Perihan Mağden/RadikalOybirliğiyle kanuni hukuksuzluk ihtimaliCebime 14:42’de düşen mesaj “Anayasa Mahkemesi Heyeti, AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davayı OYBİRLİĞİYLE kabul etti. Abdullah Gül’e ilişkin kabul kararı ise, oy çokluğuyla alındı,” diyor.Yani: Cumhurbaşkanı’nın mahkemelenmesi/cezalandırılmasıyla ilgili bir-iki kişinin itirazı olmuş ki, OY ÇOKLUĞUNA düşmüşler.İktidardaki AK Parti’nin kapatılmasına ‘bakılması’ hususunda AliKıranYargıKesenler HEM FİKİRLER. Hep fikirler. AYNI fikirdeler.Abdullah Gül’ün cumhurumuzun başkanı olması ihtimali semalarda belirdiğinde, “Olmaz böyle şey! İtidal! Uyarı! Tedbir! Uzlaşı! Uzlaşı!” diye cırrlayan demokrasiözürlü aklıevvel devletçiler haklıymışlar yani.Onlar NE kadar devletleriyle özdeşşleşiyorlarsa zira, o denli Doğru Okumalar yapmaya (Bu Devlet’in güç bağımlılarına dair özünden yalakalanmaktan) muktedirler. Muktedirler.”Uzlaşı! Uzlaşın! Uzlaşma! 367 de çakarız, herrr türlü çamura da yatarız” diye çığlıklanırken, BİR BİLDİKLERİ varmış. Onlar BİR bilirlermiş ve fakat herrr şeyi anlarlarmış. Çok anlayışlı, dip derin köşe bucak kavrayışlılarmış.Ben mesela dindarla da, dinciyle de yaşarım.Kemalist başıbozuklarla yaşayamam oluyorum -YETTİLER GAYRİ!- bu topraklarda.Buraları harbiden; Fazıl Say’a, babasına, İlhan Selçuk’a, Şener Eruygur ve Özden Örnek paşalara AİT. Onlar belirlemekle ‘yükümlü’ hissediyorlar Bu Topraklar’ın gidişatını.’Laikçilik!’ diyorlar başka da bir şey demiyorlar.Diyecek sözleri yok: Zira Kemalizm’i bi ‘ideoloji’ diye kakalamaya çalışanların ’21’inci yüzyıla da ışığını tutacak Kemalizm!’ diye zırvalayanların, geçtim AÇIK MODELİNDEN, kendini Amerikalar gördüm ben/nice ‘sol’ gasteyi ben kurdum/ben yıkadım/ben yamulttum diye pazarpazar pazarlayanların-Yani KİBAR fikir arsızlarının, ZIMNİ FAŞİSTLERİN kendilerini ennnn bilen ‘ideolog’ olarak gazladığı bu gariban ülkede-YUH Kİ YUH!Kapatın pek tabii ki Demokrasi Muslukları’nı!Tayyip Erdoğan diyor ki: “Ne yani, beş buçuk yıl bekledim, üniversitelerde türban bir hak olarak tanınsın diye.”Hayır! Beş buçuk demokrasi yılı yetmez.Seksen yıllık anti-demokrasi geleneğinin imbiğinden süzülmüşlere, sonsuza dek beklesen, iki yüz seçim kazansan YETMEZ! YETMEZ!Onlar Herrr şeyi bilirler.Herrr şeyin en doğrusunu bilirler.Urfalı Kürt Çocuğu Abdurrahman’ı onlar yetiştirdi Devlet Babanın Bağrında. Yeni model devşirmeler: Devletimizin Bekçileri! Bu Altın Laikçi Çocuklar- yargıda.Onlar işşş başındalar. Onların ruh hasstası kalemşörleri her Allah’ın günü yeni bullshit’ler topaçlayarak Hazine Arazisi büyüklüğünde başş yazılarında, ortalığı bir uçtan öbürüne bulandırı-yorlar. Zevkle. Patrondan şevkle.Abdurrahman onların hizmetinde. Onlar Abdurrahman’ın. Buyrun: Sezer’in İKİNCİ SIRADAN atadığı adam, Birinci Sınıf bir iş çıkartıyor!Para babaları, balık lokantalarında Kapatma Davası’nın iddianamesini, ayağa fırlayıp bas bas coşkuyla bağırarak kutluyor, kadeh tokuşturuyorlar dangalaklıklarına-Oy birliğini; Onuncu Yıl Marşı’nı şahrem şahrem haykırarak ve göbek atıp kına yakarak kutlamalarını öneriyorum.Özden Örnek’e ‘ait olduğu söylenen’ Darbe Günlükleri’nin BİZZAT BU MÜTHİŞ KOMUTA-NIMIZA AİT OLDUĞU Mahkeme’de kanıtlandı. Hoş; Kral’ı olsa yazamazdı. Balzac’ı olsa; Emekli 1 Kuvvet Komutanımızın pervasızlığında ve detaycılığında kaleme alamazdı. Balık, BAŞTAN BELLİYDİ. İki elliydi.MKE, Cumhuriyet Gastesi’ne atılan bombalar, benim Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na teslimim/imalim bombalar dedi.Seri numaraları var- yaaa.Hem Jandarma, hem Komutanlık “Envanterimde EKSİK YOK” dedi.Peki nerden çıktı da Ümraniye’deki eski askerin silah deposuna kondu Bu Bombalar?Danıştay’a (Yüce Yargı’ya!) saldıran Meczup (Ayağındaki) Arslan’ın hani, salladığı O Kutsal (Ulusal Darbeci) Gaste’ye bombalar? Aynı bombalar! Hep aynı bombalar!Bak: NOKTA Dergisi kapatıldı. Ne biçim korktu sahibi polis baskını artı mahkemelenmelerden.Bu Ergenekon İşi fazla dallandırılıp budaklandırıldı. İlhan Selçuk’a gecenin dört buçuğunda(!) uzanan eller, Yılların Ajan Provakatörü, yılların Sevilen Elemanı Perinçek’e ‘uzanan’ eller, sonra maazallah emekli kuvvet komutanlarımıza kadar (kanıtlı manıtlı) uzansaydı?Bu memlekette (bütün anketlerin gösterdiği üzre) EN GÜVENİLİR KURUM ORDU’muzdur. Neyse şimdi Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi DE ‘En Güvenilirlik Kategorisi’nde Askeriye’nin yanındaki yerini aldı. ‘Rahat!’Onlar en güvenilir; zira en ‘bilirler’. Kimin ‘tehlikeli’ olduğundan anlamayan Bu Cahil Halk’ın saçma sapan gidişatına, -Mustafa Kemalim binlerce şükür- Bağımsız Yargımızın Derebeyleri, en nihayet (burda DEMOKRASİ oluyorlar) el koyuyorlar.”Ordu, Yargı el ele!Kürt Memet+Türbanlı Hafize: Çabuk kümese! Ait olduğun yere!” Benim ‘algıladığım’ (çok bariz) SLOGAN- BU!Cumhuriyet Seçkinleri GİDİŞATA el koymaya feci kararlı! GÜÇ damarlarından çekilmeden, onların iktidar kalım savaşı BU! Ne biçim saldırı teknikleri!!
Hasan Cemal/Milliyet’Yargısal darbe’ süreci maalesef başladı Allah Türkiye’ye kolaylık versin!Lafı hiç uzatmak, eğip bükmek istemiyorum. Türkiye’de gerçek demokrasi ve hukukun üstünlüğünü gölgeleyen bir eşiğe gelip takıldık.Bir başka deyişle:Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma davasıyla birlikte yargısal darbe süreci başlamış durumda.Ne yazık ki öyle.Allah Türkiye’ye kolaylık versin!Kim bilir kaç kez yazdım.Bir defa daha altını çiziyorum:Böyle bir süreci -2002 yılı sonundan beri uğraşarak- başlatanlar, siyasal ve ekonomik istikrar açısından Türkiye’ye çok büyük kötülük yaptılar.Bu süreç, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkilerini zehirleyecektir.Bu süreç, siyasal istikrarı altüst edecek tohumları içinde taşıyor.Bu süreç, bir zamanların bölünmüş siyaset sahnesiyle güçsüz koalisyonlar dönemini açabilecek ve Türkiye’ye yeniden kayıp yıllar yaşatabilecek tüm riskleri içeriyor.Bu süreç, Güneydoğu’da yangını 1990’lardaki gibi parlatacak ve ‘Kürt sorunu’nu iyice içinden çıkılmaz hale getirecek tehlikeleri de barındırıyor.Bu süreç, laiklik-dindarlık, laikçilik-dincilik çekişmeleriyle birlikte toplumdaki o siyah beyaz kutuplaşmacı, cepheleşmeci çelişkilerin (Alevi-Sünni dahil) keskinleşmesine yol açabilecek.Bu süreç, uluslararası finans piyasalarındaki kriz rüzgârlarının Türkiye ekonomisinde çok daha tahrip edici esmesine de neden olabilecek.Bu liste uzatılabilir ama gereksiz.AKP’den kurtulmak için 2002 yılı sonundan beri -şöyle ya da böyle- bir darbe sürecini tetiklemek için uğraşan kimilerinin bugün memnun olduklarını biliyorum.Ama Türkiye’ye yazık!Sırtını AB’ye dönen, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa yuvarlanan, demokrasi ve hukuk çıtası aşağılara çekilen bir Türkiye’de hiçbir şey dikiş tutmaz. Bu ülkeyi tehdit eden bütün meseleler bin misli ağırlaşır.Bu çıplak ve acı gerçeği demek ki göremiyorlar.Ne yazık!Dava yedi sekiz ay sürebilir. Ve sonunda nasıl bir karar çıkar?.. Geçen yıl Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak 367 gibi bir hukuk skandalının altına imza atmış bir Anayasa Mahkemesi’nden çok farklı bir karar beklenebilir mi?..Bu konuyu geçiyorum.Herkes elini kolunu bağlayarak hukuka saygı duygusuyla, Yüksek Mahkeme’nin kararını huşu içinde beklesin!Öyle mi?Kimileri böyle düşünüyor.Olabilir.Ama ben aynı kanıda değilim.Peki, AKP ne yapacak?..Farklı görüşler dikkati çekiyor.Ancak, ilk sinyallere göre, öyle çok fazla uzatmadan kapatma davasını düşürebilecek anayasa değişikliğine gitme ihtimali daha ağır basıyor. Bunun için referandum da göze alınmış durumda.Soru işaretleri de var tabii.Bu süreçte AKP Meclis Grubu fire verebilir mi? MHP desteği sağlanabilir mi? DTP Grubu ne yapar?Öte yandan AKP, davayı düşürebilecek anayasa değişikliğine giderken ve bu uğurda referandumu da göze alırken, eşzamanlı olarak AB ile ilişkileri zıplatacak bir demokratikleşme hamlesi için düğmeye basabilir mi?Bu ihtimal de var.Evet, geçen hafta birçok kez belirttiğim gibi rejim bir kazık yemiş durumda. Bu kazığı çıkarmanın yolu, giyotine boyun uzatmak değildir.Gerilemek, ‘darbe’yi hızlandırır.Darbeyle demokrasi, darbeyle hukuk bağdaşmaz, uzlaşmaz. Bunun için de gerilemek, demokrasi ve hukuk zeminini daha beter zayıflatır.Rejime giren kazığı çıkarmanın yolu, demokrasi ve hukuk yolunda mücadeleden geçiyor. Ekonomik reformları sürdürmekten geçiyor. AB ipine sarılmaktan geçiyor.Canım çok sıkkın.Demek bazı şeyler vakti zamanı gelmeden olamıyor. Demokrasi kavgası vermek de, demokrasi kültürü edinmek de hiç kolay değil.Dilimin ucuna takıldı o söz:�Zor dostum, zor!�
Emre Aköz/SabahTeessüf ederimBeni şaşırtan Cumhurbaşkanının da, oy çokluğu ile (4’e karşı 7 ) davanın parçası haline getirilmesi oldu. Ne yalan söyleyeyim; bunu beklemiyordum.Çünkü apaçık bir Anayasa ihlali ile karşı karşıyayız. Ne diyor Anayasa? Şöyle:Madde 104 : ” Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. “Madde 105: ” Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz… Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır. “O halde bunlar… ‘Milletin’, ‘devletin’ ve ‘cumhuriyetin’ temsilcisini yargılamaya hazırlanıyor.Üstelik de, o makamda oturan Abdullah Gül’ün, sadece ve sadece, “vatana ihanet” suçlamasıyla yargılanabileceği apaçıkken…O zihniyetin bu kadar ileriye gidebileceğini… Bu kadar pervasız olabileceğini tahmin etmiyordum.Teessüf ederim!Gelelim olayın geneline…Artık hükümetten ciddi bir icraat beklemeyin. AKP bütün enerjisini bu davadan kurtulmaya harcayacak.Niye böyle olacak? Çünkü…Olay, ‘iddianameye karşı savunma yapmaktan’ ibaret olsaydı… Böyle demezdim. Çünkü o durumda partinin hukukçuları suçlamalar üstünde çalışır… Başbakan ve bakanlar da işlerine güçlerine bakardı.Ama artık durum farklı: Anayasa’daki açık hükümlere rağmen Cumhurbaşkanının davaya dahil edilmesi işin rengini değiştiriyor…Kapatma davası… Bir meydan okuma… “Biz ne dersek o olur” dayatması haline geldi.Bir tarafta… ” Türkiye değişecek… Demokratikleşecek… Şeffaflaşacak… Avrupa Birliği’ne doğru ilerleyecek… Gerçekten hukuk devleti olacak… Piyasa ekonomisi derinleşecek… Çetelerden kurtulacak… ” diyenler var.Diğer tarafta ise… ” Demokrasinin bu kadarı dahi fazla… Mevcut yasa devleti neyinize yetmiyor… Ne çetesi canım; onlar vatansever insanlar… Piyasayı boş verin, en iyisi güdümlü ekonomi ” diyenler yer alıyor.Tarihin akışı, birinci grubun, yani özgürlükçülerin kazanacağını gösteriyor.Gösteriyor da, ne zaman? Şimdi mi, 5-10 yıl sonra mı?Toplumların yaşamında 510 yıl nedir ki; göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Ama gelin onu bir de, an be an yaşayanlara, şu kısa ömründe güzel günler görmek isteyenlere sorun!
Hadi Özışık / İnternethaberHürriyet manşet atmış:-Oy birliği ile…Yanlış!Başlık şöyle olmalıydı:-El birliği ile…Evet “el birliği” ile, bu güzelim ülkeyi krize sürüklemek için ne gerekiyorsa yaptık…Hala yapıyoruz…Sevinç çığlıkları atılıyor, AK Parti kapatılacak diye… Haksız da değiller, AK Parti’yi devirmenin, Recep Tayyip Erdoğan’ı yok etmenin başkaca yolu yoktu.Darbe istediler olmadı!Halkı küçümsediler yine olmadı…Tek yol kalmıştı:”Şeriata sığınmak!”Öyle oldu…Ve gereken yapıldı…Ama, asıl kötülük Türkiye’ye yapıldı.İş dünyasında panik havası hakim.Yaprak kımıldamaz oldu…İnşaat sektörü frene bastı…Konut alımı yavaşladı…Dolar yeniden eski günlerine doğru şahlandı.Borsa tepetakla…Büyüme sizlere ömür…Cari açık zaten vardı…AB ile ilişkilerin dondurulması yeni değil… Onlar için yeni bahaneler ürettik…Velhasıl-ı kelam, elbirliği ile bir çuval inciri berbat ettik!Gözünaydın Türkiye!AK Parti’den kurtuluyoruz!
Ergun Babahan/SabahBu sürecin adını doğru koyalımTürkiye yeni bir 28 Şubat sürecinden geçiyor. İnce hesaplanmış bir hamle ülkeyi istikrarsız bir döneme sürüklerken yargı vasıtasıyla demokrasiyi askıya almaya hazırlanıyor.Cumhurbaşkanı Gül’ün bile Anayasa’nın 105’inci maddesinin açık hükmüne rağmen “sanık” sandalyesine oturtulmaya çalışılması, planın derinliğini ortaya koyuyor.Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya bunun, Gül’ün Çankaya’dan inip yeni kurulacak partinin başına geçmesini önlemek amacıyla yapıldığını, Referans yazarı Nuray Başaran’a açıkladı.Anayasa Mahkemesi’nin dünkü oylaması da bu koşullarda varılacak sonucu açıkça gösterdi: AK Parti kapatılacak ve hakkında yaptırım istenen tüm milletvekilleri yasaklanacak.Cumhurbaşkanı’nın bile sanık olarak davaya dahil edilmesini etik kabul eden kesimler, AK Parti’nin anayasa değişikliğine gitme çabasını “etik dışı” ilan edebiliyor.Bir yandan psikolojik baskıyla bu yol kesilmek istenirken bir yandan da AK Parti içinde fire verdirme çabaları sürüyor.28 Şubat’da da böyle olmuş, DYP üyesi birçok milletvekili çeşitli baskılarla istifaya zorlanıp Mesut Yılmaz’a bir azınlık hükümeti kurdurulmuştu.Bu dönemde de AK Parti içinde benzer bir faaliyet sürdürüldüğü görülüyor.Amaç anayasa değişikliğini referanduma götürmeye yetecek 330 sayısına ulaşılmasını engellemek.Yani akla gelen ve gelmeyen her türlü yönteme başvuruluyor.Sonuç itibariyle, bu tabloda Türkiye’nin önümüzdeki iki senesini siyasi istikrarsızlık, ekonomik belirsizlik bekliyor diyebiliriz.Gerçek kaos budur ve bu kaosun ne gibi sonuçlara yol açacağını bugünden kestirmek mümkün değildir.Bir şeyi bozmak için yola çıkanların topluma rağmen bir alternatif yaratması mümkün değildir çünkü.Tablo şudur: Türkiye çok umutlarla girdiği bu dönemi yüksek gerilim hattı üzerinde tamamlamaya yönelmiştir.AB sürecinden kopmaya doğru ilerleyen, ekonomide belirsizliğe itilen ülkemiz, toplum kesimleri arasında da ciddi bir gerileme sürüklenmektedir.AK Parti ile birlikte DTP’nin de kapatılmak isteniyor olması gerçeği, Güneydoğu’da da çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağımızın açık göstergesidir.Bu sürecin olabilecek en az sıkıntıyla tamamlanmasını diliyorum.
EconomistTURKEY edged towards prolonged political and economic turmoil on Monday March 31st after the country’s most senior court unanimously agreed to consider a case calling for the banning of the ruling Justice and Development (AK) party and for the prime minister to be barred from office.The decision by the Constitutional Court could lead to a dangerous escalation in tensions between the AK party, with its roots in Islam, and its secular detractors in the army and the judiciary, who accuse the party of leading the country towards sharia rule.In a 162-page indictment AK is accused of becoming “a centre for anti-secular activities” and the prosecutor calls for 71 of the party’s officials, including the prime minister, Recep Tayyip Erdogan, to be banned from politics for five years. The court, which is dominated by secular judges, voted without exception to consider the case. A majority of the judges also agreed to hear similar charges against the president, Abdullah Gul.Mr Gul, who began politics in an overtly Islamist party, said the decision came as no surprise and promised to “carry on with business as usual.” The first signs of the case came at the start of the year after AK set out to ease a strict ban on the wearing of Islamic headscarves in universities. That provoked uproar among secular university rectors, who called it an assault on Ataturk’s republic. It was cited as evidence in the prosecutor’s indictment along with various comments made by Mr Erdogan when he criticised restrictions on religious garb.Turkey has shut at least four pro-Islamic parties since 1970. AK was formed by a group of moderate Islamists led by Mr Erdogan who came to power five years ago pledging to lead Turkey into the European Union. During its first term AK enacted a raft of radical reforms that persuaded EU leaders to open long-delayed membership talks. These, along with a strong economic record, helped AK to return to office last year with an increased share of the vote.Western observers say the case against AK is unabashedly (utanmazca, arsızca) political and could further dampen Turkey’s hopes of joining the EU. “In a normal European democracy, political issues are debated in parliament and decided in the ballot box, not in the courtroom,” said the EU’s enlargement commissioner, Olli Rehn.The case may be an act of desperation by an old guard whose power is waning as EU-inspired changes take hold. Most obvious among them is the army, which has long tried to dictate policy from behind the scenes. The generals suffered a humiliating defeat last year when a campaign to prevent Mr Gul from becoming president backfired. Fearing that Mr Gul would rubber stamp AK-inspired laws, they went as far as to threaten a coup. Judges weighed in on the army’s side and Mr Gul was forced to withdraw after the Constitutional Court upheld opposition claims that parliament lacked a quorum during a first round of balloting.But AK’s big electoral win allowed Mr Gul to revive his presidential ambitions and to claim the post in a fresh vote. Meddling by the army probably helped to bolster AK’s ratings. A defiant Mr Erdogan has predicted that efforts to ban his party will have the same effect now. In any case, most outlawed parties resurrect themselves under a new name. So why bother trying to ban AK? Some pundits speculate that, rather than closing the party, the court will bar Mr Erdogan and a few of his lieutenants from politics. Without its charismatic leader the party would disintegrate, allowing the secular opposition to seize power again.But things may not be that simple. Mr Erdogan is threatening to tweak the constitution to make it harder to ban political parties. He would then seek a referendum on the changes. Opposition leaders give warning that such “provocations” would lead to more tensions. AK officials counter that the greater risk is if their disgruntled supporters disregard Mr Erdogan’s appeals for calm and take to the streets. Violence might ensue. Either way, Turkey’s future is looking decidedly more unsure.
