-Güzel olduğunuz kadar küstahsınızda!
-Söyleyemedim annee! Babamın simitçi oldugunu söyleyemedim!
-Fakirsin sen Fakirrr!
Ve zavallı kemancı (Cüneyt Arkın) salaş meyhanede sandalyeye tutunur ve titrek dudaklarından bir elzem mavisi gibi akar kelimeler;
-Ben kör bir gencim hayatımı keman çalarak kazanırım nolur duygularmla
oynamayın!
Ben küçüklüğümden beri çok garip bir şekilde Turk Sineması ile ilgilenmişimdir. Bir çok entele dantele gore Turk filmleri cok sacma senaryolardan oluşur.Evet,çok özel filmler değildir ama şunu unutmamak gerekir onlar yaşamın içinden bir yansımadır.
Birkaç hafta once bir cumartesi gecesi uykusuzluğunda tv karşısında pineklemeye çalışırken 3 tane siyah beyaz Yeşilçamın en verimli donemlerinde cekilmiş filmlerden yakaladım. Duygulanmadım da ağlamamak için zor tuttum kendimi desem yeridir:)
En güzel aşklar-veremli kadınlar-annesini kaybeden kucuk kızlar-en kederli
anlar-bedbaht erkekler-en umutsuz zamanlar-ve gözgöregöre akan gözyaşları-!
Türkiye ilk sinema sanatıyla 1896 da ALEXANDRE PROMI adlı operatörün padişahtan aldığı izinle belgesel film çekmesiyle tanışmış.Açıkçası daha sonra film kopmuş yani 1908 yılına kadar hiçbir faaliyet olmamış. İstanbul ilk sinema salonuna
1910 yılında SIGMUND WEINBERG sayesinde kavuşmuş.
Şimdilerde önemli fuarların gerçekleştirildiği tepebaşı sergi salonunun yerinde DARÜLBEDAYİ adı altında hizmete girmiştir. Bu önemli faaliyetin ardından PERA ‘TA CİNE ORİENTAL , CİNE PALANCE ve CİNE PALACE gibi sinema salonları açılmış. Halk sinemaya talep
gösterince bizim Beyoğlu o zamanların PERA kenti sinema salonlarıyla dolup taşmış.
1917 yılında PENÇE adlı film SEDAT SİMAVİ tarafından çekilmiş. Tarihe geçen bir
diğer filmimizde o zamanların vamp filmi olark nitelendirilen MADAM KALİTEA..
Tiyatrocu Muhsin Ertuğrul ilk özel yapımevi olan Kemal Film şirketinin kurmuş ve Türk sinemasında yeni bir dönem başlamış. Sinema ile ilgili ilk
deneyimlerini yurt dışında gerçekleştiren Muhsin Ertuğrul; Kemal ve Şakir Seden kardeşlerle yaptığı işbirliği sonucu bu özel yapımevi adına iki film çeker; İstanbul’da Bir Facia-i Aşk (Şişli Güzeli Mediha Hanımın Facia-i Katli) ve Boğaziçi Esrarı. İkincisi olaylı bir filmdir.
1923 yılında Muhsin Ertuğrul daha sonra biribiri ardına üç film çeker. İlki Halide Edip Adıvar’dan uyarladığı Ateşten Gömlek’tir. Bu film Kurtuluş
Savaşı’nı konu alan bir ilk filmdir. Türk sineması adına bir diğer özelliği de Ateşten Gömlek’te ilk kez Türk kadınlarının oynamasıdır. Ve böylece Cumhuriyet’in ilanının Türk kadınlarına çalışma özgürlüğü tanıması sonucu,
Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir’le yeni bir dönem daha açılır. Leblebici Horhor
ve Kız Kulesinde Bir Facia, Ertuğrul’un 1923 yılında çevirdiği diğer iki filmdir. 1935 yılında Muhsin Ertuğrul ‘un “Aysel Bataklı Damın Kızı’yla Türk sinemasına ilk köy filmini izleyciyle buluşturur. Bu filmin bir özelliği de oyuncu Cahide Sonkunun oyunculuk kariyerine başlamasıdır.
