bildirgec.org

ankara hakkında tüm yazılar

soru şu ankarada yılbaşında neler yapabiliriz

vvvvv | 28 December 2007 13:09

soru şu ankarada yılbaşında neler yapabiliriz nerelere gidebiliriz ne tavsiye edebilirsiniz ???

yaş aralığı 24-30 kişi sayısı 11

ankara’yı pek bilmem ama bu yıl ankarada olacağım mecburen yıl başında ankarada nasıl eğlenebilirim arkadaşlarımla gidebileceğim bir yerler arıyorum sizin yardımınızı ve önerilerinizi bekliyorum şimdiden teşekürler konser parti felan önerirseniz müteşekkür olurum =)

ankara’da deprem

gkaraarslan | 20 December 2007 11:55

11.51 sularında ankara’da uzmanların şiddetli olarak değerlendirdiği,şiddeti 3.5 ile 5.7 arasında değişen depremler yaşandı. yaklaşık 25 saniye sürdü. baya sallandık. inşallah merkez üssü burasıdır ve kimse zarar görmemiştir diyorum.

Gizem’siz Günler…

pelitas | 18 December 2007 21:28

Yine akşam oldu… Sensizliğin kaçıncı alkışları ve perdesi, sayamadım! Trajik bir film senaryosunda; acıları çeken karakter olarak yaşamaktan sıkıldım artık. Seni düşünmenin boyutları dayanılmazlık sınırlarına ulaştıkça biraz daha eksildim kendimden… Aylardır tek sırdaşım yazdıklarım oldu ve de yalnızlığımdan yakınmalarım. Tek celsede bırakıp gitmelerinin hüznünü kaç zaman yaşayacağıma aldırış etmedin. Ben senin gözünde bir çınar ağacı bile mi değildim, ey yar? Hunharca baltaladın ta gövdemden! Yıkılmama ramak kaldığında yardım eli arayıp durdum. Aşka ve aşkına sövdükçe durdum. Gittiğin o vakitten beri, beni her geçen gün biraz daha azaltan; azalttıkça, anılarımı yağmalayıp çıkmaz sokaklarda bir başıma bırakan bu boşluğu doldurmak nice yıllarımı almaz mı? Görmezden gelip, geçiştirdin duygularımı… Hayat boyu sürdürdüğüm, “gerçek aşk” arayışlarımı başka baharlara bıraktın… Çıkış yolu olmayan labirentler koydun önüme, aylardır içinde çırpındığım… Haklı isyanlarıma titrek bir mum ışığı oldun; ay ışığımı çalarken… Ismarladığım tüm mutluluk düetlerine bent oldun… Ben olmadın, sen olmadın, biz olmadın… Ne Gizem’miş be! Nasıl bir iksirmiş de kapılıp gitmişim büyüsüne…

k i n

gkaraarslan | 11 December 2007 16:15

acayip stresli bir gün geçirdim.aklımdan düşünceler öyle haince ve öyle hızlı geçiyordu ki,bindiğim metronun çok yavaş bir icat olduğuna karar verip bir durak önce indim.aksilikler beni bulacak ya,sussuz ankara’da yağmayan tüm yağmurlar bugün benim başıma toplandı.bulutlar benimle yürüyordu.hep aklımdaydı o manyak kadın yönetici.o kim oluyordu da benim işimi engelliyordu,başkalarına hem de işi bilmeyenlere yönlendiriyordu yeni yöneticiyi.kadınlar daha acımasız oluyorlar iş hayatında.eğer o kişi oraya sürünerek geldiyse,senin de sürünmeni istiyor.elime düşmesin ama..hiç acımam!!!!!!!

İlerleyelim beyler ya da sığırlar

sbaskentli | 07 December 2007 10:45

Bu insanları anlamak gerçekten de çok zor.

Demek isterdim. Ama demiyorum. Çünkü toplumumuz ne yazık ki bazı konularda güdülen sığırlardan farksız.

