bildirgec.org

ikinci dünya savaşı hakkında tüm yazılar

İkinci Dünya Savaşı

gkhaslan | 12 March 2011 20:37

İkinci Dünya Savaşı 20. yüzyılda tüm dünyada gerçekleşen iki büyük savaştan biridir. Bu savaş dünyanın her köşesine yansımış ve birçok ülke bu savaşa girmiş ya da girmek zorunda kalmıştır. Kendini bu savaştan ve savaşın zararlarından kurtaran ülke sayısı çok azdır. İkinci Dünya Savaşı 6 yıl sürmüştür. Savaşın başlama tarihi de 1 Eylül 1939 olarak bilinmektedir.
İkinci Dünya Savaşının başlama sebebi Almanya’nın Polonya’ya saldırısı olmuştur. Alman lider Adolf Hitler 1933 yılında iktidara gelmiştir. Almanya bu dönem ciddi sıkıntılar içindeydi. Ekonomik sıkıntılar enflasyon ve işsizlik olarak kendini gösteriyordu. Versay Anlaşmasının Almanya üzerinde birçok kısıtlayıcı maddeleri vardı.

The English Patient (1996)

inanck | 14 November 2010 11:45

Savaşlar, geride bıraktıkları acılar, felaketlerle içine geçmiş büyük aşklar beyaz perdenin sıklıkla işlediği bir tema olagelmiştir.

1996 yapımı, yönetmenliğini Anthony Minghella’nın üstlendiği “The English Patient” bu temayı başarıyla beyaz perdeye taşımış 9 Oscar’lı olağanüstü bir film.

Kuzey Afrika çöllerine düşen bir uçaktan ağır yanıklarla kurtulan Kont Laszlo de Almasy’nin (R.Fiennes) tedavi amacıyla yollandığı İtalya’da gözlerini açmasıyla başlar film. Ölümcül yaralarına rağmen müttefik kuvvetlerle beraber başka bir bölgeye nakledilen hasta, kendisiyle ilgilenen hemşire Hana’nın (J.Binoche) ısrarıyla yol üzerinde yıkık dökük bir kiliseye yerleştirilerek Hana’ya emanet edilir.

Hikayeye bu sırada katılan Caravaggio (W.Defoe)’nun kendileriyle aynı viraneye sığınmasından sonra “hasta” nın belleği de ağır ağır yerine gelecektir.

Sevdiklerini bir bir kaybetmiş Hana (Juliette Binoche), bu esnada tanıyacağı Kip (N.Andrews) ile yeni bir umuda tutunurken, izleyici de Kont Almasy’nin kimi zaman canlanan belleğinde gizlenmiş yasak bir aşk hikayesine tanıklık etmeye başlar.

Nuit et brouillard (Gece ve Sis) (1955)

gorcun | 29 July 2010 17:11

Nuit et brouillard, 1955 yılında çekilmiş 30 dakikalık kısa belgesel filminin orijinal adı. Türkçe’de Gece ve Sis anlamına gelmektedir. Filme adını veren bu kelimeler de Almanların II. Dünya Savaşında direnişçilere karşı uyguladıkları operasyonın adından geliyor. “Nacht und Nebel” adını verdikleri operasyonda gece yarısı evlerinden alınan Nazi karşıtları sorgulanmak üzere toplama kamplarına gönderiliyorlardı. Daha sonra bu kavram Nazilerin toplu yok etme planlarının bir simgesine dönüştü.

“Nuit et brouillard”, Fransız yönetmen Alain Resnais tarafından yönetilmiş çarpıcı ve şok edici görüntülerle dolu II. Dünya Savaşında gerçekleştirilen soykırımın adeta canlı bir kanıtı. Toplama kamplarından kurtulmuş olan yazar Jean Cayrol ve besteci Hanns Eisler’in de yapım ekibinde bulunması belgeseli daha da etkili kılan unsurlar arasında. Belgeselde renkli çekilmiş Auschwitz ve Majdanek’te bulunan toplama kamplarındaki görüntülerin yanı sıra arşivden alınmış siyah-beyaz video ve fotoğraflarda mevcut.

