bildirgec.org

onsekizsifirbir

11 yıl önce üye olmuş, 5 yazı yazmış. 7 yorum yazmış.

Kurgulanmış hikaye: “Benlik

onsekizsifirbir | 24 August 2009 17:49

Ilık esen rüzgarla birlikte, gözyaşlarını gönderdi, baktı ufka dolu dolu, görmek ister gibi uçup giden benliğini.Uzun kavakta sallanan son yaprağa bakıyordu kendine ne çok benziyordu, kopmaktan ve yere düşmekten başka çaresi yok. Düşecekti, rüzgarı bekleyecekti, savuracaktı bilinmezliğe, gözlerini kapatacaktı ve gidecekti. Akşam kızıllığında yok olan tüm renkleri gözünün önünden geçirdiğinde kendisini de gördü, yok olmuştu. Tüm arkadaş sohbetlerinde bahsederdi yok olmaktan, birgün çekip gitmekten, belki isteyerek belki istemeyerek. Ama gidecekti.Yorgunluk ne demek şimdi tüm vücudu biliyordu.
Kızgınlık değil, kırgınlık değil, bilinmeyen bir kelime gibiydi şimdi. Yıllar sonra bir bilge gelecek onun çürümüş vücuduna bakacak ve o kelimeyi açığa çıkaracaktı.Şimdiden teşekkürlerini sundu o bilgeye.Fantastik bir rüya gibi yaşamıştı bugüne kadar. Birilerine tecrübelerini anlatırken ağzından kaçıveren cümlelerdi bunlar, şimdi hangi tecrübeyi yaşıyordu? İleride anlatacak-ki ilerisi olur muydu meçhul- yeni duygulardı bunlar.Geçmiş zaman vaki olduğunda ben bunları yaşamıştım, bir ağacın dalındaki son yaprağa bakıp “işte ben buyum” demiştim, yalnızlıktan gözümden nasılda yaşlar süzülmüştü, gerçekleri görmek hayalle yaşamaktan daha acı verici imiş diyecekti. İşte ben buydum daldaki son yaprak misali beklerdim yitip gitmeyi. Son cümlelerini tüketmek ister gibi dünyada ki tüm kelimeleri biraraya getirip haykırdı biten güne. Gitar telleri her titrediğinde yeni bir melodi yaratırdı ya hani,işte her yarım kalış bir başlangıçtı onun için artık.
Şöyle bir bakılsaydı geçmişe ne görülürdü? Kaçışlar, intiharlar, psikozlar, nöbetler, yarım kalmış duygular ve virgülle ayrılamayacak kadar insanlık hali…

