Şahıs zamirlerinden biri okyanusla karşılaştığında, almanca gramerin çanağında, bir gemi kazasından dibe gitmekte olan lezbiyen bir meme iğnesi gibi Cleopatra’ nın gidip saplanacağı zulmü göstermedi hayatın ta kendisi; yunuslara hafifçe dokunarak geçen…Peki lezbiyenler egoist değil midir?Altın bir meme iğnesi gibi Cleopatra’ nın, sen mi, ben mi diyalektiği yok mudur onların? Kendi kendine acıyan bir bıçak gibi batmaz mı bir kadının benliği ötekine?
Nasılsın İmelda?Şişman olmanın ötesinde…İlgilendirmiyorsun bu almanca gramerde.Mavi gözlü ben zamiri Cleopatra’ nın, güç ve naylon çoraplardan yapılmış bir bulaşık bezi aynı zonklamayla heyecanlandırır beni. Antonius’ un bulaşıklarını yıkarken, kiri kıskanırım bulaşık bezinden ama geçicidir bu cinnet. Bir deli değil, bir sahtekarım ben; aynalardaki tek görüntü kendime kaçmadan seni göremem.Sezar da kaçıyordu kendine, Antonius da, yani birbirlerini görüyorlardı. Biz dostuz dedi Antonius.Ve öpüşürken yanaklarındaki sıcaklığı hisseder diye Brütüs, babasının sadık hizmetkarı hadım edemeden öldürdü ulu Sezar’ ı. en bayağı şahıs zamiri sen, en sahtekar dostun benden güçlü tayfunlarla, dularla dilenirken İskenderunlu zenci kadınlar, porselen beyaz vazolar değdirdi dudaklarına. Cleopatra altın meme iğnelerini Antonius’ un kocaman ellerinin altından kalkıp kadınların kalbindeki kıskanç bir bulut gibi Omega’ nın gözlerine yağdırdı. Ve yarılan yanak etleri aşağı doğru aktı Omega’ nın. Eşcinsel ve basit Omega’ nın gay sahanlarda pişirilmiş koç yumurtalarına et değdiği gün, en sahtekar şahıs zamiri oydu ve kural gereği vardı artık oyunda. Birinci çoğul şahıs, yani biz, İskenderiye kütüphanesinde adımız Cleopatrantonius‘ tu. Ben sen diyalektiği, zamirlerin Antonius’ u, kitap sayfalarında minik notlar gibi kısalttı desem, boğulurdu “o” “ben” okyanusunda.
Bir sen, bir ben boğardık birbirimizi, küçülür, küçülür onları yaratırdık.Bıkardık.Ölürdük kalırdık.—————–Ben babama hep ışığı bayat bir fenerle gittim. Kendini benim nilüferim sanıyordu. Mezarını basmış suyun içinde yalnızca benim gölgemle yatıyordu ve yalnızlığını hissetmedi hiç. İçine kaçmayan bir yumurta gibi faydalı oldu çocuklara. İşçi avukatıydı. Davasını kazandığı bir işçi, memleketi Erzurum’ a götürmüş olabilir ölüsünü. Bence cennet soğuktur ve babam üşüyecektir. İçinde İstanbul olan bir masal anlatmıştı babam, kurtla kuzu, şekerle bal…Babamın memleketini özlüyorum şimdi, kuşlar iri bir mısır tanesini yutmaya çalışırken. Aklıma mısır tarlasında, Karadeniz’ de babam geliyor. Karadeniz’ e gömmek istedi akrabalar, annem izin vermedi. Kuşlar ve müzik ne tuhaf gerçeklik!Devam ediyor.Babam öldü, uzaylıların utanması gerekir.Omega seni hangi kelimelerin gurbetinde bıraktım, çinko ve incir değil, kelebek bilimci Nabakov ve kelebek değil “ama ne” diye sordum kendime…Omega, ben gay’ im dedi, sonra kadınsın, dedi bana. Dilara’ ya ben kadınım dedi, çünkü Dilara’ yı sevmedi. İlk defa pantolonumun v’ sine bakıp güldü Dilara, onun beni sevmediğini düşündü, kocasının zengin olduğunu. Omega’ nın sözleri gizlerde kaldı. Ben konuştum, kocacığım dedim.Ama biliyorum, Omega hiçbir zaman Nabakov ve kelebek demeyecek, çinko ve incir diyebilir, bakır ve kedi var çünkü ruhunda.Herkes en siyahı kendine saklar ve kendini hep tanrıya taşır. Üçümüzden birini deli seçtik. Dilara’ yı güzel, Omega’ yı gay, Eflatun’ u yaşlı. Ama mutluyduk, birbirimizi anlıyorduk, henüz kimse ölmemişti, bu sabah yağmur vardı İstanbul’ da, anne sözü dinler gibi masum, katıla katıla ağlamıştım, henüz ya arzu, ya ölüm dememişti hiçbirimiz, aşk vardı.Annem Omega için “o baban gibi bir şey” dedi. Omega’ yı unutmamı istiyordu. Babam benimle “sen misin kurban, ben mi” polemiğine hiç girmedi. Omega da.———–Unuttuğum bir şey var; uzun zamandır senden kopmuş bir parça gibi hissediyordum.Artık seni aramıyorum ama neyi unuttum bulsam… Belki seni özlemeyi sonsuzca, bir daha asla sana kavuşamıyacağımı unuttum.Zarafetle unutturdu bunu koptuğum ana gövde. Git oyna ağaçların üstünde, dedi galiba gökyüzü. Minik kediler büyüdü, yataktan indiler, anneleri onları emziriyor hala, bu gece hepsi yataktalar. Bir ara uyudu annesi de, ben uyumadan onları izledim, çıt diye kırıldı ayağımın altında bir şey, şarkılar, çay ve gece içilen sigaralar… Saat sabahın dördü, ayrılıktan başka bir şeyim şimdi.Sonsuzca hayat beklentileri için, İtalya’ da bir müzede, cennet figürleriyle kaplı en doğru inanç olan aşk için…Umarsızım ve ayrılıktan başka bir şeyim, yalnızım ve ayağımın altına saplanan camı çaıkartacak şefkat yok artık sende.