HASAN CELAL GÜZEL/ RadikalTürkiye’de yargı iflas etmiştirİnsan, Allah’tan sonra hukuk ve adalete güvenir. Tarafsız ve bağımsız mahkemeler, âdil hukuk adamları en büyük teminattır. Politikacılar hatâlar işleyebilirler, idareciler yanlış yapabilirler ama adalet terazisi doğru tartmaya devam ederse, devlet de varlığını koruyabilir. Adalet sistemi çökerse, mülkün temeli de yıkılır.Türkiye’de, 27 Mayıs’tan sonra özellikle Yassıada Mahkemesi’nin yüz kızartıcı kararıyla yargı siyasallaşmaya başlamış ve özellikle kamu hukuku alanında tarafsızlığını tamamen kaybetmiştir. Ara rejimlerde darbeciler, savcıları, hâkimleri tank, top gibi kullanmışlardır. Türkiye’de hukuk adamları, ne yazık ki darbecilerin dayatmalarına karşı koyamamışlardır.Özellikle, Anayasa hukuku, siyasî yargılamalar ve fikir hürriyeti konularında, hukuk adamları kendi peşin siyasî ve ideolojik değer hükümlerinden sıyrılıp objektif ve tarafsız karar verememişler; pozitif hukuku tatbik görevlerini bir tarafa bırakarak jakoben ön yargılarla vatan kurtarmaya girişmişlerdir.Kısaca, Türkiye’de yargı iflâs etmiş ve tuz kokmuştur.* * *Niyetimiz, TCK’nın meşhur 301. maddesinde belirtilen ‘Devletin yargı organlarını aşağılamak’ değildir. Bilâkis, yargı organının, bu tahripkâr tutum neticesinde zarar görmesinden şikâyetçiyiz. Yargının, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin tüzel kişiliğine elbette saygılıyız. Ancak bu organlardaki bir kısım hukuk adamının, elindeki adalet terazisini eğip bükmesini eleştiriyoruz.Çok değil, sadece son on yıllık dönemde olup bitenleri değerlendirecek olursanız, yazdıklarımın doğruluğunu görürsünüz. 28 Şubat Dönemi’nde, bir siyasî parti genel başkanı olarak sadece düşüncelerimi ifade ettiğim ve siyasî eleştirilerde bulunduğum için hakkımda 100’den fazla dâva açılmıştı. Bu dâvaların çoğu, illegal Batı Çalışma Grubu Cuntası’nın ileri gelenlerinden zamanın Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir’in savcılara talimatıyla açıldı. Bu gerekçeyle başvurduğum AİHM’ de bugüne kadar üç dâva kazandım.Aynı dönemde, TBMM’de en fazla temsilcisi bulunan RP, sudan sebeplerle kapatıldı. Daha sonra yerine kurulan FP de aynı âkıbete uğratıldı. Her iki kapatılma dâvasında da, Anayasa Mahkemesi, önce bu partilerin kapatılmasına engel teşkil eden Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 103. maddelerini iptal etmiş, sonra bu iptal kararına dayanarak partileri kapatma kararı vermişti. Yani, kendi pişirmiş, kendi yemişti.Geçen yıl, Cumhurbaşkanı seçimi esnasında ‘367 utancı’nı yaşamıştık. Anayasa Mahkemesi, hukuku bir tarafa bırakarak tümüyle siyasî bir karar verdi ve daha önce gazetelerin ilân ettiği gibi, bu kararı 9-2 aldı.* * *Anayasa Mahkemesi’nin Başsavcı’nın mahut iddianamesini kabul etmesine hiç mi hiç şaşırmadım. Bir kısım ayağı yerden kesik saf aydıncıklar dışında, halkımız da benim gibi bu neticeyi bekliyordu. Zira, bu hukukî bir karar değil, siyasî bir karar olacaktı. Ne yazık ki, tahminim aynen çıktı.Aslında, İddianamenin reddi için gereken bütün sebepler mevcuttu:- Raportör, İddianamenin reddi gerektiğini gerekçeli bir şekilde raporuna yazmıştı.- İddianamenin içeriğinde, lâikliğe karşı odak oluşturduğu ileri sürülen hiçbir fiil ve odaklaşma yoktu.- Fiil diye iddia edilen beyanlar delillendirilmemişlerdi.- Cumhurbaşkanı’nın önceki beyanlarının suç isnadı olarak değerlendirilmesi, başlıbaşına bir skandaldı.Cumhurbaşkanı gibi devletin ve milletin başı olan bir kişi hakkında suç isnadında bulunulması dahi, iddianameyi hazırlayanların ne derece taraflı ve suiniyetli olduklarını ortaya koyuyordu. Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 105. maddesine göre, ancak vatana ihanetten dolayı TBMM üye tamsayısının dörtte üçünün vereceği kararla suçlanabilirdi. Ancak, Başsavcı, görevini kötüye kullanarak Cumhurbaşkanı’na suç isnadında bulunmuş ve Anayasa’nın 101. maddesine göre siyasetle ilişiği olmayan Cumhurbaşkanı için 5 yıl süreyle siyaset yasağı istemişti.Anayasa Mahkemesi üyelerinin beşte üç çoğunluğu, bu peşin hükümlü iddianameyi kabul ederek, ne derece taraflı olduklarını gösterdiler.* * *Bundan sonra cereyan edecek ‘hukukî’ (!) olayları tahmin etmek zor değildir. Anayasa Mahkemesi, AK Parti’yi kapatma kararı verecektir. Bu arada TBMM, Siyasî Partiler Kanunu’nu değiştirecek ve Anayasa tâdiline gidecektir. Ancak, aynı peşin hükümlü üyeler, önce CHP’nin SPK’da değişiklik itirazını haklı görerek ya da kendiliğinden bu değişikliği iptal edecektir. Anayasa değişiklik kanunu da, başörtüsü yasağında olduğu gibi, yetki gaspıyla esastan ele alınacaktır.Bu hukuk skandalının sonunda, ya referanduma gidilecek ya da buna da taş konulursa erken genel seçimden başka çözüm yolu kalmayacaktır. Bu seçimlerden sonra da, hâlâ AK Parti’nin kapatılması söz konusu olursa, yerine PAK Parti kurulur; bu defa yüzde 60’ın üzerinde oy alarak tek başına iktidara gelir. CHP, parlamento dışında kalır; MHP ise AK Parti’ye destek verip vermemesine göre, ya oylarını arttırır veya o da Meclis dışında kalır.* * *Millî iradeye dayatmada bulunanlar şu hakikati unutmasınlar:Millî egemenlik önünde sonunda mutlaka gerçekleşecektir.Lâkin, bütün bu zorbalıklar milletimizin ve devletimizin sıkıntıya düşmesine sebep olacaktır.
NUH GÖNÜLTAŞ / BugünSadece CHP milleti oy versin, diğer yüzde 80 sadece şehit olsun!Siyaset dünyasında yaşanan son gelişmeler, sokaktaki adamı bir hayli tedirgin ediyor. Sanki seçimleri bundan birkaç ay önce yapmadık. Sanki Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi için referandum sandığına hiç gidilmedi. Sanki Abdullah Gül, ağır bedeller ödeyerek Çankaya Köşkü’ne çıkmadı. Türkiye 2007 yılını yeniden yaşıyor gibi. İş dünyası tedirgin. İktidar partisinin kapatılmasının nelere mal olacağını herkes görüyor! Avrupa Birliği tedirgin.Olli Rehn açık açık Türkiye’ye müzakere kapısının kapanabileceğini söyleyebiliyor. Bu gelişmeler tam da çetecilerin tarif ettiği, istediği şeyler değil mi? Bence Avrupa Birliği Ergenekoncuların hoşuna gidecek şeyler söylememeli aksine Türkiye’ye daha da sahip çıkmalıdır.Çünkü Türkiye’yi kaybetmek, Avrupa Birliği’ne tahmin edilenden çok daha pahalıya mal olacaktır. AB’den kopmak ve ekonominin çökmesi tam de darbecilerin bir taşla vurmak istediği büyük planın ilk adımları. Bütün bunların olabilmesi için ilk olarak AK Parti’nin kapatılması gerekiyor.Gordiyon’un düğümünü çözemeyeceklerini, bu düğümün ancak kılıçla kesilebileceğini çok iyi biliyor onlar. Sandık elbette hoşlarına gitmeyecektir. Başbakan’ın muhaliflerini sandığa çağırmak yerine daha somut adımlar atması şart. Dün büyüme rakamları açıklandı.Son 5 yıl büyüme rekorları kıran Türkiye, 2007 yılında sadece yüzde 4,5 büyüme hızı yakalayabildi. Bu verinin analizini elbette işin uzmanları daha iyi yapacaktır. Ama çıplak gözle bakıldığında bile 2007’nin ağır hasarlarının yeni yeni ortaya çıktığını söyleyebiliriz.2008 yılının ilk üç ayı bitti. Ama taşlar hâlâ yerine oturmadı. Oturacak gibi de görünmüyor. 2008’i de kaybedersek, ülke olarak önümüze çok daha zorlu, çok daha çetin sınavlar çıkacaktır, hiç kuşkunuz olmasın. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hukuki değil siyasi bir iddianame hazırladığı gün gibi ortada. Dün birçok gazetede bununla ilgili yorumlar vardı.Sadece hükümet yanlısı olduğu iddia edilenler değil, her fırsatta Başbakan’a yüklenenler bile bu durumu kabul etti. Başsavcı, davayı “Türban düzenlemesi” yüzünden “millet” adına açtığını, kimseden talimat almadığını söylüyor.Ancak son 5 yılda yapılan anketler, (buna Hürriyet Gazetesi’nin de anketi dâhildir) halkın yüzde 80’inin başörtüsü yasağının kaldırılmasını istediğini gösteriyor. Bu durumda Başsavcımız hangi milleti temsil ediyor? CHP milletini mi? Öyle olmalı…Eğer millet sadece CHP’ye oy verenlerden ibaretse, vergileri de sadece onlar versin. Askerliği de onlar yapsın. Ne de olsa onların oyları, çobanlarınkinden daha değerli…Dağdaki çobanlar ve diğer yüzde 80 sadece şehit olsun. Var mı böyle bir taksimat kuzum! Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa… Yazıklar olsun!
Etyen Mahçupyan / gazetem.comDüelloBazı medya organlarının yayınlarına bakarsanız, AKP’nin kötü niyetli tutumu sonucunda yargı son çare olarak kapatma davası açmış diye düşünebilirsiniz. Ancak ne yazık ki burada kötü niyetli olan tam da söz konusu medyanın kendisi… Çünkü yapmaya çalıştıkları şey olan biteni tersine çeviren bir yanılsamayı okuyucularına ve izleyicilerine ‘gerçek’ olarak sunmak. Oysa tablo yeterince açık: Bir düelloyla karşı karşıyayız…AKP’nin ilk iktidarı bile devlet yanlısı laik ve milliyetçiler için tatsız bir gelişmeydi. Ama hem bu parti mensuplarının da epeyce milliyetçi olduğundan hareketle çok telaşa kapılmadılar, hem de Refah Partisi’nin nasıl baskı altına alınabildiğini hatırlayarak AKP’nin de nihayette dizginlenebileceğini umdular. Ne var ki dünya değişmişti… Türkiye’deki yeni muhafazakar kuşaklar giderek özgürlüklerden, insan haklarından ve en önemlisi küresel dünyaya entegre olmaktan yana ağırlık koymaktaydılar. Bir yandan bu toplumsal baskının AKP içinde işlevsel olması, diğer yandan din ve vicdan özgürlüğünün ancak genişleyen bir özgürlükler dünyasında yaşanabileceğinin idrak edilmesi AKP’yi AB’ye yöneltti. Türkiye kısa bir süre içinde görülmemiş reform adımları attı…Ve o zaman devletin içindeki ve etrafındaki ittihatçı kadro bu işin böyle devam edemeyeceği yargısına vardı… Çünkü AB süreci Türkiye’de demokrasiyi kaçınılmaz kılıyor; demokrasinin ima ettiği özgür seçimler ise AB yanlısı muhafazakarları iktidar yapıyordu. Bunun anlamı devletçi bir cumhuriyet anlayışının sona ermekte olduğuydu. Dolayısıyla AKP’nin daha ilk iktidar döneminde bildiğimiz kadarıyla en az iki darbe hazırlığı oldu. Bizzat ordunun üst komuta heyetinde yer alan bazı askerlerin başını çektiği hazırlıklar yapıldı. Ancak ordunun iç dengeleri bu girişimin hayata geçmesine izin vermedi.Birinci iktidar döneminin sonuna yaklaşıldığında saha çalışmaları AKP’nin bir sonraki seçimi de kazanacağını gösteriyordu. Öte yandan ordunun başını çekeceği bir darbe ise mümkün gözükmüyordu. Bu nedenle darbe yanlılarının askeri bürokrasinin dışına çıkarak örgütlenmesine girişildi. Orduyu sahaya davet etmek üzere de toplumsal bir kargaşa haline ihtiyaç duyuldu. Bunun en ‘akıllıca’ yolu ülkede milliyetçiliği yükseltecek bir dizi cinayetin sahneye konmasıydı. Önce rahip Santoro, ardından Hrant Dink ve nihayet Malatya cinayetleri… Ayrıca tüm bunların ‘dincilere’ de yıkılması gerekiyordu. Bu da Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay cinayeti ile sağlanmaya çalışıldı.AKP ise onu kuşatan komplonun giderek farkındaydı. Yanıt Ümraniye’de bir silah deposunun keşfi ve bir çetenin deşifre edilmesi oldu. Bu çetenin ülkede kargaşa yaratmak üzere bir dizi eylem planladığı anlaşıldı. Karşı tarafın hamlesi ise Meclis’te Cumhurbaşkanı seçtirmemek üzere 367 katılım koşulu aramak gibi utanç verici bir yargı kararı, 27 Nisan muhtırası ve ‘cumhuriyet mitingleri’ idi. Bunun üzerine AKP ucunu yakalamış olduğu illegal örgütlenmenin geri kalanına yüklendi ve Ergenekon çetesi ortaya çıktı. Bu arada seçimler yapılabilmiş, AKP daha da büyük bir yüzdeyle gelmiş, üstelik kendi içlerinden birini cumhurbaşkanı yapmıştı.Türkiye geri dönüşü olmayan bir biçimde demokrasiye doğru ilerlemek üzereydi ve ittihatçı kadroların buna tahammülü yoktu. Ergenekon’da tutuklamaların artmasıyla birlikte son çareye başvuruldu: Hiçbir hukuki dayanağının bulunmamasına rağmen AKP’nin kapatılması… Ancak iktidar partisi kolay pes edeceğe benzemiyor. Geçen hafta içinde gelen ek tutuklamalar ve Hrant Dink cinayetinde Jandarma istihbaratından iki zanlının üstlerini açıkça suçlayan mahkeme beyanları Türkiye’deki değişimin bu kez orduyu da zorladığını ortaya koyuyor.Bu garip bir düello… Kısaca söylemek gerekirse bir yanda demokrasi, öteki yanda faşizm var… Muhafazakar kesimin partisi demokrasinin, devlet çeperindeki ittihatçı kadrolar ve onların medyadaki destekçileri ise faşizmin yanındalar. Ancak bu tablo hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü Osmanlı’nın son elli yılından bugüne siyaset tam da bu kırılma etrafında yaşanıyor. Türkiye hala aynı büyük düellonun sonucunu bekliyor… Hala devlete rağmen demokrasi olmanın, bu arada da devleti koruyabilmenin arayışı içindeyiz.
Ahmet Kekeç / StarŞaka gibiGerçekten çok merak ediyorum… Anayasa Mahkemesi’nin saygıdeğer üyeleri, bir ‘iddianame’ özelliği ve ağırlığı taşımayan, Cumhuriyet gazetesinde ‘siyasi makale olarak’ yayımlansa hiç sırıtmayacak bu metni nasıl ‘görüşmeye değer’ buldu?Hangi saiklerle?Başsavcı’yla ilgili bir şey söylemek istemiyorum.İddia makamıdır, kendince ciddi deliller bulmuştur yahut bulduğunu sanmaktadır ve son tahlilde ‘taraf’tır.Bana sorarsanız, görevini kötüye kullanmıştır, derhal o görevden alınmalıdır.Fakat, Anayasa Mahkemesi neyi görüşecek?Hangi delillere göre, hakkında yasal takibat yapılmamış üyelerin tecziyesine ya da beraatına karar verecek?Gazete kupürlerine mi bakacak?Tevatürleri ve dedikoduları mı dikkate alacak?Danıştay baskını gibi, ‘netice’ istimal edilmiş hadiseleri mi değerlendirecek?Değerli Başsavcı’nın afaki ‘laiklik’ yorumunu mu mehaz alacak?Ne yapacak?Resmen 1 Nisan şakası gibi…İddianamede yer alan laiklik tarifine bakar mısınız?Laiklik, ‘insanı kul olmaktan çıkarıp birey haline getiren, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünme olanaklarını veren bir ilke’ymiş; dahası, ‘uygar bir yaşam biçimi’ymiş.Laiklik belki her şeydir; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır, düşünce ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır, şudur budur ama, asla ‘uygar bir yaşama biçimi’ değildir.Bireyi ‘kul’ olmaktan çıkaran bir ‘dönüştürme mekanizması’ hiç değildir.Hem, Abdurrahman Bey müsaade etsin de, bireyler ne olacaklarına, yani hayatlarına ‘kul’ olarak mı, ‘birey’ olarak mı devam edeceklerine kendileri karar versinler.Kaldı ki, neyin ‘uygar yaşama biçimi’ sayılacağını Abdurrahman Bey’den öğrenecek değiliz?Demek ki Anayasa Mahkemesi üyeleri, değerli Başsavcı’nın ancak bir siyasi makale müktesebatında değerlendirilecek ve gülünüp geçilecek, ‘Bir ABD projesi olan ve kapsamındaki ülkeleri ılımlı İslami rejimlerle yönetmeyi amaç edinen Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu her fırsatta tekrarlayan Başbakan Erdoğan…’ sözlerini de ciddiye aldılar.İçlerinden biri çıkıp, ‘Bu nedir?’ diye sormadı mı?Spekülasyon olarak bile değer ifade etmeyecek bu sözler bir ‘hukuk metni’nde nasıl yer alabiliyor?Hiç kimsenin aklına gelmiyor mu, ‘Bir iddianame böyle mi hazırlanır?’ diye sormak…Peki, Başbakan’ın ‘En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir’ sözlerinin işi ne o iddianamede?Bunları mı görüşecek Anayasa Mahkemesi?Ne diyecek?Nasıl bir netice istimal edecek?Doğrusunu söylemek gerekirse, yüce mahkemenin, bir hukuk adamının kaleminden çıktığına inanmak istemediğim bu iddianameyi reddedeceğini düşünüyordum.Dün de yazmıştım…Birileri, kapatma davasının da verdiği sinerjiyle, Türkiye’yi dünyadan tecrit etmek dahil, ekonomik kriz, iç savaş, darbe, her türlü ‘çılgınlığı’ göze almış durumda ve bu saçmalığa bir an önce ‘dur’ demek gerekiyordu.Sonuç şaşırttı beni!Şaşırtmadı aslında da…Bugüne kadar, yargıya olan güvenimizi boşa çıkaran ‘kötü muhakeme’ örneklerine tekrar girmek istemiyorum.
Mehmet Altan / StarKaça kaç…Anayasa Mahkemesi, AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davayla ilgili iddianamenin ön incelemesini tamamladı ve iddianameyi kabul etti. Türkiye’de neredeyse herkes siyasileştiği ve ‘evrensel hukukun’ taraftarı pek kalmadığı için, çoğunluk spor-toto oynar gibiydi:Dokuza, iki… Yediye, dört… Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanının seçileceği toplantının karar için aranan sayıda milletvekili katılımı olmadan başlayamayacağına hükmettiğinde…Bu çerçevede seçimin ilk iki turunda TBMM Genel Kurulu’nun en az 367 milletvekiliyle toplanması gerektiğini kararlaştırıp, Abdullah Gül’ün tek aday olarak katıldığı ilk turu, bu sayıya ulaşılamadığı gerekçesiyle iptal ettiğinde, bahisleri ‘dokuz, ikiciler’ kazanmıştı…Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve üyeler, dün saat 10.00’da AKP davasının iddianamesini görüşmeye başladı.Heyet, AK Parti’nin kapatılması istemiyle açılan davada, iddianamenin ön incelemesini yaptı. Dört saat süren toplantının ardından iddianameyi kabul kararı verildi.Benim ilgimi çeken, Mahkeme sözcüsünün kararla ilgili yaptığı açıklama idi:‘İddianamenin Abdullah Gül dışında kalan bölümünün kabulüne oybirliğiyle, Abdullah Gül yönünden de kabulüne oyçokluğuyla karar verildi.’Ne demek? Bu sefer ‘onbire, onbir’…Cumhurbaşkanı da işin içine dahil olsun diyenler ise yediden az…Hukukun kalmadığına inanç maalesef öyle büyüyor ki, bunlar konuşuluyor…
Tamam da kose yazarlarini buraya copy-paste yapmanin ne anlami var ki? isteyen istedigi kose yazarini bulup okuyabiliyor zaten.Gazete linkleri, bir de kose yazarlarini copy-pasteleme olayinin cilki cikti.Gereksiz bunlar…
kapanması gereken ne varsa kapanacak!bizzat yetkisini Anayasa ile Türk milletinden alan Yargı, elbetteki seçilmeleri esnasında nasıl seçimlerin yönetim ve denetimini gerçekleştirdiyse şimdi de yönetime gelen iktidar partisini yargılayacaktır. Yargının anayasadan ile millet aldığı bu yetkiyi eleştirmek cahil cühela takımının kendi bağımsızlık haklarını sorgulamasıdır. Akp sayesinde mandaya alışmış halka doğal olarak, milletin kendinden aldığı yetkiyi kullanan Yargı nın işlemleri abes kaçacaktır. Çünkü aptal ve ahmak takımı yargıyı sorgularken kendi egemenlik hakkını da sorgulamaktadır. O da doğal, kendinde egemenlik hakkı görmeyen halk yığını, milletin kendinden aldığı yetkiyle görevini yapan Yargı organlarını içselleştirememiştir. Bu durum, devletin anayasa ile kendini güvenceye alarak ahmak halk topluluğunun teamülüne bırakmamıştır.Çünkü aptal topluluk; kim allah peygamber dese doğru-yanlış ayırt etmeden onun peşinden gitmektedir.Yargılanacak ve gerekirse elbette ki kapatılacaktır. Götünüzü de yırtsanız demokrasi adına buna engel olamayacaksınız.
Kapanmasi gereken ne varsa kapatiliyorsa, bari bunu demokrasiyi kurtarmak ya da Turkiye bir hukuk devletidir gibi hic inandirici olmayan sacmaliklarla desteklemeyin.devletin kendi anayasasindan aldigi guvence derken, ayni anayasanin 12 eylul anayasasi oldugunu, bir cunta anayasasi oldugunu gozeterek mi konusuyorsun ya da ayni anayasada cumhurbaskanini bu davada yargilayamayacagin halde ictihadi mefhumla helvadan yaptigi putu taptiktan sonra yiyen bedevi mantigiyla hareket eden yargi surecinin nesini savunuyorsun?Delikanli gibi cikin deyinki, hukuk demokrasi vs tanimiyoruz ve kendi yasalarimiza aykiri da olsa kendi ideolojimiz adina saldiriyoruz.Godoslar gibi carpisarak mi kurtaracaksiniz bu ulkeyi, hukuku siyasetin dibine kadar sokup siyasilere hukukun oyuncak edinme hakkini vererek mi?kuresel sermayenin dunyada calkalandigi bir donemde iktidar partisini kapatip ulkede kriz cikartarak mi?, dusmaninizin alternatifini yaratma adina bir adim bile atamadan, madem batiyoruz herkes batsin mantigiyla mi bu ulkeyi savunacaksiniz.Allah bu milleti aptallardan degil, kendini zeki sanan mallardan korusun…Bu koylu kurnazligiyla mumunuz yatsiya kadar yanar…
Yasalara aykırı olan ne var şunu bir söylesene önce demokrasi, hukuk adına zırvalamadan önce.Götü dara gelince cunta anayasası işlerine gelince tc anayasası!12 Eylül darbesinden iki yıl sonra 7 Kasım 1982′de yapılan halkoylamasına, 18 milyon 885 bin 488 seçmen katıldı. 17 milyon 215 bin 559 seçmen “Evet” (yüzde 91.37), 1 milyon 626 bin 431 seçmen de “Hayır” (yüzde 8.63) oyu kullandı.faşist diktatör dediğiniz adam ve cunta anayasası %91 le halk tarafından onaylanmış, hem de şimdiki iktidarın aldığı oyun iki katı oranla.evet, n’oldu?darbeyi desteklemeyen o kadar insan anayasaya (hem de kenan evrenin cumhurbaşkanlığına) neden o kadar evet dedi acaba sayın bezirgan ser-hus. yoksa sadece pusula olarak evet mi koyulmuştu seçim sandıklarına? alsana demokrasi!
köşe yazıları iyi olmuş.hatta hafif.org’un fon rengi üzerinde daha bi güzel okunuyor. renkler ve fontlar iyi seçim.@nebilimbahsettiğin oylama neden açıktan yapıldı acaba, hiç düşündün mü ??
yunuss: oylama dediğin 1982 halkoylaması ise açıktan yapılmadı kapalı zarfla, aynı şimdiki gibi. evet beyaz renkli hayır ise mavi renkli idi. sen sallamadan evvel azıcık öğrenmeyi hiç düşündün mü?
@nebilimseni hiç bu kadar sinirli görmemiştim.82 halk oylaması yapılırken bizim ilçenin belediye başkanı kıdemli albaydı. sizinkide en azından binbaşıdır veya yüzbaşı. sana başka bir şey demek istemiyorum.Senin için ne kadar önemli bilmem ama sevgi ve saygımı kaybediyorsun…
1982 Anayasasının “kabul”ü sırasında muhtemelen daha dünyaya ilk adımlarını dahi atmamış gençlerin boşa sallamaları hoş ve makul değil…Ayrıca memlekette yargının içine edilmiştir.Beyaz-Gri Türkler ve Siyah Türklerin kavgası devam edecek. AKP ister kapansın, ister kapanmasın… Bir sonraki hamlede görüşmek üzere…[Ayrıca: Ben burada köşe yazılarını toparlamaya çalıştım. İsteyen okur, isteyen gider başka bir sayfaya bakar. Ben istifade etmek isteyenler için topladım.]
ufacık tefecik içi dolu turşucuk bi yorumun içine bu kadar yalan yanlış hakaret sığdırmakta bir kabiliyettir yane.
bizzat yetkisini Anayasa ile Türk milletinden alan Yargı
falla ben öle bi yetki virmedim hiçkimseye ve kuruma. kendileri önce 27 mayısta atatürk ün yaptığı anayasayı devirip kendikendilerine kapitülasyonlar koydular, sonrada 12 eylülde bunu “hakimiyet bila kaydüşart milletindir, birazcıkta kurumlarındır” şeklinde anayasalaştırdılar. kendileri çalıp kendileri oynuyo yane!
Yargının anayasadan ile millet aldığı bu yetkiyi eleştirmek cahil cühela takımının kendi bağımsızlık haklarını sorgulamasıdır
iyide atatürk cumhuriyeti bize emanet etti, istediğimizi eleştiririz, sorgularız, kime ne! eleştirme, sorgulama ile cahil cühela olunuyosa eyvallah, beni ilk sıraya yazın.
Akp sayesinde mandaya alışmış halk
insan sallarda biraz dengeli sallar yaw, manda yuva yapmış söğüt dalınada bizimmi habarımız yok?
aptal topluluk; kim allah peygamber dese doğru-yanlış ayırt etmeden onun peşinden gitmektedir.
bu yazıyıda aysunum kayacımmı yazdı, ıssız acunmu kaldı, ne oldu? demin türk milleti idi, şimdi oldu aptal topluluk! koktu bu ayaklar, yeni bişiler sölemek lazım.
