bildirgec.org

hikaye hakkında tüm yazılar

kalabalık yazar topluluğundan hikayeler

bakiyyebemolu | 19 February 2007 15:59

sitenin işleyişi şu şekilde: ortada oluşturulacak hikayenin genel hatları var. daha sonra bu hikaye, kullanıcılar tarafından karekterler ve olay örgüsü ile şekillendiriliyor. bu işlemden sonra hikayenin ilk bölümü birkaç alternatif ile kaleme alınıyor. bu alternatifler arasından kullanıcı görüşleri ve oyları ile hikayeye uygun olanı seçiliyor. hikayenin geri kalan kısmı da yine bu şekilde oluşturuluyor.
romanlara katkıda bulunmak için üye olmak gerekiyor. buradan tüm hikayelere ulaşmak mümkün. sitede bilim-kurgu, mizah, dram gibi birçok tür seçeneği var. ayrıca sitede verilen puanlar ile bir de yarışma düzenlenmiş.

Sevgililer Gününün Hikayesini Biliyor musunuz?

safranist | 14 February 2007 15:23

st. valentine
st. valentine

Sevgililer gününün hikayesi şöyledir:

Valentine Roma imparatoru ıı. Cladius zamanında rahiplik yapmaktadır.O dönemde roma imparatorluğu bir çok cephede savaşıyordu. Gaddar Cladius asker bulmakta zorluk çekiyordu çünkü evli erkekler çok sevdikleri ailelerini bırakıp savaşa gitmek istemiyorlardı. Bu sebepdendir ki ıı. Cladius ikinci bir emre kadar süresiz olarak çiftlerin evlenmesini yasaklar ve bu emre karşı gelenlere çok ağır cezalar verir.

Bu durum Rahip Valentine’i çok rahatsız ediyordu çünkü evlilik dışı ilişkiler çoğalmaya başlamıştı. Rahip te bunun önüne geçebilmek için çiftleri gizlice evlendiriyordu. Cladius bunu öğrenince rahibin taşa tutulmasına ve ardından başı kesilerek idam edilmesine karar verdi.

martı

LORDoftheNADA | 14 February 2007 15:07

gökyüzünüzde gördüğünüzü,gökyüzsüzlüğümde görebilseydim keşke...
gökyüzünüzde gördüğünüzü,gökyüzsüzlüğümde görebilseydim keşke…

faydası yok…sadece bir zamanlar olduğum adamın yankısıyım…sadece bir inancım…kendimi tekrardan ibaret günlerle süslüyorum nefes alışlarımı…yarattığım suni günbatışlarında soluyorum mutluluk olduğunu zannettiğim tek kişilik tragedyalarımı…buhran demek istiyorum adına ama yetmiyor..sonra ölüm koyuyorum adını…o da bana ağır geliyor bu sefer..kendi içimde çelişkiye düşüyor ve susup kalıyorum…gün hala batıyor..ben hala gülümsüyorum..ufku aşıyor güneş ve gözlerime bir martının süzülüşü takılıyor…ne bulur ki yazarlar martıda bilmem…iğrenç sesi olan ve çöplükten beslenen bir kuştan nasıl ilham alır ki bir insan? anlamaya çalışıyorum…nasıl olur da binlerce eserde kendinden bahsettirir böylesine aptal bir kuş anlamıyorum…devam ediyor martı süzülmeye..sabit duruyor kanatları…bir tek tüyü bile kıpırdamıyor…ama süzülüyor ve uçuyor…sanki göğün efendisiymiş gibi salınıyor mavi boşluğun içinde…kendime dönüyor namlularım daha sonra…içinde oturduğum kendi mavi boşluğuma bakınıyorum…o uçuyor…kımıldamasada uçuyor…ben duruyorum…yazarlar ve şairler martıları neden sever ki…anlamamazlıktan geliyorum…

Umut Sarıkaya’nın da söyleyecekleri var…

Guitarist | 05 February 2007 00:03

Umut Sarıkaya’nın yazdığı hikayeler çok güldürücü,bir çok kopyası da çıkmaya başladı onun gibi hikayeler yazmaya çalışan. Ben karikaturlerinden çok hikayelerini seviyorum. Absürd komedi diyebiliriz sanırım tarzına.

