Umut Sarıkaya’nın yazdığı hikayeler çok güldürücü,bir çok kopyası da çıkmaya başladı onun gibi hikayeler yazmaya çalışan. Ben karikaturlerinden çok hikayelerini seviyorum. Absürd komedi diyebiliriz sanırım tarzına.Benim de söyleyeceklerim var kitabı 8.50 YTL ye satılıyor. Almanızı tavsiye ederim.Bir örnek;Aynı Biz burada otuziki erkek gittikçe birbirimize benziyoruz.Farklı kültürlerden, farklı ailelerden, farklı çevrelerden gelenkişileriz. Belki hiç istemediğimiz halde sırf ekmek parası içinbir araya geldiğimiz, başka bir ortamda karşılaşsak en ufak birmuhabbet edemiyebileceğimiz bu adamlarla, bu ailelerimizden,sevgililerimizden, dostlarımızdan çok gördüğümüz adamlarla sonundaaynı olup çıktık. Kendimizin de farkında olmadığı yavaşça, sinsicegelişen bir durumdu bu ama kaçınılmazdı. Olacaktı ve sonunda olacağınavarmıştı. Mimiklerimize, hareketlerimize kadar bile benzemiştik iştebirbirimize. Huy transferi başarıyla gerçekleşmişti. Emrah gibigülen, Selçuk gibi şaşıran, Ersin gibi konuşan, Yiğit gibi kızanbirbirinin aynı insanlar dolaşıyordu artık dergi koridorlarında.Yazın sıcak çalışma gecelerinde yalnız donumuz değildi g.tümüze yapışan,aynı zamanda dostlarımızdı da kalbimize yapışan… Dedim ya dostlarımbeğenilerimiz de birbirine benzemişti. Hatta şimdi sağlam kafaylaokuduğumda rezalet gibi gelen bir cümle önce yaptığım don-g.t, dost-kalpbenzetmesini yazar yazmaz ben çok beğenmiştim de neşeyle oda arkadaşımErsin’e göstermiştim. Tabiki o da beğenmiş ve beni bu benzetmeden dolayıkutlamıştı beni. “Abi bu ne ya! Ses uyumu var abi bu cümlede şiirsel birtad barındırıyor.” diyerek cümleyi tekrar tekrar okuyor ve “mükemmel, mükemmel”diye övüyordu. Aynı olduğumuz için ne yazıkki ben de övmeye başladım cümleyi ve boku yedik. Yaman bir paradoks kapısı sonuna kadar açıldı. Ben övdükçe, Ersin daha da övüyor, Ersin övdükçe, benalıyordum sazı elime. E tabi konu kısıtlı, bizim edebi dağarcık da haliyle az…Ne kadar mükkemmel olsa da bir cümleyi, bir benzetmeyi ne kadar övebilirsin?Kelimeler tükendi, cümleler tükendi, övme isteği tükenmedi. Ersin apansız “Umutcuğumben kız olsam var ya bu cümleye verirdim be verirdim!” diye haykırdı. Bununüzerine duramadım dostlarım duramadım, dur diyemedim deli gönlüme, zaten havasıcak olduğu için üstüm çıplak, ortam müsaitti. Aldığım gibi kağıdı elimegöğüslerime sürtmeye başlayıp, anlamsız sesler çıkarmaya başladım. Evet yaptımbunu. İş iyice amacından sapmış, çığrından çıkmıştı, birinin bizi acilen durdurmasılazımdı. Biz birbirimizin elinden “bak şimdi napıcam, ver bak göstereyim” diyekağıdı kapmaya çalışırken içeri diğer oda arkadaşımız Uğur Gürsoy girdi. Uğuraklı başında, iyi bir hekimlik kariyeri olan ve bunu sürdüren aynı zamanda mizahagönül vermiş, naif, duyarlı biriydi. Tek kelime bile etmeden hızlı adımlarlayanımıza doğru yaklaştı ve ikimize birden sıkı sıkı sarıldı. Uğur nasıl bircoşkuyla geldiyse zıplayarak sarıldığı için ben dengemi kaybettim ve düşmemekiçin geriye doğru bir iki adım attım. Fakat birbirimize çok sıkı sarıldığımıziçin bırakamadım da… Odanın içinde yumak halinde bir tur atıp yere düştük.Yerdeydik ama birbirimize halen sarılıyorduk. Ben bileğimi burktuğum için sinirlendimve sebebi o olduğu için Uğur’a “sana nooluyor oğlum ya. Hadi biz burada yıllardırbirlikte olan insanlarız. Benzeşimimizin altında zaman faktörü önemli bir rol oynuyor.Sana ne oluyor! Daha geleli iki gün oldu, bi dur be adam, bi dur!” diye çıkıştım.Sarılmasında en ufak bir gevşeme olmadan “ne var abi, ne var? Belki benimkinde dezaman faktörü rol oynuyor. Sen nerden biliyorsun ki benim iç dünyamı, benim neleryaşadıklarımı.” diye itiraz etti. Ersin ve benim böyle birşeyin imkansızlığıkonusundaki ısrarlı tutumumuz karşısında Uğur daha fazla direnemedi ve “eksikkalmayayım istedim