Başrollerini Jeff Goldblum (Seth Brundle) ile Geena Davis‘in (Veronica Quaife) paylaştıkları David Cronenberg‘in bu yeniden yapım filminde ilginç bir bilim insanının ışınlanma makinesi icat etmesi neticesinde başına gelenler anlatılıyor. Seth Brundle kendi halinde yaşayan ve evinde ışınlanma makinesi çalışmaları yapan bir bilim insanıdır. Bir gün önemli bilim dergilerinin temsilcilerinin de yer aldığı bir davete katılır. Burada Veronica’yla tanışır ve onunla ilginç sırrını paylaşır. Seth bir ışınlanma makinesi icat etmiştir ve bu icattan henüz hiç kimsenin haberi yoktur. Böylece hem Veronica’yla Seth arasındaki etkileşim hem de bu icadın neden olduğu olaylar zinciri başlamış olur. Seth Veronica’nın gözü önünde bir nesneyi bir telepod makinesinden diğerine başarıyla gönderir. Peki ya eğer bir canlıyla bu denenirse sonuç ne olacaktır? Tıpkı Einsteingibi tek tür elbise giyen, kolay kolay evinden çıkmayan dahi bilim insanının gözüne uyku girmez ve bu sorunu düşünüp durur. Sorununa bir çözüm bulmak için önce bir et parçasını ışınlamaya karar verir. Işınlanma başarıyla tamamlanmıştır, ancak bu et parçası pişirilip yendiğinde normal bir etle aynı lezzete sahip olmadığı görülür. Şimdi sıra yalnızca kendisine verileni alan makineye etin lezzetini öğretmeye gelmiştir. Aslında filmin ilginçliği de bundan sonra başlar. Film bir anlamda etin şiirine dönüşür.

Tam bu sırada aşk Brundle’ın kapısını çalar. Veronica eski erkek arkadaşının (John Getz) bu çalışmayı izinsiz yayınlayacağı şeklindeki tehdidi karşısında konuşmak için Brundle’ın yanından ayrılıp yayıncı ve patronu olan eski erkek arkadaşının yanına gider. Veronica gece boyunca Brundle’ın yanına dönmez. Brundle Veronica’nın yanına gittiği adamın eski erkek arkadaşı olduğunu anlar ve kıskançlık krizine girer, sarhoş olur ve henüz kusursuz çalışıp çalışmadığını bilmediği ışınlama cihazına kendisi girer ve ışınlamayı gerçekleştirir. Bir süre sonra kendisini çok sağlıklı hissetmeye başlar. Veronica döner ve Brundle hayatının en güzel günlerini yaşadığını, ışınlanmanın bedendeki toksinleri atıp vücudu arındırdığını düşünür, oysa gerçek farklıdır. Işınlanmadan önce sırtına batan bir işlemci sırtında ufak delikler açmış ve bu deliklerden tuhaf kıllar çıkmaya başlamıştır. Veronica bu kıllardan aldığı örneği incelettiğinde Brundle’ın bir böceğe dönüşmeye başladığını anlar. Brundle sarhoşken ve kıskançlık krizindeyken ışınlanma cihazına girmiş olan sineği farketmemiştir. Cihaz yalnızca bir tek varlığı ışınlamak üzere tasarlanmış olduğundan bu iki farklı organizmayı tek bir genetik şifre olarak algılar. Bu şekilde Seth Brundle Brundlefly’a dönüşmeye başlar.

Filmin hemen hemen tamamı tek bir mekanda çekilmiştir neredeyse. Zaten Geena Davis ve Jeff Goldblum disinda sadece bir kaç yardımcı oyuncu yer alır. Mekanın ve oyuncu kadrosunun bu kadar dar tutulması, metamorfoza uğrayan genç dahinin uğradığı izolasyonu sahnelemesi açısından oldukça önemlidir. Filmin aynı anda pek çok konuyla uğraştığı söylenebilir. Cronenberg, sinemasının özelliklerini oluşturan metamorfoz, vücut-mekanik ilişkisi, bunun insan psikolojisine etkisi gibi konular bu filmde de ağırlıkla ele alınır. Kendisi de “the fly” ın en basit anlamıyla hastalık, yaşlılık gibi etkenlerin insan vücudu ve psikolojisi üzerindeki etkisini inceleyen bir film oldugunu belirtir. İnsan vücudunun uğradığı metamorfoz, o insanı ve o insanın çevresiyle olan ilişkilerini nasıl etkiler? Bir de tabii ötekilik konusunun da bu metamorfoz teması etrafında işlendiği görülüyor. İnsanal dünyaya ait aşk, yalnızlık, keyif gibi duygular insan olmayan bir doğa üzerinden incelenir. Brundlefly ne tam bir insandır, ne de tam bir sinek. İnsan duygularının naifliğine, hayvan içgüdülerinin aşırılığına sahiptir. Onun nasıl olduğu, insanın nasıl olmadığıdır; başka türlü söylersek, insanın ne olduğu, onun ne olmadığıdır. Son bir söz de filmin görsel efektleriyle ilgili… Filmin bir başarısı da anlattığı konuyu görsel temalarla çok iyi işleyebilmesinde. Film bir müddet sonra görsel bir şölene, her yana etlerin, kulak parçalarının dağıldığı mistik bir yaratık evrenine dönüşüyor. Zaten bu başarı ekibe 1987 yılında Oscar’da en iyi makyaj ödülünü de getirdi.