Aşağıdaki günce, “Orangutanların Sosyal Yaşamı”nı incelemek üzere Afrika’ya giden Dr. Joseph W. Hann tarafından yazılmıştır. 03.08.2000’den beri kendisinden bir haber alınamayan deha biyologun bu güncesi, Ortadoğu barış görüşmeleri sırasında Amerika Dış İşleri Bakanı’nın kazara üzerine oturması sonucu bulunmuştur. Dr. Joseph’in hayatından endişe edilmektedir.

25.07.2000

11 saat süren sıkıcı bir uçak yolculuğundan sonra Afrika’nın bu el değmemiş cangılına vardım. Burada hava umduğumdan daha sıcak ve bunaltıcı. Beni en çok şaşırtan şeyse; her köşe başında bir Çin Lokantasına rastlamam. Kime satış yapıyorlar bilmiyorum ama duyduğuma göre; Masai Kabilesi üyeleri Çin yemeklerine bayılıyorlarmış. Bence bütün Afrika otantizmine zarar veriyorlar. Karar verdim; bundan sonra küreselleşme karşıtı örgütlere daha çok destek vereceğim.

26.07.2000

Henüz ortalıkta tek bir orangutan dahi göremedim. Sanırım biraz daha sabırlı olmalıyım. Çadırın içi çok sıcak bu yüzden ekipmanımı dışarıya kurdum. Keşke sivrisineklerle ilgili bir araştırma yapmak için burada olsaydım. Her tarafta istemediğiniz kadar var. Doğaya saygım sonsuz ama bu kadarı da fazla.

27.07.2000

Dün gece ben uyurken, henüz ne olduklarını anlayamadığım bir grup mahluk çadırıma girmiş. Ortalığı talan etmişler. Ambalajlanmış bütün yiyeceklerim paramparça edilmiş, haritalarım yırtılmış, iki paket makarnam kaybolmuş, çoraplarımdan kukla yapılmış, (genellikle solucan figürünü kullanmışlar) dürbünlerimden biri kullanılmayacak hale gelmiş, Karl Marx’ın “Das Kapital”i okunmuş, önemli bulunan yerlerin altı çizilmiş.
Çadırımı bu hale getirenler ne tür mahluklar olabilir bilemiyorum. Korku içindeyim. Ah Darvin bu karmaşada nasıl çalışacağım?

28.07.2000

Bugün ilk defa orangutanların ayak izlerine rastladım. İzleri dikkatli ve sinsice takip ettim. 2 saatlik bir iz sürmenin sonunda bilet gişesine vardım. Biletimi alıp orangutanları izlemeye başladım. Gerçekten çok ilginç hayvanlar. Edward dayımı saymazsak insana çok benziyorlar.
Bugünkü incelemelerimden anladığım kadarıyla güneşi pek sevmiyorlar. Bir çoğu buldukları geniş yaprakların gölgesinden faydalanıyorlar. Geniş yaprak bulamayacak kadar şanssız olanlar güneş gözlüklerini takıp, üzerlerine ceviz yağı sürüyorlar.
Aralarındaki iletişime çok yabancıyız ama hassasiyetle incelersem kullandıkları vücut dilini çözeceğime inanıyorum.

29.07.2000

Çadırımı ve bütün ekipmanımı orangutanların yaşadığı bölgeye taşıdım. Tek başına bunun üstesinden gelmek oldukça yorucuydu. Bu arada karımdan bir telefon aldım. Karşı komşumuz Daniel’la birlikte “Cats” müzikalinin sahneden kaldırılışını kutlamaya gitmişler. Daniel’la dışarı çıktığı için kızdım ama aynı zamanda sosyal bir insan olmasını takdir ettiğimi de söyledim.
Bugün çok yorulduğum için yemek pişirmeye vaktim olmadı. Çin lokantasından yemek ısmarlamak zorunda kaldım. Servis gayet hızlı ama bahşiş konusunda son derece Liberaller.

30.07.2000

Orangutanların kullandığı dili yavaş yavaş çözüyorum. Şu ana kadar anladığım kadarıyla; eli ileri geri sallamak “Gel” veya “Git” anlamına geliyor. Kızgınlıklarını başlarını sağa sola hızla sallayarak ifade ediyorlar. Kulaklarının arkasıyla oynamaları “Susadım”, “Girmez misin? Bir kahve içerdik” demeleri ise “Sevişelim” manasına geliyor. Özellikle popülasyondaki dişi bireylerin sağ ayaklarını kaldırarak enselerine dayamaları “Fransız devrimi batı uygarlığı için ne kadar aydınlatıcı olmuşsa da dramatik tiyatronun gelişimi için son derece zararlı yönleri vardır.” manasına geliyor. Ya da tam tersi, bilemiyorum.
Bu gün ayrıca orangutanların da beni fark ettiklerini anladım. Tıraş olurken arkamı ne zaman dönsem aynada bana dil çıkartıp arkamdan çeşitli hokkabazlıklar yapan orangutanlar gördüm. Bu beni biraz ürkütse de zamanla alışacağımı sanıyorum.

