bildirgec.org

geçmiş hakkında tüm yazılar

düşüncelerimi çaldırdım doktor bey!

absence of mind | 16 November 2007 15:16

buyrun sayın g.,nerden dilerseniz başlayın anlatmaya.sizi dinliyorum.
doğrudan konuya girdi.’düşüncelerimi çaldırdım.’
psikolog bölesi bir şikayetle ilk kez karşı karşıya kalıyordu.geliştirilmiş,öğrenilmiş bir tepkisi yoktu.bir süre sustu.
sosyalleşme sürecinde ortak yapılan bir iş mevcut değilse taraflardan birinin konuşması gerektiğini öğreneli yıllar olmuştu g.nin.insanlar birarada sessizce bulunmaktan irite oluyorlardı.konuşması gerekenin kendisi olduğunu biliyordu.lakin konuşmak onun için zorlu bir işti.heteronom konuşma ahlakı edinmiş kimselerin ağzılarından çıkan her söze kendi hakikatleriymişcesine bağlılığı onu tiksindiriyordu.riyakarlıklarından utanıyordu.düşüncelerini sözsel ya da eylemsel dönüşüme uğratabilse katil ya da kahin olması muhtemeldi.korunmak adına eledi.bütün çer-çöpü kendisi yuttu,incelikli sözlerini buluşturdu kulaklarla.şimdi olan biteni anlatması gerekiyordu.terliyordu bir yandan.
‘bakın doktor bey.ben konuşmayı pek sevmem.küçüklüğümden bu yana az konuşan bir kimseyim.evde ailem,dışarıda öğretmenlerim ve arkadaşlarım bu suskunluğumu bozmak adına bir oldular.hepsinin benden almak istedikleri birşey vardı.küçük bir çocukken bunu anlamakta zorlanıyordum.şimdi herşeyin nedenini anlıyorum.düşüncelerimi çaldılar.’
‘bunu neden yapmış olabililer?’
yok etmek için.sosyalleşme diyorlar bunun adına.insanın sosyal bir varlık olduğu yanılgısıyla hareket ediyorlar’.sustu.içinden konuşmaya devam etti.
ah karıncalarda, arılarda ya da koyunlarda olduğu gibi bunun temel içgüdümüz olduğunu savunuyorlar.bu sayede bir arada tutuyorlar insanlığı,köleleştiriyorlar.illüzyon sahası olmuş hayatlar,kahrolsun ve yaşasın diye bağırmakla meşgul insan evlatları bunu görmüyor.anlatsam ne anlarsın ki sen?
içinden konuşmayı bıraktı,seslice konuşmaya başladı.
‘şimdi buradayım ve size sığınıyorum doktor.bende bana ait bu son düşünceyide benden alın.dinlediğim bütün ağızlar,okuduğum bütün yazarlar uyum içinde vals ederken zihnimde,bu fikrin onlara tezat bir biçimde var olma çabası antikor olup hücrelerimi yiyor.içimde tutunacak çürümemiş tek bir yer kalmadan alın onu benden.’durdu.
‘size yardımcı olabilmek için….’
‘elinizden geleni yapacaksınız.buna inanıyorum’.2666 kez söylendi diye geçirdi aklından.
‘tüm hayatınız boyunca kaç kez söylemiş olduğunuz bir cümle acaba’?diye sordu sevecenlikle.
‘yardım etmek bizim işimiz’
sizin de bir işiniz olsun diye var edilmiş bir yardımcı olmak işi diye düşündü.
‘pek tabi’ dedi güvensizce.
‘sizin güveninizi kazanmak zor olacağa benziyor’
zor,zor,zor..ne zaman sokulmuştu bu kelime insanlık içine?kaç yıllık bir geçmişi olabilirdi.zorun olduğuna inandırdılar önce bizi.zoru aşabilma için güçlü olmamız söylendi sonra.nasıl olacağını bilmiyorduk.birbirimize saldırdık.
‘yok hayır doktor,lütfen böle düşünmeyin.size itaatim sonsuz.lütfen beni iyileştirin’
‘bana biraz kendinizi anlatır mısınız?çocukluğunuzu?’
‘dediğim gibi az konuştuğum için şikayetçi olunan ama bu sayede istediğimden fazla ilgi gören bir çocukluk dönemi geçirdim.’
çocukluğuna döndü.kahrolası saçma oyunlarda yer almadım.önümüze gelene yüz tekme oyununda yerimi hiç bulamadım.önlerini tıkamadığım halde yediğim tekmeler oldu.yine de komin halinde hareket edip tekme atanlardan olmadım.bu oyunu bütün çocuklar bilir.en ücra köşelerdekiler bile.bütün çocuklar aynı oyunları oynar.
‘arkadaşınız var mıydı’.
‘kızlar sessizliğimi hem cinslerime göre daha kolay kabul ettiler.daha çok kız arkadaşlarım vardı’
ah,kadınlar ilk hayatımda varolduklarından bu yana aklımı başımdan aldılar.en kolay onlara teslim oldum.
ve dürbünümü dayayıp kadının diz kapakları arasına
bütün imparatorlukların yıkıldığı yere bakıyorum.
ben kadınlara ne çok gerçeğimi kaptırdım.
doktor söylediklerine kestirme cevaplar verip uzunca süre iç hesaplaşması yapan hastasına daha yakın olmanın yollarını arıyordu.muhim bir soru sordu.
‘düşünceleriniz çalınacak kadar kıymetli midir?onları tekrar yapılandıramaz mıydınız?sizin söylenimizle geri çalamaz mıydınız onları?’
g.yi öfkelendiren bir soru olmuşru bu.öfkesini örttü.
‘hatırlamıyorum.benim olan düşüncelerin niteliklerini hatırlamıyorum.’
hiç unutamadığım şeyler var ama diye düşündü.en sevdiğim sayı altı mıydı sahiden?atatürkün pembe bir köşkü vardı ve kargaları kovalamıştı dayısıyla birlikte.ilkem küçüklerimi korumak büyüklerimi saymak mıydı?ilkeleri küçükleri korumak olmayan bir ailenin evladı olmuşken.canı acıyordu.onu yok eden herkesi yok etmek istedi.eşitliğin iki tarafını denklerse var olabilirdi.zarar verme isteği perçinlenmişti bu soruyla.elbetki önemliydi düşünceleri.onundu çünkü.izolasyon alanına girip onu kendilerine benzetmişlerdi..bu benzerlik ruhunu kirletiyordu.ruhunun akıtılması gereken tortuları vardı.sıcak bir duşu düşledi.
‘bakın sayın g,sanrısal bir yanılgı içindesizin.sizin düşüncelerinizi kimse çalmış olamaz.diğer insanların düşünceleriyle etkileşim içinde onları kendiniz semirtip geliştirdiniz,yeri geldi değiştirdiniz.hiç bir düşüncenin zorla kabulü mümkün değildir.’
zorla değil ki.tekrarla becerdiler bu işi diye geçirdi aklından.kabul edecekti.
‘haklısınız’.
‘biraz telkinle bu işin üstesinden geleceğiz.beni dinleyin.bana kulak verin.’
sözlüğünü aceleyle karıştırıp ‘telkin’ kelimesinin anlamına baktı.telkin:bir duyguyu,bir düşünceyi aşılama.
doğru yerdeydi.
‘peki’ dedi.dinleyecekti.dinle-yerek iyileşecekti.

