bildirgec.org

ağıt hakkında tüm yazılar

COMO LO SİENTO!

astral | 28 December 2009 09:52

Kızgın suların üzerinde yürüyorum. Sessiz sakin bir durgunluk… Dört yan yakamoz desem, yalan değil…

Benim için farklı desem, hiç yalan değil. Ben, sürekli aşk arayan kadın olmadım. Yazmamışlar/ yazmamışım’ diyerek çekilen kadındım. Sustum. Pus oldum. Özlem Tekin’in yazmamışlar şarkısını söyleyen/ içselleştiren kadındım.

Sesi içinde yankılanan, kendi sesinden dünyanın sesini duyamayan kadındım. Şiir yazan, çizen, bakan, düşünen kadındım. Kadınlığı, içinde patlayan kadındım. Bu dünyaya uzaktım, çok uzaklara ise çoktan yakındım; doğuştan böyleydim.

Uzakları yakınları, buradakilere benzemeyen kadındım. Sustum, pus oldum. Konuştum, gördüm ki; şarkılar dahi daha coşkulu insanlardan; biz öylesine yüzeyselleşmişiz ki, sussak kâfi gelir yüreğe…

Keşke Atatürk Ölmeseydi, Değil mi Anne

kahvekokusu | 10 November 2009 12:15

Adını koyamadığım bir hüzünle uyanırdım hep o sabahlarda… Boğazımda çözülmeyen bir düğümün yumrusu… Acı acı çalan siren seslerinde sel olurdu gözyaşım… Keşke Atatürk ölmeseydi, ben ölseydim onun yerine derdim, her 10 Kasımda…Annem kucağına alır, teselli eden şeyler söylerdi…Neden sen ölüyormuşsun derdi annem, sen daha minicik bir çocuksun, güzel günler göreceksin, güneşli günler.. Sen ve akranların sahip çıkacaksınız Atatürk’ün emanetlerine… Sonra gülümserdi… Ben burnumu çekerek ağlamaya devam ederdim keşke ölmeseydi diye…

BU DA GEÇECEK Mİ?

kahvekokusu | 02 November 2009 15:16

Nefesinle can bulup, sesinle can verecek bir tek cümlenin iki dudağının arasından dökülüp bana gelmesini öyle çok bekledim ki… Kaç saattir sürüyor bu intizar ya da kaç gündür, saymadım… Batan güneş, işte bir gün daha bitti haberini alay edercesine fısıldarken kulağıma, her sabah yeni bir umut ekleyip bir önceki güne, bekliyorum aynı musaberet ile… Belki bugün diye…

Kahvaltımı sensiz yapıyorum… Tadı tuzu yok hayatın… Çayım hep acılara demliyor kendini ve hep boğazımda bir düğüm…

Yılmaz Güney

pardus01 | 13 February 2009 09:47

Emir Kusturica‘nın;

” Çok önemli bir sinema adamıydı. Son 20 yılın Tarkovski ile beraber en önemli sinemacısı”

dediği Yılmaz Güney:

”Ben oyuncu olarak halkın giyiminden yaşamından farklı olmamaya çalışıyordum. Zaten olamazdım ki. Ben zaten kendimi oynuyordum. Şöyle bir durum var: Yaptığım bütün filmlerde benden bir parça vardır.”

diyerek sinemasını ve oyunculuğunu özetliyordu bu dört cümle ile.

Yönetmen, sinema oyuncusu, senarist ve öykü yazarı Yılmaz Güney 1 Nisan 1937 Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde yaşayan topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biri olarak Adana‘nın Yenice Köyünde doğmuştur. Doğumundan 6 yıl sonra Adana’da nüfusa kaydedilen Güney 9 Eylül 1984 yılında Paris’te ölmüştür. Önemli bir sinemacı olarak kabul edilmesini sağlayan Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmlere imza atmıştır. Gerçek adı Yılmaz Pütün olan Güney’in soyismi Pütün kırılması zor sert meyve çekirdeği analamına gelmektedir.