Götünüzü de yırtsanız demokrasi adına buna engel olamayacaksınız
ne yani, bu işlerle uğraşanlar götlerinimi yırtıyolar, demokrasi ve crom adına, bu cümlenin anafikri accuk ayıp gibi geldi kendimşahsıma.
Delikanli gibi cikin deyinki, hukuk demokrasi vs tanimiyoruz ve kendi yasalarimiza aykiri da olsa kendi ideolojimiz adina saldiriyoruz.
masonikdevşirmeler öle bişi söledikleri anda derdest edileceklerini bilirler, konjontürde elvermiyo bunların yapmak istediklerine, böle yarım yamalak yuvarlamaya devam.
Beyaz-Gri Türkler ve Siyah Türklerin kavgası devam edecek. AKP ister kapansın, ister kapanmasın… Bir sonraki hamlede görüşmek üzere…
beyaz-gri taraf havlu atacak gibi, heybetli gibi duruyolar ama kof bunlar yaw!
Artık çok aptal hareket ediyor bizim elitler ya. Herşeyi belli ediyorlar. Hiç yakışıtıramadım.Ancak elden birşey gelmiyor.Malum “gebermenin verdiği anırtılar”…
elit melit diiller yaw, kendi kendilerine elit diyince oldu zannediyolar, pabucumun elitleri! gördük işte bedriyi, fazılı, emreyi. hepisini toplasan bi orhan baba etmezler. vaktisaatinde musluğun başına oturdular deyu hep öyle kalacaklarını zannediyolar emme zaman değişiyor, bu kafayla zati çok gitmez duvara toslarlar.
“gebermenin verdiği anırtılar”
bence bunu söyleyen notere gidip tescil ettirsin, çok komik yaw!
Bak en azindan referandumu kabul edenler var, sivil anayasa da referanduma gitsin, 301 de ,parti kapatma kanunlari da, en azindan bunda oyun bozanlik edemiyorlar.Anayasa mahkemesine Sezer`in atadigi militanlarin alti yili kaldi, bundan sonra da cumhurbaskanini halk sececegine gore…az kaldi kurtulduk bu i.nelerden.82 de oldugu gibi halk oylamasina raziyim ben, yeterki oyun bozanlik edilmesin.Madem herkes dotune guveniyor, halka soralim kimin mali en guzelmis…
gogıl hocaya sordum 10milyon sonuç verdi. benim laf attıklarımı tarif emek istersek: kendini devletin ve rejimin sahibi zannedenler, çok uzun süre ekonominin köşe başlarını tuttuklarından dolayı kendilerini herşeyin sahibi vehmedenler, çılgın neoittihatçı ergenekoncular, türkbaas partipatırtısı kurmak özlemiyle yanıp tutuşan hz. marx ın müritleri, devletin ve milletin kaderine hükmetmek isteyen bir avuç çılgın kendiniseçkinzannedenakılhastası, darbe hukukunun devreye girmesinden dolayı göbek atacak kadar akıltutulmasına uğramış kendinedemokratibibikler, devletin ve milletin zarara uğraması umrunda olmayıp “benden sonrası tufan” diyecek kadar gözü dönmüş masonikdevşirmeler, memleketin yönetimini ve iktidar gücünü bir medya patronuna ihale etmek için olmadık maymunluklar yapan teröristmedyaçetesi, daha sayarımda gerek yok.kendini bir halt zannedenlerin demokrasi anlayışlarını öğrenmek için bakınız eski bir merkez bankası başkanının yazdıkları: “Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa ‘silahlı kuvvetler’i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır. / Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, ‘kral’ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. “herkesin demokrasi tanımı kendine, öle düşünmesinde bi mahzur yok elbet. zararlı olan bunu ittihatçılar gibi ölüm kalım porblematikası haline getirip, masonikmossadik istihbaratçıların oyuncağı olup histerik çığlıklar atmak. kendinibirhaltzanneden çılgınelitler korkudan altına ediyor diye bir devlet daha kaybetmek istemiyoruz.
pabucun ile aynı cümlede ne arıyor iki!
aslında bedricim bi organizasyon yapıcaktı çamur güreşi için, ahhh deborahhh ahhh ilen ben bizzat sanatsal etkinlik yapıcaktık. ama olmadı, bende kendinielitzannedentımarhanelikleri çamura yatırıcaama pabucuma yatırayım didim, çok diil hastaneye yatıncaya kadar!
“Bir devlet daha kaybetmek istemiyoruz” öyle mi?İyi de isteyen kim?Elite forces mı?Bu kelime de türkçe göremeden neyi kazandığımızı ve geri kaybetmek korkusu yaşandığını ayırt etmeden neyi koruyacaksın?
Şimdi sanıyormusun Başbakan durdu durdu türbandı yok üç çocuktu kumkumalığını yaptı… Kim veriyor gazı sence? İçeri-dışarı bir yalnızlık mı yüzlerinden okunan?İfade kaymasının, sonraları neye dönüştüğü…Bir de kimseyi aptal yerine koyup yok dama yok pabuca sığdıramaz isen, sanat anlayışın farklı olduğu için sana ne demeli? 3
“Mevzu bahis vatansa.. ekonomi teferruattır.”Çamurun eliti, k.çımın eliti, iktisat ve sosyal bilimlerden bîhaber, afrodit banu alkanvari kendini elit addetmiş ayaktakımı eliti, bu ebleh cümleleri hiç bir kepazelik ve tenakuz yokmuş gibi terennüm ediyorsa, salak saçma dış güçler aramanın alemi yok. Bu millet yıllarca dıştan onu yok etmeye yemin etmiş güruhların varlığı ile oyalandı. Sokakta gezinen aptal kedinin, etraftaki her hareketi onu canına kastetmeyi amaçladığını zannettiği gibi.Boş lakırdı ediyosun boyuna.Boşuna yazmamışsın kop sen “boş işler…” yorumunu.Hariçten gazel okuyup kendini elitlerin mudafii kabul eden medya ve ekonomi gruplarının kasalarını doldurmaya devam edin bakiyim sen ve senin gibi ahmak takımı olarak.Kendi çıkarı için hükümet yıkan, yıkamadığı dönemlerde ise ekonomiyi perişan etmeye çalışıp onu zor durumda bırakmakta beis görmeyen aşağılık, çıkar grupları olduğu sürece ve de kime hizmet ettiğini bilmeden cahilce, bu adi baron ve patronlara ayak işçiliği yapan cuhela laikçi topluluğu olduğu sürece, dış güç dediklerin bu ülke ile uğraşmaya lüzum bile görmez. Bu ahmaklar yeterlidir zaten.Elitmiş.. kıçımın cahil elitleri..
Muz cumhuriyeti olmayalım, kızları kapamayalım, beyinleri kapamayalım, Atatürk resimlerini kapamayalım. Eee ne kapanıyormuş? ABD , siyonist ve masonların hedefi BOP projesinin eş başkanının partisini mi? Muz cumhuriyeti saydığım andaval örgüt ve ülkeye teba olanlardır…
Bir devlet daha kaybetmek istemiyoruz” öyle mi? İyi de isteyen kim? Elite forces mı?
böyle bi haltı açıktan isteyemeyip buna sebeb olabilecek “benden sonrası tufan” diyen masonikdevşirmeler, kandırılmış toy neojöntürkler, RusTuran manyaa emekli zevat, koltuk hırsıyla yanan demirbaş siyasetçiler. ittihatçılarda aynı haltları yemişlerdi, abdülhamit düşmanlığı dna larına kadar girmişti. hal ettilerde ne oldu, iyi halt ettiler. aynı kronolojiyi bugüne uygulayalım:- erdoğan düşmanlığından yanıp tükenenler muratlarına nail olur, iktidardan bir şekilde indirirler, devleti kaosun kucaana atarlar.- masonikdevşirmeler sayesinde devleti amrikanyanın yanına itip irana savaş açarlar.- savaşın şişede durduğu gibi olmadığı görülür, ufak bi toprak parçası kaybıyla iş telafi edilmeye çalışılır.- kafayı kafatasçılıkla bozmuş ergenekoncular bi heyecanla kürtlere, ermenilere uygulanan şeyin aynısını uygulamaya çalışırlar, kuzey ıraka sürülmeye çalışılan kürtlerin çoğu yollarda hastalıktan dolayı telef olur!- bu sefer küresel durum farklı olduğu için şerefsiz küreseller duruma müdahale eder ve nurtopu gibi bir istiklal harbimiz daha olur.
neyi koruyacaksın?
bu aptalcahilsalakların böle olaylara yol açmadan engellenmesi, tarihin kafalarına sürekli vurulması lazım. böle böle korucaz elimizdekini, iş silaha düşerse çok geç kaldık demektir. 2. istiklal harbi gazileri derneğine üye olmakta güzeldir lakin bölede iyiyim!
sanat anlayışın farklı olduğu için sana ne demeli? 3
erbakan kadar yalamalık yapmadılar allah için, şimdilik parti yerine, akp içindeki rafah partisi artıkları denyolarla uğraşmak daha mantıklı, ülkenin daha fazla gerilmemesi açısından bu gerekli.belkide birilerinin yaptığı sadece bir gözdağıdır “akıllı olun” diye, diye emin değilim. testi zaten cumhurbaşkanlığı seçiminde kırılmıştı, türban surunuda üzerine tüy dikti. tanrı bu millete akıl fikir versin.
NeBIMMİLSIN nesin..! Biz değil sen götünü yırt. Yeri gelince oy vermezsin olur biter. Götünü yırtan kim? Ağza alınmaycak lafları ancak siz bilirsiniz zaten..! Hani nerde? O herşeye ahkam kesenler. Site web2.0 formatına uydu diye mi? Amerika dostu diyenlere ne oldu?Bugüne kadar sessiz kalıyordum ama. YETER. Yazıklar olsun bu ülkeye. İki kızım hakkında ne yapacağımı düşünüyorsunuz? Biz türklerden korumak için ülke dışına çıkmalarını sağlamak için her şeyi. NEDEN?Siz oy verdiniz..! Ama bir daha ki seçimde vermezsiniz olur biter. Ama yaptığınız ülkenin içine s..mak af edersiniz. Çün kü sizler yemek yediği kaba s..maya alışmışsınız. Gördünüz İzmir davasında yediği kaba s..anları.Sizi artık türklüğünüzden türkiyedeki yahudilerin size yol gösterip çanağınıza s..çmanıza alıştırdırlar. Ama çıkarınızdan dolayı yanınızda değilim. Ne bu doların hali?VERMEYİN BİR DAHA Kİ seçimde bunlara oy.. Ama şimdi sesinizi çıkartmayın ve Amerikanlara asıl destek siz olmayın.
Benden sonra tufan!Ortada şaşılası bir durum yok, her şey kitabına uygun cereyan ediyor. Nasıl planlanmış, nasıl öngörülmüşse aynen öyle gelişiyor olaylar; elifi elifine hem de…Beklenen şuydu: “Kapatma davası açılması, üstüne bir de ekonomik kriz, Türkiye hem ekonomik hem siyasi olarak biraz karışırsa umut doğabilir…” Sonrasında da “Ağzından yel alsın” dememiz gereken ihtimal…Olan-bitene bakınca, ben, “Her şey kitabına uygun cereyan ediyor” demeyeyim de, ne diyeyim?Bu işleri başımıza açanın kim olduğunu projenin müelliflerinden biri olan ülkemizin en önemli yazarı dün açıkladı işte: Başbakan Tayyip Erdoğan… Akıl da vererek: Anayasa Mahkemesi yine de kapatma kararı almayabilirmiş… Mahkeme üyelerinin bugünden belirlenmiş kesin kararları olduğuna inanmıyormuş… Davanın görüşülmesi sırasında sergilenecek davranışlar davanın sonucunu etkileyebilirmiş…Özetle “Bundan böyle uslu çocuk olursan partin kapatılmayabilir” öğüdü bu.Önümüzdeki süreçte ekonomide nelerle karşılaşabileceğimiz de vaktiyle Merkez Bankası başkanlığı da yapmış aynı medya grubundan bir yazarın sütununda açıkça yazılmıştı dün: “Ülkemizde, krizin yansımaları kısa dönem içinde kendisini gösterecek: Döviz fiyatları artacak. Faiz düşüşleri duracak. Hatta faizlerde yükselme bile yaşanabilir. Dış borç bulunması zorlaşacak veya borç faizleri yükselecek. Özellikle, küçük bankaların dış borçlarını yenilemeleri zorlaşacak. Yabancı doğrudan yatırımlar durma noktasına gelecek. Özelleştirme gelirleri azalacak veya duracak. Şirketlerin borç ödeme kapasitesi düşecek. TMSF gibi kurumlar borçlarını tahsilde zorlanacak. Bankaların, geri dönmeyen kredileri artacak.””Hadi canım sen de” demeden hepinizin bu senaryoyu ciddiye almasını tavsiye ederim. Başlarda hiç ciddiye almadığınız için her yeni gelişmeyle şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleniyorsunuz çünkü… Bu ikili, yani ülkemizin en önemli yazarı ile Merkez Bankası başkanlığı da yapmış yazar, aylar önce, başımıza gelecekleri açıkça yazmışlar, Başbakan Erdoğan’a daha o zaman “Uslu çocuk ol, yoksa!” uyarısında bulunmuşlardı.Önemli yazar, “Cumhur kelimesini ilâhî bir kavram haline getirirseniz Türkiye’yi içinden çıkamayacağı büyük bir kavgaya sokarsınız” cümlesinin hemen üstünde şunu yazmıştı: “Bakın bu, çok ama çok tehlikeli bir gelişmeyi başlatır.” (7 Temmuz 2007).Başlayan onun sözünü ettiği süreç işte. Oysa söz dinleyip ‘cumhur’ (yani halk) ile meşgul olacağına ‘uslu çocuk’ olabilseydi Başbakan Erdoğan tıpkı kendinden önceki başbakanlar gibi, başına bunlar gelmeyebilirdi.’Uslu çocuk’ olmak ne demek, Merkez Bankası başkanlığı da yapmış yazardan öğrenmiştik aynı günlerde (9 Temmuz 2007):”Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa ‘silahlı kuvvetler’i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır. / Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, ‘kral’ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. “Demokrasi bu; peki ya siyasetçiler, onlar ne için var? Cevabı aynı yazıdan alalım: “Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler ‘iş yapacak’ değil, ‘denileni yapacak’ kişiler arasından seçilirler. // Tayyip Bey’i, Deniz Bey’i ve Devlet Bey’i kafanızda yan yana oturtun. Kimi ‘başbakan’ görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum.“Bu iki yazar, herhalde ‘medya sahibi’ yakınlarının da bilgisi dâhilinde yaptıkları bu uyarılarla tutulması gereken yolu belirtmişler aslında. Hatta Merkez Bankası kökenli yazar şunu bile yazmış: “Kamusal alanlarda ‘simge haline gelmiş bulunan başörtüsü’ yasağını kaldırmaya kimsenin gücü yetmez.”‘Kâhin’ denecek kadar uzak görüşlü yazarlara buradan bir kez daha şapka çıkarıyorum. Merkez Banka’lının yazısında Anayasa Mahkemesi’nin bile adı geçiyor.Ne güzel değil mi?Ben her iki yazının taşıdığı anlamı hemen keşfetmiş, ilk okuyuşumda duyduğum hisleri “Bırakalım, ülkeyi Aydın Doğan yönetsin” başlıklı bir yazıya dökmüştüm.Başına buyruk bir başbakanımız var, ne yapalım, beni de dinlemedi.Taha Kıvanç / YenişafakTayyip, Taha Kıvanç’ın yazdığı kadar sütten çıkmış ak kaşık değil ama devleti elinde tutan belirli zümreleri ve bu zümrelerin mantığını göstermesi açısından önemli bir yazı.
Hadi Uluengin / HürriyetStatüko hukukuHUKUK tartışılamazmış! Yargı eleştirilemezmiş! Adalet yorumlanamazmış!Ne demek bu? Kim ne hakla ve hangi cüretle böyle bir fetva buyuruyor?Danıştay Başsavcısı’dır diye, onun idamlara düzdüğü methiyeye alkış mı tutmalıyım?Veya, masûm mahkûm etmiş Dreyfus Davası’ndaki “adalet”i mi kabulenmeliyim?Yoksa, emekli elçi gibi Nazi “hukukçu” (!) Carl Schmitt’en mi örnek vermeliyim?Ve tabii daha yoksa, öteki Başsavcı’nın AKP’yi kapatmak için gazete kupürlerinden yazdığı “iddianame”yi (!) mi “dokunulmaz” addetmeliyim?Hayır, hukuk da, yargı da, yasa da tartışılır ve eleştirilir ki, daima da öyle olacaktır!* * *EN önce, yukarıdaki tabu tutum “Şeriatın kestiği parmak açımaz” deyimindeki kulluğun sekülerleştirilmiş biçimidir. “Laikçi” zevát dogmayı “lá-dini” kıldığını sanıyor.Ama aynı zihniyeti kullanıyor. Zaten de ürettiği “kutsal”ın kıymet-i harbiyesi sıfırdır.Çünkü, hukuk daha insani varoluştan itibaren tartışılmıştır. Asla durağan olmamıştır.Zira, büyük “H”la Hukuk nedir ki? “Sosyal ilişkileri” düzenleyen kurallar bütünür.Oysa toplumlar, dolayısıyla da maddi ve manevi olarak o sosyal ilişkiler hep dönüşür.Nitekim, taş devri kabilelerinde avı zıpkınlayan mağara adamının en iyi et parçasına sahip olması ve gerisini de sırf kendi klanına dağıtması ilk “yasal hukuk” çerçevesine girer.Ama ok ve yayın icádıyla avlanma yöntemi maddeten ve dayanışma ruhu manen geliştiğinde, eski hukuk da değişmiştir. Ava çıkamayan yaşlı ve sakatlara da et dağıtılmıştır.Üretim hacminin ve toplum ahlákının dönüşümü yeni bir hukuk yaratmıştır.* * *AMA kuşkusuz, bileği kuvvetli olduğu; oku nişanı bulduğu; eti ayağına geldiği ölçüde paylaşımı reddedenler eski ayrıcalığı savunacaklardır ki, buna “statüko hukuk”u diyoruz.Onlar hep mevcut yasaya dayanacaklardı ve káh “Şeriat’ın kestiği parmak acımaz”; káh da “yargının dokunulmazlığı tartışılmaz” diyerek, yenisinin önüne duvar öreceklerdir.Dolayısıyla, yeni sosyal yapıya uygun olan ikincinin yerleşebilmesi ancak ve ancak, bir önceki “statüko hukuk”una karşı yürütülecek bir mücadeleyle mümkündür.Eh, tartışmadan, eleştiriden ve çelişkiden muaf bir mücadele olamaz. Düşünülemez.Eğer toplumsal dinamikler “adli muhafazakarlık”ı sarsmaz ve tabu sorgulayarak onu da kendi düzeyine çıkmaya zorlamazsa, hiçbir hukuk kendi kendini yenilemez. Yenileyemez.Zaten, Hammurabi’den Mısır’a ve Roma’dan AB Anayasası’na, o toplumsal dinamikleri çoğu kez arkadan izlemiş olan her hukuk, bir “statüko – dönüşüm” mücadelesinin sentezidir.* * *AMA tabii tüm bunlar, mevcut yasaları “takmamak” (!) anlamına gelmiyor. Asla!Aksi takdirde, taş devrinin bile ilk dönemine götürecek Somali türü bir kaosa gidilir.Dolayısıyla, hiç şüphesiz ki her birey, yurttaş ve kurum, bir yenisi oluşana dek, hálen geçerli olan hukuk sistemine ve onun yargı ve yasalarına riayet etmekle yükümlüdür, nokta.* * *ANCAK, ilke böyledir diye kimse “hukuki tartışmaları”ı yasaklayamaz.Yani, haksız yere kesilen parmağımın acısını bağırmam “tabu”yla engellenemez.Danıştay Başavcısı’nın idam övgüsüne “vicdaaan” diye haykırmam da önlenemez.Yargıtay Başsavcısı’dır diye de, gazete kupürü “iddianame”yle AKP’yi kapatmaya çalışmasını; bunu káale alan Anayasa Mahkemesi’nin ise aynı Anayasa’da dokunulmazlıkla donatılmış Cumhurbaşkanı dahil “dava”yı kabullenmesini benim eleştirmemem beklenemez.Toplumsal dinamiklere uzak bir “statüko hukuku”yla uzlaşmam ise hiç beklenemez.Ama yasal yurttaşım ve tabii ki ben de, o dinamiklerin er veya geç üreteceği yeni “dönüşüm hukuk”una dek beklemekle yükümlüyüm.
