Başlığı okuyunca içinizden bu işte bir terslik var diye geçirmiş olabilirsiniz. Bize lise yıllarından beri “Türk edebiyatının ilk romanı Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” diye ezberletilmiştir. Edebiyat tarihimizin giderek aydınlanmasına rağmen resmi tarihin kalın duvarları hâlâ sapsağlam durmaktadır ancak artık bu ezberin bozulma zamanı çoktan geçmiştir.

Bugüne kadar ilk roman olarak bildiğimiz Şemsettin Sami’nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı 1872’de Şemsettin Sami tarafından Osmanlıca yani Arap alfabesi ile yazılmıştır. Hâlbuki bu eserden çok önce basılan Türkçe roman türünde eserler de vardır. Yazımızın konusunu oluşturan Akabi Hikâyesi‘de bunlardan biri olup Türk edebiyatının gerçekten ilk romanıdır. Akabi Hikâyesi, bir Osmanlı Ermenisi olan Hovsep Vartanyan (28 Mart 1813-1879) tarafından gençlik yıllarından yazılmış ve 1851’de İstanbul Mühendisoğlu Tabhanesi’nde basılmıştır. Eser Ermeni alfabesi ile Türkçe olarak yazılmış olmasına rağmen uzun yıllar yok sayılmıştır. Eseri günümüz Türkçesine kazandıran ise Avustralyalı dilbilimci ve Türkolog Andreas Tietze’dir. Paris’te bir kütüphanede bularak çevirdiği bu eser Türkiye’de 1991 yılında Eren Yayınları tarafından basıldı. Ermenice basımı ise 1953 yılında Karnik Stephanyan tarafından yapıldı.