Yoksulluğun amansız pençesinden kurtulmak için daha 10 yaşındayken evden kaçarak Adana’daki akrabalarının yanına gelmiş ve yaşamına burada devam etmiştir. Hemen her türlü emek-yoğun işi yaparak geçinmeye ve okumaya çalışan Güney üniversite okumak üzere Ankara’ya gitmaden önce bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalıştı. Ankara’da Atıf Yılmaz ile tanışan ve öğrenim görürken bir yandan da hikayeler yazan Güney, daha sonra Atıf Yılmaz’ın da desteğiyle sinema çalışmalarına başladı.

AĞIT

quanturk | 17 March 2008 21:39

Bir umutla doluyor içim bazen
Sonra ansızın hüzün fethediyor bütün topraklarını ruhumun
Bitmeyen yalnızlık savaşçıları geliyor ardından
Her yeri fütürsuzca yıkıyor ve yakıyorlar
Yaşayakalmak için yapıyorlar tüm bunları biliyorum…
Kalan son sevgi damlası da buharlaşıp gidiyor sonradan
Umutsuzluğun ateşkesi sarıyor dört bir yanı
Ağlamaklı oluyor tüm anılarım yüreğimde…
Unutulmaya yüz tutuyorlar
Aşka dair ne varsa soykırıma uğruyor kesin bir kararla gönlümde
Küçük mutluluklarım bir yerlere saklanıyorlar
Dev mutsuzluklardan korkup kaçıp
Onlar birer kara delik her şeyi yutuyor içimde ne varsa
İyi , kötü, güzel ve çirkin…
Ölüler ve yeni doğanlar aynı yere kapatılıyor bu savaşta
Küçük isyanlar çıkarıyor serzeniş yanlısı duygular
Neden diye soruyorlar bu talan ne uğruna? …

BeLaLıM…

necronamber | 06 December 2007 15:21

Yıllar sonra bir gün rastlarsan bana
Bakma ağaran saçlarıma ufukta, renk
değiştiren gözlerime ve yıllar sonra bir gün
rastlarsam sana, evinin balkonun da yanın da bebeğine
bak yavrum feleğin lanet ettiği insanlardan biri de bu de
serseriy di de ayyaş tı de ama sakın ha ! sevme di deme…!
Oda senin gibi tüm sevenlerden nefret etmesin.İstikbalim için attığım altıncı adımı beşinci adımdan gelecek kuvvete ve kudrete lanet olsun. Paramıdır insanların miktarı ve nazarı, her yerde kurulmuş bir orospu pazarı, biz de olduk bu alemin okur ve yazarı ….
Sosyete kim biz kim BeLALIM…

nokta hala destanı

onerty | 01 April 2006 14:21

hakkında iki farklı hikaye duyduğum nokta hala (veya nokta ana), bulabildiğim dizeleriyle içimde birşeyler sıkışıp kaldığında, ağlayıp-gülemediğimde, her seferinde acısına beni hüngür hüngür ağlatan vefakar bir karadeniz kadınıdır. ayağının altını öpmek istediğim anadır.

birinci hikaye şöyle ki;

kocasını da bir savaşta kaybeden nokta ana, oğlu ahmet ‘i de kırım savaşında şehit verir. ardından memleketi rize/çamlıhemşin’ den kalkar gider kırım’a ve oğlunun naaşını buraya getirerek toprağına gömer. sonrasında kendi de ölene kadar, hiç bitmeyen bir ağıt yakar oğlu ahmet’ e.

ikinci hikayeyse,

kırım’ a gurbete giden ahmet orda cezaevine girer ve ince hastalığa tutulup ölür. tüm yakınlarını çok erken yaşta yitiren nokta hala da ömrünün son gününe kadar, bu sonsuz ağıdı yakar..