Benim de söyleyeceklerim var kitabı 8.50 YTL ye satılıyor. Almanızı tavsiye ederim.

Bir örnek;

Aynı Biz burada otuziki erkek gittikçe birbirimize benziyoruz.
Farklı kültürlerden, farklı ailelerden, farklı çevrelerden gelen
kişileriz. Belki hiç istemediğimiz halde sırf ekmek parası için
bir araya geldiğimiz, başka bir ortamda karşılaşsak en ufak bir
muhabbet edemiyebileceğimiz bu adamlarla, bu ailelerimizden,
sevgililerimizden, dostlarımızdan çok gördüğümüz adamlarla sonunda
aynı olup çıktık. Kendimizin de farkında olmadığı yavaşça, sinsice
gelişen bir durumdu bu ama kaçınılmazdı. Olacaktı ve sonunda olacağına
varmıştı. Mimiklerimize, hareketlerimize kadar bile benzemiştik işte
birbirimize. Huy transferi başarıyla gerçekleşmişti. Emrah gibi
gülen, Selçuk gibi şaşıran, Ersin gibi konuşan, Yiğit gibi kızan
birbirinin aynı insanlar dolaşıyordu artık dergi koridorlarında.
Yazın sıcak çalışma gecelerinde yalnız donumuz değildi g.tümüze yapışan,
aynı zamanda dostlarımızdı da kalbimize yapışan… Dedim ya dostlarım
beğenilerimiz de birbirine benzemişti. Hatta şimdi sağlam kafayla
okuduğumda rezalet gibi gelen bir cümle önce yaptığım don-g.t, dost-kalp
benzetmesini yazar yazmaz ben çok beğenmiştim de neşeyle oda arkadaşım
Ersin’e göstermiştim. Tabiki o da beğenmiş ve beni bu benzetmeden dolayı
kutlamıştı beni. “Abi bu ne ya! Ses uyumu var abi bu cümlede şiirsel bir
tad barındırıyor.” diyerek cümleyi tekrar tekrar okuyor ve “mükemmel, mükemmel”
diye övüyordu. Aynı olduğumuz için ne yazık
ki ben de övmeye başladım cümleyi ve boku yedik. Yaman bir paradoks kapısı son
una kadar açıldı. Ben övdükçe, Ersin daha da övüyor, Ersin övdükçe, ben
alıyordum sazı elime. E tabi konu kısıtlı, bizim edebi dağarcık da haliyle az…
Ne kadar mükkemmel olsa da bir cümleyi, bir benzetmeyi ne kadar övebilirsin?
Kelimeler tükendi, cümleler tükendi, övme isteği tükenmedi. Ersin apansız “Umutcuğum
ben kız olsam var ya bu cümleye verirdim be verirdim!” diye haykırdı. Bunun
üzerine duramadım dostlarım duramadım, dur diyemedim deli gönlüme, zaten hava
sıcak olduğu için üstüm çıplak, ortam müsaitti. Aldığım gibi kağıdı elime
göğüslerime sürtmeye başlayıp, anlamsız sesler çıkarmaya başladım. Evet yaptım
bunu. İş iyice amacından sapmış, çığrından çıkmıştı, birinin bizi acilen durdurması
lazımdı. Biz birbirimizin elinden “bak şimdi napıcam, ver bak göstereyim” diye
kağıdı kapmaya çalışırken içeri diğer oda arkadaşımız Uğur Gürsoy girdi. Uğur
aklı başında, iyi bir hekimlik kariyeri olan ve bunu sürdüren aynı zamanda mizaha
gönül vermiş, naif, duyarlı biriydi. Tek kelime bile etmeden hızlı adımlarla
yanımıza doğru yaklaştı ve ikimize birden sıkı sıkı sarıldı. Uğur nasıl bir
coşkuyla geldiyse zıplayarak sarıldığı için ben dengemi kaybettim ve düşmemek
için geriye doğru bir iki adım attım. Fakat birbirimize çok sıkı sarıldığımız
için bırakamadım da… Odanın içinde yumak halinde bir tur atıp yere düştük.
Yerdeydik ama birbirimize halen sarılıyorduk. Ben bileğimi burktuğum için sinirlendim
ve sebebi o olduğu için Uğur’a “sana nooluyor oğlum ya. Hadi biz burada yıllardır
birlikte olan insanlarız. Benzeşimimizin altında zaman faktörü önemli bir rol oynuyor.
Sana ne oluyor! Daha geleli iki gün oldu, bi dur be adam, bi dur!” diye çıkıştım.
Sarılmasında en ufak bir gevşeme olmadan “ne var abi, ne var? Belki benimkinde de
zaman faktörü rol oynuyor. Sen nerden biliyorsun ki benim iç dünyamı, benim neler
yaşadıklarımı.” diye itiraz etti. Ersin ve benim böyle birşeyin imkansızlığı
konusundaki ısrarlı tutumumuz karşısında Uğur daha fazla direnemedi ve “eksik
kalmayayım istedim lan! Seslerinizi duyup da tee tuvaletten koşup geldim. Hata mı
ettim, Ayıp mı ettim!” diye gözyaşları eşliğinde yüreğini açtı. “Aha samimiyet,
