MASUMİYETİN SUÇUİskambil destesini elinde rasgele böldü. Her bir parçayı olması gereken yerden ayırdı ve bir diğer yana attı. Devam etti böyle her bir kağıdı bir eşinden ayırmaya. Karıştırdı ağır ağır elindeki desteyi. Böylece her bir kart yerini değiştirdi isteksizce.Durdu.Dışarı baktı pencereden.Yağmur yeni kesilmiş, güneş kendini göstermişti.Tekrar elindeki kağıtlara döndü ve onları boylu boyunca masaya yaydı. Dikkatle baktı desteye. Sonra elini en kaybolmuş kağıdı ortaya çıkarmak için uzattı…Ve seçtiği bu kartı açtı. Maça papazıydı karşısındaki. Maça papazı artık desteden ayrılmıştı…Yavaşça yaklaştı ölüm. Uykusunda… yalınayak koştururken bedeni daha hafifti şimdi koştukça, daha hafif. Gözlerinde birkaç damla. Dudağında gülümseme, çocuk masumiyetinde.Televizyondaysa eski bir kovboy filmi bir Pazar günü. Ama babası bu kovboy filmlerini çok severdi ki niye uyusundu. Bir kovboy filmleri bir de eski türk filmleri. Nasılda ağlardı o filmleri izlerken işte böyle gözlerinde birkaç damla yaş. Seslendi duymadı. Bir daha denedi. Baba… Baba, Baba kalk!Bir kurşun sesi şimdi beyninde, bedeninde, gözlerinde, kalbinde, her şey kan, her şey ıslak, her şey yanlış ve yalnız artık. Yapma n’olur dedi içi. Film bile bitmedi daha… baba… en çok içi konuştu herkes sustu. her şey sustu. En çok…Babası bırakmıştı hayatı artık; ardında öfkeleriyle, sevgileriyle, hayalleriyle. Her hayali kendisiydi babasının aslında. Hayatta kendisinin başaramadığı her şeyi kızı yapsın istemişti. Özendiği şeylerin yokluğunu çekmesin istemişti. Öyle ya kendisi bir gaz lambası ışığında ve naylon pabuçlarla koşturmuştu köy yollarında. Öğretmenleri ödevler vermişti. Ama onun sürüyü gütmesi gerekiyordu. Sınav zamanları gelirdi ama onun pamuk çapalaması gerekiyordu. Yine de dinlerdi hayatı kendine yarayan kadarını anlayarak. Bu da onu başarılı bir öğrenci yapmıştı. İş sahibi yapmıştı. Ama işte o çok geç bulmuştu çocukluğunda heves ettiği her şeyi. Buna kızgın değildi artık. Hatta daha çok yalınayak koşturduğu, bir tastan on kişinin yemek yediği o günleri özlerdi. Bir tek futbolcu olmak istemişti ama babası izin vermemişti; o içinde kaldı işte. Sonra evlendi çocuğu oldu. Ama hayatının tüm eksiklerini birileri ödemeliydi. Ona verilmeyen sevgiyi ona verilmeyen her şansı ve olanağı. Bu dünyada yemeğinin parasını kazanmak için genç yaşlarda çok çalışmaya başlaması hayatın tadını çıkaramadan. Bir fabrikaya girmesi ve her gün aynı işi yapması. Dünyanın fabrikası ve fabrika dünyası işte. Ayrıca toyluğunun yanlışlıklarını biri çekmeliydi. Duygusal insanların içindeki tüm duygular öfke oluverir bazen. Ne gözyaşı ne de bir kahkaha olması gereken. Ama bu insanların her şeyleri fazladır işte duyguları gibi. Hayattaki varlıklarının da fazla olduğunu düşünürler hatta bazen. Onun da öfkesiydi en çok toyluğunun hatası. Hatasının acısı da en yakınları. O da ailesini yıprattı en çok. İçtiği her bardak kendini hükümdar ilan ettiğinde öfkesini salıverdi sarayının koridorlarına. Öfke acımaz ki önüne çıkana. Yaralar kalbi, bedeni. Sonra durgunlaştı biraz daha yaşlanınca ama öfkenin kurbanları su yüzüne çıktı suları durgunlaşınca. Suçlu değildi ki o, hükümdardı. Her şeyin doğrusuna ancak hükümdarlar karar verirdi. Doğruyla, yanlışı; suçluyla suçsuzu hükümdarlar tayin ederdi. Hem hayat ona her şeyi öğretmişti. Fakat kendine yaradığı kadarını anlayarak öğrenmişti işte hayatı, fazlası gerekmezdi.Duygusal insanlar gibi o da erken gitti. Ardında sevgisi kalsındı bir tek. Suçlu değildi ki o hayatta. Borçlu da değildi artık bak aldığını geri vermişti son nefesiyle havaya. Maça papazı oyundan ayrılmıştı. Erken bir vedanın suçlusu kimdi peki? Kırılan kalplerin. Söylenmesi gereken başka sözlerin. Kız düşündü. Biliyor muydu gerçekten onu ne kadar çok sevdiğini, anladığını, her pişmanlığının gölgesini bile affettiğini. Hayır af değildi suç yoktu ki hayat bir yanlış, bir doğru tayin etmiyordu ki. ortaya bir karışık koyuveriyordu. Hep masumiyeti suçluyordu. Masumiyette kendini aklamak için kendini feda ediyordu.Ya masumiyetin suçu ne, o niye bu kadar erken gitti?