1933 yılında Dâr-ül-bedayi oyuncusu olarak sinemada işbaşı yapan Sonku, Aysel rolüyle kendinden sonra gelen kuşağa yıldızlık yolunu açar. Ve böylece Cahide Sonku
Türk sinemasının ilk kadın yıldızı olur.
Tabii artık yazlık sinemalar semtleri şenlendirmiş ve haftanın belli akşamları şimdilerde ayrı bir ses tonu ile anılan o yazlık sinemalar çalışmaya başlar. Cekirdek-gazoz ve ağlayan duygulu kadınlar- çocuklarda ise ayrı bir merak; o kadınla o adam o kutunun içine nasıl sığıyor? Türk sineması son 10 yılda bir patlama yaşadı diyebiliriz. Ama patlamanın ne derece sanatsal olduğu tartışabilir. Ama herne olursa olsun Türk sineması bugunlere çok kolay gelmedi! Siyasi gerekçeler, cinsellik unsurları ve sacma sapan bir çok sebepten dolayı sansüre maruz kalan Türk sineması, Filmi sansüre uğradığı için Türkiye’yi terkeden yönetmenlerle dolup taşıyor. Bütünlüğü dikkate alınmaksızın bazı sahneleri kesilmiş, hatta yıllarca tozlu raflarda beklemek zorunda bırakılmış filmlrle dolu. Tüm bunların nihayetinde Türk Sineması bir şekilde yol almaya başladı.Acı, sevinç, keder hep olsa da umutsuzluk hiç olmadı. Daha sonra ağacımız dallanıp
budaklandı ve hayatımıza YEŞİLÇAM olarak çıkıp rüzgarda, soğukta hep dayandı…Değil mi Sadri Bey?
Doğan Hızlan’ın siyah beyaz filmlerle ilgili yazısı.
Eski Türk filmlerin de ki çeşitli şarkılara ulaşmak için buraya.
ps: o filmler kadar içimizden ki…
yorumlar
demişsiniz.
(belkide “filmler o kadar içimizden ki…” demek istemiştiniz)
O filmleri sevmemizin nedenide bu değil midir ? Teknolojinin sinemada akıl almaz mucizeler yarattığı bir zaman dilimin de hala oturup o filmlerden etkilenmemizin tek sebebide budur. Aynı filmi seyrettirin elin amerikalısına. Elin Amerikalısı senin gözyaşı döktüğün, mutlu sonlarda ise içine büyük bir huzur dolduran o filmlerde hiçbirşey bulamayacaktır. Ama biz Terminatör, BraveHeart, Yüzüklerin Efendisi gibi filmlerin çekilebildiği bir dönemde hala o, sis efektinin sigara dumanı ile yapıldığı filmleri izleyebiliyorsak ve hala onlardan etkilenebiliyorsak bunun sebebi o filmlerin ruhu olmasıdır.
arkadaşların da yaptıklarını gördük.
çok güldüğüm bir sahne hatırlıyorum. süper bir sahne. yine siyah beyaz bir film, ekrem bora çapkın bir kocayı oynuyor. adamın karısının yanında birkaç tane de metresi var. Metreslerinden biri telefon ediyor. abi bu sırada iş üstünde. karşı taraf üzerinde ne var diye soruyor bu da zenci sevgilisine bakarak siyah bir kazak diye cevap veriyor..:))
kartal tibet’in oynadığı renkli dönem filmlerinden biri. adamın amcası ölmüş ama amcasının kızıyla da bu vesileyle tanışmışlar. evdeki hizmetçi işe geç kalan patronu kartal tibet’e: “beyefendi bugün işe gitmeyecek misiniz” diye sorar. kartal hiddetle: “bu nasıl soru! yaslı insanlar mecbur kalmadıkça işe gitmezler!!!”