Elbette bunlar olacaktı, bazen insan olduğunu unutur ya insan ona benziyordu bu hali.
Peki ya kelebekler, onlar hiç ağlar mıydı geçmişlerine, “şimdi kozamdan çıktım, sadece yedi günüm var” deyip hüzünlenirler miydi yaşayamadıklarına, peki ya kelebekler günlük tutar mıydı hiç? Büyülere inanır mıydı karıncalar? Bütün hayatları boyunca çalıştıkları için isyan ederler miydi? Tüketmek bu muydu hayatı?
Kuşlar bile dansederlerdi gün batımında onun doğduğu yerde, çiçekler bile boyunlarını bükmezdi gün batarken. Ah gün batımı sen nelere kadirsin. Her rüzgar estiğinde söylenirdi “geldiğin yerden haber getir bana, orada mutluluk var mı söyle, orada insanlar gün batımında ölürler mi?”Belki rüzgarların dili olsa neler anlatırdı ona, diğer insanlarında acı çektiğini, uzun bir kavak ağacına bakıp iç geçirdiklerini, ama yine de insan olduklarını.Orada da kelebeklerin olduğunu, ama kelebeklerin hiçbir zaman günlük tutmadığını, bir hafta sonra ölecekleri için hiçbir zaman hayıflanmadıklarını…
Ve rüzgar geri döndüğünde onun halini de anlatırdı gittiği yere, derdi” orada biri var o da sizin gibi bana bulunduğunuz yerde mutluluk var mı diye sorar her gittiğimde ama dilim yok söyleyemem mutluluk heryerde…Onunda sizin gibi gözyaşları var her geldiğimde bana yükler o yüzden yağmurla dönerim gittiğim yere. Hep hayal eder ağaçta ki son yaprağın yerinde olsaydım ne yapardım diye. Ama kelimeleri hep boğuktur,geceye anlatır sereserpe hepsini, o yüzden gece soğuktur, güneş doğar ona döner yüzünü der “neredeydin tüm gece?” öyle hayıflanır ki söylediklerine güneş, kızgınlıktan bir alev topuna dönüşür, öylesine ateşlenir ki , kavak ağacına yönelir bir bakışıyla yerle bir eder ağacı.Artık bakıpta hayıflanacağı bir ağacı yoktur, dalda ki son yaprakta düşmeden kül olmuştur. Demek sonlar hep beklenildiği gibi olmuyormuş, o yaprak rüzgarla birlikte ölmeyi beklerken bir alev topu kül etmiştir tüm bedenini…
Dilde kalan tüm sözcükleri yutup içinde kelimelerden koca bir nehir oluşturmuştu.Bazen taşardı kayıp sözcükler nehri, kaybolmuş, söylenmemiş tüm sözcükler dünyaya yayılır, kelimelerini tüketmiş biri onu yakalayıncaya kadar uçar dururdu gökyüzünde . O yüzden ne zaman kelimelerini kaybetse uzun uzun bakardı gökyüzüne , kendi nehrinden taşmış bir kelimeyi yakalayabilmek umuduyla.

Gözleri öyle bakardi ki gökyüzüne orada tüm kaybolmuş hayaller, kaybolmuş tüm gerçekleri görürdü. Hiç olmadık zamanlarda olmadık hayalleri yakalardı, o hayalleri gönderebilmek adına ovuştururdu gözlerini çabucak silinsinler diye.
Bazen bir başkasının hayalinde bulurdu kendini, öyle gerçek olurlardı ki , onların acılarına dayanamaz hale geldiğinde kaybederdi benliğini. Gönderirdi vücudundan ve benliğini kaybettiği için acı bile duyamazdı. Böyle zamanlarda gözlerinde başkası var derlerdi ona, susar ve gülerdi. Hayalde ki acı ve gözyaşı bitene kadar bekler, tekrar benliğini aramaya koyulurdu, bu sefer gerçek acılar kavururdu kalbini. Unuturdu; neye gülerdi gerçek benliği, neye sevinirdi hatırlamaz, yeni bir “ben” oluştururdu her defasında. O yüzden kaçınırdı uzun uzun gökyüzüne bakmaktan, başkasının hayalinde kaybolmamak için.Benliğini geri alabilmek adına türlü oyunlar oynar her defasında kaybederdi, ama yorulmazdı, çünkü bu dünyada hiçbirşey onun olmasa bile birşeyin sahibiydi” benliğinin”… Sahip olduğu birşeyi geri alabilmek adına nasıl çırpınırsa diğer insanlar, o da bunun için çırpınır dururdu. Bulurdu benliğini baştan yazardı herşeyi, ta ki gökyüzünden gözüne bir başkasının hayali düşene kadar…
Bazen kuşların hayali düşerdi gözlerine, kuşların hayali gökyüzüne sahip olmaktı, şikayetçilerdi uçaklardan, uçurtmalardan, gökyüzü onların olmalıydı. Karşılaştığı hayaller arasında kuş gibi olmak isteyen bir insan hayali geldi aklına gülümsedi.Dünyada herşey çakıştığı gibi hayallerde çakışabiliyordu.
Bazen sorardı kendine , hayaller bu dünyaya mı aitti?Çünkü bu kadar sert bir dünya bu kadar hayali içinde barındıramazdı.Tüm hayaller çocuklardan doğar,tüm hayallerin çocuklardan doğmasının bir başka sebebi de; dikkat ederseniz en çok onlar gökyüzüne bakarlar, ebeveynlerine bakabilmek için bile başlarını yukarı kaldırmak zorundalardır,uçurtmalarını kontrol edebilmek adına sürekli gökyüzüne bakarlar…Birde onların gözlerine düşen hayalleri düşünün…