Cengiz Çandar / ReferansYa “yargı-hukuk darbesi”; Ya “daha fazla demokrasi”…Kim ne derse desin, AKP’yi kapatma davâsı süreci, içeride dışarıda “yargı darbesi” ya da “hukuk darbesi” damgasını yedi. Türk siyasi tarihi ve demokrasi tarihimize bu sıfat ile kayda geçti. “Siyasileşmiş yargı”nın siyaset alanına, siyaseti doğal mecrasından çıkartacak, Avrupa normlarıyla, demokrasi ölçüleriyle kabul edilemeyecek, Türkiye’yi siyasi istikrarsızlığa sürüklemesi ve ekonomi üzerinde tahribat yapması kaçınılmaz bir “müdahale”si gerçekleşti.Bu, Türkiye’deki demokratların “teşhis”i olmanın ötesinde. Bu konuda, içte-dışta bir “konsansüs” mevcut. Fransa’nın saygın Le Monde gazetesi, dün, AKP’yi yasaklamanın “gerçek bir hukuk darbesi” olacağından söz etti. Amerikan Newsweek dergisi son sayısında “Call it a Coup” (Buna Darbe Deyin) başlıklı bir makale yayınladı.Elimde, bir başka ve önemli bir Amerikan dergisinde yayınlanmak üzere Washington’un en etkili Türkiye uzmanlarından biri tarafından kaleme alınmış olan bir makale var. Makale, “A Changed Relationship” (Değişmiş bir İlişki) başlığını taşıyor ve yeni seçilecek Amerikan Başkanı’nın masasının üzerinde nasıl bir Türk-Amerikan ilişkileri bulacağını inceliyor.Söz konusu makalenin şu paragrafını izleyelim:“Son olarak, Türkiye’nin keskin bir iç politika gelişmesine ilişkin önemli bir son gelişme re Amerikan-Türk ilişkilerine ciddi olarak zarar verebilir ve Türkiye’nin AB’ye katılım çabalarını baltalayabilir. Türk Anayasa Mahkemesi, bazı Türklere göre bir hukuk darbesi olarak görülen, Türk anayasasındaki laiklik ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle büyük popülariteye sahip AKP’yi ve onun yönetici şahsiyetlerini siyasetten yasaklamayı amaçlayan bir girişimi görüşmeyi kabul etti. Bu girişim, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarını sarsıyor. Bu sürecin ne kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı belirsiz.”AB’nin ötesinde, Türkiye’nin tüm Batı dünyasıyla ilişkilerini sıkıntıya sokacağı aşikâr bir siyasi süreç içindeyiz. Ne paradoks ama, laikliği sorgulanamayacak olan Batı, laiklik gerekçesiyle Türkiye’de iktidar partisinin kapatılması girişimine karşı tavır alıyor. Bu bile, konunun “laikliğin korunması” ya da “şeriat devletine gidişin önlenmesi”yle ilgisinin olmadığının en çarpıcı kanıtı.AB’nin kurumları ve şahsiyetlerinin tutumu baştan beri belli. AB içinde Türkiye’yi kollayan başlıca kurum Avrupa Komisyonu, başlıca şahsiyet ise Komisyon’un Genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn. Olli Rehn, kapatma davasında “haklı bir durum” görmediğini ve Anayasa’nın parti kapatmayı zorlaştıracak biçimde değiştirilmesinden yana olduğunu açıkça ve birden fazla kez ifade etti.Olli Rehn, bunun içeriğini de gösterdi. Avrupa demokrasilerinde “parti kapatma kriterleri”ni düzenleyen Venedik Komisyonu’nun 2000 yılında aldığı karar. Bu karar, Avrupa demokrasilerinde parti kapatma ölçütü olarak, kapatılmak istenen partinin “şiddeti savunması”nı öngörüyor.Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin en ateşli savunucusu, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, olan-bitenin bir “yargı darbesi” olduğunu başından beri söylüyor.Gelişmeyi Türkiye’nin “iç hukuk prosedürü” olarak göremeyeceğimiz bir durumla yüz yüzeyiz. Türkiye’nin uluslararası konumuna, dış politikasına etki eden bir adım atıldı. Bu yüzden, “iç dinamik” kadar ve ondan daha önemli ölçüde “dış dinamik”e gözlerimizi çevirmek zorundayız.“Bekleyelim, bakalım Anayasa Mahkemesi ne karar verecek” öğüdü anlamsız. Anayasa Mahkemesi’nin ne karar vereceği belli olduğundan ötürü değil. Konunun, “hukuk” ile değil “siyaset” ile ilişkisi bulunmasından ötürü.“Darbe eylemi”, aracı ne olursa olsun, “siyasi” bir eylemdir ve siyasi olarak ele alınmak zorundadır.*** *** ***Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu son “darbe”, ne 27 Mayıs (1960) ve 12 Eylül (1980) sabahı marşlarla uyandırıldığımız ve iktidar değiştiren doğrudan “askeri darbe”, ne 12 Mart’ta (1980) olduğu gibi “muhtıra yolu”yla iktidar değiştirten bir dolaylı “askeri müdahale.” Bu, daha ziyade 28 Şubat’ı (1997) daha fazla andıran türden “sürece yayılmış” ve “araç” olarak “yüksek yargı mekanizması”nın işletildiği bir “özgün” ya da sui generis bir darbe.Buna, “siyaset” yoluyla ve “meşru mekanizmalar”la –örneğin Parlamento ve halk oyu- karşılık vermek mümkün. Bu “darbe”nin “panzehiri”nin ne olduğu üzerinden AB’den başlayarak içerdeki demokratik güçlere karşı herkesin ittifak ettiği zemin, “daha fazla demokrasi.”Söz konusu darbe, Türkiye’de şimdiden ve zaten önemli bir tahribata yol açtı. Bundan sonrası, bu tahribatı “asgarî” ölçülerde tutabilmek ve benzer girişimlere kapıyı kapatacak şekilde “demokratik yapı”yı sağlamlaştırmak. Böyle bir gelişme, Türkiye’nin çoktandır AKP iktidarı –bizzat Başbakan- tarafından savsaklanan “AB rotası”nı canlandıracak ve “AB ufukları”nı karartan bulutların dağıtılmasına yardımcı olacaktır.Geldiğimiz noktada, sayıları hiçte az olmayan AB’deki Türkiye karşıtları âdeta zil takıp oynuyor. “Hukukun üstünlüğü”nün bizzat hukuk uygulayıcısı organlarla yıpratılabildiği bu kadar “kırılgan” bir demokratik yapıdaki bir ülkenin AB’de yeri olamayacağı savı güçleniyor. AB’de yine sayıları ve etkileri azımsanmayacak ölçüde bulunan “Türkiye yandaşları” zayıflıyor, silahsızlandırılıyor.İlkini püskürtmek, ikincisinin elini güçlendirmek, “daha fazla”, “daha da fazla demokrasi” ile mümkün olabilir.Vakit geçirmeden yapılmaya başlanması gereken, “yeni ve demokratik anayasa yapımı”na girişilmesi ve öncelikle bir “askeri darbe ürünü” olan 1982 Anayasası’nın parti kapatmalara cevaz veren anti-demokratik hükümleriyle, 12 Eylül hukukunun yan ürünü olan Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu ve TBMM İç Tüzüğü’nün değiştirilmesine girişilmesidir.Böyle bir atılım, içeride “darbe karşıtı cephe”yi genişleteceği, canlandıracağı ve güçlendireceği gibi, “dış dinamikler”in de desteğini arkasına güçlü biçimde alacaktır.Konu, “AKP-laiklik ekseni” dışına taşırılmak, “Türkiye-demokrasi ekseni”ne oturtulmak zorundadır.*** *** ***Son günlerde çokça telaffuz edilerek bir slogan haline dönüşen bir cümle var: “Sorumluluk Başbakan’a düşüyor.” Bu slogana farklı anlamlar yükleniyor. Kimisine göre, Başbakan “geri adım atmalı” ve karşıtları ile “uzlaşma”lı. Burada açıkça telaffuz edilmeyen “darbeci ve ülkeyi kaosa sürükleme tasarımları yapan çeteler”le ilgili soruşturmanın durdurulması ise, bu bir “teslimiyet çağrısı”dır.Bizce de, “Sorumluluk Başbakan’da.” Bizim kastettiğimiz, Başbakan’ın 22 Temmuz sonrası girdiği yanlış yoldan geri dönmesi, hatalarından ders alması ve o günden beri yaptığı yanlışları tekrarlamamasıdır.Başbakan ve hükümeti, Türkiye’nin demokratikleşme doğrultusundan uzunca bir süredir yan çizmişti. Şimdi oraya geri dönmek zorunda. “Türkiye kazanacaksa, biz kaybedelim” diyor ya…Demokrasi kazanırsa, Türkiye kazanır. Belki o zaman kendisi de kaybetmez…
Ahmet Taşgetiren / BugünYargı yargılanacak!Evet, görünüşte, yargı makamında Anayasa Mahkemesi üyeleri ve Cumhuriyet Başsavcısı, sanık sandalyesinde de Ak Parti oturuyor olacak ama, bundan böyle Türkiye’de görünmeyen bir yargı sürecinin işleyeceği de kesin. O, yargının yargılandığı millet vicdanıdır.İsterseniz, yarından itibaren medyamız, o güncel kamuoyu nabzını ölçen anketlerine başlasın. Ak Parti davasının görüldüğü süre boyunca, görüntülü – yazılı bütün medya başlarda şu soruyu sorsun:Ak Parti’ye kapatma davası açılmasını doğru buluyor musunuz? -Ak Parti’nin adil yargılanacağına inanıyor musunuz? Sonra, yargı kararı çıksın. Kapanma kararı ya da kapanma isteğine red durumunda şu sorular sorulsun: -Ak Parti hakkında verilen kapatılma kararını onaylıyor musunuz? -Ak Parti hakkında verilen kapatılmanın reddi kararını onaylıyor musunuz?Soralım bu soruları. Bu soruların net cevabının bile şimdiden tahmin edilebileceğini düşünüyorum. Çünkü bu süreç başladığından beri millet vicdanı kanıyor. İnsanlar Yassıada mahkemelerinin “Sizi buraya getirenler böyle istiyorlar” iklimine gidip geliyorlar. Yargının araçsallaştırıldığı – siyasi operasyon için kullanıldığı kanaati o kadar derin bir toplum yönelişi ki… Ak Parti’nin bir biçimde tasfiye edilmesini isteyenlerin son raddede umut bağladığı ve heyecanla arkasında duruyor göründüğü bir yargı manzarası hakim şu anda ortama…Mesela, kamuoyunun, aynı anda ortaya çıkan “oy birliği ile kabul” kararından çok, 7-4 denklemine odaklanması Anayasa Mahkemesi bünyesinde oluşan üye denklemine yönelik kuşkuyu ifade etmiyor mu? Kesin olan bir şey var ki bu süreçte….Yargı yargılanacak! Yargı tartışılacak! Bu kaçınılmaz. Bunun, tıpkı askeri darbelerin askere bedel ödetmesi gibi, Yargıya bir bedel ödeteceği kesin. Bunun, Yargı’ya, bir siyasi kampın, rakipleri tasfiye için devreye soktuğu operasyon aracı imajı yükleyeceği kesin. Dünyadan bakıldığında da olay, “siyasi kavgaların mahkemelere taşınması niteliğinde ibretlik bir vaka” gibi okunuyor. (bkz. Joost Lagendijk’in Taraf’tan Yasemin Çongar’a verdiği mülakat) Peki bu durum kimi kaygılandıracak? Yüksek yargı mensuplarının, bu durumdan kaygı duymaları gerekiyor mu? Kaygı ve saygı…Önümüzdeki süreçte en çok kullanılacak iki kelime bunlar olacak. “Yargı kararına saygı duymalı!” Bu ifade bile, artık bir operasyonel anlam taşıyor. Sanki saygı duyulmayacağı kesin bir karar çıkacak ve birileri, bu karara yönelik kaçınılmaz tepkilerin önünü kesmek için “Yargıya saygı” kuralını istismar etmek istiyor. Şu anda “Yargıya saygı” söyleminin en çok, Ak Parti gibi zorlu bir rakipten ya da “düşman”dan kurtulmak isteyen çevrelerin dilinde dönüp dolaşması anlamsız olmasa gerek. Görünen o ki, Ak Parti ile ilgili kapatma davasında “Yargı” saygıdan çok kaygılara konu olacak. Yargı’nın bir ülkenin ve devletin en saygın kurumu olması hayati önem taşıyor. Yargı kararı deyince yürekler durulmalı.Ama Türkiye’de siyasi operasyonlara konu olan Yargı uygulaması, bu saygınlığı yaralıyor. Belki, Yargı’yı böyle bir tartışmalı konumdan kurtarmak için de Meclis’in ve hükümetin harekete geçmesi akla gelebilir. Çünkü Meclis, sistemin koordinatlarını belirleyen yasama organı, hükümet de toplumla devletin buluştuğu yürütme erkinin temsilcisidir. Ama şu anda Türkiye’deki vakıa, Yargı’nın yasama ile de yürütme ile de sorunlu bir ilişki içinde bulunmasıdır. Meclis’in yarıdan çoğunu oluşturan partinin kapatılmasını, o partinin kurduğu hükümetin yargılanır hale gelmesini temsil ediyor Yargı…Yani, sizi yargılayanın daha sağlıklı işlemesi için çare aramak gibi bir ironik durum söz konusu… Türkiye, “Bu işin içinden nasıl çıkılır?” sorusunun cevabını ararken, kesin olarak bir “Yargı reformu” gündemi ile buluşacaktır. Er veya geç. Ak Parti davasının, “Yargı” tartışması içinde toplumu, “Yargı reformu” konusunda bilinçlendireceği ve bileyeceği kesin. Ak Parti’nin şu andaki misyonu çok daha hayati hale gelmiştir. Üzülmek, telaşlanmak yerine, “Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi” gibi bir büyük mücadeleyi, demokrat aydınlarla ve toplumla birlikte yürütmek… Bence günün misyonu bu.
Ali Atıf BirEyvah Şeriat Geliyor!!“Kaosa Kalkan 411 El” biliyorsunuz bir gazetemizin TBMM’den geçen “türban yasası” sonrasında attığı başlıktı.. Bu başlığa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok kızmıştı.. Algılattırılan kaotik ortam sonucunda AK Parti’ye kapatma davası açıldı… AK Parti’ye açılan kapatma davası haberi ise aynı gazetemizin manşetinde “Oy Birliğiyle” başlığıyla yer aldı…Diğer basınımız” ise AK Parti davasından sonra bence büyük bir fırsatı kaçırdı… Biraz “inceci” takılsalardı pekala Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra “Kaosa Kalkan 11 El” başlığını atarlardı. Bilmiyorum Anayasa Başkanı Haşim Kılıç da bu başlığa sinirlenip “öteki medyaya” çatan bir konuşma yapar mıydı? Belki de yapardı… Ancak bu konuya parmak basmamın nedeni Haşim Kılıç’ın böyle bir “yanlı” başlığa kızıp kızmayacağı değil…Türkiye’deki medyanın Türk halkına uzun süredir iletişim giriş kitaplarında yer alan “birinin teröristi, diğerini halk kahramanı” örneğini çok sıkı bir şekilde yaşattığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Bu nedenle de devlet; bürokratlar, askerler, hakimler savcılar medya yansız davranmak, algılarındaki medya etkisini nötralize etmek, okudukları haber ve araştırmaları her çok yönden kontrol ederek değerlendirmeye almak zorundalar. Bilmeliler ki esas tartıştığımız konu çok net: Laikliğin sınırları.. Türkiye’de neye izin verilirse laikliğin zıvanadan çıkacağına karar verilmesi…Dindarlıkla, dincileşmeyi birbirine karıştırırsak bu sınırlar çok farklı çizilir. Çok sayıda masum siyasetçi ve insan cezalandırılır. Bunu uyarıyı sadece “laikçilere, ulusalcılara ” değil % 47 oyla aldıkları için “Benden sonra tufan!” mantığıyla hareket eden AK Partiler için de söylüyorum.Örnek verelim: Diyelim ki geçen hafta Türkiye’de çok saygın bir araştırma şirketi tarafından “geçerli ve güvenilir” bir araştırma yapıldı ve aşağıdaki sonuçlara ulaşıldı:Allah’a inanıyor musunuz: % 80 evet.Cehenneme İnanıyor musun: % 58 evetBaşbakan’ın ateist olsa ne hissedersin % 50 Kızarım ya da üzülürüm.Yeryüzünün varlığını ne açıklar: % 30 Evrim kuramı % 40 Kuran.Homoseksüellik günah mı: % 40 evet.Evlilik dışı ilişki günah mı: % 35 evet. % 28 Hayır ama doğru değil.Bu sonuçlara görünce ne yaparsanız? “Eyvah, şeriat geliyor!” diye düşünürsünüz değil mi? Evet aynen öyle… Ama bu sonuçlar Türkiye’ye ait değil…Bu hafta orijinal The Ekonomist dergisinde yayınlandı… Polimetrix şirketinin Amerika için yaptığı araştırmanın sonuçları… Sadece % 40 sonucunun yanında İncil yazıyor tabii ki… (Araştırma’da İngiltere sonuçları da var. Çok ilginç mutlaka bakın!)Diyeceksiniz ki şimdi hristiyanlık hem dindar hem laik olmayı sağlayan bir din… Bizimkinin olamayacağını kim söyledi? Bal gibi olur da… Gerçek Atatürkçülük bu ortamı garantileyen harç! Siz her “dindarı”, “şeriatçi” saymazsanız ya da “Aman ne güzel Türkiye dindarlaştı, artık arka bahçem olarak kullanabilirim” sevdasından vazgeçerseniz gerisi çorap söküğü gibi gelecek… Bilmem anlatabildim mi? Anlatamadım mı? Tüh…
Engin Ardıç / SabahSıyırırsa ne halt edeceksiniz?Herkes, partinin kapatılacağına kesin gözüyle bakıyor.”Mahkeme kararını bekleyelim” diye sahtekârlık edenler, “belki beraat eder canım” numarası çekenler, “tamamdır bu iş” diye ellerini ovuşturuyorlar.”Efendi efendi savunmanızı hazırlayın” öğüdünü verenler, bıyık altından “savunmanın kralını da yapsan havanı alacaksın” diye sırıtıyorlar.Müthiş bir ikiyüzlülük, utanma duygusunu çoktan geride bırakmış meslektaşlarımızın yüzüne yapıştı kaldı.Fakat, aklını fikrini hepten yitirmemiş, “başarı sarhoşluğuyla” gözü dönmemiş dürüst arkadaşlarda da şimdi bir “acaba mı” duygusu yeşermekte…Ya başbakan, bir yolunu bulur ve kendini de partisini de kurtarırsa?Yok canım, “çok iyi savunma yaparak” falan değil.Anayasayı değiştirirse…Sayı tutturamadığı durumda da referanduma giderse…Böyle bir referandumun “toplumda büyük çalkantılar ve gerginlikler falan yaratacağını” yazarak gizlice tehdit etmeye çalışıyorlar başbakanı.”Çok büyük sarsıntı ve bölünmeler” olabilirmiş. “Yeni tehdit ve tehlikeler” doğabilirmiş.Ya bunlar boş lafsa? Ya öyle olmazsa? Ya, parti kapatmayı zorlaştıran değişiklikler yapılır ve referandumda da halk tarafından kabul edilirse?Ya, gerginlik falan çıkmaz, millet gider oyunu kuzu kuzu verirse?Tarhan Erdem’e gene sorun bakalım, “yüzde kaç çıkma” ihtimali var?Sakın, geçen referandum gibi yüzde yetmiş çıkmasın? Belki de yüzde seksen, ha?Adnan Menderes asıldığı zaman “mantar tabancası bile patlatmayan” halk, geçen yıl sessiz sedasız rejimi değiştirdiği, cumhurbaşkanını kendisi seçmek istediğini belgelediği gibi, bunu da çıt çıkarmadan hallediverirse?O zaman ne halt edeceksiniz?Anayasa değişti, dava düştü, kapatılamıyor… “Çantada keklik” gördüğünüz operasyon iki seksen yattı… Ne yapacaksınız?Darbe mi? Olamıyor.Yeni bir dava mı? Artık mümkün değil.Eee, ne yapacaksınız kuzum, ne yapalım diye İlhan abinizin yazılarına mı bakacaksınız?”Sandıkta yenmekten” başka çıkar yol olmadığını anlayana kadar, bakın bak alım…Ama sandıkta yenemeyeceğinizi de çok iyi biliyorsunuz.Aslında zor durumda olan başbakan değil sizsiniz ama bunun farkında mısınız acaba?Kimileriniz, Tuna Bekleviç diye hiç kimsenin tanımadığı bir çocuğun tabela partisinden medet umacak kadar zavallı duruma düşmedi mi?
burası yazı manyağı olmuş bir yazıda ben ekliyeyim;Olmaz Olmaz !Bu noktaya nereden geldik?Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ısrarından…Cemaat devlette kadrolaştı.Devlet kendini tehlikede gördü.Sistem, bir kez daha, laiklik ve teklik konusunda tehlikeli gördüğü, Meclis’te temsil edilen, iki siyasal partiye kapatma davası açtı.Her iki hareketin bugün muhatap oldukları tablo bugünün değil dünün sorunudur.Bu vahim meselede her iki tarafın; devletin ve bu hareketlerin ağır sorumluluğu ve ciddi hataları vardır.Her iki hareketin bugünkü kadroları, bir kez daha, ellerine geçen fırsatı heba etmişlerdir.Peki görünen ne?Görünen AK Parti’nin kapatılacağıdır.Görünen DTP’nin kapatılacağıdır.Süreç bir büyük tarihsel soruna daha gebedir.Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük krizlerinden birinin tam içindedir.Muhalefet, medya, sermaye ve sivil toplum kabak gibi bölünmüş.Ordu ve yargı, kirli bir propaganda neticesinde, yaftalanmıştır.Bu derin krize nereden ve nasıl geldiğimizin tartışması artık sadece vakit kaybıdır.Görünen o ki AKP ve DTP kapatılacak.Maalesef…Bunu engellemek için, elbette, ittifaklar olabilir.Bunu engellemek için elbette senaryolar öne sürülebilir.Ancak AK Parti’nin gözardı ettiği tek bir şey var.1960, 1971, 1980, 1997…Neymiş?2008’de darbe olmaz-mış!Saçmalamayın…Olur…Sayın Başbakanım…Anlattıklarınızı bir yana bırakın.Size anlatılanları da bir yana bırakın.Ne olur bırakın…Medyadaki bu aşağılık adamları, sizden nemalanan bazı çevreleri ne olur dinlemeyin… Darbe sabahı onlar buharlaşır…Ya siz? Ya bu memleket…Ya geleceğimiz…Kabul edin. 22 Temmuz sonrası hata üstüne hata yaptınız… En büyük kazığı en yakınlarınız attı. Kontrolü kaybettiniz.Tek bir şeyi inkâr edemezsiniz. Samimiyetsiz değilim. Yüzünüze söyleyemeyeceğim hiçbir şey yok.Öfkeniz beni ürkütmüyor…Gözü nefretten körleşmiş, kulakları sağırlaşmış yeminli düşmanlarınızdan da değilim.Emin olun… Harcarlar sizi…Bu kez bu şarkıyı burada bitirirler.Oysa, yaptığınız onca vahim hataya karşın, size yürekten hâlâ inancım var…Kürt sorununu üniter yapı içinde çözecek gücünüz halen var.Devlet içindeki kadrolaşmanın önüne geçebilirsiniz.Size yalan söylüyorlar. Bu ülkede darbe olur ve bu kez çok kötü olur…Söyleyin ne uğruna bu ülkeyi; geleceğimizi ateşe atacaksınız?Türkiye’de yaşayan biri olarak bir kez daha darbe yaşamak istemiyorum.Buna hiçbirinizin hakkı yok!( Serdar Akinan/aksam)
Neymiş? 2008’de darbe olmaz-mış! Saçmalamayın… Olur…
serdar abim, bende dedimde anlamıyolar bi türlü, yada anlamak istemiyolar. bizde her şart altında cunta, darbe, ihtilal, muzcumhuriyeti olma denememeleri yada -isimbabası olmak istersen serbest- ne ad koyarsan koy, o olur. olurda bu sefer darbe sonrası işleri toparlamak o kadar kolay olmayabilir. irana nükleer saldırı bizim topraklarımızdan yapılabilir mesela, yada filistine bizim hava sahamızda eğitilmiş uçaklardan bi atom bombası atılabilir, pakistandan kaçırıldığı iddia edilen “futbol topu büyüklüğünde nükleer bomba” amrikanyada patlayabilir, bütün bu nükleer curcunanın içinde kazara bizede bişiler isabet edebilir. hade bundan kurtulduk diyelim, bu arkaikpozitivist aydınlanmamanyaa saltanatbürokrasisi sayesinde kuzey koreye dönme ihtimalimiz her zaman var.ama ümitvar olmak lazım, bakınız kübada dvd almak serbest bırakılmış, bizde birgün özgür olabiliriz yane. ne demişler, umut fakirin ekmeğidir.
Memleket ikiye ayrilmis, ortam geriliyormus, boyle giderse darbe olurmus…(gobegini kasiyan adamin eli apış arasina kayar ve darbe sevdalilarina karsi kucuk osman kucuk osman hareketi yapar)
az kaldi kurtulduk bu i.nelerden.Godoslar gibi carpisarak mi kurtaracaksiniz bu ulkeyi(gobegini kasiyan adamin eli apış arasina kayar ve darbe sevdalilarina karsi kucuk osman kucuk osman hareketi yapar)
accayip entellektüel gördüm seni bugünlerde:) laftan anlamayana anladığı dilden konuşmak lazım elbette!
@nebilimseni hiç bu kadar sinirli görmemiştim.82 halk oylaması yapılırken bizim ilçenin belediye başkanı kıdemli albaydı. sizinkide en azından binbaşıdır veya yüzbaşı. sana başka bir şey demek istemiyorum.Senin için ne kadar önemli bilmem ama sevgi ve saygımı kaybediyorsun…
Evet sinirliyim. Çünkü blogumdaki yazımda da belirttim; yargı kararları, insanın işine gelince iyi gelmeyince kötü olarak algılanıyor. Parti illa kapatılsın görüşünde değilim, sadece yargının görevini yapması bir darbe olarak- hem içeriden hem de dışarıdan- yansılıyor. Yürürlükteki anayasa yargıya bu yetkiyi veriyor ve anayasadan kanundan bihaber insanlar “yok canım yargıya o yetkiyi kim vermiş” diye zırvalıyor. Dışarıdan gelen sesin korkusu belli; üretime dönük olmayan sadece para ticaretine odaklı sermayenin değirmenini akpnin liberal politikaları döndürüyor ve akp sayesinde yabancı sermaye bankalar,kitler, telekom gibi unsurlara yatırım yapıyor. ülke ekonomisi sıcak paraya odaklı ve sıcak paranın kaynağı da akp iktidarı. akp iktidardan olursa küresel sermaye değirmeninin suyu kesilecek. vs.vs.vs.velhasılı konu yargıda ve yargı dışında herkes hükmünü vermiş: parti kapatılacak diye. kim nereden biliyor? akp yaptıklarından ve söylemlerinden dolayı kendilerinin kapatılcağından o kadar eminse bunları yapmadan etmeden önce niye düşünmedi. hamama giren terler! demek ki yanlışın içinde olduğunun bilincinde ve bu yanlışı örtbas etmek için deyabancı sermaye ve ab baskısına güveniyor bu konuda, yargıyı tahakküme almaya çalışıyor.düşüncelerimden dolayı layık gördüğünüz o saygı ve sevgiyi kaybedeceksem önemi yok, yine de teşekkürler.