seviyorum bu filmleri ya bir ara düşünmedim de değil hulusi kentmen’in bıyıkları sahte olabilir mi diye?
redx..tebrikler…
ben de bir cuneyt arkın filminden iki kotu adamın [farklı mafya babalarının adamları] birbirini kovaladıkları bir sahneyi hatırlıyorum . en sonunda kovalayan adam digerini bir evde sıkıştırır. İşte replik :
Vurulacak şahıs : -“abi nolur bana kıyma ”
Vuran adam [elindeki silahın emniyetini çekerek] : Nihoha ; bana da kuşbaşı…
:))
de eski filmlerde istanbul’un eski halini görmek de çok zevkli. galata falan…
Redx Dr.Skull bloğundaki olayları, konuşulanları film yapmanı(zı) -moonsco ile birlikte- talep ediyorum. tersi olursa ahirette bulurum seni, bozarım façanı:)
Pagan ağzımdan almış cümleyi.
Eski filmleri seyretmemin tek sebebi arka plandır.Eski İstanbul’u ancak böyle görebiliyoruz.50’li 60’lı yılların istanbul’u…
Metropol haline gelmeden önce,
binasız çıplaklığıyla ortada olan İstanbul,filmlerdeki sevgililerin buluşma mekanı Sarayburnu ve eski dolmuşlar. Filmlerde Kasımpaşa’nın Beyoğlu’nun eski halini gösteriyorlar,üç katlı tahta evler.Bakıp bakıp,neymiş ne olmuş diyorsun.
bana eski türk filmleri afisleri lazim, yukardakiler gibi..nerden bulabilirim? bilen var mi?
İstanbul da oldugunu varsayarak yazzıyorum;
Beyoğlu:
halep pasajı (ferhan şensoy tiyatrosunun az ilersindeki dukkandan ve beyoğlu sinemasının gırışındeki dukkandan)
Galatasaray da , Kazım Taşkent salonunun karşısında bi pasaj var alt kata inion orda bi dukkan var ordan.
Beyoğlu Ayhan Işık sokak arkasında sahaflar pasajı vardır alt katta bi dukkan var adını bilmiom orada var.
ve san antonio kilisesi(galatasaray) karşısında elhamra pasajında dansoz kıyafetleri satan dukkanın yanındaki dukkandan.
artık bu kadar tarifin ustune bitane de banada hediye edersin 😛
ekrem bora toplantı yapmaktadır… herkesi haşin hareketlerle paylar, sonra oval masanın en ucundaki sekreter kız dışında herkes çıkar. Ekrem Bora kızı masaya çıkartır. Bu esnada kamera masadadır çok komik bir görüntü oluşur. Kızın bacaklarını aralatır. Elindeki kurukafayı kaleye gol atar gibi kızın bacaklarının arasından geçirir. Sonra kızın bacaklarına yumulur.
ali özuyar antrakt dergisinde güzel yazılar yazardı türk-osmanlı sinema tarihi ile ilgili. sonra bunları toplayıp kitap olarak bastı sinemanın osmanlıca serüveni diye. okuyalı çok zaman olmuştu ancak yazını okuyunca kafama takıldı geldim baktım.
ali özuyar yaptığı araştırmalar sonucunda, ilk türk kadın sinema oyuncusunun bilinenin aksine bedia muhavvit ve neyyire neyir değil, 1922 yılı tarihli esrarengiz şark isimli filmde baş rolü oynayan Nermin Hanım olduğunu 1924 tarihli opera-cine dergisindeki makaleye dayanarak belirtmiştir. bu film her ne kadar fransız bir yönetmen tarafından çekilse de, filmin tüm kadrosunun türklerden oluşuyor olmasını da, filmi önemli kılan diğer bir husus olduğunu belirtmiştir. ancak kitapta filmin yönetmenin adının zikredilmemiş olmaamsı da ilginç tabi. sadece kendisinin fransız bir mühendis olduğundan bahsetmiş.