Uzaktaki Köprü

warlamb | 30 June 2010 17:00

Yıllar evvel pazar sabahları, Voltran’ın hemen ardından yayına giren western ve savaş filmlerinin en heyecanlılarından birisi “A Bridge Too Far“. 6 Haziran 1944’ün ardından başlayan müttefik ilerleyişi, ne yazık ki ikmal yollarının uzaması neticesinde duraklamıştır. Bu durumda savaşı daha kısa sürede bitirebilmek ve Almanya’yı işgal edebilmek için, çılgınca denebilecek bir manevrayla “Pazar Yeri Operasyonu” (Operation: Market Garden) başlatılır.
Plan gereği 35.000 müttefik paraşütçüsü, Alman hatlarının gerisine, Hollanda’ya indirilecek; bu birlikler köprübaşlarını tutacak ve zırhlı mekanize birliklerinin geçişine imkan tanıyacaktır. Ancak yanlış zamanlama, gelen istihbaratların iyi değerlendirilmemesi, beklenenden üstün Alman mukavemeti ve en önemlisi müttefik generallerinin başarıdan en fazla nemayı alma gayretleri neticesinde operasyon hayal kırıklığı yaratır. Arnhem Köprüsü sonunda ele geçirilir, ancak müttefiklerin verdiği kayıplar inanılmaz boyuttadır.
Film inanılmaz oyuncu kadrosu (Gene Hackman, James Caan, Sean Connery, Anthony Hopkins, Michael Caine…) ile dönemin yıldızlar geçidi gibidir. Aynı zamanda yönetmen Richard Attenborough; kostüm, mekan, techizat vb konularda hiç taviz vermemiş, dönemin atmosferini en iyi şekliyle izleyiciye yansıtmıştır.
Savaş filmleri içerisinde gerek konusu, gerekse de oyuncu performansı açısından incelendiğinde çok önemli bir yeri olan bu film mutlaka izlenmesi gerekenler listenizde yer almalıdır.

1940’lı Yıllar… Yüz Karası Yıllar…

HBOZTOPRAK | 24 June 2010 14:57

İkinci Dünya Savaşı adı her geçtiğinde, hep Hitlerin canavarlığı ve Yahudilerin yaşadığı dram akıllara gelir. Ama en az bunun kadar bilinmesi gereken de; Stalinin canavarlığı ve Türkler’in yaşadığı dramdır. Bu yazı; bir yandan Nazi, diğer yandan Sovyet faşizmi arasında kalmış, çaresiz ve umutsuz dış Türkleri anmak ve 1940’lı yılların Türkiye’sinin bu insanlara bakışını sorgulamak için kaleme alınmıştır.

Her ne kadar Türkiye bu savaşa fiilen dahil olmasa da Kırım, İdil-Ural, Türkistan, Kafkas Türkleri, gözü dönmüş Stalin tarafından savaşın tam ortasına itildiler. Savaşa katılan Türk sayısı tam olarak bilinmemekle beraber, kimi kaynaklarda yarım milyon kimi kaynaklarda ise bir kaç milyon olarak telaffuz edilmektedir.

Lanetli gemi STRUMA… Hayalet yolcular anlatıyor.

hayalicindegecti | 17 May 2010 10:22

İkinci Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllar. Romanya, faşist rejim, ırkçı yasalar. Yahudilerin lanetlenişi. Ard arda yaşanan Yahudi toplu katliamları.
Zengin Yahudiler için planlanan bir gizli bir kaçış harekatı. Büyük paralara satılan 790 bilet. İlk durağı İstanbul, son durağı Hayfa olarak ilan edilen pahalı ölüm yolculuğunun sonuçlanmayan öyküsü.
Hayalet yolcuların anlatımı:
O gün hava buz gibiydi. Aralık ayının tam ortasındaydık çünkü. Hepimiz o, meşum gemiye birbirimizi neredeyse ezerek binmiştik. Yavaş yavaş karadan açılıyorduk. Bize el sallayanlar artık görünmüyordu. Köstence çok uzaklarda kaldı.
-Gemide ilk gün hepimiz o kadar sevinçliydik ki . O yıllarda bizler “diğerlerine göre” adeta “lanetliydik” ya, pasaportlarımız sanki “Yahudi” olduğumuzu gösteren birer utanç belgesiydi.
-O buz gibi güvertede ve leş kokan alçak tavanlı kamaralarda 769 yolcuyduk. Hepimizden tam bin dolar almışlardı geminin işletmecileri.
-Amacımız büyük Nazi zulmünün yaşandığı Romanya’dan kaçıp kurtulmaktı. Önce İstanbul’a ulaşacak, sonra Filistin’e varacaktık.
-Kutsal topraklara eriştiğimizde ise özgür, mutlu, huzurlu ve de en önemlisi Yahudi olduğumuzu saklamadan, bundan hiç utanmadan yaşayacaktık.
Romanya’nın Köstence Limanından 12 Aralık 1941 günü Karadeniz’in buz gibi sularına açılan gemide önce sevinç çığlıkları duyulmuştu. Lanetli gemi STRUMA Nazi zulmünden kaçan Yahudileri taşıyordu ve bu 769 yolcu, İkinci Dünya Savaşının zorlu koşullarında para bulup da kapağı kurtuluş gemisine atabildikleri için şanslı sayıyorlardı kendilerini.
Panama bandıralı 46 metrelik STRUMA aslında yolcu gemisi değildi, İngiltere’de yat olarak tasarlanmış, yıllarca kullanıldıktan sonra köhneleşip, çaptan düşünce de Tuna nehrinde sığır taşımacılığında kullanılmaya başlanmıştı. Uyanık, paragöz girişimciler Konfino ve Pandelis tarafından Romanya’da Yahudilere pazarlanması hiç de güç olmadı.
Aralarında iyi yetişmiş meslek sahibi pek çoğunun da bulunduğu yolcuların amacı, faşist Romanya’daki Nazi zulmünden kaçıp, “kutsal topraklar”a, Filistin’e ulaşabilmekti. Dönemin koşullarına gore çok büyük paraydı STRUMA için ödedikleri bin dolarlık ücret.
Ne ki, Köstence limanında büyük bir şokla karşılaştılar, çünkü kendilerine gösterilen fotoğraflarda Queen Elizabeth’ten farksız duran gemi, kırık dökük, derme çatma simsiyah bir mavna olarak karşılarında duruyordu.

