bildirgec.org

felsefe hakkında tüm yazılar

Çay Bardağında Düşünceler

absynthe | 02 April 2010 09:38

İnsanların önyargıları…
Başkaları için mi yaşıyorum?

Çayını yudumlarken bu iki sözü tekrarlayıp duruyordu. Saatlerce konuşmanın ardından aklında kalan iki şey buydu. Ne kadar özlemişti konuşmayı, konuştukça derdinin farkına varmıştı, çok da iyi olmuştu bu. Konuşmaya, konuşamazsa bile dinlemeye ne kadar ihtiyacı olduğunu fark etti. Çayından bir yudum daha aldı; eline kalemi aldı ve yazmaya başladı:

İnsanların önyargıları…
Kimin için yaşıyorum, başkaları için mi?

O, Dr. Bedri Ruhselman…

astral | 18 March 2010 10:58

O,vazifeyi, tekamülü ve ruhçuluğuanlatan görevli… O, Dr. Bedri Ruhselman

1
1

Bu ülkede spiritüalizm onunla doğdu. İlk celseleri o yaptı. Bedensiz varlıklarla ilk o konuştu ve aldığı bilgileri kitaplarına ilk o aktardı.

2
2

İlk hipnoz denemelerini yine o yaptı. Gelecek haberlerini o verdi. İlk spiritüel derneğio kurdu. Bu topraklarda, ruhçulukla ilk o ilgilendi.

En önemlisi insanların bu konuları kabul etmeye hazır olmadığı bir dönemde tüm bunları kabul ettirdi. Dr. Bedri Ruhselman

Türkiye’deki metapsişik biliminin kurucusu Dr. Bedri Ruhselman, 1898 yılında, İstanbul’un Fındıklı semtinde mütevazi bir evde doğdu.

3
3

Çocukluğunun ilk yıllarıyla ilgili bir geçmiş yaşamı hatırlama olayını, sevgili Dr. Bedri Ruhselman’ın bu yaşlardayken bir önceki enkarnesini hatırladığını; değerli bilim adamımızın Ruh ve Kainat kitabından sunmak isterim:

“Çocukluğumun hangi zamanında başladığını bilemediğim, 4-5 yaşıma kadar beni takip eden bu hatıranın o zamanki canlı tesirlerini hala az çok duyabiliyorum. Devamı

Her elmanın bir yiğit yiyişi vardır!

abzugurt | 12 March 2010 09:44

Giriş :Söylenmiş sözler… Söylenmiş sözler ve söylenmiş sözler üstüne söylenmiş sözler… Şimdi söylenmesi gereken düşüncenin düşünemeyeceği şeylerdir. Bir üstünde olmalıdır söylenenlerin… Aklın sınırlarında gezmek gerekir yaşanmamış özgürlükler elde etmek için ve özgürlüğümüzü ilan edeceğimiz işgal edilmemiş düşünceler….Çağlayıp giden bir şelaleyi düşünün: bir su damlasının havada süzülüp yere düşüşünü… herşey ne kadar çabuk olup biter ama ne kadar da büyüleyicidir… İşte size bir su damlası…Gelişme : Öyle bir zaman düşünün ki; her gün dünyanın farklı yerlerinden ölüm haberleri gelmekte, kimisi çıldırırcasına para ve iktidar hevesi peşinde koşarken, kimilerinin Tanrı’yı öldürdüğü, insanın bütün sorumluluğunun insana bırakıldığı bir çağ ve bu yükün altında ezilen zayıf insan…Küçük inlerinde büyük sorunlarla savaşan karamsar, yalnız, tedirgin insanların elinde sadece -az da olsa- umutları vardı…Herkesin sonu gördüğü, büyük bir korku içinde yaşanması gereken içiçe geçmiş hayatlar… Böyle bir durumda kim kime güvenebilirdi ya da kim mutlu düşler kurabilirdi geleceği ile ilgili… Yaşanılması zorunlu acı ve korku dolu yıllar, insanların birer kukla gibi silik, anlamsız duruş ve konuşmaları… Tabiki böyle bir ortamda güvenden, iletişimden söz etmek yanlış olurdu.. Bir deliğe tıkılmış yüzlerce fare düşünün kimisi telaşlı bir şekilde çıkışı ararken, kimisi bi köşeye çekilmiş kaderine teslim olmuştur. Kimisi çıkışı aramak yerine bu delikte güç sahibi olmak istemiş kimisi de gününü gün etmiştir. Olaya uzaktan bakabilen düşünür fareler de vardır. Onlar için bu olsa olsa acı bir komedyadır.Sonuç : Bir elma hakkında bir şey söyleyeceksek, fikir yürütecek onu anlamaya çalışacaksak ; onun tadını, rengini, şeklini, nasıl yenildiğini bilmeliyiz. Elmaya bakarak söylediklerimiz ne kadar doğru olabilir… Elmaloglar olarak elmalar üzerinde yaptığımız araştırmalar, çalışmalarımız , topladığımız bilgiler kadar bizim ona bakışımız ve algılayışımız da önemlidir.. O yüzden elmayı en iyi tanıyanlar, kendileri için elma hakkında en doğru çıkarımları elde edeceklerdir.. Belki de en önemli nokta elmayı ,yüzyıllardır bunu anı bekliyormuşcasına, istek ve hazla yemeliyiz ayrıca çürük ve sallanan dişlerimizi elmada bırakmaktan korkmamalıyız, sakin, sabırla ve zevkle yemeliyiz ama bunu yaparken asla ve asla bir ELMALOG olduğumuzu unutmamalıyız… Vazgeçmemeliyiz…