(kafama takılan bir husus; gerek esrarengiz şark’ta gerekse de ateşten gömlek’de sadece bu bayan oyuncular mı oynamıştır? filmin diğer rollerinde başka kadın oyuncu yok mudur? buradaki kriter ismi geçen şahsıların başrol oynaması mıdır? eğer öyle ise ilk türk bayan başrol oyuncusu diye düzeltilmedir kanımca )
ilk türk filmi ise diğer bir tartışma konusudur. 1914 tarihli ayastefanos anıtının yıkılışı isimli bir filmin ilk türk filmi olduğu iddiası türk sinema tarihi ile ilgili araştırmaların öncülerinden nijad özön tarafından kaleme alınmıştır. filmi çektiği iddia edilen fuat uzkınay’ın herhangi bir delil gösterememiş olması ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın arşiv listesinde adı geçmesine rağmen filmin gören kimsenin olmaması bu konuda bir çok şüpheyi doğurmuştur. film ile ilgili fuat uzkınay’ın söyledikleri ve kayıtlar dışında açık bir delil gözükmemktedir.
ayrıca burçak evren’in bir yazısında 1901 tarihli bir filmin varlığından bahsedilmektedir. ancak ben herhangi bir bilgiye ulaşamadım internette. bu olayın aslı astarı var mı?
yıkılışıyla ilgili görüntüler gördüğümü hatırlıyorum. Sanırım 1.sinema-tarih buluşmasında düzenlenen sergideydi. Ama sadece birkaç fotoğraf.
Bu filmin ilk türk filmi olması söz konusu değil çünkü haber niteliğini taşıyan bir belgeden başka birşey değil. Ortada bir kurgu yok.
o gördüklerin sanırım filme ait değil. anıtın yıkılışna ait fotoğraflar. şurda bir takım fotoğraflar ve konuya ilişkin şüpheleri içeren bir yazı var.
film olmaması konusunda ise söylendiği şekilde ise haklısın, sinema filmi değil. ancak çekilen ilk film demekte bir zarar görmüyorum kendi adıma. ancak tabi önce varlığının ispatı gerek.
peki ondan sonra yok mu? yani bu filmden sonra çekilmiş (tabi eğer çekildiyse) başka bir film yok mu acep? ondan sonra ki ilk film pençe mi?
şener şen sonra geliyor.
gördüklerim tam da o fotoğraflardı. Ben onları filmden kareler olarak algılamıştım. demek ki ben de yanılmışım.
Aslında ilk veya ikinci film hangisi gibi bir ayrımın da çok önemi yok.
İlk filmden bu yana çok yol aldık. Bir ara sinemanın sektör olduğu bile oldu. Sonra birşey oldu, hergün sinemaya giden insanlar çocuklarının gitmesine bile karışır oldular. Bu erotik dönemden önce miydi sonra mı tam kestiremiyorum. Tamam çok kötü filmler çekildi, toplumca “diskoya gitme, hap içirir yararlar” sendromu yaşadık ama biraz da aşırıya kaçtık. Genel sanat iğrentisiyle beraber sinema da güme gitti. Bazı entel dantel abiler de üzerine “bir kadının anatomisi vidi vidi” filmler çekince tam oldu. Ama aynı zamanda aklı başında filmler de vardı ki değme avrupa filmine taş çıkarabilirlerdi. Konuları ve çekim teknikleriyle ötekilerden ayrılıyorlardı. Gölge Oyunu, Karanlık Sular bunlardan bazıları.
Bir de Şener Şen’in oynadığı “Aşk filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni” filmi var.
bu yazıyı ve diger ahkamları okumak inanılmaz zevk verdi bana.. bi de aklıma en sevdiim Türk filmlerinden Neşeli Günler geldi… şimdi olsa da izlesem yine…
Sinema ve sansür Türkiye’de bolcana örneklerini gördüğümüz hazzetmesekte devamlı karşıaştığımız bir olgu. Türk sinamasında ilk sansür 1919’da yapılmış olan Mürebbiye adlı filmdir. İlginçtir ki filmi yasaklayan osmanlı değil batıdan gelen işgalci güçlermiş. Sebepse Madam Kalitea’nın oynadığı rolmüş. Sansürle alakalı şurdan, şurdan ve şurdan‘da bilgi edinebilirsiniz.
afiyet olsun replicacıgım…
Sansur mevzusuna değinilmişken;
-Metin Erksan’ın ilk filmi Aşık Veysel’in Hayatı- Karanlık Dünya da Anadou topraklarındaki ekinleri çok kısa boylu, cılız gösterdiği gerekçesiyle yasaklandı.
