Ferdi Tayfur’un bir dönem çok tutulan hadi köyümüze geri dönelim şarkısını hatırlayanlar olacaktır. Uzun zamandır köy, kent ve edebiyat gibi kavramlara takmış bir vaziyetteyim. Bunun birinci sebebi Tanıl Bora’nın Taşraya Bakmak isimli kitabı. Bir kitap okudum ve hayatım değişti, demeyeceğim; korkmayın. Sadece taşrada doğup, büyümüş biri olarak düşüncelerimi yazacağım. Çünkü Türkiye bir taşradır.Taşra nedir? Yaşadığımız bu koca şehirde neresi taşra, neresi şehirdir. Mesela Bağcılar taşra mıdır? Ya da neden taşrayı sadece ekonomik bir durumu vurgulamak için kullanır olduk. Mesela taşrada zengin yok mudur? Zenginse neden taşra da oturur. Bu soruları kendim cevaplamak ve unutmamak için soruyorum. Çünkü genelde yazarken de cevap soruyu getiriyor.Ben taşrada doğdum, orada büyüdüm, sonra isminde Anadoluluk geçen ama hiç buna uymayan bir okulda yatılı okudum. Sonra üniversite vs. ile iyice koptum oralardan. Ailem ise ben okurken çoktan terk eylemişlerdi, oraları. Çünkü hep gitme isteği vardı, çünkü çocuklar üniversite okumak için dışarıya gitmek zorundaydı. Dışarıyı gördükten sonraysa içerisi sıkıcı gelmeye başlamıştı. Oysa adına şarkılar yazılan, okuma yazma oranının yüksek olduğu bir şehrin ilçesindeydik. Herkes birbirini tanır, korurdu. Bir süre sonra bu korumaların, tanıklığın, tanıdıklığın sıkıcı geleceğini çocuk aklımızla düşünmemiştik. Çünkü tanıdıkça müdahaleler, karışmalar artmaya başlamıştı. İlk olarak ailenin bir ferdi ya okumaya, ya çalışmaya gider. Sonra gördüklerini anlatır, taşrada. Bu bazen teknolojik bir şeydir, bazen görsel güzellik. İstanbul hep hayali kurulan, uzakta bir yerde olan, ulaşılması gereken bir şehirdir.“Taşı toprağı altın” olan bu şehir gelenlere altın da vermediği gibi, gelenleri kabul de etmedi.Taşra TDK’ya göre; ki eski dil ta’şra olduğunu eklemek gerekiyor. Osmanlıca sözlüğe göre dış anlamına geliyor.
Bir ülkenin başkenti veya en önemli şehirleri dışındaki yerlerin hepsi, dışarlık:
Bu anlam ile gidersek ve alt okumalarını yapmazsak, büyük iller haricindeki her yer. Büyük ilerimiz neresi? İstanbul, İzmir, Ankara, Bursa; Eskişehir, Adana, Diyarbakır hadi biraz daha kasalım Gaziantep. Diğer sayısını bilmediğim illerin hepsi taşra. Taşralı bir toplumuz biz, diyebilir miyiz? Deriz. Peki taşra ile köy aynı şey midir? TDK’ya göre değildir. Belki şöyle bir cümle kurmak daha doğru olacaktır. Taşrada yaşayan kesim köylülüğün sosyal özelliklerini taşırlar; ama taşra köy değildir. Köy fiziksel bir durumu gösterir, oysa taşra bütünü gösterir. Yani taşra köyü de kapsar. Köyde ağırlıklı olarak tarımsal alanlarda çalışılınır. Taşrada ise esnaflık yaparsınız. Ya kahve ya bakkal işletirsiniz. Çoğunlukla da manifaturacı dükkanınız vardır. Genç kızlara çeyizlik satarsınız. Taşrada çeyizlik hassas mevzudur. Eliniz tığ, şiş tutmaya başladığı andan itibaren dantel örersiniz. Çeyize, eve yatırımdır. Sonra taksitle gider manifaturacıdan eksikleri alırsınız. Bu taksitler kredi kartıyla olmaz. Ahmet, Mehmet Amca’ya söylenir, her ay düzenli olarak 5’er 10’ar milyon verilir. Sevdiceğiniz