Simülakrlar ve simulasyon kuramının yaratıcısı; Jean Baudrillard

astral | 02 March 2010 12:02

Hakikat, ortada bir hakikat bulunmadığını gizlemeye çalıştığından – simülakrların hakikati gizleme şansı yoktur. Simülakrlar hakikat demektir. (ekleziast)

Baudrillard ismini duyuran, yazarın Simülakrlar ve Simülasyon yapıtıdır.

Bu kitabında simülasyon kavramının ayrıntılarına değinen Baudrillard, diğer kitaplarında ise simülasyonu diğer kavramların içinde incelemiştir. (Örnekler kaynaklarda vardır.)

Simülasyon kavramından önce Baudrillard kimdir, buna bakalım. Ardından teorisine geçeceğim makalede, en sonda da, eleştirellerin savunularına değindim.

JEAN BAUDRİLLARD KİMDİR?

1929′da, sıradan bir devlet memurunun çocuğu olarak Fransa’da, Reims’te doğdu.

Kısa bir dönem tiyatro oyunlarını çeviren yazar kendini Sorbonne Üniversitesi’nde buldu ve Almanca okumayı seçen Jean, ailesinde üniversiteye gitmiş olan ilk kişiydi. Cezayir sorunu yaşamını etkiledi ve bu sosyolojiye yönelmesine neden olacaktı.

Mezun olmanın ardından eğitim kurumlarında Almanca öğretmiştir. 1950’de Almanca öğrettiği bu dönemde, doktora tezine de (sosyoloji üzerine) devam etti.

1966’da doktora tezini bitirdi, tezinin başlığı ise “Thèse de troisième cycle: Le Système des objets” olarak seçti.

1966ve Eylül ayında Université de Paris-X Nanterre’de (Nanterre Üniversitesi – Paris-X) akademik kariyerine başlamış oldu.

Bu durum yıllar sonra kendi ismini taşıyan bir kürsünü inşa edecekti ve henüz bilmiyordu.

1968’deki öğrenci eylemlerine yandaş oldu. Bunun üzerine Yapısal Marksizm ve medya teorileri ile ilgilendi.

(Ne var ki, Baudrillar ’ın kaderinde ana akım medya taraftarı yazar damgası yemek yer alacaktı ve söylemlerini eleştirenler hemen bu yaftalamayı öne süreceklerdi. Günümüde de hala durum böyledir. Aşağıda değinilmektedir.)

1972’de aynı üniversitede, profesör oldu, sosyoloji öğretmeyi tercih etti. Yalnız diğer proföserlerden farkı onun sosyolojiyi siyasetle, felsefeyle ve iletişim bilimleriyle harmanlamasıydı.

İşte bu özelliği de Jean Baudrillard’ı herhangi bir profesör olmanın dışında marka yapacaktı.
1987’dan 1990’a kadar Université de Paris-IX Dauphine’de (Dauphine Üniversitesi – Paris-X) kaldı.

Jean Baudrillard 6 Mart 2006’da hayata veda etmiştir. Fransa’da kendine ait bir kürsü, ardında da birçok eser bırakmıştır. Bunlardan söyleşileradını taşıyan eseri ülkemizde bulunmamaktadır. Eserleri burada:

Gün Doğdu, Işıkçıya Ne Gerek

admin | 15 February 2010 16:34

Sanat bir istisna, monotonluğun ve yaşama kavgasının ortasında ferah bir ada olmaktan kurtuldu kurtulalı, giydiğimiz tişörtten kimlik analizi yapmaya çabalayan modernist zihniyetin zorunlu bir “artık ürünü” haline geldi geleli, sanatın ilhamını aldığı günlük yaşam ve hatta günlük kahramanlıklar didik didik ediliyor, öyle ki sadece hapşırsak aklımıza üç Cem Yılmaz esprisi, iki film sahnesi, üç müzik klibi geliyor. Sanat zor olmasına hâla zor, değeri, en azından benim gözümde hâla var, ama sanatın “hobi olarak yine yap”ılacak bir şey olmaktan çıkması, artık usta çırak ilişkisiyle değil, saf yetenekle hiç değil, amfilerde öğrenilecek bir kavram olması, sanat ve zanaat arasındaki farkı sadece takdir edilmeye indirmiyor mu? Bir kunduracıya gazetelerde değinilince bir sanatçının pelerinine bürünüyor ve bir yönetmenin filmi kimse tarafından bilinmezse “amatör” oluyor adı. Sanat ve zanaat farkının bu derece küçülmesinin ve kitlelerin “popüler kültür” –genelde bu iki kelimeyi birbirine zıt bulurum- aracılığıyla kendilerine sanat diye sunulana hayranlık duyma gereksiniminin en önemli sonucu sanat eserlerinin sayısındaki muazzam artıştır.