Hatırlanan Arkadaş

badoer1 | 22 October 2007 17:58

Az önce “bize erkek adam derler” adlı şarkıyı dinlerken, söyleyen kişinin Burak Aydos olduğunu hatırladım. Vay beee. Burak benim ilkokul ve orta 2’ye kadar arkadaşımdı. Orta 2’de konservatuarı kazandı ve okuduğu 2 yılı yakarak konservatuara başladı. Nereden nereye. Burak’la o yıllarda çok yakın arkadaştık. Deyim yerindeyse yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Sonra ayrıldık. Kaybettik birbirimizi. Hangimizin o yıllarda ki arkadaşları duruyor ki…
O yılları hatırlayınca içim bir tuhaf oldu. Boğazım düğümlendi. Düşüncelerim buğulu bir rüya gibi geçmeye başladı gözümün önünden. Ve bizde büyümüştük, kirlenmişti dünya. Kaybolmuştu o saf ve temiz arkadaşlıklar.

Ölümsüzlük Arayışı

uuuucar | 11 October 2007 10:56

Karakterize ettiğim ruhların altında eziliyorum,tüm basitliğimle.basitlikten kasıt bayağılık mıdır?peki bayağılığın kötü olduğunu kim ispatlayabilir bana!basitlik zor mudur,yoksa bir engel mi yada belki de ulaşılması gereken hedef, yaşamın ta kendisidir.bildiğin her şeyin birer çöp olduğunu anladığında bir insan nereye sığınır,bir kütüphane yada milyonlarca kitap arasına sığınmak buna yeterli olabilir mi?hiç olmadı imkanı ölçüsünden gezmek yada her ikisini de yapmak insanın bilgilerini çöp olmaktan kurtarır mı?hadi bir insan her şeyi öğrendi yada bilmesi gerekenleri biliyor diyelim bunlar neye yetecektir?(bilmesi gerekenleri biliyor ne demek?bir insan bilmesi gerekenleri nereden bilebilir ki?)bir insanı ölümsüzlüğe savuran şey öğrenmek midir yoksa üretmek mi?her ikisini de yapmak yada bunlara yeterli olabilir mi?hadi her şeyi bir yana bırakalım,ölümsüzlüğü neden arar bir insan,ölümsüzlük neye yarayabilir ki?
Tüm soruların cevapsız kaldığı zamanlar yada tüm sorulara birbirini çürüten cevapların olduğu zamanlar da kaçış neresi olabilir,nereye sığınabilir bir insan?şimdi, insan bir yere sığınmak zorunda değil diyebilirsiniz ama unutmayın ki her insan (ne kadar güçlü olursa olsun) çıkacak bir liman yada sığınacak bir ada bulmalıdır.sorun,sığınacağı yerin-kişinin- sığınılmayı ne kadar hakkettiğidir.peki buna kararı insanın kendisi mi vermeli?hadi kişi bu kararı kendisi verdi diyelim ya yanlış bir şeye sığınırsa!kişi galiba sadece kendisine sığınmalı ve gücü içinden almalı.bugünden çıkan ana fikir bu olmalı,bugün neden sığınacak bir şeyler aradığımı yada sonunda sadece kendime sığınmam gerektiğini henüz çözmüş değilim belki de kendime her zaman ki gibi yalnız ve çaresiz hissettiğimdendir.ama kesin olan bir şey var ki,bildiğim her şey çöp bilgidir!!

…her nereye dönsem/sam ve bir ah desem geçmişim!

onsekizsifirbir | 06 October 2007 15:01

