Kolumu kıpırdatacak halim yok. Bunca zaman kıpırdattıklarıma saymış gibi, öylesine yürüyorum sokakta. Ama sanki “içim” dışımda, tepemde, evet, kesinlikle nasıl göründüğümü, nasıl yürüdüğümü görecek kadar yüksekten arkamdan süzülüyor. Nasıl gördüğümü ise bilmeden, bilmesine gerek olacak bir görüşüm de yokken üstelik…Ne güzel ki, kof ve şeffaf maddem ile yine şeffaf ve nü ruhumun seyahatini kimse fark etmiyor. Yoksa “ne acı” mı? … Bedenimi ruhumdan ayırmak suretiyle yanımı sadece ruhum ile doldurmam, yalınlığımı gidermenin artık içsel bir boyuta terfi ettiğini (?) hastalıklı bir şekilde yüzüme vuruyor. Benim yapabileceğim ise, öbür yanağımı da ona doğru çevirmek… Emir komutaya amade, esarete saygıyla…********Niye bu kadar uzağım, niye bu kadar uzaksınız? Korkum o ki, bu kalıcı bir hal almaya başlıyor. Ah teknoloji, ah sanal alem, nerden çıktın ve girdin hayatlara be “iki nokta üst üste yanı kapa parantez”?! Sen geldin geleli mi durduğum şu dünyada iki “nokta” bile yan yana gelemez oldu?!“Samimiyetsizlik hiç bu kadar samimi ve aleni olmamıştı. Ve sözcükler hiç bu kadar yalan… Birinin gönlünde en fazla bir dize ederim, ötesi ancak dize gelirsem… Bu noktada, bir “nokta”yım; elimden gelen yok, yoktayım…”*********Kandırıldık. Çocuktuk… Safsata girdi hayatlarımıza. Ama güveniyorduk işte biz, ne de olsa, sobanın sıcak olduğunu bilmeyen, işte bu yüzden ona elini annesine dokunacakmışçasına korkusuzca uzatan yaşların devamındaydık hala… Biz, adam olacaktık. Biz adam olunca dolayısıyla, hayatlarımız da adam olacaktı, diye düşünmüştük. Kandırıldığımızı şimdi fark ediyoruz: bir adam, bir kadın olamadık… (belki de bu yüzden) Büyümek istemiyoruz ama hala. Biz diyorum, var elbet çünkü benim gibi hisseden biri değil mi, yani sen en azından, ya da sen… Bakir düşüncelerimize pis ellerini buladılar! Niye alkol alıyoruz yoksa, niye uyuşturuyoruz bilincimizi ya da niye lunaparka gitmenin planlarını haftalar önceden yapıp bir iki gün kala iple çekmeye başlıyoruz bu hadiseyi, kazık kadar’ lığımızla… Ama kandırılmış’ lığımızdan asla kurtulamayacağız; ders vermekten bıkmayan ve inatla yönetmeye ya da riyakârca samimiyet ve sevgi göstermeye devam eden “onlar” olduğu sürece… Susuyorum. Anlıyorsun çünkü değil mi?…
Ya da;Kandırıldık. Çocuktuk… Safsata girdi hayatlarımıza. Ama güveniyorduk işte biz, ne de olsa, sobanın sıcak olduğunu bilmeyen, işte bu yüzden ona elini annesine dokunacakmışçasına korkusuzca uzatan yaşların devamındaydık hala… Biz, adam olacaktık. Biz adam olunca dolayısıyla, hayatlarımız da adam olacaktı, diye düşünmüştük. Kandırıldığımızı şimdi fark ediyoruz: bir adam, bir kadın olamadık… (belki de bu yüzden) Büyümek istemiyoruz ama hala. Biz diyorum, var elbet çünkü benim gibi hisseden biri değil mi, yani sen en azından, ya da sen… Peki acaba, geriye dönüp bakma zamanı gelmiş olmasın?! Yani gerçekten düşünmüş müydük acaba? Henüz yaşamadığımız ileriki yaşamlarımızın “adam”lığının formülü bizde değil de gerçekten onlarda mıydı?! İşte bu yüzden, kandırılmış’ lığımızdan asla kurtulamayacağız; ders almayı bilmeyen ve inatla güvenmeye ya da tembelce düşünmemeye devam eden “biz” olduğu sürece… Susuyorum. Anlıyorsun çünkü değil mi?…
Suç şimdi “KANDIRAN”da işte… Ve can sıktığı kadar da adil üstelik…