Kardeş sen hiç yazılanları anlamıyor musun? Senin dediklerin tarafsız yargıçların bulunduğu, “eğer devletin (nasıl ve kimin devleti ise artık) menfaati varsa hukukun da ağzına ederim, hakkın da içine ederim” (bkz. TESEV araştırması) diyen hukukçuların olmadığı ülkelerde geçerli.Parti kapatma iddianemeleri açıklanmadan önce, terör örgütüne (ergenekon) üye olmakla suçlanan insanların bilgisayarlarında çıkıyor. Öncelikle onlarla istişare ediliyor galiba. Darbecilerle bir olup Başbakan idam eden hukukçuların olmadığı ülkelerde…Rica edeceğim T.C. hukuku ve tarafsızlık kelimelerini yanyana getirmeyin. Tarafsızlık kelimesinin de içine etmeyelim.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
Perihan Mağden/RadikalOybirliğiyle kanuni hukuksuzluk ihtimaliCebime 14:42’de düşen mesaj “Anayasa Mahkemesi Heyeti, AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davayı OYBİRLİĞİYLE kabul etti. Abdullah Gül’e ilişkin kabul kararı ise, oy çokluğuyla alındı,” diyor.Yani: Cumhurbaşkanı’nın mahkemelenmesi/cezalandırılmasıyla ilgili bir-iki kişinin itirazı olmuş ki, OY ÇOKLUĞUNA düşmüşler.İktidardaki AK Parti’nin kapatılmasına ‘bakılması’ hususunda AliKıranYargıKesenler HEM FİKİRLER. Hep fikirler. AYNI fikirdeler.Abdullah Gül’ün cumhurumuzun başkanı olması ihtimali semalarda belirdiğinde, “Olmaz böyle şey! İtidal! Uyarı! Tedbir! Uzlaşı! Uzlaşı!” diye cırrlayan demokrasiözürlü aklıevvel devletçiler haklıymışlar yani.Onlar NE kadar devletleriyle özdeşşleşiyorlarsa zira, o denli Doğru Okumalar yapmaya (Bu Devlet’in güç bağımlılarına dair özünden yalakalanmaktan) muktedirler. Muktedirler.”Uzlaşı! Uzlaşın! Uzlaşma! 367 de çakarız, herrr türlü çamura da yatarız” diye çığlıklanırken, BİR BİLDİKLERİ varmış. Onlar BİR bilirlermiş ve fakat herrr şeyi anlarlarmış. Çok anlayışlı, dip derin köşe bucak kavrayışlılarmış.Ben mesela dindarla da, dinciyle de yaşarım.Kemalist başıbozuklarla yaşayamam oluyorum -YETTİLER GAYRİ!- bu topraklarda.Buraları harbiden; Fazıl Say’a, babasına, İlhan Selçuk’a, Şener Eruygur ve Özden Örnek paşalara AİT. Onlar belirlemekle ‘yükümlü’ hissediyorlar Bu Topraklar’ın gidişatını.’Laikçilik!’ diyorlar başka da bir şey demiyorlar.Diyecek sözleri yok: Zira Kemalizm’i bi ‘ideoloji’ diye kakalamaya çalışanların ’21’inci yüzyıla da ışığını tutacak Kemalizm!’ diye zırvalayanların, geçtim AÇIK MODELİNDEN, kendini Amerikalar gördüm ben/nice ‘sol’ gasteyi ben kurdum/ben yıkadım/ben yamulttum diye pazarpazar pazarlayanların-Yani KİBAR fikir arsızlarının, ZIMNİ FAŞİSTLERİN kendilerini ennnn bilen ‘ideolog’ olarak gazladığı bu gariban ülkede-YUH Kİ YUH!Kapatın pek tabii ki Demokrasi Muslukları’nı!Tayyip Erdoğan diyor ki: “Ne yani, beş buçuk yıl bekledim, üniversitelerde türban bir hak olarak tanınsın diye.”Hayır! Beş buçuk demokrasi yılı yetmez.Seksen yıllık anti-demokrasi geleneğinin imbiğinden süzülmüşlere, sonsuza dek beklesen, iki yüz seçim kazansan YETMEZ! YETMEZ!Onlar Herrr şeyi bilirler.Herrr şeyin en doğrusunu bilirler.Urfalı Kürt Çocuğu Abdurrahman’ı onlar yetiştirdi Devlet Babanın Bağrında. Yeni model devşirmeler: Devletimizin Bekçileri! Bu Altın Laikçi Çocuklar- yargıda.Onlar işşş başındalar. Onların ruh hasstası kalemşörleri her Allah’ın günü yeni bullshit’ler topaçlayarak Hazine Arazisi büyüklüğünde başş yazılarında, ortalığı bir uçtan öbürüne bulandırı-yorlar. Zevkle. Patrondan şevkle.Abdurrahman onların hizmetinde. Onlar Abdurrahman’ın. Buyrun: Sezer’in İKİNCİ SIRADAN atadığı adam, Birinci Sınıf bir iş çıkartıyor!Para babaları, balık lokantalarında Kapatma Davası’nın iddianamesini, ayağa fırlayıp bas bas coşkuyla bağırarak kutluyor, kadeh tokuşturuyorlar dangalaklıklarına-Oy birliğini; Onuncu Yıl Marşı’nı şahrem şahrem haykırarak ve göbek atıp kına yakarak kutlamalarını öneriyorum.Özden Örnek’e ‘ait olduğu söylenen’ Darbe Günlükleri’nin BİZZAT BU MÜTHİŞ KOMUTA-NIMIZA AİT OLDUĞU Mahkeme’de kanıtlandı. Hoş; Kral’ı olsa yazamazdı. Balzac’ı olsa; Emekli 1 Kuvvet Komutanımızın pervasızlığında ve detaycılığında kaleme alamazdı. Balık, BAŞTAN BELLİYDİ. İki elliydi.MKE, Cumhuriyet Gastesi’ne atılan bombalar, benim Jandarma ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na teslimim/imalim bombalar dedi.Seri numaraları var- yaaa.Hem Jandarma, hem Komutanlık “Envanterimde EKSİK YOK” dedi.Peki nerden çıktı da Ümraniye’deki eski askerin silah deposuna kondu Bu Bombalar?Danıştay’a (Yüce Yargı’ya!) saldıran Meczup (Ayağındaki) Arslan’ın hani, salladığı O Kutsal (Ulusal Darbeci) Gaste’ye bombalar? Aynı bombalar! Hep aynı bombalar!Bak: NOKTA Dergisi kapatıldı. Ne biçim korktu sahibi polis baskını artı mahkemelenmelerden.Bu Ergenekon İşi fazla dallandırılıp budaklandırıldı. İlhan Selçuk’a gecenin dört buçuğunda(!) uzanan eller, Yılların Ajan Provakatörü, yılların Sevilen Elemanı Perinçek’e ‘uzanan’ eller, sonra maazallah emekli kuvvet komutanlarımıza kadar (kanıtlı manıtlı) uzansaydı?Bu memlekette (bütün anketlerin gösterdiği üzre) EN GÜVENİLİR KURUM ORDU’muzdur. Neyse şimdi Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi DE ‘En Güvenilirlik Kategorisi’nde Askeriye’nin yanındaki yerini aldı. ‘Rahat!’Onlar en güvenilir; zira en ‘bilirler’. Kimin ‘tehlikeli’ olduğundan anlamayan Bu Cahil Halk’ın saçma sapan gidişatına, -Mustafa Kemalim binlerce şükür- Bağımsız Yargımızın Derebeyleri, en nihayet (burda DEMOKRASİ oluyorlar) el koyuyorlar.”Ordu, Yargı el ele!Kürt Memet+Türbanlı Hafize: Çabuk kümese! Ait olduğun yere!” Benim ‘algıladığım’ (çok bariz) SLOGAN- BU!Cumhuriyet Seçkinleri GİDİŞATA el koymaya feci kararlı! GÜÇ damarlarından çekilmeden, onların iktidar kalım savaşı BU! Ne biçim saldırı teknikleri!!
Hasan Cemal/Milliyet’Yargısal darbe’ süreci maalesef başladı Allah Türkiye’ye kolaylık versin!Lafı hiç uzatmak, eğip bükmek istemiyorum. Türkiye’de gerçek demokrasi ve hukukun üstünlüğünü gölgeleyen bir eşiğe gelip takıldık.Bir başka deyişle:Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma davasıyla birlikte yargısal darbe süreci başlamış durumda.Ne yazık ki öyle.Allah Türkiye’ye kolaylık versin!Kim bilir kaç kez yazdım.Bir defa daha altını çiziyorum:Böyle bir süreci -2002 yılı sonundan beri uğraşarak- başlatanlar, siyasal ve ekonomik istikrar açısından Türkiye’ye çok büyük kötülük yaptılar.Bu süreç, Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle ilişkilerini zehirleyecektir.Bu süreç, siyasal istikrarı altüst edecek tohumları içinde taşıyor.Bu süreç, bir zamanların bölünmüş siyaset sahnesiyle güçsüz koalisyonlar dönemini açabilecek ve Türkiye’ye yeniden kayıp yıllar yaşatabilecek tüm riskleri içeriyor.Bu süreç, Güneydoğu’da yangını 1990’lardaki gibi parlatacak ve ‘Kürt sorunu’nu iyice içinden çıkılmaz hale getirecek tehlikeleri de barındırıyor.Bu süreç, laiklik-dindarlık, laikçilik-dincilik çekişmeleriyle birlikte toplumdaki o siyah beyaz kutuplaşmacı, cepheleşmeci çelişkilerin (Alevi-Sünni dahil) keskinleşmesine yol açabilecek.Bu süreç, uluslararası finans piyasalarındaki kriz rüzgârlarının Türkiye ekonomisinde çok daha tahrip edici esmesine de neden olabilecek.Bu liste uzatılabilir ama gereksiz.AKP’den kurtulmak için 2002 yılı sonundan beri -şöyle ya da böyle- bir darbe sürecini tetiklemek için uğraşan kimilerinin bugün memnun olduklarını biliyorum.Ama Türkiye’ye yazık!Sırtını AB’ye dönen, siyasal ve ekonomik istikrarsızlığa yuvarlanan, demokrasi ve hukuk çıtası aşağılara çekilen bir Türkiye’de hiçbir şey dikiş tutmaz. Bu ülkeyi tehdit eden bütün meseleler bin misli ağırlaşır.Bu çıplak ve acı gerçeği demek ki göremiyorlar.Ne yazık!Dava yedi sekiz ay sürebilir. Ve sonunda nasıl bir karar çıkar?.. Geçen yıl Cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak 367 gibi bir hukuk skandalının altına imza atmış bir Anayasa Mahkemesi’nden çok farklı bir karar beklenebilir mi?..Bu konuyu geçiyorum.Herkes elini kolunu bağlayarak hukuka saygı duygusuyla, Yüksek Mahkeme’nin kararını huşu içinde beklesin!Öyle mi?Kimileri böyle düşünüyor.Olabilir.Ama ben aynı kanıda değilim.Peki, AKP ne yapacak?..Farklı görüşler dikkati çekiyor.Ancak, ilk sinyallere göre, öyle çok fazla uzatmadan kapatma davasını düşürebilecek anayasa değişikliğine gitme ihtimali daha ağır basıyor. Bunun için referandum da göze alınmış durumda.Soru işaretleri de var tabii.Bu süreçte AKP Meclis Grubu fire verebilir mi? MHP desteği sağlanabilir mi? DTP Grubu ne yapar?Öte yandan AKP, davayı düşürebilecek anayasa değişikliğine giderken ve bu uğurda referandumu da göze alırken, eşzamanlı olarak AB ile ilişkileri zıplatacak bir demokratikleşme hamlesi için düğmeye basabilir mi?Bu ihtimal de var.Evet, geçen hafta birçok kez belirttiğim gibi rejim bir kazık yemiş durumda. Bu kazığı çıkarmanın yolu, giyotine boyun uzatmak değildir.Gerilemek, ‘darbe’yi hızlandırır.Darbeyle demokrasi, darbeyle hukuk bağdaşmaz, uzlaşmaz. Bunun için de gerilemek, demokrasi ve hukuk zeminini daha beter zayıflatır.Rejime giren kazığı çıkarmanın yolu, demokrasi ve hukuk yolunda mücadeleden geçiyor. Ekonomik reformları sürdürmekten geçiyor. AB ipine sarılmaktan geçiyor.Canım çok sıkkın.Demek bazı şeyler vakti zamanı gelmeden olamıyor. Demokrasi kavgası vermek de, demokrasi kültürü edinmek de hiç kolay değil.Dilimin ucuna takıldı o söz:�Zor dostum, zor!�
Emre Aköz/SabahTeessüf ederimBeni şaşırtan Cumhurbaşkanının da, oy çokluğu ile (4’e karşı 7 ) davanın parçası haline getirilmesi oldu. Ne yalan söyleyeyim; bunu beklemiyordum.Çünkü apaçık bir Anayasa ihlali ile karşı karşıyayız. Ne diyor Anayasa? Şöyle:Madde 104 : ” Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. “Madde 105: ” Cumhurbaşkanının resen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi dahil, yargı mercilerine başvurulamaz… Cumhurbaşkanı, vatana ihanetten dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır. “O halde bunlar… ‘Milletin’, ‘devletin’ ve ‘cumhuriyetin’ temsilcisini yargılamaya hazırlanıyor.Üstelik de, o makamda oturan Abdullah Gül’ün, sadece ve sadece, “vatana ihanet” suçlamasıyla yargılanabileceği apaçıkken…O zihniyetin bu kadar ileriye gidebileceğini… Bu kadar pervasız olabileceğini tahmin etmiyordum.Teessüf ederim!Gelelim olayın geneline…Artık hükümetten ciddi bir icraat beklemeyin. AKP bütün enerjisini bu davadan kurtulmaya harcayacak.Niye böyle olacak? Çünkü…Olay, ‘iddianameye karşı savunma yapmaktan’ ibaret olsaydı… Böyle demezdim. Çünkü o durumda partinin hukukçuları suçlamalar üstünde çalışır… Başbakan ve bakanlar da işlerine güçlerine bakardı.Ama artık durum farklı: Anayasa’daki açık hükümlere rağmen Cumhurbaşkanının davaya dahil edilmesi işin rengini değiştiriyor…Kapatma davası… Bir meydan okuma… “Biz ne dersek o olur” dayatması haline geldi.Bir tarafta… ” Türkiye değişecek… Demokratikleşecek… Şeffaflaşacak… Avrupa Birliği’ne doğru ilerleyecek… Gerçekten hukuk devleti olacak… Piyasa ekonomisi derinleşecek… Çetelerden kurtulacak… ” diyenler var.Diğer tarafta ise… ” Demokrasinin bu kadarı dahi fazla… Mevcut yasa devleti neyinize yetmiyor… Ne çetesi canım; onlar vatansever insanlar… Piyasayı boş verin, en iyisi güdümlü ekonomi ” diyenler yer alıyor.Tarihin akışı, birinci grubun, yani özgürlükçülerin kazanacağını gösteriyor.Gösteriyor da, ne zaman? Şimdi mi, 5-10 yıl sonra mı?Toplumların yaşamında 510 yıl nedir ki; göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Ama gelin onu bir de, an be an yaşayanlara, şu kısa ömründe güzel günler görmek isteyenlere sorun!
Hadi Özışık / İnternethaberHürriyet manşet atmış:-Oy birliği ile…Yanlış!Başlık şöyle olmalıydı:-El birliği ile…Evet “el birliği” ile, bu güzelim ülkeyi krize sürüklemek için ne gerekiyorsa yaptık…Hala yapıyoruz…Sevinç çığlıkları atılıyor, AK Parti kapatılacak diye… Haksız da değiller, AK Parti’yi devirmenin, Recep Tayyip Erdoğan’ı yok etmenin başkaca yolu yoktu.Darbe istediler olmadı!Halkı küçümsediler yine olmadı…Tek yol kalmıştı:”Şeriata sığınmak!”Öyle oldu…Ve gereken yapıldı…Ama, asıl kötülük Türkiye’ye yapıldı.İş dünyasında panik havası hakim.Yaprak kımıldamaz oldu…İnşaat sektörü frene bastı…Konut alımı yavaşladı…Dolar yeniden eski günlerine doğru şahlandı.Borsa tepetakla…Büyüme sizlere ömür…Cari açık zaten vardı…AB ile ilişkilerin dondurulması yeni değil… Onlar için yeni bahaneler ürettik…Velhasıl-ı kelam, elbirliği ile bir çuval inciri berbat ettik!Gözünaydın Türkiye!AK Parti’den kurtuluyoruz!
Ergun Babahan/SabahBu sürecin adını doğru koyalımTürkiye yeni bir 28 Şubat sürecinden geçiyor. İnce hesaplanmış bir hamle ülkeyi istikrarsız bir döneme sürüklerken yargı vasıtasıyla demokrasiyi askıya almaya hazırlanıyor.Cumhurbaşkanı Gül’ün bile Anayasa’nın 105’inci maddesinin açık hükmüne rağmen “sanık” sandalyesine oturtulmaya çalışılması, planın derinliğini ortaya koyuyor.Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya bunun, Gül’ün Çankaya’dan inip yeni kurulacak partinin başına geçmesini önlemek amacıyla yapıldığını, Referans yazarı Nuray Başaran’a açıkladı.Anayasa Mahkemesi’nin dünkü oylaması da bu koşullarda varılacak sonucu açıkça gösterdi: AK Parti kapatılacak ve hakkında yaptırım istenen tüm milletvekilleri yasaklanacak.Cumhurbaşkanı’nın bile sanık olarak davaya dahil edilmesini etik kabul eden kesimler, AK Parti’nin anayasa değişikliğine gitme çabasını “etik dışı” ilan edebiliyor.Bir yandan psikolojik baskıyla bu yol kesilmek istenirken bir yandan da AK Parti içinde fire verdirme çabaları sürüyor.28 Şubat’da da böyle olmuş, DYP üyesi birçok milletvekili çeşitli baskılarla istifaya zorlanıp Mesut Yılmaz’a bir azınlık hükümeti kurdurulmuştu.Bu dönemde de AK Parti içinde benzer bir faaliyet sürdürüldüğü görülüyor.Amaç anayasa değişikliğini referanduma götürmeye yetecek 330 sayısına ulaşılmasını engellemek.Yani akla gelen ve gelmeyen her türlü yönteme başvuruluyor.Sonuç itibariyle, bu tabloda Türkiye’nin önümüzdeki iki senesini siyasi istikrarsızlık, ekonomik belirsizlik bekliyor diyebiliriz.Gerçek kaos budur ve bu kaosun ne gibi sonuçlara yol açacağını bugünden kestirmek mümkün değildir.Bir şeyi bozmak için yola çıkanların topluma rağmen bir alternatif yaratması mümkün değildir çünkü.Tablo şudur: Türkiye çok umutlarla girdiği bu dönemi yüksek gerilim hattı üzerinde tamamlamaya yönelmiştir.AB sürecinden kopmaya doğru ilerleyen, ekonomide belirsizliğe itilen ülkemiz, toplum kesimleri arasında da ciddi bir gerileme sürüklenmektedir.AK Parti ile birlikte DTP’nin de kapatılmak isteniyor olması gerçeği, Güneydoğu’da da çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalacağımızın açık göstergesidir.Bu sürecin olabilecek en az sıkıntıyla tamamlanmasını diliyorum.
EconomistTURKEY edged towards prolonged political and economic turmoil on Monday March 31st after the country’s most senior court unanimously agreed to consider a case calling for the banning of the ruling Justice and Development (AK) party and for the prime minister to be barred from office.The decision by the Constitutional Court could lead to a dangerous escalation in tensions between the AK party, with its roots in Islam, and its secular detractors in the army and the judiciary, who accuse the party of leading the country towards sharia rule.In a 162-page indictment AK is accused of becoming “a centre for anti-secular activities” and the prosecutor calls for 71 of the party’s officials, including the prime minister, Recep Tayyip Erdogan, to be banned from politics for five years. The court, which is dominated by secular judges, voted without exception to consider the case. A majority of the judges also agreed to hear similar charges against the president, Abdullah Gul.Mr Gul, who began politics in an overtly Islamist party, said the decision came as no surprise and promised to “carry on with business as usual.” The first signs of the case came at the start of the year after AK set out to ease a strict ban on the wearing of Islamic headscarves in universities. That provoked uproar among secular university rectors, who called it an assault on Ataturk’s republic. It was cited as evidence in the prosecutor’s indictment along with various comments made by Mr Erdogan when he criticised restrictions on religious garb.Turkey has shut at least four pro-Islamic parties since 1970. AK was formed by a group of moderate Islamists led by Mr Erdogan who came to power five years ago pledging to lead Turkey into the European Union. During its first term AK enacted a raft of radical reforms that persuaded EU leaders to open long-delayed membership talks. These, along with a strong economic record, helped AK to return to office last year with an increased share of the vote.Western observers say the case against AK is unabashedly (utanmazca, arsızca) political and could further dampen Turkey’s hopes of joining the EU. “In a normal European democracy, political issues are debated in parliament and decided in the ballot box, not in the courtroom,” said the EU’s enlargement commissioner, Olli Rehn.The case may be an act of desperation by an old guard whose power is waning as EU-inspired changes take hold. Most obvious among them is the army, which has long tried to dictate policy from behind the scenes. The generals suffered a humiliating defeat last year when a campaign to prevent Mr Gul from becoming president backfired. Fearing that Mr Gul would rubber stamp AK-inspired laws, they went as far as to threaten a coup. Judges weighed in on the army’s side and Mr Gul was forced to withdraw after the Constitutional Court upheld opposition claims that parliament lacked a quorum during a first round of balloting.But AK’s big electoral win allowed Mr Gul to revive his presidential ambitions and to claim the post in a fresh vote. Meddling by the army probably helped to bolster AK’s ratings. A defiant Mr Erdogan has predicted that efforts to ban his party will have the same effect now. In any case, most outlawed parties resurrect themselves under a new name. So why bother trying to ban AK? Some pundits speculate that, rather than closing the party, the court will bar Mr Erdogan and a few of his lieutenants from politics. Without its charismatic leader the party would disintegrate, allowing the secular opposition to seize power again.But things may not be that simple. Mr Erdogan is threatening to tweak the constitution to make it harder to ban political parties. He would then seek a referendum on the changes. Opposition leaders give warning that such “provocations” would lead to more tensions. AK officials counter that the greater risk is if their disgruntled supporters disregard Mr Erdogan’s appeals for calm and take to the streets. Violence might ensue. Either way, Turkey’s future is looking decidedly more unsure.
HASAN CELAL GÜZEL/ RadikalTürkiye’de yargı iflas etmiştirİnsan, Allah’tan sonra hukuk ve adalete güvenir. Tarafsız ve bağımsız mahkemeler, âdil hukuk adamları en büyük teminattır. Politikacılar hatâlar işleyebilirler, idareciler yanlış yapabilirler ama adalet terazisi doğru tartmaya devam ederse, devlet de varlığını koruyabilir. Adalet sistemi çökerse, mülkün temeli de yıkılır.Türkiye’de, 27 Mayıs’tan sonra özellikle Yassıada Mahkemesi’nin yüz kızartıcı kararıyla yargı siyasallaşmaya başlamış ve özellikle kamu hukuku alanında tarafsızlığını tamamen kaybetmiştir. Ara rejimlerde darbeciler, savcıları, hâkimleri tank, top gibi kullanmışlardır. Türkiye’de hukuk adamları, ne yazık ki darbecilerin dayatmalarına karşı koyamamışlardır.Özellikle, Anayasa hukuku, siyasî yargılamalar ve fikir hürriyeti konularında, hukuk adamları kendi peşin siyasî ve ideolojik değer hükümlerinden sıyrılıp objektif ve tarafsız karar verememişler; pozitif hukuku tatbik görevlerini bir tarafa bırakarak jakoben ön yargılarla vatan kurtarmaya girişmişlerdir.Kısaca, Türkiye’de yargı iflâs etmiş ve tuz kokmuştur.* * *Niyetimiz, TCK’nın meşhur 301. maddesinde belirtilen ‘Devletin yargı organlarını aşağılamak’ değildir. Bilâkis, yargı organının, bu tahripkâr tutum neticesinde zarar görmesinden şikâyetçiyiz. Yargının, Yargıtay’ın, Danıştay’ın ve Anayasa Mahkemesi’nin tüzel kişiliğine elbette saygılıyız. Ancak bu organlardaki bir kısım hukuk adamının, elindeki adalet terazisini eğip bükmesini eleştiriyoruz.Çok değil, sadece son on yıllık dönemde olup bitenleri değerlendirecek olursanız, yazdıklarımın doğruluğunu görürsünüz. 28 Şubat Dönemi’nde, bir siyasî parti genel başkanı olarak sadece düşüncelerimi ifade ettiğim ve siyasî eleştirilerde bulunduğum için hakkımda 100’den fazla dâva açılmıştı. Bu dâvaların çoğu, illegal Batı Çalışma Grubu Cuntası’nın ileri gelenlerinden zamanın Genelkurmay II. Başkanı Org. Çevik Bir’in savcılara talimatıyla açıldı. Bu gerekçeyle başvurduğum AİHM’ de bugüne kadar üç dâva kazandım.Aynı dönemde, TBMM’de en fazla temsilcisi bulunan RP, sudan sebeplerle kapatıldı. Daha sonra yerine kurulan FP de aynı âkıbete uğratıldı. Her iki kapatılma dâvasında da, Anayasa Mahkemesi, önce bu partilerin kapatılmasına engel teşkil eden Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. ve 103. maddelerini iptal etmiş, sonra bu iptal kararına dayanarak partileri kapatma kararı vermişti. Yani, kendi pişirmiş, kendi yemişti.Geçen yıl, Cumhurbaşkanı seçimi esnasında ‘367 utancı’nı yaşamıştık. Anayasa Mahkemesi, hukuku bir tarafa bırakarak tümüyle siyasî bir karar verdi ve daha önce gazetelerin ilân ettiği gibi, bu kararı 9-2 aldı.* * *Anayasa Mahkemesi’nin Başsavcı’nın mahut iddianamesini kabul etmesine hiç mi hiç şaşırmadım. Bir kısım ayağı yerden kesik saf aydıncıklar dışında, halkımız da benim gibi bu neticeyi bekliyordu. Zira, bu hukukî bir karar değil, siyasî bir karar olacaktı. Ne yazık ki, tahminim aynen çıktı.Aslında, İddianamenin reddi için gereken bütün sebepler mevcuttu:- Raportör, İddianamenin reddi gerektiğini gerekçeli bir şekilde raporuna yazmıştı.- İddianamenin içeriğinde, lâikliğe karşı odak oluşturduğu ileri sürülen hiçbir fiil ve odaklaşma yoktu.- Fiil diye iddia edilen beyanlar delillendirilmemişlerdi.- Cumhurbaşkanı’nın önceki beyanlarının suç isnadı olarak değerlendirilmesi, başlıbaşına bir skandaldı.Cumhurbaşkanı gibi devletin ve milletin başı olan bir kişi hakkında suç isnadında bulunulması dahi, iddianameyi hazırlayanların ne derece taraflı ve suiniyetli olduklarını ortaya koyuyordu. Cumhurbaşkanı, Anayasa’nın 105. maddesine göre, ancak vatana ihanetten dolayı TBMM üye tamsayısının dörtte üçünün vereceği kararla suçlanabilirdi. Ancak, Başsavcı, görevini kötüye kullanarak Cumhurbaşkanı’na suç isnadında bulunmuş ve Anayasa’nın 101. maddesine göre siyasetle ilişiği olmayan Cumhurbaşkanı için 5 yıl süreyle siyaset yasağı istemişti.Anayasa Mahkemesi üyelerinin beşte üç çoğunluğu, bu peşin hükümlü iddianameyi kabul ederek, ne derece taraflı olduklarını gösterdiler.* * *Bundan sonra cereyan edecek ‘hukukî’ (!) olayları tahmin etmek zor değildir. Anayasa Mahkemesi, AK Parti’yi kapatma kararı verecektir. Bu arada TBMM, Siyasî Partiler Kanunu’nu değiştirecek ve Anayasa tâdiline gidecektir. Ancak, aynı peşin hükümlü üyeler, önce CHP’nin SPK’da değişiklik itirazını haklı görerek ya da kendiliğinden bu değişikliği iptal edecektir. Anayasa değişiklik kanunu da, başörtüsü yasağında olduğu gibi, yetki gaspıyla esastan ele alınacaktır.Bu hukuk skandalının sonunda, ya referanduma gidilecek ya da buna da taş konulursa erken genel seçimden başka çözüm yolu kalmayacaktır. Bu seçimlerden sonra da, hâlâ AK Parti’nin kapatılması söz konusu olursa, yerine PAK Parti kurulur; bu defa yüzde 60’ın üzerinde oy alarak tek başına iktidara gelir. CHP, parlamento dışında kalır; MHP ise AK Parti’ye destek verip vermemesine göre, ya oylarını arttırır veya o da Meclis dışında kalır.* * *Millî iradeye dayatmada bulunanlar şu hakikati unutmasınlar:Millî egemenlik önünde sonunda mutlaka gerçekleşecektir.Lâkin, bütün bu zorbalıklar milletimizin ve devletimizin sıkıntıya düşmesine sebep olacaktır.