Uyanık işletmeci, Pandelis Yahudilerin rıhtımdaki itirazlarına akıllıca karşılıklar verdi:
Bunca Yahudiyi Romen topraklarından çıkarmak, kaçırmak kolay mı sanıyorsunuz? Gizli bir plan hazırladık, asıl gemi 5-10 mil açıkta. Çok acele hareket etmemiz gerekiyor, aksi taktirde Nazilerin baskınına uğrayabiliriz.Kararınızı derhal verin.

Hiroşima Sevgilim: MARGUERITE DURAS

queennothing | 26 March 2009 12:39

Birinci Dünya Savaşı, başlangıç sinyallerini verirken Çinhindi’ne (Hindiçin) atanan öğretmen çift, savaşın resmi olarak başladığı 1914 yılında üçüncü çocukları Marguerite‘ye sahip oldu. Yeni doğan Marguerite ve diğer iki oğlan çocuğu Paulo ve Pierre ile gönüllü olarak yaşadıkları Vietnam‘ın en büyük şehri Hi Şo Ming (Saygon) komşularından Gia Dinh‘te matematik öğretmeni baba ve Fransızca öğretmeni anne, çocuklarının; özellikle Marguerite‘nin uyum sorunlarıyla baş etmek zorunda kalacaktı.

Hastalıklı gibi görünen beyaz teni, siyah saçları ve mavi gözleriyle bir ‘yabancı’ olaran Marguerite, diğer çocuklar gibi davranmayı, onların dilinde şarkı söylemeyi, hatta düzenli olarak kiliseye gidip dua etmeyi öğrense de, O’nda hep çok sevdiği babasının bile ulaşamadığı ‘dokunulmaz bir yabancılık‘ olacaktı.
Yokluk, yoklukla gelen açlık, korku ve kanla bulanan savaşın en çirkin sahneleriyle yüzyüze kalan Marguerite‘nin, annesiyle kurduğu ‘normal‘ ilişkisi, babasıyla düzenlediği piyano geceleri ve sevmeye başladığı dış görünüşü; 10. yaşına geldiğinde babasını dizanteriden kaybetmesini, içinde sakladığı bir ‘trajedi‘ olarak nitelendirmesine engel olamayacaktı.
Babasız kalan üç çocukla Fransa‘ya dönen anne, ailesinin de desteğiyle, çocuklarına bakabilmek için öğretmenlik yapmaya Paris‘te devam eder. 2 yıl Fransa‘da kaldıktan sonra 1928 yılında Kamboçya‘ya tayini çıkan anne, çocuklarıyla birlikte ailesinin yanından ayrılır.

Varlık Vergisi

admin | 26 February 2009 13:25

Varlık Vergisi; şimdilerde kimsenin ismini bile bilmediği, ama zamanında bir çok kişinin canını yakmış, hatta onları vatandaşlıklarından bile vazgeçirecek şekilde uygulanmıştır.

Varlık Vergisi, T.B.M.M tarafından 11 Kasım 1942 tarihinde ve 4305 sayılı kanunla konulan olağanüstü servet vergisinin adıdır.

Başlangıçta amaç, savaşı kullanıp zenginlik, yani haksız kazanç elde edenlerden alınması idi. Ama uygulamada azınlıklardan alınan bir vergiye dönüştürüldü. Rum, Ermeni ve Yahudi kökenli atandaşlardan alınan bir vergi haline geldi.

Türk Piramitleri

Max27 | 15 February 2009 17:08

piramit
piramit

Google‘de bir anda karşıma çıkan bu bilgi beni oldukça şaşırttı ve doğal olarak biraz da heycanlandırdı. Bu heyecan ve şaşkınlığım gectikten sonra biraz araştırmaya başladım ve bu bilgileri sizinle paylaşmak istedim.

Çin sınırları içinde bulunan bu piramitleri Türkler’in yaptığı tahmin edilmekteymiş ve bu, batılılar tarafından gizlenip inkar edilmeye çalışılıyormuş. Ama durum daha fazla gizlenememiş ve asıl ilginç olan ise Mısır‘daki piramitlerden daha eski olduğuymuş ki bu doğruysa Mısırlıların piramit inşaat etmesini eski Türk medeniyetlerinden öğrenmiş olma olasılığı ortaya çıkıyor.