bildirgec.org

hakkında tüm yazılar

aşk ve mesai

seniseviyorumdenizim | 27 May 2011 10:11

Yazdı mı, yazmadı mı; yazdı mı, yazmadı mı? Papatya falı gibi birşey değil ki bu. Bakıp duruyorum, kendimi tutamayıp.

Gizlice, sakin, merakla; yazdı mı, yazmadı mı? Bana yazdı mı, söze döktü mü, o fısıltı halinde geçenlerden haberdar etti mi acaba beni? İş yerinde gizlice açılan mail adresi ve onun adı.

TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM

admin | 25 March 2011 23:24

TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİRİM

Bu hafta okuduğum kitaplardan biri: M.Rauf ATEŞ’e ait. Kitap: “Teşekkürü Bir Borç Bilirim” ismini taşıyor. Kitabın yazarı aynı zamanda aylık ekonomi ve iş dergisi Capital’in Yayın Direktörü. İşinin adamı olmak isteyen herkese kitabı ve dergiyi tavsiye ediyorum.

Kitap okurken dikkatimi çeken yerlerin altını çizmeyi severim. Ben bir kitabı okuyorsam o kitapta iz bırakmalıyım. O kitabın sayfalarından bu faninin geçtiği anlaşılmalı. Ve o kitap ben de iz bırakmalı. Kitaptan dikkatimi çeken yerlerin bir kısmını yorumlayarak sizlerle paylaşmak istedim:

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-2, a bendi

takyon | 03 February 2011 14:13

“Hat hala açıksa internette ava çıkılır?”
Ne avı olduğu zevke, renge, cinse, hayat amacına bağlı olarak değişkenlik gösterir.
Sabah şiş gözlerle kalktım yine; altı aydır olduğu gibi. Daha kaç altı ayımın böyle geçeceğini düşünerek rutin endişelerimi yaşadım. Görünmez “yaşanacaklar listesi”nin hangi maddesindeydim kimbilir…Ne listesi mi? Alış veriş listesi gibi bir şey; hani anneniz elinize tutuşturur ya. Tek farkı bu listenin görünmez oluşu ve görünmez amcalar tarafından “bak hayattan alacakların bunlar” diye not düşülmüş olması. Yok canım henüz sıyırmadım.
“Oku da meslek sahibi ol, elin ekmek tutsun, yarın öbür gün kocadan silleyi yersen kendi ayakların üstünde durursun” şeklinde gazı alan her genç kız gibi, bir hevesle okudum ben de. O zamanlar meğer geçiş dönemiymiş, şimdi anlıyorum.