ile ise ya flamengo yolunda, ya Atatürk Lisesi’nin orada buluşursunuz. (Taşradaki lise isimleri hep aynıdır. Cumhuriyet Lisesi, Atatürk Lisesi. Her taşrada da ormanların arasında bir yol vardır. Kimi yerlerde adı cennet, kimi yerlerde flamengo yoludur. O dönemki dizi filmlere göre bu yolların isimleri değişir.) Sonra istemeye gelinir. Taşra dışına kaçmış, durumunu düzeltmiş; ancak taşralı biriyle evlenirseniz büyük olay olur. Bir anda sınıf atlamış gibi, en gözde genç kzı siz olursunuz. Yoksa taşra dışında biriyle evlenmeye iyi gözle bakılmaz. Dışarıya kız verilmez yani. Sizin oradan biriyse zaten problem yoktur. Büyük bir ihtimalle aileye yakın bir yerde, hatta aynı apartmanda ev tutulur. Yaşam kaldığı yerden devam eder. Artık çok çocuk ekonomik şartlar yüzünden ve sosyal yaşamın da değişmesi yüzünden yapılmıyor. Eskiden olsaydı en az 5 çocuk doğurmanız gerekirdi. Hele ki, erkek çocuğunuz olmazsa başınız belaya girerdi.Şehrin dışındakiyse taşra, şehirli genel deyimle modern ise taşra bu özellikleri de taşımaz. Kendine has kuralları vardır. Gelenekseldir, aidiyet duygusu önemlidir. Bu yüzden hemşericilik gelişmiştir. Bu yüzden şehre göç ederken de kendi hemşerilerini arasın. Çünkü gelenkelerinden, kendi ananelerinden kopmaktan korkarsın. Bu yüzden daha sıkı sıkı bağlanırsın. Benzer bir örneği yurtdışında yaşayan Türklerde görebiliriz. Dine, geleneklere, dile bağlanma; bulunduğun, yaşadığın yerin özelliklerini reddetme. Kimilerinde ise özellikle kadınlarda tam tersi etki yaptı. Özgürdük bu koca şehirde. Bizi tanıyan, “bak kızın falancayla dolaşıyor” diyecek kimse yoktu. Hatta taşraya hiç dönmemek için elimizden geleni yaptık. Öğretmen olduk, belki. Ama istemedik. Çünkü artık doyduğumuz, mutlu olduğumuz yer orası değildi. Bu şehirde yabancı olmayı sevdik, tanıdıklık artık işimize yaramıyordu. Yabancı oldukça, uyum sağlamanın onlar gibi olmaktan geçtiğini gördük. Kılık kıyafetler düzeldi, bolca ruj sürdük. Artık sürmeyi bıraktık. Çünkü o taşralılığımız hatırlatıyordu. En yüksek topuklu ayakkabıyı biz giydik, hatta en kısa eteği. Batılılaştığımızı, modernleştiğimizi göstermek istedik. Yine olmadı. Çünkü Taksim’de tuvaletlerde üstümüzü değiştirip, evimize, taşramıza ancak eski halimizle dönebildik.Taşra hep kentin zıttı olarak sunuldu bize. Filmlerde kitaplarda böyleydi. Ortası yok bu işin. Taşra sıcaktır, doğaldır; kent soğuktur, yapmacıktır. Taşra bizdir; kent bendir. Bu örnekler çoğaltılır. Çünkü ikisinden birini seçmek zorundasın. Aynı şey modern- geleneksel; ileri- geri; merkez- öteki vb. kavramları için de geçerlidir. Ben ne kadar kente uyum sağlayamadıysam, bu kentte beni kabul etmedi. Karşılıklı sınırları çizdik, bu yüzden birbirimizi hiç anlamdık. Sadece nefret ettik. Siz bana kıro dediniz, ben size orospu. Bu böyle kısır döngü halinde devam etti.Taşra son dönemde adını Ogün Samastlarla duyurmaya başladı. Öyle ya! Hiç sormadınız, biz burada ne yaparız? Umudu nasıl koruruz diye. Umudumuz yok, işimiz yok, aşımız yok. Bir anda bana bakmanızı bir cinayet sağladı. Birileri öldür dedi, öldürdüm. Suçlu sadece ben miyim? Bu sistemin hiç mi suçu yok?Ben mi; Ahmet Telli’nin dediği gibi:
ne köylü olabildim, ne kentli
yorumlar
‘Taşralılık’ berbat bir durumdur; özellikle sanat-edebiyat çevreleriyle ünsiyet bağı kurmuş olup da, estetik bir dünya oluşturmak yoluyla hayatın anlamını bu çevrelerle paylaşarak kendisini sanatın/edebiyatın has değer ve kriterleriyle ilgili ve yükümlü addedenler için.. Kendisini edebiyatın içinde hisseden biri nazarında, çoğu zaman iflâh olmaz bir bünye gibidir ‘taşralılık’, şifâ bulunmaz bir hastalık gibi..Dolayısıyla, ucundan-kıyısından edebiyat dünyasına bulaşmış bir ‘birey’ bakımından ‘taşra psikolojisi’ne yenik düşmek; varlığını/varoluşunu, bütünüyle kör bir algı handikapının dişlileri arasında hebâ etmek anlamını taşıyacaktır. Zira, ‘taşra’ ve taşranın içselleştirilmiş hâli olan ‘taşralılık’; eğer hakkından gelinemez ise, örneğin yazmak, herhangi bir sanat eseri ortaya koymak noktasında en küçük bir yetenek belirtisini bile yer bitirir. Zamanla, bireyin sanat/edebiyat hassasiyetini önemli ölçüde yaralar. Kendi sesindeki tınıların hem ortaya çıkmasını ve hem de bunu farketmeyi engeller. Muhayyile gücünü dumura uğratarak, sıradanlığın; hadi, felsefî bir kavramla ifade edelim, “herkes”leşmenin sığ sularına mahkûm kılar insanı..Ulaşım ve iletişimin bu kadar kolaylaştığı ve bırakın Türkiye’yi, dünyanın bile ‘global’ bir köy hâline dönüştüğü bir çağda, hâlâ ‘taşra’dan ve ‘taşralılık’tan bahis açmak, birçoğunuza yadırgatıcı gelebilir; farkındayım bunun.. Ancak, bana sorarsanız; kazın ayağı hiç de öyle değil!Tam da bu noktada, birbiriyle ilişkili olmakla beraber, birbirinden çok farklı anlamlar içeren bir ayrımı zikretmenin yeri ve zamanı gelmiş demektir. Evet, ‘taşrada yaşamak’ başka bir şeydir; ‘taşralılık’ başka bir şey..Kısaca kaydetmek gerekirse; ‘taşralılık’ bir ‘rûh hali’dir ve pek alâ, köken itibariyle ‘köylülük’le buluşması mümkündür. (‘Köylülük’ün, asla, köyde doğmakla/yaşamakla ilintili olmadığını, tıpkı ‘taşralılık’ gibi bir rûh durumunu ve bir algı biçimini ifade ettiğini -en azından benim için- tekrarlamama lüzum var mı; bilmiyorum.)İmdi, meselenin düğümünü açmanın sırasıdır: ‘Taşralılık’ hâlet-i rûhiyesine sahip olmak, eşyayı/insanı ve elbette sanat-edebiyat dünyasındaki yapı ve değerleri bir ‘taşralı’ algısıyla kavramak bakımından, İstanbu’da yaşamakla Anadolu’nun en ücra bir kasabasında yaşamak arasında herhangi bir fark yoktur! ‘Taşralılık’ zaman ve mekânla kaim olmayan, ancak, insanın iç dünyası, yaşama biçimi ve hassasiyetleriyle örtüşen bir durumdur, bana göre.Galiba, konuyla bağlantılı bir örnek vermek, daha da açımlayıcı olacak: Sanat-edebiyat çevrelerine baktığımızda, kendilerini İstanbul’da iskân ettikleri hâlde, yaptıkları işlerin dokusu ve anlamında, bariz bir biçimde ‘taşralılık’ sızıntısı taşıyan kümelenmeler görürüz. Üstelik, sanki çok matah bir şeymiş gibi, bununla övünenleriyle bile karşılaşabiliriz.. Oysa tarihin ve estetiğin hükmü hiç değişmez: Bunlar, hem hayatın ve hem de edebiyatın ‘taşrası’nda kalmışlardır! Sanat-edebiyat mahfillerinde, sürekli, bir çuval incirle dolaşırlar..Ve durumları hem komik, hem de ‘komik’tir!..İHSAN DENİZ