lan! Seslerinizi duyup da tee tuvaletten koşup geldim. Hata mıettim, Ayıp mı ettim!” diye gözyaşları eşliğinde yüreğini açtı. “Aha samimiyet,işte samimiyet” diyip hemen sevdik Uğur’u. Uğur’a bir kaç kişisel özelliğini,prensibini anlattırdık, sağolsun kırmadı anlattı hemen o özellikleri, prensipleribenimsedik. Evet artık o da bize benzemişti. Bileğimin ağrısı hat safhaya varmıştı. Ayak sağlığım açısında bir yere uzanmam lazımdı. Odadaki şezlong parçapincikolduğundan en yakın şezlonga gitmeliydim. Ama bir yandan da bu sevgi yumağından davazgeçemiyordum. Resmen ikircikli duygular yaşıyordum. Duygu dünyam ile Fizikidünyam arasında bir tercih söz konusuydu. Kararımı verdim.Uygun bir dille benien yakın şezlonga, Memo’nun odasındaki şezlonga götürmelerini söyledim ama yumağınduygusal dünyamdaki öneminden de bahsettim. Yumak halinde ayağa kalkıp, koridoruarşınlayarak Memo’nun odasına girdik. Kahretsinki Memo fütursuzca uyuyordu, dürttükolmadı, bağırdık tınmadı. Ersin “Bunun uyanacağı yok Umutcuğum, sen şöyle yanınauzanıver, dinlen biraz” dedi. “Ya siz?” diyebildim sadece, sustular. Yavaşçauzandırdılar beni Memo’nun yanına. “Abi gelin yer var burda, sığışırız. Bozmayalımyumağı” dediysem de gelmediler. Tam kapıdan çıkarlarken “Ersin! Uğur!” diyeseslendim, dönüp baktılar. “Sağolun” dedim, başlarıyla onaylayıp çıktılar. Bundansonra olanları ben uyuduğum için sonradan Ersin ve Uğur’un anlattıklarındanbiliyorum. Bu ikisi sarılarak Emrah’ın yanına gitmişler ve ona da sarılmaya çalışmışlar.Emrah tersleyince onu kıskandırmak için hemen yanındaki Hakan’a sarılmışlar. AmaHakan kemikli bir yapıya sahip olduğu için gerekli randımanı alamamışlar canlarıçok yanmış, zaten Emrah da bu durumu kıskamamış hiç, bırakmışlar Hakan’ı. Bir müddetsonra Emrah bu ikisini çekmiş kenara bu hallerini sormuş. Ersin benim yazının ilkparagrafını daha önce okuduğu için aynen tekrarlamış. Emrah “hassiktrin oradan” diyekarşılık vermiş ve böyle birşey olmadığını bunun tamamen biz üçümüzün kişiliksizliğindenkaynaklandığını bizden başka kimsede böyle bir hissin olmadığını kaba bir dille birbir anlatmış. Onlar da halen inandıklarından kendi doğrularına, kendi doğruları gereğiEmrah’la aynı düşüncelere sahip olduklarını söylemişler. Bütün bunları ben uyanıncaduydum. Ben de Emrah’a hak verdim. Diğer ikisine söylemedim ama ben Emrah’a çok hakverdim. Eve gidip bütün bunları tek tek düşündüm. Dergi insanlarını tek tek gözdengeçirdim. Büyük çoğunluğunun mutsuz, umduklarına hiçbir zaman kavuşamamış, yeterlimaddi birikime ulaşamamış, ilişkilerinde pürüzler olan, ortayaş bunalımındaki insanlarkümesi olduğuna karar verdim. Ve asıl gailemin onlara benzemek değil, tam aksine onlarazerre benzememek olması gerektiğine karar verdim. Kısa bir matematiksel hesapla pürüzlübir ilişki ve maddi birikim yoksunluğunun koca bir ortayaş bunalımına davetiye çıkardığınıgördüm. Birikim yapmak için harcamamda çeşitli kısıtlamalara girmeliydim. Ve “Bundansonra evden ekmek arası yapıp götürücem lan. Dışarda yemek yemek sarstı bütçemi”diyerek girdim. Sarelleli ekmek aramı yapıp bir poşete koydum, dergiye gitmek içinyola çıktım. Dergiye giderken Uğur’a uğradım durumu anlattım o da ekmek arası yaptı.Ersin’e de anlatacaktık ama evi çok uzak olduğu için otobüs parasına kıyıp, gidipanlatamadık. Beraber elimizde poşetlerle yola düştük. Bütçeyi sağlama almıştık amaya pürüzsüz ilişki. Bırakın pürüzsüzü pürüzlü bir ilişkimiz bile yoktu ikimizin de.Hemen kız arkadaş edinebilmek için dergi yerine bir bara gittik. İkimiz de garsonlarınuyarmasından çekinerek çıkarıp ekmek aralarımızı yiyemediğimiz için bütün paramızlaaç karna bira içip, aynı kızı kestik. Bar kapanıp istiklal caddesinde elimizde poşetlerleyürürken “Uğur oğlum biz var ya vallaha da billaha da o kızı yerdik” dedim.