işte samimiyet” diyip hemen sevdik Uğur’u. Uğur’a bir kaç kişisel özelliğini,
prensibini anlattırdık, sağolsun kırmadı anlattı hemen o özellikleri, prensipleri
benimsedik. Evet artık o da bize benzemişti. Bileğimin ağrısı hat safhaya varmıştı
. Ayak sağlığım açısında bir yere uzanmam lazımdı. Odadaki şezlong parçapincik
olduğundan en yakın şezlonga gitmeliydim. Ama bir yandan da bu sevgi yumağından da
vazgeçemiyordum. Resmen ikircikli duygular yaşıyordum. Duygu dünyam ile Fiziki
dünyam arasında bir tercih söz konusuydu. Kararımı verdim.Uygun bir dille beni
en yakın şezlonga, Memo’nun odasındaki şezlonga götürmelerini söyledim ama yumağın
duygusal dünyamdaki öneminden de bahsettim. Yumak halinde ayağa kalkıp, koridoru
arşınlayarak Memo’nun odasına girdik. Kahretsinki Memo fütursuzca uyuyordu, dürttük
olmadı, bağırdık tınmadı. Ersin “Bunun uyanacağı yok Umutcuğum, sen şöyle yanına
uzanıver, dinlen biraz” dedi. “Ya siz?” diyebildim sadece, sustular. Yavaşça
uzandırdılar beni Memo’nun yanına. “Abi gelin yer var burda, sığışırız. Bozmayalım
yumağı” dediysem de gelmediler. Tam kapıdan çıkarlarken “Ersin! Uğur!” diye
seslendim, dönüp baktılar. “Sağolun” dedim, başlarıyla onaylayıp çıktılar. Bundan
sonra olanları ben uyuduğum için sonradan Ersin ve Uğur’un anlattıklarından
biliyorum. Bu ikisi sarılarak Emrah’ın yanına gitmişler ve ona da sarılmaya çalışmışlar.
Emrah tersleyince onu kıskandırmak için hemen yanındaki Hakan’a sarılmışlar. Ama
Hakan kemikli bir yapıya sahip olduğu için gerekli randımanı alamamışlar canları
çok yanmış, zaten Emrah da bu durumu kıskamamış hiç, bırakmışlar Hakan’ı. Bir müddet
sonra Emrah bu ikisini çekmiş kenara bu hallerini sormuş. Ersin benim yazının ilk
paragrafını daha önce okuduğu için aynen tekrarlamış. Emrah “hassiktrin oradan” diye
karşılık vermiş ve böyle birşey olmadığını bunun tamamen biz üçümüzün kişiliksizliğinden
kaynaklandığını bizden başka kimsede böyle bir hissin olmadığını kaba bir dille bir
bir anlatmış. Onlar da halen inandıklarından kendi doğrularına, kendi doğruları gereği
Emrah’la aynı düşüncelere sahip olduklarını söylemişler. Bütün bunları ben uyanınca
duydum. Ben de Emrah’a hak verdim. Diğer ikisine söylemedim ama ben Emrah’a çok hak
verdim. Eve gidip bütün bunları tek tek düşündüm. Dergi insanlarını tek tek gözden
geçirdim. Büyük çoğunluğunun mutsuz, umduklarına hiçbir zaman kavuşamamış, yeterli
maddi birikime ulaşamamış, ilişkilerinde pürüzler olan, ortayaş bunalımındaki insanlar
kümesi olduğuna karar verdim. Ve asıl gailemin onlara benzemek değil, tam aksine onlara
zerre benzememek olması gerektiğine karar verdim. Kısa bir matematiksel hesapla pürüzlü
bir ilişki ve maddi birikim yoksunluğunun koca bir ortayaş bunalımına davetiye çıkardığını
gördüm. Birikim yapmak için harcamamda çeşitli kısıtlamalara girmeliydim. Ve “Bundan
sonra evden ekmek arası yapıp götürücem lan. Dışarda yemek yemek sarstı bütçemi”
diyerek girdim. Sarelleli ekmek aramı yapıp bir poşete koydum, dergiye gitmek için
yola çıktım. Dergiye giderken Uğur’a uğradım durumu anlattım o da ekmek arası yaptı.
Ersin’e de anlatacaktık ama evi çok uzak olduğu için otobüs parasına kıyıp, gidip
anlatamadık. Beraber elimizde poşetlerle yola düştük. Bütçeyi sağlama almıştık ama
ya pürüzsüz ilişki. Bırakın pürüzsüzü pürüzlü bir ilişkimiz bile yoktu ikimizin de.
Hemen kız arkadaş edinebilmek için dergi yerine bir bara gittik. İkimiz de garsonların
uyarmasından çekinerek çıkarıp ekmek aralarımızı yiyemediğimiz için bütün paramızla
aç karna bira içip, aynı kızı kestik. Bar kapanıp istiklal caddesinde elimizde poşetlerle
yürürken “Uğur oğlum biz var ya vallaha da billaha da o kızı yerdik” dedim.