Farkındalık…

onsekizsifirbir | 23 August 2009 16:36

Merhaba;İyi bir giriş yapamayabilirim, hem bilgi dolu da değil yazdıklarım…İki sene sonra nette eski isimlerime bakarken buldum yeniden burayı ve “eski ben” imi. Evet eskimişim. O zamanlar onsekiz yaşında olan ben şimdi yirmiyim, pek bir farkta yok hani. Zaten olay da bu değil, olay benim hala aynı karamsarlıkla ve hatta hissedebildiğim tek duygu -utanarak söylüyorum- öfkeyle yoluma devam etmemde…Bu zaman zarfında -kazara- bir üniversite kazandım… Gitmemek için çok direndim, hala direniyorum. Neyse konu şimdi bu değil, konu şu ki bugün aylardır beni izleyen biriyle tanıştım,uzun süredir kabuğundan çık-a-mayan bir salyangoz gibi dolaşırken birilerinin beni farketmesine şaşırmakla birlikte içten içe güldüm. Yeniden birilerine kendini tanıtma serüvenleri klasik tanışma fasılları geçtikten sonra uzun bir konuşmaya daldık. Biraz zaman geçtikten sonra farkettim ki iki lafımdan biri “sevmiyorum”… Sonra geri dönüp bir baktım tanıdığım bütün insanları doğduğumdan beri tanıyorum, yeni insanlarla tanışmak bana eziyet, hatta onları kendimden uzaklaştırmak için elimden geleni ardıma koymuyorum. En sonunda bana dönüp “neden kendine eziyet ediyorsun, sahi sen neyden mutlu olursun?” dedi.Yemin ediyorum tıkandığımı hissettim, çünkü cevabım yok, cevap veremiyorum. Ben neyden mutlu olurum bilmiyorum. Duraksadım ve ilk defa nasıl mutlu olabilirim bunu düşünmeye başladım, sonra çevremdekilere biraz içerledim, çünkü benim her huysuzluğumu sineye çektiklerini, benim hatalarımı hiçbirzaman bana söylemediklerini farkettim. Sonra en yakınım saydığım bir başka arkadaşımı aradım, ona “bana karşı neden gerçekçi olmadıklarını” sordum. Bana verdiği cevap müthişti ” biz sana sadece sabrediyoruz “dedi. Aman tanrım ben ne yapmışım.Farkındalık; bugün birazda bunu öğrendim, ve yalnızlık,kendimi ellerimle nasıl sürüklediğimi an be an zihnimde canlandırdım. Ve ne yazık ki, bu zamana kadar ne sevmeyi öğrenebilmişim, ne arkadaşlığı, ne dostluğu, ama artık farkındayım, bu bence en önemlisi.
Bu yazdıklarım dünyanın sorunlarından belki de en en en küçüğü, çünkü tamamen bireysel, ama işte benlik öyle birşey ki bazen kendinden başka herşeyi unutturabiliyor. Kimbilir bu zaman zarfı içerisinde bana ihtiyacı olan kaç kişi vardı ve ben hiçbirini görmedim… Bunların içinde bana “sadece sabreden” yakınlarım da vardı elbet. Bir insanın “insan” olarak düşebileceği küçük durumlardan biri, yani başka birisi tarafından “sabredilmek”.