NUH GÖNÜLTAŞ / BugünSadece CHP milleti oy versin, diğer yüzde 80 sadece şehit olsun!Siyaset dünyasında yaşanan son gelişmeler, sokaktaki adamı bir hayli tedirgin ediyor. Sanki seçimleri bundan birkaç ay önce yapmadık. Sanki Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi için referandum sandığına hiç gidilmedi. Sanki Abdullah Gül, ağır bedeller ödeyerek Çankaya Köşkü’ne çıkmadı. Türkiye 2007 yılını yeniden yaşıyor gibi. İş dünyası tedirgin. İktidar partisinin kapatılmasının nelere mal olacağını herkes görüyor! Avrupa Birliği tedirgin.Olli Rehn açık açık Türkiye’ye müzakere kapısının kapanabileceğini söyleyebiliyor. Bu gelişmeler tam da çetecilerin tarif ettiği, istediği şeyler değil mi? Bence Avrupa Birliği Ergenekoncuların hoşuna gidecek şeyler söylememeli aksine Türkiye’ye daha da sahip çıkmalıdır.Çünkü Türkiye’yi kaybetmek, Avrupa Birliği’ne tahmin edilenden çok daha pahalıya mal olacaktır. AB’den kopmak ve ekonominin çökmesi tam de darbecilerin bir taşla vurmak istediği büyük planın ilk adımları. Bütün bunların olabilmesi için ilk olarak AK Parti’nin kapatılması gerekiyor.Gordiyon’un düğümünü çözemeyeceklerini, bu düğümün ancak kılıçla kesilebileceğini çok iyi biliyor onlar. Sandık elbette hoşlarına gitmeyecektir. Başbakan’ın muhaliflerini sandığa çağırmak yerine daha somut adımlar atması şart. Dün büyüme rakamları açıklandı.Son 5 yıl büyüme rekorları kıran Türkiye, 2007 yılında sadece yüzde 4,5 büyüme hızı yakalayabildi. Bu verinin analizini elbette işin uzmanları daha iyi yapacaktır. Ama çıplak gözle bakıldığında bile 2007’nin ağır hasarlarının yeni yeni ortaya çıktığını söyleyebiliriz.2008 yılının ilk üç ayı bitti. Ama taşlar hâlâ yerine oturmadı. Oturacak gibi de görünmüyor. 2008’i de kaybedersek, ülke olarak önümüze çok daha zorlu, çok daha çetin sınavlar çıkacaktır, hiç kuşkunuz olmasın. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hukuki değil siyasi bir iddianame hazırladığı gün gibi ortada. Dün birçok gazetede bununla ilgili yorumlar vardı.Sadece hükümet yanlısı olduğu iddia edilenler değil, her fırsatta Başbakan’a yüklenenler bile bu durumu kabul etti. Başsavcı, davayı “Türban düzenlemesi” yüzünden “millet” adına açtığını, kimseden talimat almadığını söylüyor.Ancak son 5 yılda yapılan anketler, (buna Hürriyet Gazetesi’nin de anketi dâhildir) halkın yüzde 80’inin başörtüsü yasağının kaldırılmasını istediğini gösteriyor. Bu durumda Başsavcımız hangi milleti temsil ediyor? CHP milletini mi? Öyle olmalı…Eğer millet sadece CHP’ye oy verenlerden ibaretse, vergileri de sadece onlar versin. Askerliği de onlar yapsın. Ne de olsa onların oyları, çobanlarınkinden daha değerli…Dağdaki çobanlar ve diğer yüzde 80 sadece şehit olsun. Var mı böyle bir taksimat kuzum! Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa… Yazıklar olsun!
Etyen Mahçupyan / gazetem.comDüelloBazı medya organlarının yayınlarına bakarsanız, AKP’nin kötü niyetli tutumu sonucunda yargı son çare olarak kapatma davası açmış diye düşünebilirsiniz. Ancak ne yazık ki burada kötü niyetli olan tam da söz konusu medyanın kendisi… Çünkü yapmaya çalıştıkları şey olan biteni tersine çeviren bir yanılsamayı okuyucularına ve izleyicilerine ‘gerçek’ olarak sunmak. Oysa tablo yeterince açık: Bir düelloyla karşı karşıyayız…AKP’nin ilk iktidarı bile devlet yanlısı laik ve milliyetçiler için tatsız bir gelişmeydi. Ama hem bu parti mensuplarının da epeyce milliyetçi olduğundan hareketle çok telaşa kapılmadılar, hem de Refah Partisi’nin nasıl baskı altına alınabildiğini hatırlayarak AKP’nin de nihayette dizginlenebileceğini umdular. Ne var ki dünya değişmişti… Türkiye’deki yeni muhafazakar kuşaklar giderek özgürlüklerden, insan haklarından ve en önemlisi küresel dünyaya entegre olmaktan yana ağırlık koymaktaydılar. Bir yandan bu toplumsal baskının AKP içinde işlevsel olması, diğer yandan din ve vicdan özgürlüğünün ancak genişleyen bir özgürlükler dünyasında yaşanabileceğinin idrak edilmesi AKP’yi AB’ye yöneltti. Türkiye kısa bir süre içinde görülmemiş reform adımları attı…Ve o zaman devletin içindeki ve etrafındaki ittihatçı kadro bu işin böyle devam edemeyeceği yargısına vardı… Çünkü AB süreci Türkiye’de demokrasiyi kaçınılmaz kılıyor; demokrasinin ima ettiği özgür seçimler ise AB yanlısı muhafazakarları iktidar yapıyordu. Bunun anlamı devletçi bir cumhuriyet anlayışının sona ermekte olduğuydu. Dolayısıyla AKP’nin daha ilk iktidar döneminde bildiğimiz kadarıyla en az iki darbe hazırlığı oldu. Bizzat ordunun üst komuta heyetinde yer alan bazı askerlerin başını çektiği hazırlıklar yapıldı. Ancak ordunun iç dengeleri bu girişimin hayata geçmesine izin vermedi.Birinci iktidar döneminin sonuna yaklaşıldığında saha çalışmaları AKP’nin bir sonraki seçimi de kazanacağını gösteriyordu. Öte yandan ordunun başını çekeceği bir darbe ise mümkün gözükmüyordu. Bu nedenle darbe yanlılarının askeri bürokrasinin dışına çıkarak örgütlenmesine girişildi. Orduyu sahaya davet etmek üzere de toplumsal bir kargaşa haline ihtiyaç duyuldu. Bunun en ‘akıllıca’ yolu ülkede milliyetçiliği yükseltecek bir dizi cinayetin sahneye konmasıydı. Önce rahip Santoro, ardından Hrant Dink ve nihayet Malatya cinayetleri… Ayrıca tüm bunların ‘dincilere’ de yıkılması gerekiyordu. Bu da Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay cinayeti ile sağlanmaya çalışıldı.AKP ise onu kuşatan komplonun giderek farkındaydı. Yanıt Ümraniye’de bir silah deposunun keşfi ve bir çetenin deşifre edilmesi oldu. Bu çetenin ülkede kargaşa yaratmak üzere bir dizi eylem planladığı anlaşıldı. Karşı tarafın hamlesi ise Meclis’te Cumhurbaşkanı seçtirmemek üzere 367 katılım koşulu aramak gibi utanç verici bir yargı kararı, 27 Nisan muhtırası ve ‘cumhuriyet mitingleri’ idi. Bunun üzerine AKP ucunu yakalamış olduğu illegal örgütlenmenin geri kalanına yüklendi ve Ergenekon çetesi ortaya çıktı. Bu arada seçimler yapılabilmiş, AKP daha da büyük bir yüzdeyle gelmiş, üstelik kendi içlerinden birini cumhurbaşkanı yapmıştı.Türkiye geri dönüşü olmayan bir biçimde demokrasiye doğru ilerlemek üzereydi ve ittihatçı kadroların buna tahammülü yoktu. Ergenekon’da tutuklamaların artmasıyla birlikte son çareye başvuruldu: Hiçbir hukuki dayanağının bulunmamasına rağmen AKP’nin kapatılması… Ancak iktidar partisi kolay pes edeceğe benzemiyor. Geçen hafta içinde gelen ek tutuklamalar ve Hrant Dink cinayetinde Jandarma istihbaratından iki zanlının üstlerini açıkça suçlayan mahkeme beyanları Türkiye’deki değişimin bu kez orduyu da zorladığını ortaya koyuyor.Bu garip bir düello… Kısaca söylemek gerekirse bir yanda demokrasi, öteki yanda faşizm var… Muhafazakar kesimin partisi demokrasinin, devlet çeperindeki ittihatçı kadrolar ve onların medyadaki destekçileri ise faşizmin yanındalar. Ancak bu tablo hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü Osmanlı’nın son elli yılından bugüne siyaset tam da bu kırılma etrafında yaşanıyor. Türkiye hala aynı büyük düellonun sonucunu bekliyor… Hala devlete rağmen demokrasi olmanın, bu arada da devleti koruyabilmenin arayışı içindeyiz.
Ahmet Kekeç / StarŞaka gibiGerçekten çok merak ediyorum… Anayasa Mahkemesi’nin saygıdeğer üyeleri, bir ‘iddianame’ özelliği ve ağırlığı taşımayan, Cumhuriyet gazetesinde ‘siyasi makale olarak’ yayımlansa hiç sırıtmayacak bu metni nasıl ‘görüşmeye değer’ buldu?Hangi saiklerle?Başsavcı’yla ilgili bir şey söylemek istemiyorum.İddia makamıdır, kendince ciddi deliller bulmuştur yahut bulduğunu sanmaktadır ve son tahlilde ‘taraf’tır.Bana sorarsanız, görevini kötüye kullanmıştır, derhal o görevden alınmalıdır.Fakat, Anayasa Mahkemesi neyi görüşecek?Hangi delillere göre, hakkında yasal takibat yapılmamış üyelerin tecziyesine ya da beraatına karar verecek?Gazete kupürlerine mi bakacak?Tevatürleri ve dedikoduları mı dikkate alacak?Danıştay baskını gibi, ‘netice’ istimal edilmiş hadiseleri mi değerlendirecek?Değerli Başsavcı’nın afaki ‘laiklik’ yorumunu mu mehaz alacak?Ne yapacak?Resmen 1 Nisan şakası gibi…İddianamede yer alan laiklik tarifine bakar mısınız?Laiklik, ‘insanı kul olmaktan çıkarıp birey haline getiren, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünme olanaklarını veren bir ilke’ymiş; dahası, ‘uygar bir yaşam biçimi’ymiş.Laiklik belki her şeydir; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır, düşünce ve vicdan özgürlüğünün teminatıdır, şudur budur ama, asla ‘uygar bir yaşama biçimi’ değildir.Bireyi ‘kul’ olmaktan çıkaran bir ‘dönüştürme mekanizması’ hiç değildir.Hem, Abdurrahman Bey müsaade etsin de, bireyler ne olacaklarına, yani hayatlarına ‘kul’ olarak mı, ‘birey’ olarak mı devam edeceklerine kendileri karar versinler.Kaldı ki, neyin ‘uygar yaşama biçimi’ sayılacağını Abdurrahman Bey’den öğrenecek değiliz?Demek ki Anayasa Mahkemesi üyeleri, değerli Başsavcı’nın ancak bir siyasi makale müktesebatında değerlendirilecek ve gülünüp geçilecek, ‘Bir ABD projesi olan ve kapsamındaki ülkeleri ılımlı İslami rejimlerle yönetmeyi amaç edinen Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu her fırsatta tekrarlayan Başbakan Erdoğan…’ sözlerini de ciddiye aldılar.İçlerinden biri çıkıp, ‘Bu nedir?’ diye sormadı mı?Spekülasyon olarak bile değer ifade etmeyecek bu sözler bir ‘hukuk metni’nde nasıl yer alabiliyor?Hiç kimsenin aklına gelmiyor mu, ‘Bir iddianame böyle mi hazırlanır?’ diye sormak…Peki, Başbakan’ın ‘En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir’ sözlerinin işi ne o iddianamede?Bunları mı görüşecek Anayasa Mahkemesi?Ne diyecek?Nasıl bir netice istimal edecek?Doğrusunu söylemek gerekirse, yüce mahkemenin, bir hukuk adamının kaleminden çıktığına inanmak istemediğim bu iddianameyi reddedeceğini düşünüyordum.Dün de yazmıştım…Birileri, kapatma davasının da verdiği sinerjiyle, Türkiye’yi dünyadan tecrit etmek dahil, ekonomik kriz, iç savaş, darbe, her türlü ‘çılgınlığı’ göze almış durumda ve bu saçmalığa bir an önce ‘dur’ demek gerekiyordu.Sonuç şaşırttı beni!Şaşırtmadı aslında da…Bugüne kadar, yargıya olan güvenimizi boşa çıkaran ‘kötü muhakeme’ örneklerine tekrar girmek istemiyorum.
Mehmet Altan / StarKaça kaç…Anayasa Mahkemesi, AKP’nin kapatılması istemiyle açılan davayla ilgili iddianamenin ön incelemesini tamamladı ve iddianameyi kabul etti. Türkiye’de neredeyse herkes siyasileştiği ve ‘evrensel hukukun’ taraftarı pek kalmadığı için, çoğunluk spor-toto oynar gibiydi:Dokuza, iki… Yediye, dört… Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanının seçileceği toplantının karar için aranan sayıda milletvekili katılımı olmadan başlayamayacağına hükmettiğinde…Bu çerçevede seçimin ilk iki turunda TBMM Genel Kurulu’nun en az 367 milletvekiliyle toplanması gerektiğini kararlaştırıp, Abdullah Gül’ün tek aday olarak katıldığı ilk turu, bu sayıya ulaşılamadığı gerekçesiyle iptal ettiğinde, bahisleri ‘dokuz, ikiciler’ kazanmıştı…Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve üyeler, dün saat 10.00’da AKP davasının iddianamesini görüşmeye başladı.Heyet, AK Parti’nin kapatılması istemiyle açılan davada, iddianamenin ön incelemesini yaptı. Dört saat süren toplantının ardından iddianameyi kabul kararı verildi.Benim ilgimi çeken, Mahkeme sözcüsünün kararla ilgili yaptığı açıklama idi:‘İddianamenin Abdullah Gül dışında kalan bölümünün kabulüne oybirliğiyle, Abdullah Gül yönünden de kabulüne oyçokluğuyla karar verildi.’Ne demek? Bu sefer ‘onbire, onbir’…Cumhurbaşkanı da işin içine dahil olsun diyenler ise yediden az…Hukukun kalmadığına inanç maalesef öyle büyüyor ki, bunlar konuşuluyor…
Tamam da kose yazarlarini buraya copy-paste yapmanin ne anlami var ki? isteyen istedigi kose yazarini bulup okuyabiliyor zaten.Gazete linkleri, bir de kose yazarlarini copy-pasteleme olayinin cilki cikti.Gereksiz bunlar…
kapanması gereken ne varsa kapanacak!bizzat yetkisini Anayasa ile Türk milletinden alan Yargı, elbetteki seçilmeleri esnasında nasıl seçimlerin yönetim ve denetimini gerçekleştirdiyse şimdi de yönetime gelen iktidar partisini yargılayacaktır. Yargının anayasadan ile millet aldığı bu yetkiyi eleştirmek cahil cühela takımının kendi bağımsızlık haklarını sorgulamasıdır. Akp sayesinde mandaya alışmış halka doğal olarak, milletin kendinden aldığı yetkiyi kullanan Yargı nın işlemleri abes kaçacaktır. Çünkü aptal ve ahmak takımı yargıyı sorgularken kendi egemenlik hakkını da sorgulamaktadır. O da doğal, kendinde egemenlik hakkı görmeyen halk yığını, milletin kendinden aldığı yetkiyle görevini yapan Yargı organlarını içselleştirememiştir. Bu durum, devletin anayasa ile kendini güvenceye alarak ahmak halk topluluğunun teamülüne bırakmamıştır.Çünkü aptal topluluk; kim allah peygamber dese doğru-yanlış ayırt etmeden onun peşinden gitmektedir.Yargılanacak ve gerekirse elbette ki kapatılacaktır. Götünüzü de yırtsanız demokrasi adına buna engel olamayacaksınız.
Kapanmasi gereken ne varsa kapatiliyorsa, bari bunu demokrasiyi kurtarmak ya da Turkiye bir hukuk devletidir gibi hic inandirici olmayan sacmaliklarla desteklemeyin.devletin kendi anayasasindan aldigi guvence derken, ayni anayasanin 12 eylul anayasasi oldugunu, bir cunta anayasasi oldugunu gozeterek mi konusuyorsun ya da ayni anayasada cumhurbaskanini bu davada yargilayamayacagin halde ictihadi mefhumla helvadan yaptigi putu taptiktan sonra yiyen bedevi mantigiyla hareket eden yargi surecinin nesini savunuyorsun?Delikanli gibi cikin deyinki, hukuk demokrasi vs tanimiyoruz ve kendi yasalarimiza aykiri da olsa kendi ideolojimiz adina saldiriyoruz.Godoslar gibi carpisarak mi kurtaracaksiniz bu ulkeyi, hukuku siyasetin dibine kadar sokup siyasilere hukukun oyuncak edinme hakkini vererek mi?kuresel sermayenin dunyada calkalandigi bir donemde iktidar partisini kapatip ulkede kriz cikartarak mi?, dusmaninizin alternatifini yaratma adina bir adim bile atamadan, madem batiyoruz herkes batsin mantigiyla mi bu ulkeyi savunacaksiniz.Allah bu milleti aptallardan degil, kendini zeki sanan mallardan korusun…Bu koylu kurnazligiyla mumunuz yatsiya kadar yanar…
Yasalara aykırı olan ne var şunu bir söylesene önce demokrasi, hukuk adına zırvalamadan önce.Götü dara gelince cunta anayasası işlerine gelince tc anayasası!12 Eylül darbesinden iki yıl sonra 7 Kasım 1982′de yapılan halkoylamasına, 18 milyon 885 bin 488 seçmen katıldı. 17 milyon 215 bin 559 seçmen “Evet” (yüzde 91.37), 1 milyon 626 bin 431 seçmen de “Hayır” (yüzde 8.63) oyu kullandı.faşist diktatör dediğiniz adam ve cunta anayasası %91 le halk tarafından onaylanmış, hem de şimdiki iktidarın aldığı oyun iki katı oranla.evet, n’oldu?darbeyi desteklemeyen o kadar insan anayasaya (hem de kenan evrenin cumhurbaşkanlığına) neden o kadar evet dedi acaba sayın bezirgan ser-hus. yoksa sadece pusula olarak evet mi koyulmuştu seçim sandıklarına? alsana demokrasi!
köşe yazıları iyi olmuş.hatta hafif.org’un fon rengi üzerinde daha bi güzel okunuyor. renkler ve fontlar iyi seçim.@nebilimbahsettiğin oylama neden açıktan yapıldı acaba, hiç düşündün mü ??
yunuss: oylama dediğin 1982 halkoylaması ise açıktan yapılmadı kapalı zarfla, aynı şimdiki gibi. evet beyaz renkli hayır ise mavi renkli idi. sen sallamadan evvel azıcık öğrenmeyi hiç düşündün mü?
@nebilimseni hiç bu kadar sinirli görmemiştim.82 halk oylaması yapılırken bizim ilçenin belediye başkanı kıdemli albaydı. sizinkide en azından binbaşıdır veya yüzbaşı. sana başka bir şey demek istemiyorum.Senin için ne kadar önemli bilmem ama sevgi ve saygımı kaybediyorsun…
1982 Anayasasının “kabul”ü sırasında muhtemelen daha dünyaya ilk adımlarını dahi atmamış gençlerin boşa sallamaları hoş ve makul değil…Ayrıca memlekette yargının içine edilmiştir.Beyaz-Gri Türkler ve Siyah Türklerin kavgası devam edecek. AKP ister kapansın, ister kapanmasın… Bir sonraki hamlede görüşmek üzere…[Ayrıca: Ben burada köşe yazılarını toparlamaya çalıştım. İsteyen okur, isteyen gider başka bir sayfaya bakar. Ben istifade etmek isteyenler için topladım.]
ufacık tefecik içi dolu turşucuk bi yorumun içine bu kadar yalan yanlış hakaret sığdırmakta bir kabiliyettir yane.
falla ben öle bi yetki virmedim hiçkimseye ve kuruma. kendileri önce 27 mayısta atatürk ün yaptığı anayasayı devirip kendikendilerine kapitülasyonlar koydular, sonrada 12 eylülde bunu “hakimiyet bila kaydüşart milletindir, birazcıkta kurumlarındır” şeklinde anayasalaştırdılar. kendileri çalıp kendileri oynuyo yane!
iyide atatürk cumhuriyeti bize emanet etti, istediğimizi eleştiririz, sorgularız, kime ne! eleştirme, sorgulama ile cahil cühela olunuyosa eyvallah, beni ilk sıraya yazın.
insan sallarda biraz dengeli sallar yaw, manda yuva yapmış söğüt dalınada bizimmi habarımız yok?
bu yazıyıda aysunum kayacımmı yazdı, ıssız acunmu kaldı, ne oldu? demin türk milleti idi, şimdi oldu aptal topluluk! koktu bu ayaklar, yeni bişiler sölemek lazım.
ne yani, bu işlerle uğraşanlar götlerinimi yırtıyolar, demokrasi ve crom adına, bu cümlenin anafikri accuk ayıp gibi geldi kendimşahsıma.
masonikdevşirmeler öle bişi söledikleri anda derdest edileceklerini bilirler, konjontürde elvermiyo bunların yapmak istediklerine, böle yarım yamalak yuvarlamaya devam.
beyaz-gri taraf havlu atacak gibi, heybetli gibi duruyolar ama kof bunlar yaw!
