Kimdi o komşular? Nereye gittiler? Oğullarının ismi Gürbüz müydü? Hani şu yan taraftaki Saadet Apartmanının sokağa bakan birinci katında otururlardı, evlerinin balkonunu çepeçevre saran mor salkımlı evde. Nisanda mı Mayısta mı açardı mor salkımlar? Ortalık nasıl bir yağlıboya resim şölenine dönüşürdü?
İlk taşındıklarında onlara “mahalleye hoşgeldiniz” demeye gitmiştik annemle. Evin hanımı Gönül Duyar biz pırıl pırıl temizlenmiş, limon çiçeği kolonyası kokan salonda misafir etmişti. Evleri iki oda bir salondu, pardon salon salomanje… Duvarda, Saatli Maarif Takviminin hemen yanında duran saatin sarkacıyla, uzayıp giden kurma zincirinin ucundaki siyah abanoz kozalaklar nasıl da hoşuma gitmişti. Yakınına gidip, ayaklarımın ucunda yükselerek incelemiştim saati:
Tik tak, tik tak…” sesleri arasında yelkovan ilerliyordu, birden üstteki minik pencere açılmış ve mavi minik kuş çıkıp “guguk guguk” diye dört kez öterek saatin 16.00 olduğunu haber vermişti. Hiç beklemediğim için irkilmiştim kuşun hareketinden.
Kolonya ikram edilmişti anneme ve halama, benimse başıma döküvermişti damlaları Gönül Teyze. Bunu hep yaparlardı zaten, bir keresinde bir damlası gözüme kaçmıştı da nasıl canımı yakmıştı kolonya.
Sonra bizleri beyaz Amerikandan (*) kolalı örtü serilmiş masaya buyur etmişlerdi. Peçeteyi boynuma iliştirmişlerdi. Kuzineden yeni çıkmış, mis gibi kokan bademli kurabiyeleri, iki şekerli “paşa çayıma” batıra batıra yemiştim. Hala damağımda hissettiğim o lezzet ne muhteşemdi öyle. Ya kayık tabaklardaki çıtır çıtır susamlı simitler, beyaz peynir ve çilek reçeli hele…
Sonra köşedeki divana oturmuş, hele elime bir cilt “Çocuk Haftası” (**) verilince nasıl kopmuştum dünyadan, hanımların sohbetinden:
-İşte böyle Emine Hanımcığım. Merzifon’dan tayinimiz çıkar çıkmaz bizim bey Ankara’ya gelip kiralık ev aradı ama öyle zor bulduk ki, ancak 100 lira havaparası (***) ile tutabilmiş burayı.
-İnsaf yok ki ev sahiplerinde GönülHanım, biz de havaparası ile girmiştik eve beş yıl önce. Ne yapalım, çocukların okuluna yakın, Pazartesi pazarına da. Kasabımız, bakkalımız hep ayak altı.
-Kasap nasıl? Tavuk, sakatat filan da bulunuyor mu? Görümcemler gelecekler yarın, güzel bir karaciğer, kuzu gömleği filan bulabilirsem bir ciğer sarma yapayım diyorum.Ben divanda Çocuk Haftasının sayfalarını büyülenmişçesine çeviriyor da çeviriyordum. Bir macerada Yıldırım Kaptan uzay gemisiyle gezegenler arasında mekik dokuyor. Bir diğerinde Süperman uçarak enselerine bindiği kötülerin hakkından geliyordu.
Annemler yemek faslını bırakıp çoktan saksıda çiçek yetiştirmenin inceliklerine geçmişlerdi:-Ah şekerim o kadar severim ki begonyayı, sobadan uzak bir yere, pencere kenarına koyacaksın. Haftada bir sulayacaksın, bak görürsün nasıl güzel çiçek verir hemen. Bak canım her ayın beşleri kabul günüm, beklerim tamam mı ben de?
Sonra fısıltıyla konuşmalarından, benim duymamı istemedikleri bir konuya atladıklarını anlamıştım:-Vallahi kardeşim, pek görüşülmüyor o hanımla. Nasıl anlatsam, nikahsız oturuyorlarmış Sadi Beyle. Metresiymiş yani. Aslına bakarsan Sadi Beyin nikahlı karısı ile evi Emek taraflarında bir yerdeymiş, buraya haftada iki gün geliyor.
A, nasıl görüşülsün ki kardeş. Kızlarımız var, hiç olur mu? Sizin bey ne diyor bu işe?
-Ah şekerim, bir cürmümeşhut (****) olayı olur da mahallede rezalet filan çıkar diye korkuyor. Aslına bakarsan bizim bey pek karışmaz sağda solda ne olduğuna. Malum bankacılık zor iş, hele yıl sonlarında devamlı mesaiye kalır. Neredeyse geceyarısına doğru gelir zavallım eve. Amaan, geçinmek kolay mı bu zamanda?
Nikahsız oturmak”, “cürmümeşhut” laflarını kafamda evirir çevirir, bir türlü “yedi” numarada oturan o güzelim Suzan Hanımla bağdaştıramazdım. Dalgalı sarı saçları aklıma gelirdi. Balkonda oturup, bacak bacak üstüne atarak sigara içişi, kırmızı ojeli, uzun tırnaklı o güzelim elleri hayalimde canlanırdı. Hep akşamüstleri çıkardı balkona, duvara gerilmiş iplere bir frenk gömleği, bir fanila asar, dalgın hülyalı bakışlarıyla Sadi Beyin gelişini beklerdi.
Mahallenin çocukları sokakta “yakantop oynarken” Sadi Beyin gelişi hemen duyulurdu sekiz silindirli siyah Buick arabasının homurtusundan.