-Susuz Yaz filmindeki kadın ölen kocasının erkek kardeşiyle evlenince Türkleri kötülüyor gerekçesiyle sansürlenmiştir.
-Göksel Arsoy’un bir pilotu canlandırdığı Şafak Bekçileri’nin sansür gerekçesi ise kelimenin tam anlamıyla gülünç. Öncelikle filmde bir Türk uçağı düşüyor. Oysa Türk ordusunun uçakları asla düşemez. Daha da önemlisi Göksel Arsoy üzerinde üniforma varken sevgilisiyle öpüşüyor. Oysa sansür kuruluna göre bu Türk Ordusu’nun pilotlarına yakışmayacak bir davranış.Sansürrrr!
Bakın bu çok komik!
-Otobüs filmi de o dönemde Türkler’i küçük düşürdüğü gerekçesiyle tepki çekmişti. Filmrde Türkler’i küçük gösteren o kadar çok sahne vardı ki sansür kurulunun görüşüne göre. Türkler bayat ekmek ve soğan yiyordu, trafik kurallarına uymuyordu, ayakta işiyordu. Türkler bunları asla yapmazdı-sannsürrr!
-Göksel Arsoy’un Şafak Bekçileri’ni geçtiğimiz ekim ayında izledim. Sanırım döneminde yapılan bir sansürden bahsediyorsun. Yoksa filmde uçak ta düştü. Sevgilisini de öptü. :))
cevat abiyle birlikte kitleden farklı düşünüyoruz biraz. o dönemlerde çekilmiş olan filmler nedense bana hep yabancı gelmiştir. yani aslında onlar bu dünyada değil de başka bir dünyada yaşıyorlardı:zira ders çalışmaları lazımdı, güzel oldukları kadar küstahtılar da vs. (hale soygazi de güzel tabii cevat abi)
oysa ki Selvi Boylum Al Yazmalım, Yılanların Öcü, Züğürt Ağa daha bizdendi sanki (aa dogru bak Sultan ı az daha unutuyordum saol cevat abii, bi de cay versen de içsek, höst mü peki abi)
bu bahsettiğim filmlere biraz olsun bence son dönemlerdeki filmlerden eşkıya yakınlaşmaya çalıştı o da şener şen in hatırına ama yine de az once saydıklarım kadar basarılı olamadı bence, su an bir ton güzel sahne geliyor gözümün önüne bu filmlerden, yılanların öcü ndeki o muhteşem oyunculuk ve şive, türkan soray ın bence en iyi oyunculugunu sergilediği filmdir mesela sultan, sonra sener sen devleşmiştir züğürt ağa da. ben o filmlerde değil de mesela eşkıya filminden çıkınca ağlayacaktım biri dokunsa (erkek adam aglamaz tabii cevat abii)
hemen ii gunner diliyom ben
eyvallah
bir kült film “üçkağıtçılar”, piç rıza “robert widmark” ve türk filmlerinde “dövüş kuralları” hakkında ilginç bir yazı.“buyrun”
yukarıdaki linkte bulunan yazıyı okurken “Neden en çok kekeme rolünü Halit Akçatepe oynar? Yüzünde kekemeliği çağrıştıran birşey mi var?” sorusunu okdumda aklıma geldi.
Yakın bir zamana kadar o adamı ben gerçekten kekeme sanırdım. Vay be helal olsun azim etmiş ouncu olmuş diyede takdir ederdim 🙂