İŞ GÜÇ YOKSA NE YAPILIR-1

takyon | 02 February 2011 13:08

“Televizyondaki evlilik programları seyredilir”
Televizyonda evlilik programı var, takılıyorum, iş yok güç yok, gezmeye para da yok…Ne yapalım koca bulmaya gelenleri seyrediyorum annemle birlikte. Bazen eğlenceli bile olabiliyor, anladım ki önyargılı olmamak lazımmış. Hikayelerini dinledikçe insanların bazılarına hak verdiğim bile oldu. Gelmişler belli bir yaşa, yalnız kalmışlar, ya eşleri ölmüş ya boşanmışlar; bir korku var yüzlerinde daha çok. Hepsinde değilse de çoğunda var. Yalnız kalma korkusu…Olamaz mı? Olur, bal gibi olur, yargılamam. Seyrettikçe bir sürü rahatsız edici soru üşüşüyor beynime. İki gencecik insan geliyor gözümün önüne. Özenmişler, bir sürü hazırlık, düğün dernek, bir ömür birlikte yaşayacaklar, çocukları olacak ve torunları, mutlu mesut yaşayacak ve ömürlerinin son demlerinde de hep birlikte olacaklar. Ama öyle olmamış işte. Bunca insanın planı yürümemiş. Demek ki bu planda bir yanlış var.
Erken kaybedilen bir eşin yokluğu nasıl acı verir kimbilir…Hele de hiç sönmemiş bir aşk varsa arada. Hiç hesapta olmayan ani ayrılış. Uzaktan seyredene birkaç çekirdek çıtlamalık bir durum ama ya o kişi için…Bir umutla gelmiş programa, yola birlikte devam edeceği bir eş arayışında. Öyle gülmeler kıkırdamalar arasında seçim yapacak; hakkında en ufak bir bilgi sahibi olmadığı, tamamen yabancı insanlardan birine bir sıcaklık duymayı umacak. Zor, çok zor…
Kimisi de boşanmış. Otuz kırk yıldan sonra boşananı da var, bir ay evli kalıp 15 yıldır bekar yaşayanı da. Olmaz mı, olmuş işte. Hayat bu. Demek ki gençlikte hayal kurarken ayakları hepten yerden kesmemek lazım. Herşey insan için. Beklentileri yüksek tutmak, hayal kırıklığının acısını derinleştiriyor ne yazık ki.
Yok mu aralarında macera aramaya gelenler, var tabii ki. Malı mülkü de varsa hele orada öyle boy göstermek pek hoşlarına gidiyor, pek bir ince eleyip sık dokuyorlar, eğleniyorlar daha çok.
Bazıları üç dört defa evlenip ayrılmış, yine akıllanmamış, gelmiş. Be insan şimdi sana soracaklar niye aldın da bıraktın o kadar adamı ya da kadını? Ne diyeceksin? Olabilir tabii ki, insanız, her seferinde bir umut girişmiş ama işler yolunda gitmemiş lakin gel de anlat hadi ordakilere.
Bir ara dedim ki, neden bu insanlar eş dost çevresinden araştırmıyorlar da, bilmem kaç milyon kişinin önünde komik sorular ve cevaplarla birini tanımaya uğraşıyorlar. Düşünsenize, yeni tanışan iki insan başbaşa bile olsa ne kadar heyecanlanır, dili dolanır, elleri titrer…Normal. Bir de bunu milyonlarca kişi izlerken yapıyorsun. Neden ve nasıl? Çevreni sarmış onca meraklı ve manalı bakan göz de cabası. Yok ben bir cevap bulamadım buna.
Yalnız kızdığım bir şey varsa o da henüz onsekiz, yirmi yaşlarında gençler gelmiyor mu oraya. Onları alıp şöyle kızılcık sopasıyla akıllarını başlarına getirmeyi ne çok istedim; ki ömründe bir karıncayı incitmemiş olan ben. Sen orada ne arıyorsun be insan? Hangi ara koca ya da kadın aradın da bulamadın ve şartlar seni oraya sürükledi? Sana bu yaşta umudunu kaybettirip stüdyolara koşturan ne? Enerji ve umut deposu olman gereken bu yaşında, her yüzüne kapı kapandığında başka kapıyı çalacağın yerde, evlilik gibi yükü ağır bir işe kalkışmadan önce ekmek paramı nerden çıkarsam arayışına gireceğin yerde, taşı sıkıp suyunu çıkaracağın yerde orda işin ne? Senin derdin ne? Yazık, bütün ümitleri tükenmiş, yorulmuş yavrucağız. Oradaki yetmişlik delikanlılardan da utanmıyorlar.
Azıcık durup düşünmekten zarar gelmez, niye burdayım, başka ne yapabilirim, komşunun kızı ya da oğlu bana neden yeterli gelmedi de iki dakikada tanıdığım insanla aynı evde yaşamayı göze alıyorum?
Yok yok, bu böyle olmayacak. İş güç yok diye evlilik programlarına sarmak benim aklıma zarar. Ben şu ilanları beşinci defa tarayayım da belli olmaz, sıkılacak bir taş bulurum belki. Bugün olmazsa yarın bulurum, benim hala umudum var.

PARA VE BAŞARI

burakbakacak | 26 January 2011 19:21

Hayatımızda önemli bir yere sahip olan “Para” ve “Başarı” kavramları arasında nasıl bir ilişki var?
Hayatta hep parası olan insanlar mı başarılı olur diye sormadan edemiyoruz kendi kendimize. Paranın her şeye etki ettiği bu dönemlerde insanın başarılı olması gerçekten kolay bir iş değil.
Basında Başarılı olarak gösterilen insanların belli bir seviyenin üstünde yaşam standartlarının olması yani zengin olması insanları “Parası olan başarılı olur” çıkarımına yöneltiyor.

e-posta yazım kuralları

MollaFettah | 25 January 2011 18:17

e-posta ya da İngilizcesi ile e-mail, Türkçe’de elektronik ileti anlamına gelir. TDK da e-mail’e karşılık “elmek” sözcüğünü önermiştir, fakat pek rağbet görmemiştir. İnternet vasıtasıyla gönderilen e-postalara yazı, resim ve çoklu ortam ekleyip hızlı bir şekilde alıcıya ulaştırabiliyoruz. E-posta hizmetini ücretsiz ve kaliteli veren birçok yer mevcut.