Büyümeyen Çocuk Peter Pan ve James Matthew Barrie

qtarantino | 01 February 2007 15:46

James Matthew Barrie’nin gerçek hayat hikayesini konu alan “Finding Neverland” filmini izledikten sonra başladı merakım. Yazarı canlandıran Johnny Depp’in üstün oyunculuğundan mı, yoksa yazarın içler acısı evlilik hayatı ve mutsuzluğundan mı bilmiyorum kendimi J.M. Barrie’nin hayatını araştırırken buldum. Dipnot olarak belirteyim “Finding Neverland” filmi yazarın Peter Pan eserini yarattığı dönemi birebir anlatıyor…

Yarattığı Peter Pan karakteri yazarın adının önüne geçmiş durumda, pek çoğumuz Peter Pan’ın en azından ismini duymuşuzdur, ama benim bilmediğim ne kadar çok detay varmış…
Peter Pan, J.M. Barrie’nin (1860–1937) dünya çocuk klasikleri arasındaki, en çok satanlar listesinin ilk sıralarındaki kitabının, “haşarı” ve “ukala” karakteridir.

Çocuk klasikleri dediğime bakmayın ben 29’lu yaşlarımda okudum bu eseri…
Çok kısa özetle Peter Pan, “’Varolmayan Ülke” adındaki küçük bir adada, üzerlerine peri tozu serperek uçmayı öğrettiği kayıp çocuklarla birlikte, türlü maceralara atılan, korsanlarla kapışacak kadar yürekli, büyümek istemeyen bir çocuktur. Devamını kitaptan okuma zevkinden sizi mahrum etmemek için susuyorum.
Yazarın vasiyetiyle, Peter Pan isminden elde edilen ve edilecek tüm gelir Londra’daki hasta çocukların iyileştirilmesi için onlara medikal ve tıbbi yardım sağlayan Great Ormond Street Hospital’e (G.O.S.H.) bağışlanmış.
G.O.S.H., 2004 yılında dünya çapında bir yarışma düzenleyip Peter Pan’ı yaşatmaya karar verir ve yarışmaya katılan iki yüzün üzerindeki başvuru içinden Geraldine McGaughrean’ın kaleme aldığı “Peter Pan Define Avında” isimli eser birinciliğe layık görülür ve birçok dile çevrilerek, basılır.
Ben bu kitabı da alarak okudum, şahsen ilk kitabın tadını bulamadığımı söylemek zorundayım, ama güzel olan Peter Pan’ın yeni macerasına ait satılan tüm ürünlerden elde edilen kârın da Great Ormond Street Hospital yararına kullanılacak olması.
J.M. Barrie’nin yazdığı orjinal ilk kitaptan en hoşuma giden bir anektodla bitereceğim lafımı;
“Yeni doğan bir bebek ilk kez güldüğünde, gülüşü kırılıp bin parçaya bölünmüş ve hepsi zıplaya zıplaya etrafa dağılıp gitmiş. Periler böyle doğmuş işte, şimdiki çocuklar çok şey biliyor ve çok geçmeden perilere inanmaz oluyorlar. Ne zaman bir çocuk ‘perilere inanmam’ dese, bir yerlerde bir peri düşüp ölüverir”
Berry bu dokunaklı anlatımı ve sınırsız hayal gücü ile beni etkiledi doğrusu…