Çok basit bir konu günlerdir beni aşırı derecede rahatsız ediyor.benim derdim özellikle otobüslerle,Hınca hınç dolu otobusün hala duraklardan yolcu alma çabaları ,

Bir kaç aydır İstanbul da yaşıyorum. Eh haliyle durum gereği toplu taşım araçlarını da bir hayli kullanıyorum. Ülkemizin klasik toplu taşım araçları olan feribotlar,vapurlar,denitotobüsleri,metrolar,trenler,diğer raylı sistemler ve otobüsler bu koca metropol de de hala çok önemli unsurlardan birisi.

PAMUK & TİNA

STRAWBERRY07 | 30 November 2007 09:01

Henüz bir yaşındaydı…Hatta 11 aylık. Bir gün annesiyle beraber bahçeye indi. Biraz dolaşacaklardı. Hava sıcaktı
Ankara’da. Boğucu bir hava…Yine de genç olmanın verdiği enerji ve havaya suya aldırmaz ruhun neşesiyle başladı koşmaya yeşil çimenlerin üzerinde.
Koştukça kulakları zıplıyordu. Annesinin en sevdiği sahneydi bu.
Oradan geçmekte olanlara sataşırken, çimenlerde yuvarlanırken ve annesinin “Oğlum uzaklaşma diyorum aaaa!” şeklindeki çığlıklarını sallamazken…Birden bire…Evet birden bire dondu kaldı olduğu yerde.
Nasıl bir güzellikti o Yarabbim! O ne endam…O siyah saçlar nasıl bu kadar parlak? Simsiyah gözler nasıl olur da böyle çapkın bakar bir erkeğe? Hem de genç bir erkeğe…Kanı kaynamaz mı bu zavallının? Düşmez mi aşka? Olmaz mı Mecnun?…
Bir süre bakıştılar öylece…Yakınlaştılar tedirgin…Kokladılar birbirlerini.
Anneler şaşkın. Selamlaştılar önce. Yavrularının arasında doğan aşktan bihaber, gündelik soruları cevaplayarak kibar
olma telaşındalar sadece.
“Kaç yaşında sizinki?”
“4..Sizinki?”
“Bizimki henüz çok küçük..11 aylık.”
“Ah canım benim…Pek de tatlı!”
“Sizinki de öyle…”
Bu diyalogtan habersiz bakışırken iki sevdalı, ufaklığın annesi çekelemeye başlamaz mı?
“Eh be anne! Hep de en olmadık zamanlarda dikilirsin tepeme! Bi bırak ya!!!”
Anne duymaz oğlunun sitemini. Alır kucağına, gider evine. Yemek vaktidir artık.
Her akşam bahçede buluşmaya başlar sevgililer…Anneleri sohbet ederken onlar çimenler üzerinde koşturur, yuvarlanır…Tanrı onları birbirine o kadar uygun görmüştür ki, anneler yakın arkadaş olmuştur zamanla…Bizimkilerin aşklarını yaşamaları daha bir kolay olsun diye.
Birbirlerinin evine de gelip gitmeye başlamışlardır artık. Daha ne olsun? Anneler kahveleri yapıp dedikoduya dalar dalmaz bizimkiler çekilir içeriye, başlarlar sevişmeye…Büyük bir aşkla…Birbirlerine doymaksızın.
Gel zaman git zaman, sevdaları öyle büyür ki, birbirlerini göremedikleri her saniye ızdırap vermeye başlar ikisine de…Kapıda oturup ağlamaya başlarlar…Ayrı evlerde döktükleri gözyaşları sel olur, akar…
Kapı çalar bir gün…Pamuk’ların kapısı. Anne içeride bulaşık yıkamaktadır…Oğlunun çığlıklarını duyar duymaz bırakır elindekileri, koşar kapıya…Gelen gelin…kapıyı açacak anne ama o da ne? Kapıda bir sorun var! Açılmıyor!
Zorluyor anne…Yok, bana mısın demiyor kapı…Kapının bir tarafında bizim oğlan, Pamuk, ağlamakta…Diğer tarafında
güzel gelin Tina…Ne yapsalar ki? İki anne de şaşkın. Panik!
Birkaç dakika uğraştıktan sonra başarıyor anne kapıyı açmayı…
Kapı açılır açılmaz iki sevgili koşuyor birbirine…
Arka ayakları üzerinde kalkıp ön ayakları boyunlarına dolamak suretiyle sarılıyorlar birbirlerine!
İstikamet salon!
Ne de olsa çok geniş. Anneler mutfağa geçiyor…Bizimkilere gün doğuyor…
Sevişme vaktidir artık…
Anneler salona giriyor beklenmedik bir anda…Sevişme o kadar ateşli ki…Durmak ne mümkün?
Bir anda bir çığlık yükseliyor Tina’dan! Anneler panik…
Tina’dan boy olarak yarı yarıya kısa olan Pamuk ne yapıp edip başarılı olmuş meğerse!!! O noktaya kadar nasıl geldi Pamuk bilinmez…Ama sonrasında O da bilememiş ne yapması gerektiğini…Tırnaklarını geçirmiş zavallı Tina’nın sırtına can havliyle…Düşmeyecek ya! Tutunuyor şapşal oğlan!
Tina çığlık çığlığa!
iki anne bakıyor birbirine…Yapılacak işlem belli…
Beraberce kucaklıyorlar bizim aşıkları, doğru banyoya.
Soğuk suyu tutuyorlar üstlerine de ancak ayrılabiliyor iki sevgili…
Tina kızgın!
Bilse bu kadar canı yanacağını, kabul eder miydi delikanlının yanına yaklaşmasını?
Tina çok kızgın hatta!
Sürekli hırlıyor…Zavallı delikanlı…Kadınını incitmiş olduğunun farkında ama karşı koyamamış işte içgüdülerine…Suçluluk duygusu bir yandan, zevkin doruklarına çıkıp da inmiş olmanın rehaveti bir yandan, dolanıp duruyor kadınının etrafında…Ağlayarak, yalvararak…
Yıllar geçti…Pamuk şimdi 13 yaşında. Hala komik kulaklarını dikiverir “Tina gelmiş oğlum!” dediğimde:)
Ah aşk ah!
sen ne menem birşeysin??? 🙂

