’ dedirten anlamlı bakışlar… Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadığım -iki lafın arasında kalan- akşamlar…’

N- Z’nin kelimeleri bölünmesin diye düşündüğünden, Z coşmuşken ve sözcükleri sepete koyup, serüvenler bulurken kendine, dokunmadı; dokunamadı.
Ve sonra Z devam etti…

‘Havaya karışan bu “keskin” kokunun sebebi, için için yanan ben olabilir miyim? Vanilya, misk, pudra kokuları benden yayılıyor olabilir mi odaya? Yoksa biri tütsü mü yaktı?

“Dünya’nın yeni bir resmini çiziyorsa bence o hikaye iyi bir hikayedir”

kahramancayirli | 31 August 2010 11:50

Önce nitelikli edebiyat dergilerinde ismini gördüğüm, ardından yayımlanan Hülya Saat isimli öykü kitabıyla gelecekte kendinden daha çok söz ettireceğini düşündüğüm bir genç yazar, Senem Dere. Sağ olsun, ricamı kırmadı, biz de bu sayede kendisini daha yakından tanıma fırsatı bulduk…

-İyi bir hikaye nasıl olmalı sizce?
-Zamanı, öncelik sonralık ilişkisini, mekanı parçalayan, eğip büken; böylece okuyucuda da devam edebilen, bulanık bir su gibi sürekli değişken görüntüleri içeren hikayeleri seviyorum. Ama buradaki bulanıklıktan bir anlaşılmaz olma çabası, bir tür sayıklama anlaşılmasın. Bana göre hikayedeki bakış ve bu bakışla oluşturulan atmosfer, hep aynı varsaydıklarımıza, gördüklerimize yeniden dönüp bakmamızı sağlıyor ve neticede Dünya’nın yeni bir resmini çiziyorsa bence o hikaye iyi bir hikayedir.