bir profesörün hikayesi

linnux | 30 January 2007 15:12

Gözlerini açtı.
İşte bir sabah daha!
Dolu dolu yaşanacak bir gün daha.
Her zamanki gibi erken kalkmıştı yine.

Gülümsedi.
Kalktı, ilk iş olarak pencereye doğru yürüdü.
Cama hohlayıp sildi.
Şöylece baktı dışarı. Güneşin pırıltılarını seyretti.
Gülümsemesi arttı.

Konuşmaya başladı kendi kendine.
“Eyy güneş! canlılığın kaynağı,
bize hayat veren güneş!
Nasılsın?
Gülümsemeni hiç eksik etme bizden.”

Çok iyimser bir insandı Cevdet bey.
Çok gülen, çok neşeli, hayat dolu kıpır kıpır biriydi.
Erdemli birisiydi.
Hayatını bilime, üretmeye, eğitime adamış biriydi.
-Boş zaman- sözcüğü, onun için en büyük küfürdü.
Gününün çoğunu kitaplarla, gazetelerle geçirirdi,
çok okurdu.

Saçmalayan bir kız

darjeeling | 30 January 2007 00:02

Bir oyuncak, bir çikolata, bir bardak kahve, bir mektup, mektup içinde yine çikolatalar.. Yarım saat içinde birine tüm bunları verebilirsiniz. Dolmuşa atlayıp, son bir kez bile ona dönüp bakmadan, çekip gidebilirsiniz onun ruhsuz hareketleri sonucu. Eve gidince alacağınız sıcacık duş vardır aklınızda, hani onun istese de alamayacağı..Bir çay demlemeyi düşünürsünüz,yanında çekirdek çitletmek..Psikopat parçalardan birini açıp, aynı zamanda aynı ruhsuz oranda televizyona bakmak, hani onun evinde şuan elektrikler kesik olduğu için istese de yapamayacağı… Onun yapamayacağı ama sizin yapabileceğiniz her pis durumu kurarsınız kafanızda. Yarın iş olmasına rağmen gerekirse sabaha kadar bilgisayarda vakit geçirmek gibi. Ya da yorganın altında ısınmaya ihtiyaç duymadan sobanın dibinde kedi gibi kıvrılmak ve uyuyakalmak.İlk defa sadistçe davranmak istersiniz çok sevdiğiniz adama, ve ne yazık ki bunlar sadece düşüncede kalır çünkü adam belki de bunlarsız bile mutludur. Sizin ona verdiğiniz mektubu açmış, tenezzül edip okumuş, bir kenara atmış, çikolataları mideye indiriyor olabilir. Ve siz saçma sapan hayallerinizle ‘sadistim ben’ çığlıklarını boşuna atıyorsunuzdur belkide yatağına yatmış, çoktan uykuya dalmış ve sizin umursadıklarınızdan habersiz erkeğinize karşı..

Urbis: yazan yazana

mstkurt | 18 January 2007 11:45

urbis amatör yazarların(belki profesyoneller de vardır :)) yazı yazabildikleri ve kullanıcıların da bunu eleştirdikleri bir sosyal ağ sitesi. yazdığınız her yazıdan 2 kelime başına 1 kredi, yazılara yaptığınız her eleştiriden de 20 kelime başına 1 kredi kazanıyorsunuz. daha fazla inceleme için judging books without covers yazısına zıplayalım.

