1929 yılı hem Dünya hem de Türkiye için önemli bir yıldı. O yıl dünya çok önemli bir ekonomik kriz yaşamıştı. Türkiye içinse 1929 bir umut yılıydı. Çünkü Lozan’da kabul edilmiş olan bazı ekonomik sınırlandırmalar anlaşma gereği o yıl geçerliliğini yitiriyordu. Ekonomik karar alma yetkisi artık tamamen Türkiye’nin kendi eline geçiyordu. Gümrükle ilgili vergiler hazine için artık yüksek miktarda bir gelir kaynağı olmaya başlayacaktı. Kısacası umut dolu bir yıldı.Bununla birlikte 1929 yılının son aylarına kadar dünya krizin eşiğinde olduğunu tam anlamıyla fark edememişti. O yıla kadar Türkiye çok basit ihtiyaçlarının bile çoğunu ithalatla sağlıyordu. Ancak umutlu Türkiye bir anda pahalılaşan ithalat fiyatlarıyla sarsıldı. Dalgalı döviz hareketleri ve içeride tüccarların stoklama girişimleri başlayınca Sterlin karşısında Türk parasının değeri süratle düşmeye başladı.Çoğu ülkede de durum farklı değildi. Bunun üzerine birçok ülke devalüasyona giderek stokları eritme çabasına ve kendi mallarına özendirme politikasına gitti. Türkiye de benzer bir girişim yaptı. Krize bağlı olarak yeni kurumlar oluşturuldu. Bunların biri de “Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti”dir. İthalatı kısmak için atılan adımlardan biri olan cemiyet 12 Aralık 1929 günü İsmet İnönü’nün krizi aşmanın yolları hakkında TBMM’nde yaptığı konuşmanın ardından Atatürk’ün de desteğiyle 14 Aralık 1929 tarihinde TBMM Başkanı Kazım Özalp’ın başkanlığında kuruldu. Cemiyetin en önemli görevi yerli mallarını özendirmek, vatandaşları yerli malı kullanmaya teşvik etmek ve tasarrufun önemini anlatmaktı.İşte bu kapsamda; 1929’dan 1946’ya kadar 12-18 Aralık aralığı “Milli İktisat ve Tasarruf Haftası” adıyla, 1946’dan sonra ise “Yerli Malı Haftası” olarak çeşitli etkinliklerle geçirildi. “Türk malı Türk’ün malı, herkes onu kullanmalı” gibi ve benzeri birçok slogan yıllarca kullanıldı. Birçok eğlenceli ve tasarrufu özendirici etkinlik düzenlendi.Yazıya başlarken zihnimdeki hesabım Yerli Malı Haftasının nasıl kutlanmaya başlandığını anlatmaktı. Ancak bunun yanında yine Ali Kuşçu’yu anlatmak isterken “Kapıda Karşılananlar” başlıklı yazımda bugüne yaptığım atıflar gibi bir durum oldu. Hemen her tarihi denememde ister istemez bugünlere atıf yapma gereği hissediyorum.“Türk Malı” deyimine takıldım bu sefer! Bugün bu deyim bir kendi kendimizi aşağılama tabiri olarak kullanılıyor maalesef. Metanın ve insanın kalitesizliği öne sürülecekse kendi kendimize “Türk Malı” diyoruz. Sanki aslolan kötülük Türk tarafından üretilmiş olmak ya da Türk olmak gibiymiş düşüncesi bilinçaltımıza işliyor. Türk malı için eskiden söylenen özendirici şarkılar ve tekerlemeler bugün yerini tam tersi manada üretilmiş söylemlere ve dizi filmlere bırakmış görünüyor.Tarihe tersten de atıf yapabileceğimiz günler için…