31.07.2000

Bu sabah erkek orangutanlardan biri dişi orangutanlardan birine “Das Kapital”i okudum. Beni çok etkiledi. Artık devletin ekonomiden tamamen el çekmesi gerektiğini düşünüyorum.” dedi. Hayatımda hiç bu kadar şaşırdığımı hatırlamıyorum. Nasıl bir zihinsel süreç “Das Kapital” den bu sonucu çıkarır.
Artık popülasyonu oluşturan bireylere birer isim takmak istiyorum. Bu işimi çok kolaylaştıracak. Çenesi çokça çıkık olana “Jay Leno” ismini verdim. Sarışın olan dişi bireye (gerçek sarışın olup olmadığını henüz çözemedim) “Jean D’arc” ismini vermek istedim ama Fransa’daki yayımcımdan alabileceğim tepkileri göz önünde bulundurarak bundan vazgeçtim. “Julliet Binoché” desem fazla kızmazlar herhalde. Kambur yürüyene “Quasimado”, kıçını durmaksızın ağaçlara sürtene ise “Mitterand” ismini verdim. Dışkısını koklayıp baygınlık geçirene ise “Sam amca” diyeceğim. İsim koyma faslı bugünlük yeter sanırım.

01.08.2000

Bugün ilk defa orangutanlardan biri benim yanıma gelme cesaretini gösterdi. 3 saat kadar süren sohbetimizin sonunda beni, aslında bir fil olduğuna, Oxford’da hukuk eğitimi aldığına, Citizen Kane’in figürasyonun da yer aldığına ve şu anda Kızılordu Orkestrasında viyolonsel çaldığına ikna etti. Onların vücut dilini kullanarak “Bu son söylediğine inanacak kadar aptal değilim” dedim. Bunun üzerine burnumu ısırıp kaçtı.
Böylece gerçekler karşısında ne kadar tahammülsüz ve hırçın olduklarını anladım. Burnumu ısıran bu orangutana “Pinokyo” ismini uygun gördüm.
Grubun lideri konumunda olan erkek orangutanın başka bir grubun lideri olan erkek orangutanla güç gösterisine girdiğine şahit oldum. Sanırım bunu, bugüne kadar sanılanın aksine dişileri etkilemekten çok kültürlerini arttırmak için yapıyorlar. Birbirleriyle giriştikleri hızlı okuma yarışından benim incelemekte olduğum grubun lideri galip çıktı. Diğer erkek birey ise çok kızgın olduğunu ve AIDS’e çare olabilecek son bitkiyi de gidip yiyeceğini söyledi. Bizim grubun lideri ise; yeterince prezervatif stoklarının olduğunu ve bunu umursamayacağını söyledi.
Orangutanlar bazen çok düşüncesiz olabiliyorlar. Biri onlara memeli olmanın getirdiği sorumlulukları anlatmalı.

02.08.2000

Bu akşam orangutanlar aralarında bir eğlence tertip etmişler. Beni de davet ettiler. Kıramadım gittim. Bu gibi ortamlarda gayet neşeli ve sosyal varlıklara dönüşüyorlar. Bütün gece gülüp eğlendik. İçlerinden biri sahneye çıkıp Picasso taklidi yaptı. Kimse gülmedi. Çok üzüldüğünü fark edince kulise gidip onu teselli etmek istedim. Komik olması için herkes tarafından tanınan kişilerin taklidini yapması gerektiğini söyledim. O da bana yanıt olarak “Picasso’yu zaten herkes tanıyor” dedi. Ona Picasso’nun tablolarının tanındığını ama kendisinin taklidi yapılacak kadar tanınmadığını söylediğimde ise bana bir tekme atarak ağaçtan düşmeme sebep oldu. Sanırım bir disk kayması geçiriyorum ya da dolgularımdan biri düşmüşte olabilir. Kendimi inceleyeceğim. O orangutana da “Bona” ismini vermeyi uygun gördüm.
Bona, gecenin ilerleyen saatlerinde yanıma gelip benden özür diledi. Ben de ona, onu affettiğimi ve bundan sonra orangutanları güldürmek istiyorsa çamurdan solucan heykelleri yapmasını öğütledim. Yanımdan ayrılırken “Sen de aramızda maymuna döndün” gibi bir şeyler zırvaladı. Sanırım espri yapıyordu.
Son olarak“Cats” müzikalinin sahneleneceğini duyunca izin isteyip gruptan ayrıldım. Sonradan duyduğuma göre, bir grup aslan baskın yapıp müzikalin sahnelenmesine engel olmuş.

03.08.2000

Bugün cangıla Amerikalı bir turist grubu geldi. Orangutanların tepkisini incelemek için çalıların arasında kamufle oldum. Amerikalılar orangutanlarla pek ilgilenmediler. Şarkı yarışmaları düzenleyip eğlenmeye çalıştılar. Birkaç orangutan aralarına katılıp kareoke yaptılar. Turist grubundan biri Jeniffer Lopez’i taklit etti. Tam bu esnada iki yaşlı orangutan kalp krizine yenik düştü.
Bence bu turist grupları buraya kesinlikle sokulmamalı. En azından cangılda Jeniffer Lopez şarkıları söylemeye niyetli olanlara izin verilmemeli.

04.08.2000

Bugün Bona yanıma geldi ve sahnede kullanmak için çok iyi bir espri bulduğunu söyledi. “Yangın dolabını açarsan ne olur?” diye sordu. Bilmediğimi söyleyince “Yang çok kızar!” dedi. Farkında olmadan kusmuşum. Bona buna çok kızdı. J. F. Kennedy’den beri ilk defa bir insanı öldürmeyi bu kadar çok istediğini söyledi. Sanırım böyle şeyleri etraftaki Çin lokantalarına gittiğinde öğreniyor.
Bir dakika, bir çıtırtı duyuyorum…