Bardağı saldırırcasına dudaklarıma götürüyorum.Suyu düşünüyorum, neyden kurtulmam gerektiğini bil-e-meden diyorum ki “Temizle beni!”. Sonra bir ah diyorum geçmişim.Aslında özlediğim ve yeniden olmasını beklediğim geçmişim değil, hayallerim.O zamanlar hayallerim vardı, kulaklarımda mutluluk sesleri, kalbimde nedensiz titreşimler…Etraf ne kadar da sessiz , odada çoktan bitmiş olan sigaranınbıraktığı koku var.Biraz önce bir romanın içindeydim “karmaşa” . Yeniden dalmalımıyım o karmaşanın içine, belki kaçırdığım gerçekler vardır.Yeniden başlasam nasıl olur, o unuttuğum, kafa patlatırcasına düşündüğüm karmaşaya.Sadelik beni bitiriyor.Şimdi uyusam ağzımda ki bu berbat tatla, götürsem düşüncelerimi olmayan kentlere, orada ki indanlar, düşünceler, evler, yaşamlar, hepsi birbirine girse , sonra ayırt edemesem gerçekle hayali, çıldırsam yoklukta, var olmanın çabası içerisinde somut insanlar arasam, kalbimin dayanıp dayanamayacağını bil-e-meden vursam kendimi aşka, sonra o somut insanları hayallerimle bütünleştirsem, korksam gerçeği görmekten, üzülsem, ağlasam, bağırsam , krizler geçirsem….sonra bir ah desem geçmişim….Kussam gerçekleri…Şşkınlıklarımı “ben bu anı yaşamıştım” lara vursam, sonra yine kussam gün içinde tanıştığım insanları, yaşadığım zamanı, mekanları yok etsem, beyaz bir karanlıkta yolumu kaybetsem, zıtlıklar kurgulasam beynimde, mutlu olmaktan utanç duysam, başımı kaldıramasam masum bir çocuğu gördüğümde, sonra bir ah desem geçmişim…Radyoyu açsam, içine girsem şarkıların, spikerlere kulak versem “Birinci köprü tıkalı, ikinci köprüde değişen birşey yok”. Sonra hepsini geri sarsam. Boş bir oda, boş bir beyin, olmayan sigaranın olmayan külleri ve duman…Üşüsem , sıcaklasam, herşeyi birarada yaşasam bir çırpıda.Sanki birazdan ölecekmişçesine haykırsam sevdiğimi, özlediğimi, kabuslarımı…Ah hayır, geçmişim yok benim, anlatacak sevgim, yaşanmışlığın özlemi, acılardan doğan kabuslar…Bir deli geçse sokağımdan, bağırsa tüm gerçekleri insanlara, ve “ben deli değilim” dese cümlenin sonunda, insanların zıt beyinleri kavrayamaz ki onu, hem onlar rüyalara da inanmazlar, hayallere de…onların tek gerçekleri “para” dır..sonra üzülsem bunlara ve bir ah desem geçmişim…Dönsem çocukluğuma, birkaç gün sonra gelecek olan bayramı beklesem. Bayramdan bir hafta önce alınan kırmızı ayakkabılarımı hergün parlatsam, babamın “düzenli ol” çağrısına kulak verip düşüncelerimi bile düzenli tutsam…Önüme gelen insanlara iki kişilik sunup hangisini tercih edeceklerini merakla beklesem.Sonra onlar acılarımı tercih etse, meraklı olsalar acılarıma.Sonra anlasam onların acılarımı tecrübe etmemek için dinlediklerini.Kızsam onlara üzülsem, ağlasam, gıcırdayan kurşun kalem içimi titretse…sonra bir ah desem geçmişim…Kalabalığın ortasına düşünce denizine dalar gibi girsem, onların düşüncelerini anlama çabası içinde geçirsem yürüyüşümü. Sonra bir öksürük tutsa derinden, ciğerlerimi parçalarcasına öksürsem…Nereden geldiği belli olmayan bir ses kalabalığı yarsa , ulaşsa kulaklarıma haykırarak ve dese bana “Geber!” geri dönüp haykırsam ve teşekkür etsem temennisine “Hep beraber”…