Gece vakti, uykusuzluktan gozlerim kapanir iken gordum bu yaziyi. Cok hosuma gitti.Eline saglik Nevdalist:)Istanbul’da dogmamis ama istanbul’da buyumus biri olarak kendimden ve arkadaslarimdan bir suru seyler buldum bu yazida.Kenar mahallelerden birinde gecirdim gencligimi. Herkesin birbirini tanidigi kasaba gibi bir yer. Tabiki getirdigi o sicaklik, bir guruba ait olma duygulari harika seylerdi. Ama ayni zaman da da tutuklayici. Hep disari kacmayi isterdik. Disarisi ise sehrin gobegi idi bizim icin. Olesiye bunalirdik. Tabiki her aile gibi ‘sinif atlama’ umudu olarak yetistiriliyorsun. Alternatifimiz ya universiteye gidip sinif degistirmek ya da kalip fabrika da calismak, orada omrunu gecirmekti(babamin yaptigi gibi ‘ev-is-kahve’ arasinda olene dek ucgen cizmek).Sonra universiteye gittik..Istanbul’da tabiki. Kactik oralardan.:)Ilk yilin zorluklarini daha dun gibi hatirliyorum. Kenar mahalle den gelen ‘delikanli raconunu gormus’ biri ve suslu puslu, sarisin burjuva kizlari. Onlar kim ben kimim sorulari falan. Daha sonra senin gibi olan bir suru insani bulmalar, arkadasliklar, sinamalar, tiyatrolar, konserler, siirler, ickiler…Ve birden artik o sehre ait oldugunu hissetmeler. Bu sehirde ben de varim demeler. En guzel yerlerini bildigini dusunmeler. Ve o sehre asik olmalar. (Halen de devam eder bu askim)Ama ben kendimi hep orali hissettim o yaslardan sonra.Tasrali olarak hic gormedim kendimi (belki de dogdugum yer de hic yasamamis olmanin getirdigi bir ozellik) ama kenar mahallelik halen yasamim de etkili olabilen bir ozellik olarak yadigar kaldi bana.Bak simdi canim ‘kenar mahallede bir pazar gunu’ sarkisini cekti. ‘cagdas turku’ diye bir topluluk tu yanilmiyor isem.@haritametod biraz ornek gosterebilirimisin?Ornegin Ahmed Arif siiri ile edip cansever siiri karsilastirmasi gibi bir sey mi diye dusunuyorum. Veya Hasan Hüseyin ile Can Yucel karsilastirmasi olabilir mi?
Dunya olmus bize tasra
bu konuda Is tanbul basi cekiyor dense yeridir, bu tasralik bir dunya uzerinde bu kadar degisken olamaz, tabi olaya istanbul disi yasayan biri olarak bakiyorum… taksim e geliyorsun gayet modern , albenili bi cok gorsel,,, 300 metre asagilara inmeye baslaiyorsun tarlabasina dogru, cidden insana cok ceberutca geliyor, en azindan bana.. ozellikle hayati,i belirli bir ystan sonra gocebe olarak devam ettirmeye basliyorsan da benim gibi, bazi olaylari cok farkli analiz etmeye basliyorsun..
oysa büyük sanatçıların hemen hemen hepsi taşradan çıkmıştır. şimdiki zamanda taşralı olma ali aşağılayıcı bir tavırla karşılanıyor. istanbulun % 80 gibi bir rakamın taşralı olması ve bu %80 kesimin bile taşra cümlesinden çekinmesi bile söze gerek bırakmıyor. taşralı entellektüel denilen kişilerden nefret ediyorum
Hem köylü hem de kentli olmak gerekli bence. Adına kısaca köykentli desek nasıl olur?Bence taşra; ne köylü olmanın ne de kentli olmanın içselleştirilememesini tanımlıyor.