Saadet Apartmanının biraz ilerisine park eder, elinde paketlerle inerdi arabadan. Bir keresinde annemle Kızılaydaki Trakya Şarküterisinde alışverişteydik, Sadi Bey girdi içeri:
-“Merhaba Mahmutcuğum” dedi, “bir şişe Kulüp Rakısı, biraz Rus Salatası, füme dil, Rokfor peyniri ve lakerda ver. Ha, karışık turşuyu sakın unutma, kadın budu da koy biraz” diye isteklerini sıraladı.
66 model siyah Buick çalışır durumda şarküterinin hemen önünde duruyordu. “Annemle niye hiç selamlaşmazlar?” diye hayıflanırdım hep. Birgün, bir dakikacık da olsa o arabaya binebilsem ne olurdu sanki?
Annem beyaz peynir ve sele zeytinini sardırıp siyah rugan çantasından çıkardığı bir mor bin lirayla ödemişti parasını. Paranın üstünü alıp, elimi sıkıca tutmuştu, aceleyle çıkmıştık dükkandan.-Anne, niye o amcayla hiç selamlaşmıyorsun?-Sen bilmezsin böyle şeyleri. Sus, yürü bakalım.
Manavın önünden geçiyorduk, kiraz yeni çıkmıştı, minicik can erikleri ve henüz tam olgunlaşmamış domatesler de. O kadar yalvarmıştım anneme ama kiraz almamıştı:-Hayır, daha mevsimi gelmedi. Hem çok pahalı. Bak eve gidelim sana Savoyer Bisküvisiyle muzlu pasta yapacağım tamam mı? Ama bak, söz verirsen uslu olacağına. Eve gider gitmez dersinin başına oturacaksın.
Biliyorum biliyorum, zaten yarın Hayat Bilgisi ve Matematikten imtihanım var, çalışacağım. Ama önce mandolin çalacağım yarım saat tamam mı? Aaa, anne sol teli alacaktık hani? Hadi Kocabeyoğlu Pasajının arkasındaki dükkandan alalım mı n’olur.

Alışveriş sonrası eve dönmüştük. Annem radyonun düğmesini çevirmişti, odayı “Yurttan Sesler”den nağmeler doldurmuştu, sonra “Şimdi de Zeki Müren’den Bir Demet Yasemen şarkısını dinleyeceksiniz” anonsu yapılmıştı.
Annem önlüğünü bağlayıp, kızartma tavasını ocağa koymuş, yağı alırken şarkıya keyifle eşlik etmeye başlamıştı. Ne güzel, ne güzel bir gündü.Sonraki günlerde bir akşam babam eve gelmiş, elindeki Akşamgazetesini salondaki sehpaya bırakıp, anneme anlatmıştı:
-Hanım meğer Sadi Bey züccaciyeci değilmiş. Uyuşturucu kaçakçısıymış, Marsilya’da geçen gün tutuklanmış.
Annem hayretler içinde babama bakmış:-A, aman yarabbi. Demek kadıncağızın apar topar taşınması bu yüzdenmiş ha? Biz de komşularla “bir allahaısmarladık bile demedi” diye dedikodusunu etmiştik. Sanki biz ona “hoşgeldin” demişiz gibi… Yazık.
Koşup gazeteyi almıştım, 10.sayfada Marsilya mahreçli tek sütuna üç santimlik haberi okumuştum:
“Türk işadamı eroin kaçakçılığından tutuklandı. Arabasının bagajında şüpheli bir paket ele geçirilen işadamı S. B. “paket benim değil” dese de Fransız makamları tarafından tutuklanarak cezaevine konuldu. Mahkemesi önümüzdeki günlerde başlayacak olan işadamı S. B. Türkiye’de cam eşya ticareti ile iştigal ediyordu.”
Tuh, demek bir türlü ön koltuğuna oturamadığım 66 Buick artık iyiden iyiye hayal olmuştu.
O sayfayı kapattım, 3. Sayfayı çevirdim, Hoş Memo ve Basrinin bant karikatürlerini neşeyle okumaya başladım. Annemle babamın sesi geliyordu içerden?

Ooooo, kalkan tava ha? Aman hanım biraz da pastırma dilimleyeyim mi? Aaa ama bu mükellef sofraya bir kadeh rakı olmadan oturulur mu?
Seni gidi seniii. O zaman bana da bir kadeh Papazkarası koy olmaz mı?
(*) Amerikan Bezi de denilen patiska kumaş.(**) 60’lı yıllarda zirveye oturan haftalık yayınlanan çocuk dergisi.(***) Konut kıtlığı çekilen yıllarda ev sahiplerinin ev kiralarken kiracıdan bir defaya mahsus aldığı para.(****) Medeni Kanunda zinanın suç sayıldığı yıllarda, kolluk gücü eşliğinde düzenlenen suçüstü yakalama hareketi.