Artık çok aptal hareket ediyor bizim elitler ya. Herşeyi belli ediyorlar. Hiç yakışıtıramadım.Ancak elden birşey gelmiyor.Malum “gebermenin verdiği anırtılar”…
elit melit diiller yaw, kendi kendilerine elit diyince oldu zannediyolar, pabucumun elitleri! gördük işte bedriyi, fazılı, emreyi. hepisini toplasan bi orhan baba etmezler. vaktisaatinde musluğun başına oturdular deyu hep öyle kalacaklarını zannediyolar emme zaman değişiyor, bu kafayla zati çok gitmez duvara toslarlar.
bence bunu söyleyen notere gidip tescil ettirsin, çok komik yaw!
?Bu soru işareti de…Oguzkagan35-Elit nedir bir, pabucun ile aynı cümlede ne arıyor iki!
muz beyinli olmayalım! olanları uyaralım, elitlerle eltileri ayıralım….
Bak en azindan referandumu kabul edenler var, sivil anayasa da referanduma gitsin, 301 de ,parti kapatma kanunlari da, en azindan bunda oyun bozanlik edemiyorlar.Anayasa mahkemesine Sezer`in atadigi militanlarin alti yili kaldi, bundan sonra da cumhurbaskanini halk sececegine gore…az kaldi kurtulduk bu i.nelerden.82 de oldugu gibi halk oylamasina raziyim ben, yeterki oyun bozanlik edilmesin.Madem herkes dotune guveniyor, halka soralim kimin mali en guzelmis…
boş işler…
gogıl hocaya sordum 10milyon sonuç verdi. benim laf attıklarımı tarif emek istersek: kendini devletin ve rejimin sahibi zannedenler, çok uzun süre ekonominin köşe başlarını tuttuklarından dolayı kendilerini herşeyin sahibi vehmedenler, çılgın neoittihatçı ergenekoncular, türkbaas partipatırtısı kurmak özlemiyle yanıp tutuşan hz. marx ın müritleri, devletin ve milletin kaderine hükmetmek isteyen bir avuç çılgın kendiniseçkinzannedenakılhastası, darbe hukukunun devreye girmesinden dolayı göbek atacak kadar akıltutulmasına uğramış kendinedemokratibibikler, devletin ve milletin zarara uğraması umrunda olmayıp “benden sonrası tufan” diyecek kadar gözü dönmüş masonikdevşirmeler, memleketin yönetimini ve iktidar gücünü bir medya patronuna ihale etmek için olmadık maymunluklar yapan teröristmedyaçetesi, daha sayarımda gerek yok.kendini bir halt zannedenlerin demokrasi anlayışlarını öğrenmek için bakınız eski bir merkez bankası başkanının yazdıkları: “Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa ‘silahlı kuvvetler’i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır. / Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, ‘kral’ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. “herkesin demokrasi tanımı kendine, öle düşünmesinde bi mahzur yok elbet. zararlı olan bunu ittihatçılar gibi ölüm kalım porblematikası haline getirip, masonikmossadik istihbaratçıların oyuncağı olup histerik çığlıklar atmak. kendinibirhaltzanneden çılgınelitler korkudan altına ediyor diye bir devlet daha kaybetmek istemiyoruz.
aslında bedricim bi organizasyon yapıcaktı çamur güreşi için, ahhh deborahhh ahhh ilen ben bizzat sanatsal etkinlik yapıcaktık. ama olmadı, bende kendinielitzannedentımarhanelikleri çamura yatırıcaama pabucuma yatırayım didim, çok diil hastaneye yatıncaya kadar!
“Bir devlet daha kaybetmek istemiyoruz” öyle mi?İyi de isteyen kim?Elite forces mı?Bu kelime de türkçe göremeden neyi kazandığımızı ve geri kaybetmek korkusu yaşandığını ayırt etmeden neyi koruyacaksın?
Şimdi sanıyormusun Başbakan durdu durdu türbandı yok üç çocuktu kumkumalığını yaptı… Kim veriyor gazı sence? İçeri-dışarı bir yalnızlık mı yüzlerinden okunan?İfade kaymasının, sonraları neye dönüştüğü…Bir de kimseyi aptal yerine koyup yok dama yok pabuca sığdıramaz isen, sanat anlayışın farklı olduğu için sana ne demeli? 3
“Mevzu bahis vatansa.. ekonomi teferruattır.”Çamurun eliti, k.çımın eliti, iktisat ve sosyal bilimlerden bîhaber, afrodit banu alkanvari kendini elit addetmiş ayaktakımı eliti, bu ebleh cümleleri hiç bir kepazelik ve tenakuz yokmuş gibi terennüm ediyorsa, salak saçma dış güçler aramanın alemi yok. Bu millet yıllarca dıştan onu yok etmeye yemin etmiş güruhların varlığı ile oyalandı. Sokakta gezinen aptal kedinin, etraftaki her hareketi onu canına kastetmeyi amaçladığını zannettiği gibi.Boş lakırdı ediyosun boyuna.Boşuna yazmamışsın kop sen “boş işler…” yorumunu.Hariçten gazel okuyup kendini elitlerin mudafii kabul eden medya ve ekonomi gruplarının kasalarını doldurmaya devam edin bakiyim sen ve senin gibi ahmak takımı olarak.Kendi çıkarı için hükümet yıkan, yıkamadığı dönemlerde ise ekonomiyi perişan etmeye çalışıp onu zor durumda bırakmakta beis görmeyen aşağılık, çıkar grupları olduğu sürece ve de kime hizmet ettiğini bilmeden cahilce, bu adi baron ve patronlara ayak işçiliği yapan cuhela laikçi topluluğu olduğu sürece, dış güç dediklerin bu ülke ile uğraşmaya lüzum bile görmez. Bu ahmaklar yeterlidir zaten.Elitmiş.. kıçımın cahil elitleri..
Muz cumhuriyeti olmayalım, kızları kapamayalım, beyinleri kapamayalım, Atatürk resimlerini kapamayalım. Eee ne kapanıyormuş? ABD , siyonist ve masonların hedefi BOP projesinin eş başkanının partisini mi? Muz cumhuriyeti saydığım andaval örgüt ve ülkeye teba olanlardır…
böyle bi haltı açıktan isteyemeyip buna sebeb olabilecek “benden sonrası tufan” diyen masonikdevşirmeler, kandırılmış toy neojöntürkler, RusTuran manyaa emekli zevat, koltuk hırsıyla yanan demirbaş siyasetçiler. ittihatçılarda aynı haltları yemişlerdi, abdülhamit düşmanlığı dna larına kadar girmişti. hal ettilerde ne oldu, iyi halt ettiler. aynı kronolojiyi bugüne uygulayalım:- erdoğan düşmanlığından yanıp tükenenler muratlarına nail olur, iktidardan bir şekilde indirirler, devleti kaosun kucaana atarlar.- masonikdevşirmeler sayesinde devleti amrikanyanın yanına itip irana savaş açarlar.- savaşın şişede durduğu gibi olmadığı görülür, ufak bi toprak parçası kaybıyla iş telafi edilmeye çalışılır.- kafayı kafatasçılıkla bozmuş ergenekoncular bi heyecanla kürtlere, ermenilere uygulanan şeyin aynısını uygulamaya çalışırlar, kuzey ıraka sürülmeye çalışılan kürtlerin çoğu yollarda hastalıktan dolayı telef olur!- bu sefer küresel durum farklı olduğu için şerefsiz küreseller duruma müdahale eder ve nurtopu gibi bir istiklal harbimiz daha olur.
bu aptalcahilsalakların böle olaylara yol açmadan engellenmesi, tarihin kafalarına sürekli vurulması lazım. böle böle korucaz elimizdekini, iş silaha düşerse çok geç kaldık demektir. 2. istiklal harbi gazileri derneğine üye olmakta güzeldir lakin bölede iyiyim!
cesur yeni dünyanın 3. dalga sanatçısı demeli.
günün özetini gene antropologumuz çıkarmış, iyide yapmış. kıçımın kenarı dingiller.
erbakan kadar yalamalık yapmadılar allah için, şimdilik parti yerine, akp içindeki rafah partisi artıkları denyolarla uğraşmak daha mantıklı, ülkenin daha fazla gerilmemesi açısından bu gerekli.belkide birilerinin yaptığı sadece bir gözdağıdır “akıllı olun” diye, diye emin değilim. testi zaten cumhurbaşkanlığı seçiminde kırılmıştı, türban surunuda üzerine tüy dikti. tanrı bu millete akıl fikir versin.
NeBIMMİLSIN nesin..! Biz değil sen götünü yırt. Yeri gelince oy vermezsin olur biter. Götünü yırtan kim? Ağza alınmaycak lafları ancak siz bilirsiniz zaten..! Hani nerde? O herşeye ahkam kesenler. Site web2.0 formatına uydu diye mi? Amerika dostu diyenlere ne oldu?Bugüne kadar sessiz kalıyordum ama. YETER. Yazıklar olsun bu ülkeye. İki kızım hakkında ne yapacağımı düşünüyorsunuz? Biz türklerden korumak için ülke dışına çıkmalarını sağlamak için her şeyi. NEDEN?Siz oy verdiniz..! Ama bir daha ki seçimde vermezsiniz olur biter. Ama yaptığınız ülkenin içine s..mak af edersiniz. Çün kü sizler yemek yediği kaba s..maya alışmışsınız. Gördünüz İzmir davasında yediği kaba s..anları.Sizi artık türklüğünüzden türkiyedeki yahudilerin size yol gösterip çanağınıza s..çmanıza alıştırdırlar. Ama çıkarınızdan dolayı yanınızda değilim. Ne bu doların hali?VERMEYİN BİR DAHA Kİ seçimde bunlara oy.. Ama şimdi sesinizi çıkartmayın ve Amerikanlara asıl destek siz olmayın.
Benden sonra tufan!Ortada şaşılası bir durum yok, her şey kitabına uygun cereyan ediyor. Nasıl planlanmış, nasıl öngörülmüşse aynen öyle gelişiyor olaylar; elifi elifine hem de…Beklenen şuydu: “Kapatma davası açılması, üstüne bir de ekonomik kriz, Türkiye hem ekonomik hem siyasi olarak biraz karışırsa umut doğabilir…” Sonrasında da “Ağzından yel alsın” dememiz gereken ihtimal…Olan-bitene bakınca, ben, “Her şey kitabına uygun cereyan ediyor” demeyeyim de, ne diyeyim?Bu işleri başımıza açanın kim olduğunu projenin müelliflerinden biri olan ülkemizin en önemli yazarı dün açıkladı işte: Başbakan Tayyip Erdoğan… Akıl da vererek: Anayasa Mahkemesi yine de kapatma kararı almayabilirmiş… Mahkeme üyelerinin bugünden belirlenmiş kesin kararları olduğuna inanmıyormuş… Davanın görüşülmesi sırasında sergilenecek davranışlar davanın sonucunu etkileyebilirmiş…Özetle “Bundan böyle uslu çocuk olursan partin kapatılmayabilir” öğüdü bu.Önümüzdeki süreçte ekonomide nelerle karşılaşabileceğimiz de vaktiyle Merkez Bankası başkanlığı da yapmış aynı medya grubundan bir yazarın sütununda açıkça yazılmıştı dün: “Ülkemizde, krizin yansımaları kısa dönem içinde kendisini gösterecek: Döviz fiyatları artacak. Faiz düşüşleri duracak. Hatta faizlerde yükselme bile yaşanabilir. Dış borç bulunması zorlaşacak veya borç faizleri yükselecek. Özellikle, küçük bankaların dış borçlarını yenilemeleri zorlaşacak. Yabancı doğrudan yatırımlar durma noktasına gelecek. Özelleştirme gelirleri azalacak veya duracak. Şirketlerin borç ödeme kapasitesi düşecek. TMSF gibi kurumlar borçlarını tahsilde zorlanacak. Bankaların, geri dönmeyen kredileri artacak.””Hadi canım sen de” demeden hepinizin bu senaryoyu ciddiye almasını tavsiye ederim. Başlarda hiç ciddiye almadığınız için her yeni gelişmeyle şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleniyorsunuz çünkü… Bu ikili, yani ülkemizin en önemli yazarı ile Merkez Bankası başkanlığı da yapmış yazar, aylar önce, başımıza gelecekleri açıkça yazmışlar, Başbakan Erdoğan’a daha o zaman “Uslu çocuk ol, yoksa!” uyarısında bulunmuşlardı.Önemli yazar, “Cumhur kelimesini ilâhî bir kavram haline getirirseniz Türkiye’yi içinden çıkamayacağı büyük bir kavgaya sokarsınız” cümlesinin hemen üstünde şunu yazmıştı: “Bakın bu, çok ama çok tehlikeli bir gelişmeyi başlatır.” (7 Temmuz 2007).Başlayan onun sözünü ettiği süreç işte. Oysa söz dinleyip ‘cumhur’ (yani halk) ile meşgul olacağına ‘uslu çocuk’ olabilseydi Başbakan Erdoğan tıpkı kendinden önceki başbakanlar gibi, başına bunlar gelmeyebilirdi.’Uslu çocuk’ olmak ne demek, Merkez Bankası başkanlığı da yapmış yazardan öğrenmiştik aynı günlerde (9 Temmuz 2007):”Bütün dünyada ülkeler elit bir sınıf tarafından yönetilir. Bu sınıf, bürokratlar, medya sahipleri ve çalışanları, yargı organları üyeleri, üniversite mensupları, sanatkârlar ve bunları finanse edenler ile ülkenin zenginleri tarafından oluşturulur. Gelişmekte olan ülkelerde, bu sınıfa ‘silahlı kuvvetler’i de eklemek gerekir. Zaten, anayasalar da bu esasa göre hazırlanmıştır. / Ülkelerin yönetim biçimi ister demokrasi ister krallık olsun, bu güçler her zaman sahnededir. Aslında, demokrasi denilen şey, ‘kral’ın belli bir süre için seçilmesi ve zamanı gelince değişim olanağının korunmasıdır. “Demokrasi bu; peki ya siyasetçiler, onlar ne için var? Cevabı aynı yazıdan alalım: “Siyaset adamları genel olarak yönetici sınıfın temsilcileridirler. Halka söylenmesi gerekeni söyler, ama denileni yaparlar. Bu yüzden, halk, haklı olarak, çoğu zaman siyasetçilerin söylediklerine inanmaz. Yine bu yüzden, siyasetçiler ‘iş yapacak’ değil, ‘denileni yapacak’ kişiler arasından seçilirler. // Tayyip Bey’i, Deniz Bey’i ve Devlet Bey’i kafanızda yan yana oturtun. Kimi ‘başbakan’ görmek isterseniz ona oy verin. Artık, hiçbirinin hâkim sınıfları karşısına almaya çalışacağını sanmıyorum.“Bu iki yazar, herhalde ‘medya sahibi’ yakınlarının da bilgisi dâhilinde yaptıkları bu uyarılarla tutulması gereken yolu belirtmişler aslında. Hatta Merkez Bankası kökenli yazar şunu bile yazmış: “Kamusal alanlarda ‘simge haline gelmiş bulunan başörtüsü’ yasağını kaldırmaya kimsenin gücü yetmez.”‘Kâhin’ denecek kadar uzak görüşlü yazarlara buradan bir kez daha şapka çıkarıyorum. Merkez Banka’lının yazısında Anayasa Mahkemesi’nin bile adı geçiyor.Ne güzel değil mi?Ben her iki yazının taşıdığı anlamı hemen keşfetmiş, ilk okuyuşumda duyduğum hisleri “Bırakalım, ülkeyi Aydın Doğan yönetsin” başlıklı bir yazıya dökmüştüm.Başına buyruk bir başbakanımız var, ne yapalım, beni de dinlemedi.Taha Kıvanç / YenişafakTayyip, Taha Kıvanç’ın yazdığı kadar sütten çıkmış ak kaşık değil ama devleti elinde tutan belirli zümreleri ve bu zümrelerin mantığını göstermesi açısından önemli bir yazı.
Hadi Uluengin / HürriyetStatüko hukukuHUKUK tartışılamazmış! Yargı eleştirilemezmiş! Adalet yorumlanamazmış!Ne demek bu? Kim ne hakla ve hangi cüretle böyle bir fetva buyuruyor?Danıştay Başsavcısı’dır diye, onun idamlara düzdüğü methiyeye alkış mı tutmalıyım?Veya, masûm mahkûm etmiş Dreyfus Davası’ndaki “adalet”i mi kabulenmeliyim?Yoksa, emekli elçi gibi Nazi “hukukçu” (!) Carl Schmitt’en mi örnek vermeliyim?Ve tabii daha yoksa, öteki Başsavcı’nın AKP’yi kapatmak için gazete kupürlerinden yazdığı “iddianame”yi (!) mi “dokunulmaz” addetmeliyim?Hayır, hukuk da, yargı da, yasa da tartışılır ve eleştirilir ki, daima da öyle olacaktır!* * *EN önce, yukarıdaki tabu tutum “Şeriatın kestiği parmak açımaz” deyimindeki kulluğun sekülerleştirilmiş biçimidir. “Laikçi” zevát dogmayı “lá-dini” kıldığını sanıyor.Ama aynı zihniyeti kullanıyor. Zaten de ürettiği “kutsal”ın kıymet-i harbiyesi sıfırdır.Çünkü, hukuk daha insani varoluştan itibaren tartışılmıştır. Asla durağan olmamıştır.Zira, büyük “H”la Hukuk nedir ki? “Sosyal ilişkileri” düzenleyen kurallar bütünür.Oysa toplumlar, dolayısıyla da maddi ve manevi olarak o sosyal ilişkiler hep dönüşür.Nitekim, taş devri kabilelerinde avı zıpkınlayan mağara adamının en iyi et parçasına sahip olması ve gerisini de sırf kendi klanına dağıtması ilk “yasal hukuk” çerçevesine girer.Ama ok ve yayın icádıyla avlanma yöntemi maddeten ve dayanışma ruhu manen geliştiğinde, eski hukuk da değişmiştir. Ava çıkamayan yaşlı ve sakatlara da et dağıtılmıştır.Üretim hacminin ve toplum ahlákının dönüşümü yeni bir hukuk yaratmıştır.* * *AMA kuşkusuz, bileği kuvvetli olduğu; oku nişanı bulduğu; eti ayağına geldiği ölçüde paylaşımı reddedenler eski ayrıcalığı savunacaklardır ki, buna “statüko hukuk”u diyoruz.Onlar hep mevcut yasaya dayanacaklardı ve káh “Şeriat’ın kestiği parmak acımaz”; káh da “yargının dokunulmazlığı tartışılmaz” diyerek, yenisinin önüne duvar öreceklerdir.Dolayısıyla, yeni sosyal yapıya uygun olan ikincinin yerleşebilmesi ancak ve ancak, bir önceki “statüko hukuk”una karşı yürütülecek bir mücadeleyle mümkündür.Eh, tartışmadan, eleştiriden ve çelişkiden muaf bir mücadele olamaz. Düşünülemez.Eğer toplumsal dinamikler “adli muhafazakarlık”ı sarsmaz ve tabu sorgulayarak onu da kendi düzeyine çıkmaya zorlamazsa, hiçbir hukuk kendi kendini yenilemez. Yenileyemez.Zaten, Hammurabi’den Mısır’a ve Roma’dan AB Anayasası’na, o toplumsal dinamikleri çoğu kez arkadan izlemiş olan her hukuk, bir “statüko – dönüşüm” mücadelesinin sentezidir.* * *AMA tabii tüm bunlar, mevcut yasaları “takmamak” (!) anlamına gelmiyor. Asla!Aksi takdirde, taş devrinin bile ilk dönemine götürecek Somali türü bir kaosa gidilir.Dolayısıyla, hiç şüphesiz ki her birey, yurttaş ve kurum, bir yenisi oluşana dek, hálen geçerli olan hukuk sistemine ve onun yargı ve yasalarına riayet etmekle yükümlüdür, nokta.* * *ANCAK, ilke böyledir diye kimse “hukuki tartışmaları”ı yasaklayamaz.Yani, haksız yere kesilen parmağımın acısını bağırmam “tabu”yla engellenemez.Danıştay Başavcısı’nın idam övgüsüne “vicdaaan” diye haykırmam da önlenemez.Yargıtay Başsavcısı’dır diye de, gazete kupürü “iddianame”yle AKP’yi kapatmaya çalışmasını; bunu káale alan Anayasa Mahkemesi’nin ise aynı Anayasa’da dokunulmazlıkla donatılmış Cumhurbaşkanı dahil “dava”yı kabullenmesini benim eleştirmemem beklenemez.Toplumsal dinamiklere uzak bir “statüko hukuku”yla uzlaşmam ise hiç beklenemez.Ama yasal yurttaşım ve tabii ki ben de, o dinamiklerin er veya geç üreteceği yeni “dönüşüm hukuk”una dek beklemekle yükümlüyüm.