Şimdiki zaman / yorulu-yorum…

onsekizsifirbir | 11 October 2007 10:33

Kapımdan çıtırtılar yükseliyor, insanlar birbirlerini çağırıyorlar,onlar arasında ben yokum…Gözkapaklarım öylesine ağır ki, kalp atışlarımı hızlandırıyor, kalp atışlarımı hızlandırıyor, kalbim uyuşuyor gittikçe, sonra ellerim, sonra ayaklarım, sonra tüm bedenim…Kulaklarımda sesler azalıyor, damarlarımda ki kanın çılgınca akışından başka ses duymuyorum…Masumluk istiyorum! Yalan olmadan, gizli olmadan yaşamak istiyorum! Yoruldum…Aradığım kişiye hiçbirzaman ulaşamadım, ulaşmalıyım artık! Sesimde hep bir yorgunluk, ağzımda acımsı bir tat var anılardan kalma…Yeniden size kaldım benim zavallı kelimelerim; beni sizden başka kimse dinlemiyor! Beynimin koridorlarında debeleniyorum, “ait olma” tümcesine aykırı yaşıyorum, herşey şimdiki zamanı gösteriyor, tüm işaretler beni bu yola çıkarıyor; yanıyorum, üşüyorum, donuyorum, farketmiyor…Çünki herşey şimdiki zamanı gösteriyor…Tüm vücudum yere serilmiş vaziyette, düşüncelerim ebelemeç oynuyorlar, şimdi sıra sende hayat, ebe sensin, bana dokunma lütfen, kaçacak halim yok…İstop etti düşüncelerim, sonu yaşıyorum….
Hep ihtiyacım var sana, sevgine, aşkına, varlığına, umuduna…herşeyine…Sıfır trenine biniyorum yokluğuna yol almak için, korkutma beni sevgisizliğinle…Sana ihtiyacım var…Ateş basıyor gün dönümünde, yakalayamıyorum umutlarımı, sabaha kadar çırpınacağım şimdi acılar içinde…Yine o acımsı tat damağımda, odam dağınık, dolabım dağınık, yerlerde kaybettiğim anılarım serili, basmamak için yol alamıyorum, aç kalıyorum gecelerimde…
Midem herzamankinden daha kötü…Dışarıdan sesler geliyor, kavga ediyorlar, bağırıyorlar, birbirlerine anılarını fırlatıyorlar, sonra birisi ağlıyor,gözyaşı toprağa düştüğünde yeni bir anı filizleniyor…Diğeri alıyor onu eline, yavaşça konduruyor yüreğine, artık onların bir anısı var, “biz diyebilecekleri bir sebebi var…
Hala geceliklerimi çıkarmadım, akşamdan kalma bir haldeyim…Zaten sesimi çıkarmıyorum, içimde volta atıyor tüm düşüncelerim, bir o yana, bir bu yana, bazen kalbime değip geçiyorlar…Olsun varsın…İçimde olduklarını biliyorum en azından…Demek içimde bana ait birşeyler hala var…

…her nereye dönsem/sam ve bir ah desem geçmişim!