rahat

admin | 09 February 2010 13:19

Rahat. Hep kendi içinde gittiğin bir yol aslında bu, daha ötesinin olmadığı, ötesi dediğinin kendinden öte bir şey olmadığı…

http://img362.imageshack.us/i/a2on2.jpg/
http://img362.imageshack.us/i/a2on2.jpg/

Hep varoluşların da yok oluşların da sen biter ve tekrar sende başlar; yeşerir. ‘Kırlangıçlar göç etmeyi bilmedikleri gibi çok uzaklardan iz taşımayı da bilmezler; hatta haberdar da değillerdir’ diyeceksin. Hiç de öyle değil.

Söylesene bana, ‘Bu güne değin, ‘Hiç de öyle değil.’ dediğin kaç konu elinde patladı, sende bitti, yeniden var oldu?’

kapatanlardan

admin | 08 February 2010 11:54

Kimi zaman kendini görmemeye çalışıyordu adeta.

Bu kendinden kaçtığı anlara da tekamül ediyor. İç sızılarında kendini bulduğu her anda daha bir kaçası geliyordu kendinden. Sokakta korkmuş bir kedinin arabadan kaçtığı ve duran bir arabanın altına saklanıverdiği gibi gene kendine sığınıyordu en sonunda. Kendinden kaçıyor ve kendine sığınıyordu kadın.

Bu konulardan konuşmayı ise hiç mi hiç sevmeyenlerdendi. Ağlamalarıysa hep içten içeydi, hep gizli. Yokmuş gibi. Yara gibi. Sanki kendi de bir yaraymış gibi. Bunu kendinden dahi saklamak istermiş gibi. En çok da onu ağlarken biri görecekse şayet korlardı.

Asıl Olan Nedir?

admin | 08 February 2010 09:42

Sol yanımda sızı mı sızı. Neyin yokluğu? Benim artık ben olmayışım mı, çoktan benden vazgeçmem mi; yoksa senin bende olmaman mı, olmamayı istemen ve benim bunu bilmem mi? Neyin yokluğu? Kırmızının mı, yoğun bir coşkunun varlığının hayatımda olmayışı mı, bu iç tepinmelerin sebebi eylemi?

Yoksa özde ben bu muyum? Hiç çırpınmaya çalışmamalı mı asıl? ‘Asıl olan nedir?’ meselelerini aşıp, özde olanı bulmak ne zormuş oysa…

Bize ne öğretildi daima, oku, iş sahibi ol, evlen, çocuk yap, ev araba al, bunlardan birkaç tane daha al, çocukların için aynı zımpırtı devamını düşün ve bunu da güven altına al, torunun olsun, sonra emekli ol ve bir yazlık mekana taşın; işte hayat bu. Bu mu? Peki, benim iç çırpınışlarımın dermanı nerede, eğer buysa? Nerede onca öğreti?

Regüle Edilmiş Hayatlar

admin | 29 January 2010 14:33

Çıkmaz sokakların suskunluğunda, bir adım ötesinde; bir nefes daha…

Hep orada olduğunu bildiğin ama bir adım atamadığın. Atamadıkça kendinden uzaklaştığın, uzaklaştıkça ona daha çok yakınlaştığın, ona yakınlaştıkça dokunmak istediğin, tam dokunacakken uzanan eline sıkıca tuttuğun anlar, ızdıraplar… Kendinden uzaklaşman ona yakınlaşmanı çözümlemiyor ki, çözüm yollarını bildiğin halde bulamadığın/ yontamadığın yolculuklara gebe kalıyor.

Regüle edilmiş hayatlar, modifiye olmuş enkarnelere çevrimlenmeden bir önce; durduğun yaşam anlarında, öpüyorum dudaklarından.

yüz tutmuş yas aslında töz’müş

astral | 28 January 2010 15:34

Ölüm, döş, düş, tut, tutsak, yok, hayal; hepsi bu kadar işte, hepsi bu kadar.

Varoluş gerçeği yokluşa giderken. Yine yine anladığım birşey var ki Avatar’ı seyrederken varoluşun yolu yokolmayı göze almaktan geçiyor usul usul üstadım, usuna yatsa da yatmasa da bu böyle…

Her düş baharlara kalmazmış. Kimilerinin bahar olurmuş, kimileri sadece baharlara bakarmış, kimileri seyretmek dahi istemezmiş, kimileri sadece izleyenmiş, kimileri sadece izleyen. Sahnede burası cehennem de üstad. Kimileri cennet de diyor. Ben de dedim. Yeni yıla girdiğim gece sonraki gün ve gece cennetin yeryüzüne inişiydi. Uslu ve dingindi ortalık. Hayal olamayacak kadar gerçekti. İnandım. Oradaydım. Bendim. An be an deneyimleyen özne. Ahh! Okyanus, ahh yıldızlar… Bu hayat ve ben, yorulmak bilmez sorular. İşte ben, uslanmaz haylaz.