Yağmur ince ince yağmaya devam ediyor. Bahçeden koşar adımlarla çıkıyorum. Sanki az önce işaretle beraber yürümeyi teklif eden ben değilim. Göz ucuyla bakıyorum ama sanki gözlerime perde inmiş. Bu o mu? Emin miyim? İyice hızlanıyorum. Meyilli yoldan aşağı doğru koşturmak daha kolay. Arkama bakamıyorum geliyor mu acaba? Ama çok büyük bir kabalık bu yaptığın diyorum kendime. Ne yaptım ben? Ah Nemci ah! Senin yüzünden bütün bunlar…Gideceğim yer birkaç mahalle uzakta. Ancak kanat takmam lazım gözden kaybolmak için. Yaklaşıyor sanırım. Evet! “Merhaba” deyip beni durduruyor. Arkamı dönüyorum. “Ben Yüksel” deyip elini uzatıyor sıcacık bir gülüşle. Dikkatli bakamıyorum yüzüne, gözlerimi kaçırıp elimi uzatıyorum. “Merhaba, ben de Seda” diyorum ama karşıdan gelen tepki kanımı donduruyor. “Ebru değil miydi?” diyor. Kulaklarım tıkanıyor, nefesim kesiliyor birden. “iki ismim var diyorum. Yüzüm kızardı mı acaba? Allah kahretsin! Yalanın sonu bu işte. “Hiç tecrübem yok ama kurnazlık yapıp adımı değiştirecek kadar cin takılıyorum akıllıyım ya” diye düşünüyorum. Kendime küfrediyorum. Durumu toparlamak lazım. Camdan cama işaretleşme bir oyunmuş meğer, şimdi daha bir gerçekle karşı karşıyayım. Benim amacım bu muydu? Göçmen kızını beğenenlere inat. Flörtmüş. Ne flörtü.? Korkuyorum. Sanki bütün mahalle camlara üşüşmüş beni izliyor.Yürüyoruz. Tedirginliğimi hissettirmemem gerek. Konuşuyorum. Ama ara vermeden az önceki yaptığım ayıbı örtmeye çalışarak okulumdan ailemden konuşuyorum. Nice sonra onun eğitimini ve mesleğini soruyorum. Jeoloji okuduğunu mühendis olduğunu söylüyor. Anlamış gibi yapıyorum. Aslında tek anladığım mühendis olduğu. İyi meslek diyorum. Yine oradan buradan konuşmaya başlıyorum. Fransa hayalim, oraya gitme şansım, teyzem amcam, dayım, halam, bütün sülaleyi biteviye anlatıyorum. Karşımdaki yabancı halbuki? Ne işim var benim şimdi tanımadığım bu adamla?Hala yürüyoruz. Ona her ne kadar konuşması için fırsat vermesem de aslında çok da konuşkan biri gibi gelmiyor bana. O aralar kızlarla konuşup güldüğümüz “muhitimize geldik ayrılalım” cümlesini hatırlıyorum. Espri yapıyorum. “Burada ayrılalım. İlerideki evde oturuyor annemin arkadaşı” diyorum. Yine elini uzatıyor samimi bir şekilde. O an tüm gücümü toplayıp gözlerine bir anlık bakıyorum. Gözler gri mavi arası. Şimşekler çakıyor. Elimi veriyorum. Tokalaşıyoruz. Beni bir daha görüp göremeyeceğini soruyor. “Hayır olmaz, mümkün değil, görüşemeyiz, yakışıklısınız ama benden çok büyüksünüz, kocaman adamsınız, ben sizi daha genç düşünmüştüm, hem benim tipim değilsiniz, benim hiç erkek arkadaşım olmadı, bu bir oyun, ben daha çocuğum, hem benim sevdiğim biri var, o da beni seviyor zannediyordum ama o sarışın bir kıza gönlünü verdi yerine; ”Olur, tabii, neden olmasın” diyorum. Büyük yalan!