gmail
gmail

21.Yüzyılda Biz Nerdeyiz ?

cilo6 | 19 December 2010 19:37

Üzerinde yaşadığımız bu topraklar medeniyetin doğuşuna tanıklık etmiş topraklardır. Tarihte geçmişe yolculuk yaptığımız zaman, bilim, sanat ve kültürel bakımdan Anadolu ve uzantısı Güneydoğu medeniyetin ilk oluştuğu ve geliştiği topraklar olarak bilinir. Bizler çok şanslı insanlarız, medeniyetin temellerinin atıldığı bir bölgede yaşıyoruz,fakat bu günlere dönüp baktığımızda biz neredeyiz, bu yüzyılın neresindeyiz ?
Batı toplumu (Avrupa ve Amerika), teknik bakımdan çok ilerdeler ve bu yüzyılın gelişimini gerektiği gibi yaşıyorlar. Bizler ne yapıyoruz, tekniğin neresindeyiz, hangi tür gelişimlere katkıda bulunduk, bilimsel araştırma,çevre bilinci, canlılara karşı sorumluluklar ve insanlara hizmet verme bakımından ne derece yeterliyiz ?
Bana göre biz yerimizde sayıyoruz, bunun nedenini araştırdığımızda karşımıza, bir türlü çözemediğimiz EĞİTİM sorunu çıkmaktadır. Eğitim derken hem bilimsel ve teknik eğitim, hem de insan eğitimi anlamında belirtmek istiyorum.
Güncel bir işiniz vardır,herhangi bir devlet dairesine gidersiniz, sorununuzu anlatırsınız, çözüm ararsınız, ilgili kişiler sizi dinler ve tamam hallederiz derler ama sorunların çok az bir kısmı çözüme ulaşır gerisi kalır. Belediyelere gidersiniz, oturduğunuz sokakta bir sorun vardır,anlatırsınız fakat bir türlü çözüm bulamazsınız.

BİRLİKTE KURTULACAĞIZ

takyon | 09 December 2010 17:17

Sabırsızlıkla beklediğim bir gün vardı; doğum günüm. O yıl özellikle çok heyecanlıydım. Onsekizimi bitirecek, reşit olacaktım. Mutlaka bir önemi vardı bunun, öyle olmasa büyükler hep şöyle der miydi:
“Sus, karışma sen, hele bir reşit ol, o zaman bakarız”
Bu “bakarız” kısmını pek anlamasam da reşit olmanın tam bağımsızlık anlamına gelmediğini anlatıyor gibiydi. Yine de reşit kelimesi bir mıknatıs gibi çekiyordu beni.
İşte o gün geliyordu. Birkaç gün sonra reşit olacaktım. Sanki bir sınırın öbür tarafına geçmek gibi… Aniden zengin olmak gibi…Uzaya çıkmak gibi…Evet evet çok önemli birşeydi o.
Üniversitede ilk yılım bitmek üzereydi. Lisenin katı disiplininden sonra başımı döndüren bir rahatlık vardı üniversitede. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Derse girmesem kimse kızmıyor, çıksam kimse kızmıyor, hiç uğramasam umurlarında değil. Bir keresinde beşyüz kişilik anfide ders başlayalı onbeş dakika olmuş; içeri girdim. Hocam olan profesör kadıncağız arkası dönük anlatmaya devam ediyordu. Aradan beş dakika geçti ki acıktığımı hissettim, kahvaltı da yapmamıştım. Çıkıp bir güzel sınıftan, simit aldım, girdim anfiye, yedim üstelik simidi. Sonradan kendime kızdım gerçi. “Yahu şartlar müsait olabilir sen niye fırsatçılık yapıyorsun”. Tabii anfinin iki kapısı olması da sağlıyordu bu rahatlığı, yani öyle her sınıfa gir çık yapmak zordu. Olsun elimizdekiyle de gayet mutluyduk biz yeni yetmeler. Hem sonra, sınav sonuçları panoya asılıyor, öyle bütün sınıf kaç aldığını duyup pis pis bakmıyor. Böyle bir rahatlığın tadını alınca üstüne bir de reşit olursam kimbilir ne özgürlükler beni bekliyor diye seviniyordum. Hani bir ilacı sık sık alınca eşiğin artar, dozu artırırsın ya, reşit olunca da evde bana kimse karışamayacaktı, yasalar öyle diyordu, ne istersem yapabilirdim. Hayır, bunları duysalar, zannedecekler ki inceden inceye plan yapmışım; onsekiz bitince yapacaklarımın listesi şudur diye.