Hey,Sen,Sıcaklığını ezberlediğim adam!Kaçma benden!

darjeeling | 15 January 2007 23:14

Yine görüştük.Hayır,ayrılmamıştık.Hiç ayrılmadık.Bu lafı çok ettik ama gerçekleştirmedik.Biz sadece tekrar görüştük.Görüştüğümüzde yine bana bir şeyler oldu.Aslında hep olan şey oldu.Kalbim kulağımın dibinde attı.Saydım:1,2,3..Onu görür görmez heyecanlandım,vücudumdan heryere bir enerji saçılmaya başladı.Gözlerim parlıyordu biliyorum,söylemesine gerek yoktu.Kendi dilimi güzel konuşamaz oldum,bazen kekeledim.Gözlerine daldım, gözlerine her bakışımda ağladım.Ona olan sevgim beni hep ağlattı.Zannetmeyin mutsuzluktan.Bir insanın yüzünün gözünün güzelliğine bakmaktan ağladığınız oldu mu hiç?Ben sık yaşarım bunu.Sarıldım ona,dokundum.O bana uzak durdu.Sıcaklığını ezberlediğin adamın hissedilen uzaklığıydı bu.Olsun,beni ne vazgeçirebilirdi ki aşkımdan?Ben onu kendi istediğim gibi seviyordum,yanındaydım ya yeterdi.Ellerini tuttum,parmaklarını,tırnaklarına kadar hissettim avuçlarımda.Zarif,güzel elleri vardı.Hep zariftir o.Kayboldum teninde.Yarın yaşayacağı heyecanın mutluluğunu ondan çok yaşadım o bana ruhsuzca herşeyi anlatırken.Yemek yedik.Onunla yemek yemeyi hep sevmişimdir.Sonra beni durağa bıraktı.Az konuştuk.Uzun vedaları sevmez o,ben severim.Ayrıldıktan sonra düşündüm var mı diye,acaba dünyada bir tane daha benim gibi biri var mı diye?1 haftadır birlikte değiliz.1,5 yıl oldu ve ben cicim günlerinden,aylarından daha da aşığım sevdiğim adama.Bu nasıl olabilirdi?Ulu biri değil,ünlü biri değil,tarihe adını yazdırmış biri değil.Ve ben diğer yarımı bulmuş olup kaybetme ihtimalinin korkularını yaşıyorum artık,biliyorum.Belki de evlilik korkuları yaşıyorum içten içe ve itiraf edemiyorum kendime.Bu güzel insanın beni istememe ihtimalini ağzından duymak koymuyor bana,bunun gerçekçiliği korkutuyor beni.Kadın çocuğunun babasını seçer özünde.Bu yüzden bir adama yaklaşır,bu yüzden kadın seçicidir,erkek değildir.Bunları bende bir yerlerden okuyup öğrenmiştim ama bunu hissetmek çok daha başka.
Bana bir zamanlar hayranlık duyan adamın o hayranlığı tekrar duyması için şuan sahip olduğum herşeyi verirdim.Yapabileceğim ise artık sevgimi dozajında yaşamak,onsuz geceleri şarap rengi geceler ilan edip,yüzümdeki gülümsemeyle hissettiğim herşeyi kaleme dökmek.
Sıcaklığını ezberlediğim adam bana bu ezberi unutturamaz.Ayrılsakta unutacakmıyım?Hayır, o yüzden sana sesleniyorum!Sıcaklığını ezbere bildiğim adam, kaçma benden nolur.Şarapları birlikte devirelim…