Kaynak: http://abadonv.deviantart.com/
Kaynak: http://abadonv.deviantart.com/

Bu coğrafyanın çok aşina olduğu farklı mezheplerden olduğu için kavuşamayan âşıkların öyküsünü anlatan kitabımızın kahramanları Hagop ve Akabi’dir. (Ermenice Agapi güzel demektir) Bir Katolik Ermeni olan Hagop Ağa ile Ortodoks (Gregoryen) Ermeni olan adı güzel kendi güzel Akabi’yi bir gezinti sırasında tanır ve aşık olur. Farklı cemaatlerden olmalarını umursamayan iki aşığın kısa süreli mutluluğu ailelerinin durumu öğrenmesi ile son bulur. Akabi’nin zalim amcası, rahip Fasidyan’ın telkinleri ile Hagop Ağa’ya Akabi’nin başkasıyla evlendiğini anlatan düzmece bir mektup verir. Hagop bu ıstıraba dayanamayarak hastalanır ve yataklara düşer. Hagop’un bu durumundan habersiz olan Akabi ise mektuplarına cevap alamayınca onu umutsuzca intihara sürükleyecek bir bunalıma girer. Akabi’nin son mektubunu tesadüfen bulan Hagop kandırıldığını anlayarak sevgilisini intihardan kurtarmak için yollara düşer ancak başına olmadık işler gelir ve hapse atılır. Karakoldan kurtulduğunda ise sevgilisini elinde bir zehir şişesi ile uçurumun kenarında bulur. Duyduğu seslerin Hagop’a ait olduğunu anlamayan Akabi zehri içerek uçurumdan denize atlar. Akabi’nin peşinden denize atlayan Hagop onu boğulmakta kurtarsa da zehirlenmekten kurtaramaz. Akabi’nin ölmesinin ardından kısa süre sonra Hagop da üzüntüsünden hastalanarak ölür ve hikâye bu trajik sonla biter.Bakıldığında klasik bir Kerem ile Aslı hikâyesi gibi dursa da romanı değerli yapan elbette bu olay örgüsü değildir. Romanı yazan Hosvep Vartanyan’ın portresi ve dönemin olayları ile birleştirince asıl resim ortaya çıkmaktadır. Hosvep Vartanyan yani nam-ı diğer Vartan Paşa, ilköğrenimini İstanbul’da bir Ermeni okulu olan Mayr-Varjaran’da (Bugünkü Kumkapı Bezciyan İlköğretim Okulu) aldıktan sonra 13 yaşında Viyana’daki Mekitarist okuluna gönderilir. Döndüğünde bir süre öğretmenliğin ardından Bahriye Nezareti’nde 25 yıl tercümanlık yapar ve paşalığa yükselir. Ardından birçok yönetim kademesinde çalışan Vartan Paşa, Batı kültürüne oldukça aşina ve din taassubuna düşman birisidir. İdari görevlerinin yanı sıra edebiyatımızın da en üretken isimlerinden biri olan Vartan Paşa hayatı boyunca tarihten mizaha birçok türde eser vermiştir. Akabi Hikâyesi’ndeki ise bir aşk öyküsünü etrafından Tanzimat dönemi Ermenilerinin hayata bakışını, değişimler karşısındaki tutumunu çok zengin bir örnekleme ile anlatmaktadır. Akabi Hikâyesi, içerdiğini zengin kültürel ve düşünsel örnekler ile 19. yüzyıl ortası Osmanlı Ermeni toplumu ve bu toplumun İstanbul ortamındaki sorunlarını ortaya koyan bir rapor niteliğindedir.Kitabın en büyük derdini oluşturan mezhep ayrılığı çok net bir şekilde ortaya konmuştur. Örnek vermek gerekirse; Katolik bir aileden olan Rupenig arabada gördüğü güzel Akabi için arkadaşına onun kim olduğunu sorar, fakat “Ermeni” (Gregoryen anlamında) olduğunu öğrenince, “Öyle ise kim olduğunu anlamağa hiç merak itmem” der. Bunun dışında toplumdaki değişime karşı tutumları da ilginçtir. Tanzimat döneminin modası olarak gittikçe açılan giyim kuşam eleştirilerek memleket ahvalinin giderek bozulduğu belirtilmektedir. Bu ve bunun gibi örneklerle yüzyıllar boyu bir arada yaşadığımız Osmanlı Ermenilerinin gelenek göreneklerini, eğlencelerini, üzüntülerini okudukça ne kadar tanıdık geldiğini görüp şaşırabilirsiniz. Türkler ve Ermenilerin yaşamları o kadar birbirine benzemektedir ki aynı dönemde Anadolu’da bulunan Alman General Helmuth von Moltke’nin “dil, kültür ve geleneklerine bakıldığında, Ermenilerin Hıristiyan Türkler olarak tanımlanmaları daha doğru olur” diyecektir.

Örnek Ermenice Metin (Nanor Injejikian, Stormy Depths'den bir bölüm)
Örnek Ermenice Metin (Nanor Injejikian, Stormy Depths’den bir bölüm)