Geçmiş ve Gelecek

hokeypark | 03 October 2007 20:09

Nasıl olurda olur, tarihi bir analog kaset çağın bilgisayarında tıngır mıngır çalar? İşte benim gibi elinde 1000’e yakın müzik kaseti bulunanlar için bulunmaz kolaylık.

Plus Deck Cassette Converter” adından da anlaşılacağı gibi bu cihaz kasetleri bilgisayarınızda dinlemenize imkan vermesinin yanı sıra onları zahmetsizce dönüştürmenizede olanak sağlıyor. 80’lerden bu yana süregelen kaset geleneğini bilgisayar çağına taşıyan Plus Deck Cassette Converter, tıkpı bir CD ROOM gibi bilgisayarımıza monte ediliyor. İster bilgisayarımızdaki mp3 dosyalarımızı, 90 dakikalık kasetimize, istersekte vadeli dolmaya başlamış albümlerimizi bilgisayara dönüştürebiliyoruz. Nostaljinin teknolojiyle buluştuğu bu retro yeniliği edinmek isteyen arkadaşlar fiyatı : 100 sterlin

İlgilenen arkadaşlar buradan buyursunlar…

KELEK HAYATIM

| 25 September 2007 13:47

rahibini arayan bir haç gibi geçtim sokaklardan müslüman mahallesinde.
bir ipekböceği yürüyor damarlarımda şimdi.
damarlarım atmıyor sen yokken bu kasabada,
labada toplayan haminnem elimden tutarken…

yalan, doğruların ıssız kalbi değil mi?
yalan, doğrunun üvey evladı değil miydi, yuvaları kerpiçten yapılmış çocukları esir/geyen yuvalarda?…

altına aldığın kezzaplı bir azaptı hislerim, yara bere ve tere içinde sereserpe uzanmaya çalışırken pirinç bakraçlara…
jules verne bir gecede john steinbeck sabahını yere düşürdüm kafka eskilerini afaki bir balmumuna kiralarken
yok pahasına…

Mr In curiosity-Bay Meraklı

sleep | 21 September 2007 09:52

Bir dönem Mr Linea çizgi karakterini izlerdik. sanırım çok küfülü konuşmalar olduğu için türkçe seslendirme yapılmadı. Ama yine de sadece izlemek bile hoş gelmişti bir çoğumuza. Pazar günleri Cenk Korayın programın da yer alır dı bu karakter. Oda zaman gibi akıp gitti geçmiş diyarlara… Mr Linea nın (bay meraklının) serüvenlerini izlemek isterseniz (kaynak)

Osvaldo Cavandoli 1920 yılında Garda Gölü kıyısında Maderno’da doğdu.Daha sonra ailesi Milan’a taşındı ve Cavandoli orada büyüdü.23 yaşında animasyonla uğraşmaya başladı ve 1950,1958 yılları arasında kukla filmlerine(puppet-movies) yönetmen ve yapımcı oldu.1969 yılında yeni bir karakter yarattı ve bu karakter onun dünyaca ünlü olmasını sağladı: La Linea.Bu eğlendiren komik ve Tv karakteri bir çok kez ödül almış ve 40 kadar ülkede yayınlanmıştır.

Aşk bahara uzak,ölüme yakın.

sedaflora | 06 September 2007 11:12

Bir dünya güzeli sordu : Çocuk istiyor musun?
İçim cız etti de verdim yine cevabı.

“İsterdim bir zamanlar..Ama ben sonsuz aşka inananlardanım, istemem öyle evleneyim olmazsa boşanırım, ya da evlenmiş olmak için, adamı kafalamak için evleneyim, ben kürkçü dükkanı olmak istemiyorum, ben nasıl ki onda bulacaksam hayatın eksik kalan parçasını, o da bende bulsun istiyorum ,istiyorum ki benim çocugum aşk çocuğu
olsun, sonsuz aşkın çocugu olsun..Zordur bu zamanda dediklerim, vazgeçmişliğim bu yüzden..”

Anladı dünya güzeli, ben daha çok sevdim onu..