onsekizsifirbir | 06 October 2007 15:01

Bardağı saldırırcasına dudaklarıma götürüyorum.Suyu düşünüyorum, neyden kurtulmam gerektiğini bil-e-meden diyorum ki “Temizle beni!”. Sonra bir ah diyorum geçmişim.Aslında özlediğim ve yeniden olmasını beklediğim geçmişim değil, hayallerim.O zamanlar hayallerim vardı, kulaklarımda mutluluk sesleri, kalbimde nedensiz titreşimler…Etraf ne kadar da sessiz , odada çoktan bitmiş olan sigaranınbıraktığı koku var.Biraz önce bir romanın içindeydim “karmaşa” . Yeniden dalmalımıyım o karmaşanın içine, belki kaçırdığım gerçekler vardır.Yeniden başlasam nasıl olur, o unuttuğum, kafa patlatırcasına düşündüğüm karmaşaya.Sadelik beni bitiriyor.Şimdi uyusam ağzımda ki bu berbat tatla, götürsem düşüncelerimi olmayan kentlere, orada ki indanlar, düşünceler, evler, yaşamlar, hepsi birbirine girse , sonra ayırt edemesem gerçekle hayali, çıldırsam yoklukta, var olmanın çabası içerisinde somut insanlar arasam, kalbimin dayanıp dayanamayacağını bil-e-meden vursam kendimi aşka, sonra o somut insanları hayallerimle bütünleştirsem, korksam gerçeği görmekten, üzülsem, ağlasam, bağırsam , krizler geçirsem….sonra bir ah desem geçmişim….Kussam gerçekleri…Şşkınlıklarımı “ben bu anı yaşamıştım” lara vursam, sonra yine kussam gün içinde tanıştığım insanları, yaşadığım zamanı, mekanları yok etsem, beyaz bir karanlıkta yolumu kaybetsem, zıtlıklar kurgulasam beynimde, mutlu olmaktan utanç duysam, başımı kaldıramasam masum bir çocuğu gördüğümde, sonra bir ah desem geçmişim…Radyoyu açsam, içine girsem şarkıların, spikerlere kulak versem “Birinci köprü tıkalı, ikinci köprüde değişen birşey yok”. Sonra hepsini geri sarsam. Boş bir oda, boş bir beyin, olmayan sigaranın olmayan külleri ve duman…Üşüsem , sıcaklasam, herşeyi birarada yaşasam bir çırpıda.Sanki birazdan ölecekmişçesine haykırsam sevdiğimi, özlediğimi, kabuslarımı…Ah hayır, geçmişim yok benim, anlatacak sevgim, yaşanmışlığın özlemi, acılardan doğan kabuslar…Bir deli geçse sokağımdan, bağırsa tüm gerçekleri insanlara, ve “ben deli değilim” dese cümlenin sonunda, insanların zıt beyinleri kavrayamaz ki onu, hem onlar rüyalara da inanmazlar, hayallere de…onların tek gerçekleri “para” dır..sonra üzülsem bunlara ve bir ah desem geçmişim…Dönsem çocukluğuma, birkaç gün sonra gelecek olan bayramı beklesem. Bayramdan bir hafta önce alınan kırmızı ayakkabılarımı hergün parlatsam, babamın “düzenli ol” çağrısına kulak verip düşüncelerimi bile düzenli tutsam…Önüme gelen insanlara iki kişilik sunup hangisini tercih edeceklerini merakla beklesem.Sonra onlar acılarımı tercih etse, meraklı olsalar acılarıma.Sonra anlasam onların acılarımı tecrübe etmemek için dinlediklerini.Kızsam onlara üzülsem, ağlasam, gıcırdayan kurşun kalem içimi titretse…sonra bir ah desem geçmişim…Kalabalığın ortasına düşünce denizine dalar gibi girsem, onların düşüncelerini anlama çabası içinde geçirsem yürüyüşümü. Sonra bir öksürük tutsa derinden, ciğerlerimi parçalarcasına öksürsem…Nereden geldiği belli olmayan bir ses kalabalığı yarsa , ulaşsa kulaklarıma haykırarak ve dese bana “Geber!” geri dönüp haykırsam ve teşekkür etsem temennisine “Hep beraber”…

Oleyy! Sevebiliyormuşum…

onsekizsifirbir | 04 October 2007 08:47

Merhaba arkadaşlar;
Nasılsınız? Ben çok çok iyiyim… Çok uzun zamandır kalbim bu kadar titrememiş, nefesimi bu denli tutmamıştım…aşık oluyorum…ne denli bir şey bu yaşamak ki , tam herşeyden umudumu kesmişken, gözlerimden ışıklar saçılıyor şimdi…ah diyorum , hissedebiliyorum yeniden, sevgiyi, mutluluğu, yaşamayı…yine de korkmuyor değilim, belki de asla söylemeyeceğim O’na bunu, evet evet söylememeliyim…yoksa büyüsü bozuluyor…işte böyle arkadaşlar, içim içime sığmadı, paylaşmak istedim…hoşçakalın….