Ferdi Tayfur’un bir dönem çok tutulan hadi köyümüze geri dönelim şarkısını hatırlayanlar olacaktır. Uzun zamandır köy, kent ve edebiyat gibi kavramlara takmış bir vaziyetteyim. Bunun birinci sebebi Tanıl Bora’nın Taşraya Bakmak isimli kitabı. Bir kitap okudum ve hayatım değişti, demeyeceğim; korkmayın. Sadece taşrada doğup, büyümüş biri olarak düşüncelerimi yazacağım. Çünkü Türkiye bir taşradır.Taşra nedir? Yaşadığımız bu koca şehirde neresi taşra, neresi şehirdir. Mesela Bağcılar taşra mıdır? Ya da neden taşrayı sadece ekonomik bir durumu vurgulamak için kullanır olduk. Mesela taşrada zengin yok mudur? Zenginse neden taşra da oturur. Bu soruları kendim cevaplamak ve unutmamak için soruyorum. Çünkü genelde yazarken de cevap soruyu getiriyor.Ben taşrada doğdum, orada büyüdüm, sonra isminde Anadoluluk geçen ama hiç buna uymayan bir okulda yatılı okudum. Sonra üniversite vs. ile iyice koptum oralardan. Ailem ise ben okurken çoktan terk eylemişlerdi, oraları. Çünkü hep gitme isteği vardı, çünkü çocuklar üniversite okumak için dışarıya gitmek zorundaydı. Dışarıyı gördükten sonraysa içerisi sıkıcı gelmeye başlamıştı. Oysa adına şarkılar yazılan, okuma yazma oranının yüksek olduğu bir şehrin ilçesindeydik. Herkes birbirini tanır, korurdu. Bir süre sonra bu korumaların, tanıklığın, tanıdıklığın sıkıcı geleceğini çocuk aklımızla düşünmemiştik. Çünkü tanıdıkça müdahaleler, karışmalar artmaya başlamıştı. İlk olarak ailenin bir ferdi ya okumaya, ya çalışmaya gider. Sonra gördüklerini anlatır, taşrada. Bu bazen teknolojik bir şeydir, bazen görsel güzellik. İstanbul hep hayali kurulan, uzakta bir yerde olan, ulaşılması gereken bir şehirdir.“Taşı toprağı altın” olan bu şehir gelenlere altın da vermediği gibi, gelenleri kabul de etmedi.Taşra TDK’ya göre; ki eski dil ta’şra olduğunu eklemek gerekiyor. Osmanlıca sözlüğe göre dış anlamına geliyor.

Bir ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsi, dışarlık:

Bu anlam ile gidersek ve alt okumalarını yapmazsak, büyük iller haricindeki her yer. Büyük ilerimiz neresi? İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa; Eskişehir, Adana, Diyarbakır hadi biraz daha kasalım Gaziantep. Diğer sayısını bilmediğim illerin hepsi taşra. Taşralı bir toplumuz biz, diyebilir miyiz? Deriz. Peki taşra ile köy aynı şey midir? TDK’ya göre değildir. Belki şöyle bir cümle kurmak daha doğru olacaktır. Taşrada yaşayan kesim köylülüğün sosyal özelliklerini taşırlar; ama taşra köy değildir. Köy fiziksel bir durumu gösterir, oysa taşra bütünü gösterir. Yani taşra köyü de kapsar. Köyde ağırlıklı olarak tarımsal alanlarda çalışılınır. Taşrada ise esnaflık yaparsınız. Ya kahve ya bakkal işletirsiniz. Çoğunlukla da manifaturacı dükkanınız vardır. Genç kızlara çeyizlik satarsınız. Taşrada çeyizlik hassas mevzudur. Eliniz tığ, şiş tutmaya başladığı andan itibaren dantel örersiniz. Çeyize, eve yatırımdır. Sonra taksitle gider manifaturacıdan eksikleri alırsınız. Bu taksitler kredi kartıyla olmaz. Ahmet, Mehmet Amca’ya söylenir, her ay düzenli olarak 5’er 10’ar milyon verilir. Sevdiceğiniz ile ise ya flamengo yolunda, ya Atatürk Lisesi’nin orada buluşursunuz. (Taşradaki lise isimleri hep aynıdır. Cumhuriyet Lisesi, Atatürk Lisesi. Her taşrada da ormanların arasında bir yol vardır. Kimi yerlerde adı cennet, kimi yerlerde flamengo yoludur. O dönemki dizi filmlere göre bu yolların isimleri değişir.) Sonra istemeye gelinir. Taşra dışına kaçmış, durumunu düzeltmiş; ancak taşralı biriyle evlenirseniz büyük olay olur. Bir anda sınıf atlamış gibi, en gözde genç kzı siz olursunuz. Yoksa taşra dışında biriyle evlenmeye iyi gözle bakılmaz. Dışarıya kız verilmez yani. Sizin oradan biriyse zaten problem yoktur. Büyük bir ihtimalle aileye yakın bir yerde, hatta aynı apartmanda ev tutulur. Yaşam kaldığı yerden devam eder. Artık çok çocuk ekonomik şartlar yüzünden ve sosyal yaşamın da değişmesi yüzünden yapılmıyor. Eskiden olsaydı en az 5 çocuk doğurmanız gerekirdi. Hele ki, erkek çocuğunuz olmazsa başınız belaya girerdi.Şehrin dışındakiyse taşra, şehirli genel deyimle modern ise taşra bu özellikleri de taşımaz. Kendine has kuralları vardır. Gelenekseldir, aidiyet duygusu önemlidir. Bu yüzden hemşericilik gelişmiştir. Bu yüzden şehre göç ederken de kendi hemşerilerini arasın. Çünkü gelenkelerinden, kendi ananelerinden kopmaktan korkarsın. Bu yüzden daha sıkı sıkı bağlanırsın. Benzer bir örneği yurtdışında yaşayan Türklerde görebiliriz. Dine, geleneklere, dile bağlanma; bulunduğun, yaşadığın yerin özelliklerini reddetme. Kimilerinde ise özellikle kadınlarda tam tersi etki yaptı. Özgürdük bu koca şehirde. Bizi tanıyan, “bak kızın falancayla dolaşıyor” diyecek kimse yoktu. Hatta taşraya hiç dönmemek için elimizden geleni yaptık. Öğretmen olduk, belki. Ama istemedik. Çünkü artık doyduğumuz, mutlu olduğumuz yer orası değildi. Bu şehirde yabancı olmayı sevdik, tanıdıklık artık işimize yaramıyordu. Yabancı oldukça, uyum sağlamanın onlar gibi olmaktan geçtiğini gördük. Kılık kıyafetler düzeldi, bolca ruj sürdük. Artık sürmeyi bıraktık. Çünkü o taşralılığımız hatırlatıyordu. En yüksek topuklu ayakkabıyı biz giydik, hatta en kısa eteği. Batılılaştığımızı, modernleştiğimizi göstermek istedik. Yine olmadı. Çünkü Taksim’de tuvaletlerde üstümüzü değiştirip, evimize, taşramıza ancak eski halimizle dönebildik.Taşra hep kentin zıttı olarak sunuldu bize. Filmlerde kitaplarda böyleydi. Ortası yok bu işin. Taşra sıcaktır, doğaldır; kent soğuktur, yapmacıktır. Taşra bizdir; kent bendir. Bu örnekler çoğaltılır. Çünkü ikisinden birini seçmek zorundasın. Aynı şey modern- geleneksel; ileri- geri; merkez- öteki vb. kavramları için de geçerlidir. Ben ne kadar kente uyum sağlayamadıysam, bu kentte beni kabul etmedi. Karşılıklı sınırları çizdik, bu yüzden birbirimizi hiç anlamdık. Sadece nefret ettik. Siz bana kıro dediniz, ben size orospu. Bu böyle kısır döngü halinde devam etti.Taşra son dönemde adını Ogün Samastlarla duyurmaya başladı. Öyle ya! Hiç sormadınız, biz burada ne yaparız? Umudu nasıl koruruz diye. Umudumuz yok, işimiz yok, aşımız yok. Bir anda bana bakmanızı bir cinayet sağladı. Birileri öldür dedi, öldürdüm. Suçlu sadece ben miyim? Bu sistemin hiç mi suçu yok?Ben mi; Ahmet Telli’nin dediği gibi:

ne köylü olabildim, ne kentli