Adını koyamadığım bir hüzünle uyanırdım hep o sabahlarda… Boğazımda çözülmeyen bir düğümün yumrusu… Acı acı çalan siren seslerinde sel olurdu gözyaşım… Keşke Atatürk ölmeseydi, ben ölseydim onun yerine derdim, her 10 Kasımda…Annem kucağına alır, teselli eden şeyler söylerdi…Neden sen ölüyormuşsun derdi annem, sen daha minicik bir çocuksun, güzel günler göreceksin, güneşli günler.. Sen ve akranların sahip çıkacaksınız Atatürk’ün emanetlerine… Sonra gülümserdi… Ben burnumu çekerek ağlamaya devam ederdim keşke ölmeseydi diye…Annemden beni törene götürmesini isterdim… Giyinir çıkardık evden… Yol boyu yakınımızdaki okuldan gelen şiir sesleriyle, benim hıçkırık seslerim karışırdı… Hala kulağımdadır bir erkek öğrencinin var gücüyle bağırarak okuduğu o şiir:Uzun uzun kavaklarDökülüyor yapraklarBen Ata’ma doymadımDoysun kara topraklar…Kavaklar ve topraklar arasında bir bağ kuramadan, şiirin son iki dizesine saatlerce ağladığımı bilirim. Ve hâlâ her 10 Kasımda boğazımda aynı düğümle, ağlamayı erteleyerek o günleri yâd ediyorum. Yaşadığı zamanda yaşama şansına sahip olmadığım halde, ölümü beni bu kadar sarsan bir ikinci insan olmadı hayatımda…O yıllarda çocukluğunun son demlerini yaşayan babam anlatırdı… Mustafa Kemal’in ölümüyle köylülerinin ne kadar gözyaşı döktüğünü… Köy kadınlarının dizlerini döverek yaktığı ağıtları… Savaşta kaybettiği şehidine o kadar ağlamadı bu millet kızım, derdi…İşte yine bir sonbahar, yine bir 10 Kasım… O’nu ne kadar doğru anladık, hedeflediği Türk genci profiline ne kadar yaklaşabildik bilmiyorum ama,O’nun ölüm tarihine yakın bir tarihi doğum günü olarak kutlamak bile içimi ezmeye yetiyor…Bu yazıyı, daha süt çocuğu iken yüreğime Atatürk sevgisi aşılayan babama, ( her ne kadar artık okuma şansı olmasa da)Her 10 Kasımda, yağmur, çamur demeden beni okula götürüp anma törenlerini sonuna kadar izlememi sağlayan anneme,Ve tıpkı annesi gibi, keşke Atatürk ölmeseydi değil mi anne, diyen kızıma ithaf ediyorum…