Cengiz Çandar / ReferansYa “yargı-hukuk darbesi”; Ya “daha fazla demokrasi”…Kim ne derse desin, AKP’yi kapatma davâsı süreci, içeride dışarıda “yargı darbesi” ya da “hukuk darbesi” damgasını yedi. Türk siyasi tarihi ve demokrasi tarihimize bu sıfat ile kayda geçti. “Siyasileşmiş yargı”nın siyaset alanına, siyaseti doğal mecrasından çıkartacak, Avrupa normlarıyla, demokrasi ölçüleriyle kabul edilemeyecek, Türkiye’yi siyasi istikrarsızlığa sürüklemesi ve ekonomi üzerinde tahribat yapması kaçınılmaz bir “müdahale”si gerçekleşti.Bu, Türkiye’deki demokratların “teşhis”i olmanın ötesinde. Bu konuda, içte-dışta bir “konsansüs” mevcut. Fransa’nın saygın Le Monde gazetesi, dün, AKP’yi yasaklamanın “gerçek bir hukuk darbesi” olacağından söz etti. Amerikan Newsweek dergisi son sayısında “Call it a Coup” (Buna Darbe Deyin) başlıklı bir makale yayınladı.Elimde, bir başka ve önemli bir Amerikan dergisinde yayınlanmak üzere Washington’un en etkili Türkiye uzmanlarından biri tarafından kaleme alınmış olan bir makale var. Makale, “A Changed Relationship” (Değişmiş bir İlişki) başlığını taşıyor ve yeni seçilecek Amerikan Başkanı’nın masasının üzerinde nasıl bir Türk-Amerikan ilişkileri bulacağını inceliyor.Söz konusu makalenin şu paragrafını izleyelim:“Son olarak, Türkiye’nin keskin bir iç politika gelişmesine ilişkin önemli bir son gelişme re Amerikan-Türk ilişkilerine ciddi olarak zarar verebilir ve Türkiye’nin AB’ye katılım çabalarını baltalayabilir. Türk Anayasa Mahkemesi, bazı Türklere göre bir hukuk darbesi olarak görülen, Türk anayasasındaki laiklik ilkesini ihlal ettiği gerekçesiyle büyük popülariteye sahip AKP’yi ve onun yönetici şahsiyetlerini siyasetten yasaklamayı amaçlayan bir girişimi görüşmeyi kabul etti. Bu girişim, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarını sarsıyor. Bu sürecin ne kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı belirsiz.”AB’nin ötesinde, Türkiye’nin tüm Batı dünyasıyla ilişkilerini sıkıntıya sokacağı aşikâr bir siyasi süreç içindeyiz. Ne paradoks ama, laikliği sorgulanamayacak olan Batı, laiklik gerekçesiyle Türkiye’de iktidar partisinin kapatılması girişimine karşı tavır alıyor. Bu bile, konunun “laikliğin korunması” ya da “şeriat devletine gidişin önlenmesi”yle ilgisinin olmadığının en çarpıcı kanıtı.AB’nin kurumları ve şahsiyetlerinin tutumu baştan beri belli. AB içinde Türkiye’yi kollayan başlıca kurum Avrupa Komisyonu, başlıca şahsiyet ise Komisyon’un Genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn. Olli Rehn, kapatma davasında “haklı bir durum” görmediğini ve Anayasa’nın parti kapatmayı zorlaştıracak biçimde değiştirilmesinden yana olduğunu açıkça ve birden fazla kez ifade etti.Olli Rehn, bunun içeriğini de gösterdi. Avrupa demokrasilerinde “parti kapatma kriterleri”ni düzenleyen Venedik Komisyonu’nun 2000 yılında aldığı karar. Bu karar, Avrupa demokrasilerinde parti kapatma ölçütü olarak, kapatılmak istenen partinin “şiddeti savunması”nı öngörüyor.Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin en ateşli savunucusu, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, olan-bitenin bir “yargı darbesi” olduğunu başından beri söylüyor.Gelişmeyi Türkiye’nin “iç hukuk prosedürü” olarak göremeyeceğimiz bir durumla yüz yüzeyiz. Türkiye’nin uluslararası konumuna, dış politikasına etki eden bir adım atıldı. Bu yüzden, “iç dinamik” kadar ve ondan daha önemli ölçüde “dış dinamik”e gözlerimizi çevirmek zorundayız.“Bekleyelim, bakalım Anayasa Mahkemesi ne karar verecek” öğüdü anlamsız. Anayasa Mahkemesi’nin ne karar vereceği belli olduğundan ötürü değil. Konunun, “hukuk” ile değil “siyaset” ile ilişkisi bulunmasından ötürü.“Darbe eylemi”, aracı ne olursa olsun, “siyasi” bir eylemdir ve siyasi olarak ele alınmak zorundadır.*** *** ***Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bu son “darbe”, ne 27 Mayıs (1960) ve 12 Eylül (1980) sabahı marşlarla uyandırıldığımız ve iktidar değiştiren doğrudan “askeri darbe”, ne 12 Mart’ta (1980) olduğu gibi “muhtıra yolu”yla iktidar değiştirten bir dolaylı “askeri müdahale.” Bu, daha ziyade 28 Şubat’ı (1997) daha fazla andıran türden “sürece yayılmış” ve “araç” olarak “yüksek yargı mekanizması”nın işletildiği bir “özgün” ya da sui generis bir darbe.Buna, “siyaset” yoluyla ve “meşru mekanizmalar”la –örneğin Parlamento ve halk oyu- karşılık vermek mümkün. Bu “darbe”nin “panzehiri”nin ne olduğu üzerinden AB’den başlayarak içerdeki demokratik güçlere karşı herkesin ittifak ettiği zemin, “daha fazla demokrasi.”Söz konusu darbe, Türkiye’de şimdiden ve zaten önemli bir tahribata yol açtı. Bundan sonrası, bu tahribatı “asgarî” ölçülerde tutabilmek ve benzer girişimlere kapıyı kapatacak şekilde “demokratik yapı”yı sağlamlaştırmak. Böyle bir gelişme, Türkiye’nin çoktandır AKP iktidarı –bizzat Başbakan- tarafından savsaklanan “AB rotası”nı canlandıracak ve “AB ufukları”nı karartan bulutların dağıtılmasına yardımcı olacaktır.Geldiğimiz noktada, sayıları hiçte az olmayan AB’deki Türkiye karşıtları âdeta zil takıp oynuyor. “Hukukun üstünlüğü”nün bizzat hukuk uygulayıcısı organlarla yıpratılabildiği bu kadar “kırılgan” bir demokratik yapıdaki bir ülkenin AB’de yeri olamayacağı savı güçleniyor. AB’de yine sayıları ve etkileri azımsanmayacak ölçüde bulunan “Türkiye yandaşları” zayıflıyor, silahsızlandırılıyor.İlkini püskürtmek, ikincisinin elini güçlendirmek, “daha fazla”, “daha da fazla demokrasi” ile mümkün olabilir.Vakit geçirmeden yapılmaya başlanması gereken, “yeni ve demokratik anayasa yapımı”na girişilmesi ve öncelikle bir “askeri darbe ürünü” olan 1982 Anayasası’nın parti kapatmalara cevaz veren anti-demokratik hükümleriyle, 12 Eylül hukukunun yan ürünü olan Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu ve TBMM İç Tüzüğü’nün değiştirilmesine girişilmesidir.Böyle bir atılım, içeride “darbe karşıtı cephe”yi genişleteceği, canlandıracağı ve güçlendireceği gibi, “dış dinamikler”in de desteğini arkasına güçlü biçimde alacaktır.Konu, “AKP-laiklik ekseni” dışına taşırılmak, “Türkiye-demokrasi ekseni”ne oturtulmak zorundadır.*** *** ***Son günlerde çokça telaffuz edilerek bir slogan haline dönüşen bir cümle var: “Sorumluluk Başbakan’a düşüyor.” Bu slogana farklı anlamlar yükleniyor. Kimisine göre, Başbakan “geri adım atmalı” ve karşıtları ile “uzlaşma”lı. Burada açıkça telaffuz edilmeyen “darbeci ve ülkeyi kaosa sürükleme tasarımları yapan çeteler”le ilgili soruşturmanın durdurulması ise, bu bir “teslimiyet çağrısı”dır.Bizce de, “Sorumluluk Başbakan’da.” Bizim kastettiğimiz, Başbakan’ın 22 Temmuz sonrası girdiği yanlış yoldan geri dönmesi, hatalarından ders alması ve o günden beri yaptığı yanlışları tekrarlamamasıdır.Başbakan ve hükümeti, Türkiye’nin demokratikleşme doğrultusundan uzunca bir süredir yan çizmişti. Şimdi oraya geri dönmek zorunda. “Türkiye kazanacaksa, biz kaybedelim” diyor ya…Demokrasi kazanırsa, Türkiye kazanır. Belki o zaman kendisi de kaybetmez…
Ahmet Taşgetiren / BugünYargı yargılanacak!Evet, görünüşte, yargı makamında Anayasa Mahkemesi üyeleri ve Cumhuriyet Başsavcısı, sanık sandalyesinde de Ak Parti oturuyor olacak ama, bundan böyle Türkiye’de görünmeyen bir yargı sürecinin işleyeceği de kesin. O, yargının yargılandığı millet vicdanıdır.İsterseniz, yarından itibaren medyamız, o güncel kamuoyu nabzını ölçen anketlerine başlasın. Ak Parti davasının görüldüğü süre boyunca, görüntülü – yazılı bütün medya başlarda şu soruyu sorsun:Ak Parti’ye kapatma davası açılmasını doğru buluyor musunuz? -Ak Parti’nin adil yargılanacağına inanıyor musunuz? Sonra, yargı kararı çıksın. Kapanma kararı ya da kapanma isteğine red durumunda şu sorular sorulsun: -Ak Parti hakkında verilen kapatılma kararını onaylıyor musunuz? -Ak Parti hakkında verilen kapatılmanın reddi kararını onaylıyor musunuz?Soralım bu soruları. Bu soruların net cevabının bile şimdiden tahmin edilebileceğini düşünüyorum. Çünkü bu süreç başladığından beri millet vicdanı kanıyor. İnsanlar Yassıada mahkemelerinin “Sizi buraya getirenler böyle istiyorlar” iklimine gidip geliyorlar. Yargının araçsallaştırıldığı – siyasi operasyon için kullanıldığı kanaati o kadar derin bir toplum yönelişi ki… Ak Parti’nin bir biçimde tasfiye edilmesini isteyenlerin son raddede umut bağladığı ve heyecanla arkasında duruyor göründüğü bir yargı manzarası hakim şu anda ortama…Mesela, kamuoyunun, aynı anda ortaya çıkan “oy birliği ile kabul” kararından çok, 7-4 denklemine odaklanması Anayasa Mahkemesi bünyesinde oluşan üye denklemine yönelik kuşkuyu ifade etmiyor mu? Kesin olan bir şey var ki bu süreçte….Yargı yargılanacak! Yargı tartışılacak! Bu kaçınılmaz. Bunun, tıpkı askeri darbelerin askere bedel ödetmesi gibi, Yargıya bir bedel ödeteceği kesin. Bunun, Yargı’ya, bir siyasi kampın, rakipleri tasfiye için devreye soktuğu operasyon aracı imajı yükleyeceği kesin. Dünyadan bakıldığında da olay, “siyasi kavgaların mahkemelere taşınması niteliğinde ibretlik bir vaka” gibi okunuyor. (bkz. Joost Lagendijk’in Taraf’tan Yasemin Çongar’a verdiği mülakat) Peki bu durum kimi kaygılandıracak? Yüksek yargı mensuplarının, bu durumdan kaygı duymaları gerekiyor mu? Kaygı ve saygı…Önümüzdeki süreçte en çok kullanılacak iki kelime bunlar olacak. “Yargı kararına saygı duymalı!” Bu ifade bile, artık bir operasyonel anlam taşıyor. Sanki saygı duyulmayacağı kesin bir karar çıkacak ve birileri, bu karara yönelik kaçınılmaz tepkilerin önünü kesmek için “Yargıya saygı” kuralını istismar etmek istiyor. Şu anda “Yargıya saygı” söyleminin en çok, Ak Parti gibi zorlu bir rakipten ya da “düşman”dan kurtulmak isteyen çevrelerin dilinde dönüp dolaşması anlamsız olmasa gerek. Görünen o ki, Ak Parti ile ilgili kapatma davasında “Yargı” saygıdan çok kaygılara konu olacak. Yargı’nın bir ülkenin ve devletin en saygın kurumu olması hayati önem taşıyor. Yargı kararı deyince yürekler durulmalı.Ama Türkiye’de siyasi operasyonlara konu olan Yargı uygulaması, bu saygınlığı yaralıyor. Belki, Yargı’yı böyle bir tartışmalı konumdan kurtarmak için de Meclis’in ve hükümetin harekete geçmesi akla gelebilir. Çünkü Meclis, sistemin koordinatlarını belirleyen yasama organı, hükümet de toplumla devletin buluştuğu yürütme erkinin temsilcisidir. Ama şu anda Türkiye’deki vakıa, Yargı’nın yasama ile de yürütme ile de sorunlu bir ilişki içinde bulunmasıdır. Meclis’in yarıdan çoğunu oluşturan partinin kapatılmasını, o partinin kurduğu hükümetin yargılanır hale gelmesini temsil ediyor Yargı…Yani, sizi yargılayanın daha sağlıklı işlemesi için çare aramak gibi bir ironik durum söz konusu… Türkiye, “Bu işin içinden nasıl çıkılır?” sorusunun cevabını ararken, kesin olarak bir “Yargı reformu” gündemi ile buluşacaktır. Er veya geç. Ak Parti davasının, “Yargı” tartışması içinde toplumu, “Yargı reformu” konusunda bilinçlendireceği ve bileyeceği kesin. Ak Parti’nin şu andaki misyonu çok daha hayati hale gelmiştir. Üzülmek, telaşlanmak yerine, “Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesi” gibi bir büyük mücadeleyi, demokrat aydınlarla ve toplumla birlikte yürütmek… Bence günün misyonu bu.
Ali Atıf BirEyvah Şeriat Geliyor!!“Kaosa Kalkan 411 El” biliyorsunuz bir gazetemizin TBMM’den geçen “türban yasası” sonrasında attığı başlıktı.. Bu başlığa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok kızmıştı.. Algılattırılan kaotik ortam sonucunda AK Parti’ye kapatma davası açıldı… AK Parti’ye açılan kapatma davası haberi ise aynı gazetemizin manşetinde “Oy Birliğiyle” başlığıyla yer aldı…Diğer basınımız” ise AK Parti davasından sonra bence büyük bir fırsatı kaçırdı… Biraz “inceci” takılsalardı pekala Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra “Kaosa Kalkan 11 El” başlığını atarlardı. Bilmiyorum Anayasa Başkanı Haşim Kılıç da bu başlığa sinirlenip “öteki medyaya” çatan bir konuşma yapar mıydı? Belki de yapardı… Ancak bu konuya parmak basmamın nedeni Haşim Kılıç’ın böyle bir “yanlı” başlığa kızıp kızmayacağı değil…Türkiye’deki medyanın Türk halkına uzun süredir iletişim giriş kitaplarında yer alan “birinin teröristi, diğerini halk kahramanı” örneğini çok sıkı bir şekilde yaşattığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Bu nedenle de devlet; bürokratlar, askerler, hakimler savcılar medya yansız davranmak, algılarındaki medya etkisini nötralize etmek, okudukları haber ve araştırmaları her çok yönden kontrol ederek değerlendirmeye almak zorundalar. Bilmeliler ki esas tartıştığımız konu çok net: Laikliğin sınırları.. Türkiye’de neye izin verilirse laikliğin zıvanadan çıkacağına karar verilmesi…Dindarlıkla, dincileşmeyi birbirine karıştırırsak bu sınırlar çok farklı çizilir. Çok sayıda masum siyasetçi ve insan cezalandırılır. Bunu uyarıyı sadece “laikçilere, ulusalcılara ” değil % 47 oyla aldıkları için “Benden sonra tufan!” mantığıyla hareket eden AK Partiler için de söylüyorum.Örnek verelim: Diyelim ki geçen hafta Türkiye’de çok saygın bir araştırma şirketi tarafından “geçerli ve güvenilir” bir araştırma yapıldı ve aşağıdaki sonuçlara ulaşıldı:Allah’a inanıyor musunuz: % 80 evet.Cehenneme İnanıyor musun: % 58 evetBaşbakan’ın ateist olsa ne hissedersin % 50 Kızarım ya da üzülürüm.Yeryüzünün varlığını ne açıklar: % 30 Evrim kuramı % 40 Kuran.Homoseksüellik günah mı: % 40 evet.Evlilik dışı ilişki günah mı: % 35 evet. % 28 Hayır ama doğru değil.Bu sonuçlara görünce ne yaparsanız? “Eyvah, şeriat geliyor!” diye düşünürsünüz değil mi? Evet aynen öyle… Ama bu sonuçlar Türkiye’ye ait değil…Bu hafta orijinal The Ekonomist dergisinde yayınlandı… Polimetrix şirketinin Amerika için yaptığı araştırmanın sonuçları… Sadece % 40 sonucunun yanında İncil yazıyor tabii ki… (Araştırma’da İngiltere sonuçları da var. Çok ilginç mutlaka bakın!)Diyeceksiniz ki şimdi hristiyanlık hem dindar hem laik olmayı sağlayan bir din… Bizimkinin olamayacağını kim söyledi? Bal gibi olur da… Gerçek Atatürkçülük bu ortamı garantileyen harç! Siz her “dindarı”, “şeriatçi” saymazsanız ya da “Aman ne güzel Türkiye dindarlaştı, artık arka bahçem olarak kullanabilirim” sevdasından vazgeçerseniz gerisi çorap söküğü gibi gelecek… Bilmem anlatabildim mi? Anlatamadım mı? Tüh…
Engin Ardıç / SabahSıyırırsa ne halt edeceksiniz?Herkes, partinin kapatılacağına kesin gözüyle bakıyor.”Mahkeme kararını bekleyelim” diye sahtekârlık edenler, “belki beraat eder canım” numarası çekenler, “tamamdır bu iş” diye ellerini ovuşturuyorlar.”Efendi efendi savunmanızı hazırlayın” öğüdünü verenler, bıyık altından “savunmanın kralını da yapsan havanı alacaksın” diye sırıtıyorlar.Müthiş bir ikiyüzlülük, utanma duygusunu çoktan geride bırakmış meslektaşlarımızın yüzüne yapıştı kaldı.Fakat, aklını fikrini hepten yitirmemiş, “başarı sarhoşluğuyla” gözü dönmemiş dürüst arkadaşlarda da şimdi bir “acaba mı” duygusu yeşermekte…Ya başbakan, bir yolunu bulur ve kendini de partisini de kurtarırsa?Yok canım, “çok iyi savunma yaparak” falan değil.Anayasayı değiştirirse…Sayı tutturamadığı durumda da referanduma giderse…Böyle bir referandumun “toplumda büyük çalkantılar ve gerginlikler falan yaratacağını” yazarak gizlice tehdit etmeye çalışıyorlar başbakanı.”Çok büyük sarsıntı ve bölünmeler” olabilirmiş. “Yeni tehdit ve tehlikeler” doğabilirmiş.Ya bunlar boş lafsa? Ya öyle olmazsa? Ya, parti kapatmayı zorlaştıran değişiklikler yapılır ve referandumda da halk tarafından kabul edilirse?Ya, gerginlik falan çıkmaz, millet gider oyunu kuzu kuzu verirse?Tarhan Erdem’e gene sorun bakalım, “yüzde kaç çıkma” ihtimali var?Sakın, geçen referandum gibi yüzde yetmiş çıkmasın? Belki de yüzde seksen, ha?Adnan Menderes asıldığı zaman “mantar tabancası bile patlatmayan” halk, geçen yıl sessiz sedasız rejimi değiştirdiği, cumhurbaşkanını kendisi seçmek istediğini belgelediği gibi, bunu da çıt çıkarmadan hallediverirse?O zaman ne halt edeceksiniz?Anayasa değişti, dava düştü, kapatılamıyor… “Çantada keklik” gördüğünüz operasyon iki seksen yattı… Ne yapacaksınız?Darbe mi? Olamıyor.Yeni bir dava mı? Artık mümkün değil.Eee, ne yapacaksınız kuzum, ne yapalım diye İlhan abinizin yazılarına mı bakacaksınız?”Sandıkta yenmekten” başka çıkar yol olmadığını anlayana kadar, bakın bak alım…Ama sandıkta yenemeyeceğinizi de çok iyi biliyorsunuz.Aslında zor durumda olan başbakan değil sizsiniz ama bunun farkında mısınız acaba?Kimileriniz, Tuna Bekleviç diye hiç kimsenin tanımadığı bir çocuğun tabela partisinden medet umacak kadar zavallı duruma düşmedi mi?
burası yazı manyağı olmuş bir yazıda ben ekliyeyim;Olmaz Olmaz !Bu noktaya nereden geldik?Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ısrarından…Cemaat devlette kadrolaştı.Devlet kendini tehlikede gördü.Sistem, bir kez daha, laiklik ve teklik konusunda tehlikeli gördüğü, Meclis’te temsil edilen, iki siyasal partiye kapatma davası açtı.Her iki hareketin bugün muhatap oldukları tablo bugünün değil dünün sorunudur.Bu vahim meselede her iki tarafın; devletin ve bu hareketlerin ağır sorumluluğu ve ciddi hataları vardır.Her iki hareketin bugünkü kadroları, bir kez daha, ellerine geçen fırsatı heba etmişlerdir.Peki görünen ne?Görünen AK Parti’nin kapatılacağıdır.Görünen DTP’nin kapatılacağıdır.Süreç bir büyük tarihsel soruna daha gebedir.Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük krizlerinden birinin tam içindedir.Muhalefet, medya, sermaye ve sivil toplum kabak gibi bölünmüş.Ordu ve yargı, kirli bir propaganda neticesinde, yaftalanmıştır.Bu derin krize nereden ve nasıl geldiğimizin tartışması artık sadece vakit kaybıdır.Görünen o ki AKP ve DTP kapatılacak.Maalesef…Bunu engellemek için, elbette, ittifaklar olabilir.Bunu engellemek için elbette senaryolar öne sürülebilir.Ancak AK Parti’nin gözardı ettiği tek bir şey var.1960, 1971, 1980, 1997…Neymiş?2008’de darbe olmaz-mış!Saçmalamayın…Olur…Sayın Başbakanım…Anlattıklarınızı bir yana bırakın.Size anlatılanları da bir yana bırakın.Ne olur bırakın…Medyadaki bu aşağılık adamları, sizden nemalanan bazı çevreleri ne olur dinlemeyin… Darbe sabahı onlar buharlaşır…Ya siz? Ya bu memleket…Ya geleceğimiz…Kabul edin. 22 Temmuz sonrası hata üstüne hata yaptınız… En büyük kazığı en yakınlarınız attı. Kontrolü kaybettiniz.Tek bir şeyi inkâr edemezsiniz. Samimiyetsiz değilim. Yüzünüze söyleyemeyeceğim hiçbir şey yok.Öfkeniz beni ürkütmüyor…Gözü nefretten körleşmiş, kulakları sağırlaşmış yeminli düşmanlarınızdan da değilim.Emin olun… Harcarlar sizi…Bu kez bu şarkıyı burada bitirirler.Oysa, yaptığınız onca vahim hataya karşın, size yürekten hâlâ inancım var…Kürt sorununu üniter yapı içinde çözecek gücünüz halen var.Devlet içindeki kadrolaşmanın önüne geçebilirsiniz.Size yalan söylüyorlar. Bu ülkede darbe olur ve bu kez çok kötü olur…Söyleyin ne uğruna bu ülkeyi; geleceğimizi ateşe atacaksınız?Türkiye’de yaşayan biri olarak bir kez daha darbe yaşamak istemiyorum.Buna hiçbirinizin hakkı yok!( Serdar Akinan/aksam)
ne bugün nede yarın sessiz kalma, demokratik tepkini ortaya koyki sonra pişmaniye olma. sen konuşmazsan, ben konuşmazsam, sivilay abula konuşmazsa yeni cins saltanat nasıl dizginlenir?
ayşe tatile çıktı, abdu görev başında, çekçekperinçek hapiste, emeklisilahçının bir ayağı çukurda ama maşşallah memeketi kuzey koreye çevirmek içün mossadikmasonik uğraşıp duruyolar.
accuk bizde bilirizde yeri gelince kullanırız. kibarlık budalalarına anladığı dilden konuşmak şart.
serdar abim, bende dedimde anlamıyolar bi türlü, yada anlamak istemiyolar. bizde her şart altında cunta, darbe, ihtilal, muzcumhuriyeti olma denememeleri yada -isimbabası olmak istersen serbest- ne ad koyarsan koy, o olur. olurda bu sefer darbe sonrası işleri toparlamak o kadar kolay olmayabilir. irana nükleer saldırı bizim topraklarımızdan yapılabilir mesela, yada filistine bizim hava sahamızda eğitilmiş uçaklardan bi atom bombası atılabilir, pakistandan kaçırıldığı iddia edilen “futbol topu büyüklüğünde nükleer bomba” amrikanyada patlayabilir, bütün bu nükleer curcunanın içinde kazara bizede bişiler isabet edebilir. hade bundan kurtulduk diyelim, bu arkaikpozitivist aydınlanmamanyaa saltanatbürokrasisi sayesinde kuzey koreye dönme ihtimalimiz her zaman var.ama ümitvar olmak lazım, bakınız kübada dvd almak serbest bırakılmış, bizde birgün özgür olabiliriz yane. ne demişler, umut fakirin ekmeğidir.
Memleket ikiye ayrilmis, ortam geriliyormus, boyle giderse darbe olurmus…(gobegini kasiyan adamin eli apış arasina kayar ve darbe sevdalilarina karsi kucuk osman kucuk osman hareketi yapar)
accayip entellektüel gördüm seni bugünlerde:) laftan anlamayana anladığı dilden konuşmak lazım elbette!
kemancı:
Evet sinirliyim. Çünkü blogumdaki yazımda da belirttim; yargı kararları, insanın işine gelince iyi gelmeyince kötü olarak algılanıyor. Parti illa kapatılsın görüşünde değilim, sadece yargının görevini yapması bir darbe olarak- hem içeriden hem de dışarıdan- yansılıyor. Yürürlükteki anayasa yargıya bu yetkiyi veriyor ve anayasadan kanundan bihaber insanlar “yok canım yargıya o yetkiyi kim vermiş” diye zırvalıyor. Dışarıdan gelen sesin korkusu belli; üretime dönük olmayan sadece para ticaretine odaklı sermayenin değirmenini akpnin liberal politikaları döndürüyor ve akp sayesinde yabancı sermaye bankalar,kitler, telekom gibi unsurlara yatırım yapıyor. ülke ekonomisi sıcak paraya odaklı ve sıcak paranın kaynağı da akp iktidarı. akp iktidardan olursa küresel sermaye değirmeninin suyu kesilecek. vs.vs.vs.velhasılı konu yargıda ve yargı dışında herkes hükmünü vermiş: parti kapatılacak diye. kim nereden biliyor? akp yaptıklarından ve söylemlerinden dolayı kendilerinin kapatılcağından o kadar eminse bunları yapmadan etmeden önce niye düşünmedi. hamama giren terler! demek ki yanlışın içinde olduğunun bilincinde ve bu yanlışı örtbas etmek için deyabancı sermaye ve ab baskısına güveniyor bu konuda, yargıyı tahakküme almaya çalışıyor.düşüncelerimden dolayı layık gördüğünüz o saygı ve sevgiyi kaybedeceksem önemi yok, yine de teşekkürler.
Kardeş sen hiç yazılanları anlamıyor musun? Senin dediklerin tarafsız yargıçların bulunduğu, “eğer devletin (nasıl ve kimin devleti ise artık) menfaati varsa hukukun da ağzına ederim, hakkın da içine ederim” (bkz. TESEV araştırması) diyen hukukçuların olmadığı ülkelerde geçerli.Parti kapatma iddianemeleri açıklanmadan önce, terör örgütüne (ergenekon) üye olmakla suçlanan insanların bilgisayarlarında çıkıyor. Öncelikle onlarla istişare ediliyor galiba. Darbecilerle bir olup Başbakan idam eden hukukçuların olmadığı ülkelerde…Rica edeceğim T.C. hukuku ve tarafsızlık kelimelerini yanyana getirmeyin. Tarafsızlık kelimesinin de içine etmeyelim.