yol takıntısı

lorienn | 28 December 2006 13:37

YOL TAKINTISI
Otobüsteki yerim cam kenarı. Dua ediyorum yanıma fazla konuşmayan ufak tefek biri düşsün diye. Ama her zamanki gibi yol arkadaşımın istediği olacak gideceğim yere kadar susmadan konuşacak. Ne olur Allahım, ne olur? Şu kuluna bir günde suratsız bir yol arkadaşı nasip eyle! Çok mu abartıyorum acaba? Dur bakayım bir düşünelim. Şimdiye kadar yanımdakiyle hiç konuşmadan yaptığım bir yolculuk var mı? Var tabii canım bir kere olmuştu. Nankörlük yapmayayım.1991 yılı Kasım ayında İstanbul yolculuğumda bir genç kız oturmuştu yanıma. O da selam verip de iki laf ederim diye korkusundan yan oturup ha bire sigara sarıp tüttürmüştü. Derdim mi ne? Efendim, ben dağları dereleri tepeleri seyrede seyrede yolculuk yapmayı sevdim hep. Yol boyunca dışarıda güzel, ilginç olan her şeyi hafızama kaydetmek, kent curcunası ıvır zıvır dertlerden tümden uzaklaşmak değil mi niyetim? Gel gör ki sohbetçi teyzelerim insana dinlenmek için fırsat vermez. Hal hatır faslından sonra merak ediyorlar yol arkadaşlarını doğal olarak. Kimim, neciyim, nereye gidiyorum? Cevap vermeyip onu nasıl üzerim? Surat yapacağım diye söz veririm her seferinde. Bende de var aksaklık, yapamam. Nasıl kırarım karşıdakini? Yolculuğunu nasıl berbat ederim? Bugün şanslı günüm olsun ne olur Allahım! Bir fırsat ver bana… Kendimle baş başa kalayım bu yolculukta ne olur. Şimdi yol arkadaşım bir açar ağzını. Konuştukça depreşir insanın sıkıntısı. Kaç kaçabilirsen…
Yerime oturdum otobüse valizlerini veren, birbiriyle vedalaşan insanlara bakıyorum, gördüğüm her kadın için tahminde bulunmaya çalışıyorum.
-Bu hanım olsa keşke yol arkadaşım. Sakin birine benziyor. Ama yok! Olmadı, bu hanım diğer otobüse yöneldi. Şu mu acaba? Yok yok bu olmasın! Bu biraz şişmanca. Yerleşemez rahat edemez. Üstüme abanır. Ayyy ne sinirim! Kendi kendime problem yaratıyorum?.. Bak! Kendime kızdım yine. Hem böyle şirin toplu insanlar çok neşeli mutlu insanlar gibi geliyor bana. Ne güzel pozitif enerji!
-Evet işte bu! Benim yol arkadaşım bu hanım olmalı. “İnsan sarrafı oldum artık” diyenler gibi, ben de yolcu sarrafı oldum. Bakın, bu teyzeyi genç bir kadın yolcu ediyor. Kızı galiba… A, hanım kızım, anneni dışarıdan yolcu edeceğine bindir otobüse oturt koltuğuna. Anneciğinin yol arkadaşına bir selam ver, anneciğini bir emanet et bari ona. Yok olmaaaazzz!.. öyle alelacele “güle güle, allahaısmarladık” deyip kaçacak. Bak bak… nasıl da bilirim ama.. Gidecek bu gidecek..
Annesi olduğunu tahmin ettiğim teyzemde dayanamıyor genç kadına “hadi evladım sen git bekleme, işe geç kalacaksın” diyor. Kızına düşkün gibi, ona üzülüyor besbelli. Göz nuru bir tanesi kızı. Bak şimdi bu kız çalışıyor üstelik. Allah bilir evlidir bu kızcağız. Çocukları da vardır. Kızcağız koştura koştura mahvoluyordur. Damat da anlayışlı değildir. Bir tanecik kızı da şöyle tüm sıkıntılardan uzaklaşsa bir yolculuğa çıksa, dinlense ne güzel olurdu aslında. Ooofff bu ne ya… hep aynı insanla yolculuk çekilmiyor haa.. Şimdiye kadar yol arkadaşlarımı ezberledim artık. Dur bakayım… Evet, yol arkadaşım olacağını tahmin ettiğim teyzem otobüse biniyor. İnşallah beni de biraz düşünür kızını düşündüğü kadar! Fazla hasar bırakmaz diyorum içimden. İşte yine yanılmadım, teyzecim benim yanımda oturacak. Tombiş, güler yüzlü, çevresine ilgili… Haydi hayırlı yolculuklar…