yorumlarımı sildirmişsin,varoş güzeli olduğunu hep biliyordum.bak sayemde pirim yapıyon.taşra dediğin dünyanın asıl adı varoştur.istanbulun her tarafını varoşa çevirdiler.buna bir son vermeli.bunun için istanbul’a göç yasaklanabilir,veya sınırlama getirilebilir.yoksa iyice amleler ile dolacak.gördükleri her kadına ağızlarının suyu akarak bakan bu insanlara görgü,kültür verilmeli.devletimiz bu anlamda yetersiz.
orda mısın cicim,ayol sende karşıma çıkmaya ne kadar korkuyon.döğmeyecem kız,söz.
yaaaa kopan insan nerdesin,bu kadın nasıl tavlanır yazısı bende açılmıyo.bi biskrem versem,sohbete gelir misin=????
ben açıyorum gel benimkinden bak
bende niye açılmıyor,dur geliyom.
açamıyosundur belki, heyecandan olabilir
yok cicim,deniyom,bitti diyo.ne bitti sayfa boşşşş.aman neyse,bu benim yazı niye yayınlanmıyo.yarın yokum,nasıl görcem yazımı.yaaaaaaa nerdeeeeee benim yazımmmm.herkez beni kıskanıyo,burda
nilayg, selmaelma da vaktinde ne–ler demiş…
ayol bir çılgında sen misin,cicim ben öyle elma falan isimleri almam,benim ismim niiii laaa yyyy.heceledimki anlayın,sizle kavga etmek istiyom,siz tutturdunuz,selma elmasın diee.tamam anam, tamam. neriman ablanız kurban olsun sizeee
huuuuuu @togepi,çocuğum sana didim,cevap yazmadın.neyse gidiyom,artık devam edersiniz,taşra işlerini.ayol hepiniz amele misiniz,nesiniz?mefkudcuğum bak ayırdım soru ekini,sayende türkçeyi öğrenmeye başladım…..
Yoo ben size “selmasınız” demek istemedim. Sadece eski tartışmaları alevlendirmek gibi pislik bir niyetim var.
o zaman benim ne kadar güçlü olduğumu,istesem herkese kök söktüreceğimi de bilirsin.
Yaşlandıkça hırçınlaşan bayan modeli tavırlarınızı anlayışla karşılıyorum.
yaş kompleksim olsaydı,bazıları gibi yaşımı gizlemezdim.benim ne kadar güvenli,zeki,aklı başında bir kadın olduğumu görsen,aynı zamanda çok güzel,dibin dişerdi,dibinnnnn.
yawww yorumlar uçuyor, ikinci yorumu yazınca görünüyor. huuu sesimi duyan var mı? bir tek benim yazdıklarımda mı oluyor
nevdalistciğim,kız bitli,pembe diziye bekliyom,gelsene
otur yazı yaz. vakit harca. bazen araştır. sonra altına bak sohbet ortamı olsun. sabrın sınırlandığı ben burada ne yapıyorum denildiği andır.
@nevdalist güzelim nerdesin?küsüp gittin mi ne oldu hafifte? bu kıllık x ile mi tartıştınız. ulennn şu hafifin hızına yetişemiyorum.bu yazıyı kopyaladım, şimdiden söyleyeyim. sonra telif melif isteme. okudukça etkileniyorum. aklıma hep üniversite geliyor. o günleri unutamamışım. ben kentli olmayı seçtim, galiba bu yüzden etkilenip, utanıyorum.
becerir; öncelikle çok teşekkür ederim, sayenizde ilgilenen arkadaşlarla konuyu tartışabilceğiz. Konu iyice zemininden çıkmıştı.Dergiden haberim yok, okumadım. Netten araştırıp, bilgi sahibi omaya çalıştım, bir şey çıkmadı. Yani konu ve tartışma nedir? Hiç bilmiyorum. Siz taşra edebiyatına mı kızıyorsunuz? Taşranın edebiyatının yapılmasına mı? Mesela; Yusuf Atılgan taşranın edebiyatını en iyi yapan kişidir, bence. Ya da şöyle sormak isterim. Oralı olmak neden sizin için bu derece önemli? Kimlik dediğimiz şey, doğum yeri vb. ile belirlenmiyor. Koşullar, sınıflar, doyduğunuz yer kimliği belirliyor. Bu anlamda da ben de oralıyım, ama orayı sevmem. Ben daha ziyade kadın çephesinden olaya bakıyorum. Taşrada birey olmak ne kadar zor ise; kadın olmak da o derece zordur.Haritametotdefteri, İhsan Deniz mi? Bilmiyoruz. Cevap vermek istemedi, hakkıdır. Yoksa benim de sormak istediğim sorular vardı.
metropollerdeki taşralılık anadoludaki taşralıkdan daha beter bence..