Serzenişler…

pelitas | 27 November 2007 01:03

Hani hayat akıp gider ya bazen ellerinin arasından! Hani sevdiğin der ya; buraya kadarmış nidasıyla. Tüm detaylarına kadar dürüst olmanın kefaleti olur, ithamların; gıyabında donatılmışları! İnsan sevmek nice bedellerle ödetilir bizlere… Her, durmak yok yola devam serzenişlerimizde hayat yine akıp gider ellerimizin arasından. Önce ellerimizin arasına; sonra da akıp giden hayata bakarız. Bende bir yanlış yok diye defalarca haykırırız. Sanki bize bunları yapanlar bilmez mi, biz hatasızız? Bilmez mi nankörler hatasız oynamışız. Hadisenin teması da bu aslında! Gariban üzmek ödüldür onlara. Yaptıklarının bir bumerang tadında geri döneceğini bilmeyen vefasızlara… Hani seversin ya yaptıkları olsa bile istihza… Hani göğüs gerersin ya, yaptığı tüm negatif davranışlara… Hani ağlarsın ya sokakları birleştiren köşe başlarında… Hani dersin ya Rabbim, onu bana bağışla… Hani sürekli üç nokta getirirsin kustuğun cümlelerin sonuna… Hani her defasında beddua etmek gelir ya aklına!Bu bize yakışmaz deyip kısık bir tebessüm sonrasında; “Allah onu da mutlu etsin” bundan sonra ki hayatında…

Bir küçük Şiir

pelitas | 25 November 2007 00:17

Sen gittin…
Hayalinle baş başayım artık
Hani şu senden vefalı hayalin
hani şu giderken bıraktığın son izlerin
ve gözlerin resimlerde
utanmaz bir tebessüm
baktıkça kanayan yaram
bakmadıkça bir özlem, bin meram
Yokluğunla vurulup düştüm yerlere
Ne elimden bir tutan
ne de elini bir tutsam…
Saat yine geç oldu!