mavi ay-lorienn
mavi ay-lorienn

Yine kızıyorum kendime. Kalbim deli gibi çarpıyor. Gözleri takılı bana farkındayım. Elimi bırakmıyor. Hadi hadi bitsin, tamam diye düşünüyorum. Elimi alıyorum elinden, görüşürüz diyorum hafif bir tebessümle…Yürüyorum. Ardıma bakmıyorum yine. Orada duruyor mu bilmiyorum? Eve girinceye kadar da bakmıyorum. Bakmamam gerek ona güç vermemeliyim. Kapıdayım. Zile uzunca basıyorum. Kuş sesi hoşuma gidiyor. İçeriden annemlerin kahkahalarını duyuyorum. Belli yine fıkra anlatıp gülüyorlar. Kendimi içeri atsam! Derin bir nefesle mimiklerimi kontrolüm altına almaya çalışıyorum. Kapı açılıyor. Dünya tatlısı Nemide teyze beni büyük bir iltifatla karşılıyor. “Yavrum, özlemişim, ne tatlı olmuşsun gibi bir yığın laf ede dursun kızı Hülya’yla göz göze geliyoruz.. Bir bakışla anlaşıyoruz “içeri gidelim anlatacaklarım var” dememe gerek yok. Hülya benden bir yaş küçük, içtiğimiz su ayrı gitmiyor. O da ağabeyime aşık. Annem soruyor “yavrum ne yaptın? Çamaşırları topladın değil mi?”. Topladığımı söylüyorum, ders çalıştım diyorum. Onlar yine sohbetlerine dönüyorlar.Hülya’nın odasındayız. Sessiz çığlıklar atıyor oturduğu kanepede yerinde duramıyor. Hülya. “eee… ne oldu?.. Sonra?.. Boyunu posunu gözlerini mesleğini her bir şeyini ballandıra ballandıra anlatıyorum. Abartarak hemde. Yalnız bir noktada takılıyorum Jeoloji ne ki? Hülya’yla ansiklopediye bakıyoruz. Yer Bilimi… ha… anladık. İçim rahat değil hala. Bir yerlerde yanlış yapıyorum. Ama bizim kızlara bu olan biteni anlatmak, onları kıskandırmak, her şeyden önemlisi sevgilim var demek ayrıcalıklı bir durum. İşte en cazip olan şey bu. Kızlar biri var diye bile dursunlar, ben onunla bir daha görüşmeyeceğim. Belki o da aynı şeyi düşünüyordur. Takılıp kalacak değil ya peşime. Hülya benim yerime daha heyecanlı. Soru yağmuruyla biraz daha ıslanıyorum. Ah!.. diyoruz sigara içebilseydik şimdi. Bizimkilere bu kadar yakınken asla… enseleniriz…Eve dönüyoruz. Ağabeyim annemin bir kolunda ben diğerinde. Onun eve yaklaşırken heyecanlanıyorum birden. Camii yeşili kalın perdelerin arasından ışık sızıyor dışarıya. Yeşil perdeli evi geçip bahçemize yöneliyoruz. “Ben şu evdeki yedek subaylardan biriyle tanıştım bugün, adı Yüksel! Hem de gözleri mavi, Mühendis, jeoloji okumuş. Jeoloji ne diye soracak olursanız yerbilimleri demek, tanışmamıza bir sigara sebep biliyor musunuz, ama bir daha içmeyeceğim o zıkkımı diyorum anneme ve ağabeyime içimden… Halbuki az önce Hülya ile fıkırdarken nasılda canımız çekmişti. Gözlerim Yüksel’in penceresine takılı kalıyor. Acaba o da beni düşünüyor mu? Belki camdan bakar? Yooo… Olmaz! Sakın ha! Bizimkiler çakarsa mahvolurum…Yatıyorum. Yarın sabah okulda kızlara anlatacak ne çok şeyim var diye düşünüyorum. Yüksel’i… bütün gün olanları… tek tek, saniye saniye, tekrar tekrar, düşünüyorum. Uyumam gerek. Bütün bunlar gerçek mi? Doğru mu, yanlış mı? Ah ben ah… ne yaptım? Bu defteri kapatmam gerek. Bir şeyler yanlış yere doğru gidecek korkarım. İçimdeki tanıdık ses ara ara fısıldıyor…