@ becerir yorumuna hımm diyerek katılıyorum
bu nedir ? herkes gömülürken entresan şeyler istemeye başladı..canım kentlilierim benim.
🙂
“My Way” ile gömülenler, gömülmeden önce sabetay mekanı Teşvikiye’ye uğrarlar.
Olay ve muhabbet nedir? Kaçırmışım da….
ben yeniyim. bir hareketlilik sezdim. inanamıyorum, “taşra’nın düş duvarı” ha. felaket bir şey. tek kelimeyle şok oldum.
“Türkiye bir taşradır.” Olağanüstü güzel. Lütfen devam edelim. “Hepimiz taşralıyız” anlaşıldı da, taşralaşma sürecinde, “düşselliğin eşiğinde duruyoruz”. Ahmet Bozkurt. Toplumdışılık. “her zaman eşikte, bir ara yerde durmanın hüznünü ve biganeliğini taşır taşra. kendilerine merkezi bir rol biçen ortodoksinin/muktedirlerin taşraya biçtiği gömlek ise, çoğunlukla özne olmayan bir ‘ötekilik’ halidir.” A. Bozkurt. Müthiş bir atölye çalışması. Tebrikler.
arkadaşlar yazdiğim yorum bana ait değil yani ben ihsan deniz değilim,bu konuya dair daha önce okudugum bir yazinin aktarimi idi.ve tümüyle hak verdiğim içinde aktardim ,başkasinin cümleleri oldugu içinde ismini yazma gereği duydum.ben o cümlelere katilan biriyim sadece .
İhsan Deniz anlaşılır bir yazı yazmış. Hak vermek lâzım, doğrudur. Kendisi de taşrada mukîm birisi olduğu için, Hölderlin’den İsmet Özel’in dediği gibi bu ikamet ne kadar şairane? İnananlar ve şairler için taşra diye bir olgu yok, onlar her zaman ve her yerde başkentlerinde yaşar yalnızlığın.
ben uyumadım. sizi izliyorum. olağanüstü. burada müthiş bir hareket var. düşünsel hareketlilik. neden daha fazla heyecan yok derseniz. sevgili becerir bir çekingenlik olsa gerek. bilemiyorum. gençler yoğun takılmayı sevmiyor. fazla. ama müthişsiniz. enfes yorumlar.
güzel bir grupdu…artık yok…en güzel kasetleri de; anahtar.en güzel şarkıları; şahihey gidi günler…
karınca da olsa insan insandır
Kopanisti, koca adam karıncalardan korkuyor.Kaçtım, tamamm.
adam mı? hay allah kadın zandım ben onu, belki dev karıncalardan korkuyordur
Haklısınız. Bu benim egomla, ukalalığımla, kendime güvenimle hatta şımarıklığımla açıklanabilinir, bilmiyorum. Belki de delileri sevmem ve deli olamayaşımla….Ama bana da arada böyle ayar çekilmesi güzel oluyor. Titreyip kendime geliyorum. Bu yüzden yorumumu düzeltiyorum. Taşralı olduğumu zaten söylemiştim, siz ne sandınız ki?Bu göstergeler, işaretler benim tercih ettiğim ve sevdiğim bir şey. Çünkü bazen saatlerce tartışırsınız, ancak küçük bir gülümseme işareti sorunları çözebilir. Hele yazı üzerinden dönen dialogta yanlış anlamalar daha çok oluyor.Neyin deneyiydi, yine bilmiyorum. Herkesin sanal aleme takılma amacı farklı olabilir. Ben hafifteki yazıları ve yorumları sevdiğim için, buradayım.Bunun dışında sürekli bir gitme duygusundan, gideceğinizden bahsediyorsunuz. Kaçışların bireyin kendi iç dünyasına doğru olduğunu zannedersem, iyi bilirsiniz. Yine de selametle demek dışında benim yapabileceğim bir şey yok.Güle güle!