Kitabın tuhaf bir özelliği ise olay akışında Türklerden yok denecek kadar az bahsetmesidir. Bunun iki temel sebebi vardır. İlki Ermeni cemaatinin çok kapalı bir hayat sürmesidir. Öyle ki İstanbul Ermenileri Erivan’da yaşar gibi yaşamaktadırlar. İkincisi ise asıl mevzunun mezhepler arasındaki siyasi çekişmelerin eleştirilmesidir. Çünkü o dönemde Ortodoks Ermenileri adı altında birleşmiş olan kurumdan ayrılarak ayrı bir cemaat ve kilise kurması Ortodoks Ermeni lobisi tarafından hoş karşılanmamış ve bu dinden dönenleri ihbar ederek sürgüne yollanmalarına neden olmuşlardır. Üç yıllık bir sürgün döneminin sonunda Osmanlı Devleti, Ermeni Katolik Kilisesi’ni tanımış ve Katolik Ermenilerin yurda dönmelerine izin vermiştir. Kitapta bu konuya ilişkin şu cümleler geçmektedir: “Katoliklerin pek çoğu dışarı memleketlere sürgün olduler ise, burade kalanler dahi Beyoğlunde olmaya ruhsatleri olmayup Samatya, Ortaköy ve Beşiktaşe tevcih olduklerinde, ben de Margos ahbar ile Beşiktaşde bir Ermeni evinde iki oda tutdum. Lakin orade dahi her gün sürülme korkusu eksik deyil idi.”Bu ayrımı doğru bulmayan Vartan Paşa, iki tarafından anlayabilmesi için eserini Türkçe yazmıştı. Üstelik kullandığı Türkçe’nin yapısı da oldukça zengindir: “Akabi sana tarif idemem ne derece acı duyduk birbirimizden ayrıldığımızde, daha henüz rahatlığe düşece ikan böylece ayrılmamız zuhur itdikde, kendumi telef itmek hiç gözümde olmayacak idi eğer seni düşünmemiş olsam idim, zira pek müşkildir bir kimseye sevdiyinden ayrılmak bir daha görebileceyine ümidi olmayarak.”İşte böylesine zengin bir tarihi ve kültürel yelpazesi bulunan bu eserin neden Türk edebiyatındaki yerini alamadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Bilkent Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümü öğretim üyelerinden Laurent Mignon’a göre bu eserin yok sayılmasının tek nedeni Ermeni alfabesi ile yazılması ve yazanın bir Hıristiyan olmasıdır. Eserin sadece Ermeni cemaati tarafından değil Türk aydınları tarafından da bilindiğini Ahmet Mithat’ın Müşahedat adlı eserinden bahsettiğini söylüyor. Osmanlı’nın kesinlikle etnik bir ayrım gözetmediğini söyleyen Mignon’a göre Ahmet Haşim’in Arap olması ya da Ziya Gökalp Zeze kökenli olması Müslüman oldukları için dert edilmemiştir ancak Ermeni yazarlar Arap alfabesi ile yazsalar dahi isimleri hiçbir zaman zikredilmemiştir. Sadece Ermeniler değil Arap alfabesi ile yazan Avram Naum ve İsak Ferera gibi Yahudi yazarlar da aynı akıbete uğramıştır. Bugün yapılması gereken ise konuyu siyasete indirgemeden, kültürel zenginliğimizin bir parçası olarak var olan bu eserleri gün ışığına çıkartıp tarihî ve edebî açıdan incelemektir.KAYNAKLAR:BELGE, Murat, “Bir Ermeni Türk Romanı Akabi”, http://www.milliyet.com.tr/-/murat-belge/kitap/yazardetayarsiv/25.07.2010/989549/default.htm, (11 Eylül 2008).GÖKALP, Gonca, “Osmanlı Türk Romanının Başlangıcında Beş Eser”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Osmanlı’nın 700. Yılı Özel Sayısı, Ekim 1999.HOVSEP, Vartanyan, Akabi Hikayesi, haz. Andreas Tietze, İstanbul, 1991.ORTAYLI, İlber, “Osmanlı imparatorluğunda Gayri Müslimler”, Osmanlı Barışı, haz. Mustafa Armağan, İstanbul: Ufuk Kitapevi, 2004.MİGNON, Laurent, “Bir Varmış Bir Yokmuş: Kanon, Edebiyat Tarihi ve Azınlıklar üzerine Notlar”, Pasaj Dergisi Sayı 6, 2008.SARIASLAN, İkna, “Türkiye’de Edebiyatın Yolculuğu: Farklı Renkler, Farklı Sesler” http://pen.org.tr/tr/node/1094, (17 Ekim 2008).YAVUZ, Aynur, “Hovsep Vartanyan’ın Akabi Hikâyesi Üzerine”, http://www.sayhadergi.com/1719/hovsep-vartanyanin-akabi-hikayesi-uzerine, (8 Mart 2009).