kalıcı değilim, tanrı misafiriyim. bir iki cümle yazıp, gidiyorum.yazıda şehir kentin zııddı olarak bize sunuldu, demişsin. burada bir sunum yok, olan durumu ifşa etmişsin. kent- köy birbirinin zıttıdır. taşrada yaşamayan taşrayı bilemez sözüne karşıyım. bazı olgular için illa yaşamak gerekmiyor. ben taşrada hiç yaşamadım, taşrayı sayende gördüm, biliyorum.taşranın edebiyatı, sanatı sevilir. plastik sanatlar taşralıları sevmez. sanatın çetrefilli, karmaşık olması hayat sebebi kabul edilir. bu yüzden taşradan çıkan ressamlara, heykeltraşlara kötü gözle bakılır. taşranın sinemasını yapmaya ok, resmini yapmaya hayır. bu bizim iki yüzlülüğümüz ve sanatın işlevselliği ile çatışır. sanat kendini yaratır, kendini yıkarsa; kendi taşralığımızı sanatla aşarız. mehmet altan’ın “bizim köye kapitalizm uğramadı” kitabını önereyim, tam olsun.taşra’nın dışsallığıyla alakalı yazacak bir şey yok. dışsallık tutunamayanlar olgusuyla bağlanır. tek başına taşralı- kentli olmak bu durumu değiştirmez. insanın iç dünyası kendini soyutlamışsa, dışa atmışsa ne yapılsa boş.eline sağlık, güzel yazmışsın.
bu yazını okumamışım. şimdi bu yazı üzerinden gidersek her yer taşra. o zaman kent neresi?
AB’ye uyum yasalarındaki en büyük problemlerden biri de bu taşra veya köy olgusu galiba.
nevdalist, beni çağırdın ve geldim; ama hiçbir değişiklik yok buralarda. yazılanlar havaya yazılıyor sanki. “kent neresi?” sorusu beni çıldırtabilir. kent düştü; kent bir düştü! taşralaşma yayılıyor tüm yeryüzüne. global bir taşralaşma. iyi mi kötü mü, ayrı bir konu.
Yurdumuz TaşraBeynimizin kurdunu öldürmek içinAnam, karlı pekmez yedirirdi her yazO zaman daha küçük beyaz dişlerimizAlır başını giderdi ağzımızdanBense neyi hatırlasam ondan utanıyorumKızlardan, komşunun tavuğundan, kerpiçduvardanFaytoncu Alo Dayının atından bileMahalle camisine alışıyorum ardındanBoynuma asılı torbada elifbe cüzüOkuyorum Ebced’i en gizemli dua yerineŞeytan uzanamıyor artık boynumun kavaklarınaEksilen birşeyler vardı bazı yerlerimdeKendime kelimeler ekleyip artırdıkçaYitip gidiyorum dökülen esvaplarımın içindeO ağlamaklı yüreğimi göremiyordu kimseOysa avuçlarımda taşıdığım buzYetiştirdi karnımdaki yangını söndürmeyeYurdum, kehribar renkli toprağım, taşramBenim ağustos sıcağında üşüyen tarafımHüzünlü bir tebessümden başka ne verdin banaMetin Önal Mengüşoğlu
poibos;en sevdiğim yazıma yorum yapmışsınız. mutlu ve mesut oldum. ne günlerdi yahu? aralarda yorumlar silindiği için şu an çok saçma gözüküyor. bu yazıya yorum yapanlardan kopanisti, ben ve illerin hanı varız. gerisi gitmiş, garip; hüzünlü.düşüncem ise aynı: türkiye ne köylü ne de kentli olabilmiştir. biizm temel problemimiz de budur. ait olamamak.
yazilariniza göz gezdirdim biraz sayin nevdalist,gerçekten sevdiğinize değecek bir yazı..benim tezim ise sizinkiyle zıt bi durumda malesef,benim gorusimle Tr de hem köylu-hemde şehirli kimligini agir basmaktadir..sosyolojik acidan kisiler hem sehirli-hem koylu kimligine(alt)bürünmekte bilinçli veya bilincsiz sekilde sarilmaktalar..sizin tezinizi düşündüğümde ‘ne köylü ne şehirli’değilse sizin gözünüzdeki Türkiye ye ne denmeli?buda diğer bir konu…