Ben kişisel olarak değişiklik istiyorum biraz, ama üzerinde uzlaşılan husus doğruların, hatta evrensel ve ölümsüz olduğu savunulanların bile, tartışılmadan, eleştirilmeden kabullenilmesinin istenmesi. Ahlakı, insanlığı anlatıldığı, öğretildiği gibi kabullenmemek gerekiyor, hiçbirşeyi öylece kabul etmemek şüphe etme hakkını saklı tutmak, bilincimizi aile,din,devlet gibi topluluk kıskaçlarından olabilildiği kadar kurtarabilmek vs güzel şeyler bunlar.
bana bundan yaklasik alti ay once kuresellesme deseidiniz. sizlere saatlerce nutuk atardim. yok soyle bir olay soyle yararlari var. turkiye bu surecte boyle davranmali diye. hatta iki tane kuresellesmenin tartisildigi tv programinda kapitalismin savunulucugunu yaptim.
ama o kapitalizmin dinamamosu olan krizlerin turkiyedeki ayagi benim bir pic gibi ortada kalmama neden oldu. onun icin kuresellesmeyide yiyim. karsitlarinida yiyim.
al iste tipik bir özal çocuğu (kusura bakma kernel, ama üzgünüm yazdıkların bunu anlatıyor).
kapitalizm (şu dönemde liberalizm) size (ne istediğini bilmeyenlere) istediğinizden ve arzu ettiğinizden daha çok şey vaadederek sürekli kandırmakla meşgul. yazdıklarından anlaşılıor ki, kıçına batmadıkça liberalizm işine geliyor, batınca da nihilist bir tavra bürünüyorsun. her koyun kendi bacağından mı asılır acaba?
maalesef daha çok zaman gerekli birilerinin bir şeyleri anlayabilmesi için.
beatnick cok dogru ve haklisin. bireyci,pragmatist,bazen makyevelist bir adamin. evet sucluyum hadi asın beni. ayrica ozal cogucu diye nitelendirilmek benim icin hakaret olamaz. keske ozalin yarisi kadar kafam calissa.
ama beatnick bu soruyu kendine bir sor cevabini bize vermek zorunda degilsin.
insanlari menfaatci ve ruzgara gore hareket etmeye zorlayan onlarin kisilik ozelliklerimi yoksa hayatin cetin yollarimi ?
1. Hitler de zekiydi kernel, zeka insanların aşağılık yönlerini örtmez. Özalizmin bu ülkede yarattığı bireyci, cepçi, ultra-menfaatçi kişiliklerin faturasını tarih gösterecek. Belki 50 yıl sonra Türkiye de emperyalist ülkeler arasında güçlü bir halka olarak yerini alır ne dersin? Birileri mağaralarda yaşamaya çalışırken (bkz hayatın çetin yolları!) senin kendine atfettiğin özelliklerle, bu canavarın derisinde bir kene gibi yaşayan Dilbertler’den biri olmak da aynı zihniyete yakışan bir durum oluyor.
2. Biraz daha hayatın çetin yollarından bahsedelim mi? İlkel-komünal toplumlar hayatın en çetin yollarıyla karşılaşıyorlardı bundan 5000 sene önce kernel, ancak menfaatçilik yerine kolektivizmi tercih ediyorlardı, çünkü biliyorlardı ki aksi halde, rüzgara kapılırlarsa küçük toz parçacıkları gibi bilinmezliğe savrulup gideceklerdi. tıpkı bu kuşağın şimdiden kesinleşen kaderi gibi.
3. Vic, insanlık var oldukça her zaman alternatifler de var olacaktır, dolayısıyla bu durum koskoca bir tercih…
Eee Kernel cigim, bak bakalim… 80 den once hayat cetin degil miydi? Hayir, hayat herzaman cetindi, ama siz 80 den sonra pic oldunuz, menfaatci oldunuz. Demek ki hayatin zorlugunun sizin picliginizle yakindan uzaktan alakasi yokmush…
oncelikle yarma . eger bu tartısmayı basından beri adam akıllı okusaydın. benim pic olmak demekle neyi kasteetigimi anlardin. kusra bakma senin bu seviyesizligine muhatap olamam.
ancak sunu soyleyim. eger gercekten savundugunuz veya insanlara kufrederek savunmaya calistiniz ideolijinizi,veya dusuncelerinizi anlatmak istiyorsaniz benim mail adresim. [email protected] .eger isterseniz kisisel maillerle devam edebiliriz ama ben burada yarma gibi seviyesiz adamlar ile tartismam.
Kernel kardesh, "Ozal Pici" deyimi genish kitlelerce kullanilan [mesela benim bulundugum okullarda, ortamlarda bunu ister tikky ister solcu ister sagci herkez bilirdi] bir soz obegidir. Gunumuz kushagini anlatmak icin kullanilan bu obegi bildigini varsayaraktan yaziverdim, gel gor ki sen bunu bilmiyormushsun. Aslinda kureselleshme karshitlari, yeni kushak, kapitalizm gibi konularda "ahkam kesip" bunu bilmemek pek garip. Ayrica bilmen gereken birshey var ki, surekli menfaat peshinde koshmak, oportunistlik, ikiyuzluluk, doneklik karshiti olmak bir ideoloji savunuculugu degildir, bunlar ahlaktir… Ideoloji benimsemek icin zaten bu ahlak’a sahip olmak gerekir.
mailime yaz.. bu ne demek,.. bulandırma ortalıgı demek,.. ş‘leri sh olarak yazmanın hiçbir anlamı yok,.. neden türkçeyi deforme etmek için uğraşıyorsun,.. buradaki kimsenin buna tahammülü oldugunu sanmam,..
Abicim bu nedemektir ya? Ben nicin sh kullandigimi anlatmak, bahane, mazeret bildirmek zorunda miyim yahu? Nedir bu tahamulsuzluk? Yoksa internet ortaminda salgin gibi yayilan "ulean adamin acigini buldum, way sen misin yanlish, yamuk yapan, sen misin bana uymayan" akiminin temsilcisi misin? Hayir anlamiyorum, dil kendini ifade edebilme bicimidir, ben kendimi ifade edebiliyorsam[sen ne demek istedigimi anliyorsan] sorun nerde? Allah ashkina shivesi olan insanlari da "temiz" turkce konushmadiklari icin yadirgayip, eleshtiriyormusun, onlar da turkceyi deforme etmeye calishiyor degil mi? Hayir anlamsiz olan shu ki millet; bye bye, walla, slm derken hich rahatsiz olmadin fakat ben sh deyince patladin…
Ama arkadashim ben slm, bye bye, diyen ozenti, walla diyen kasinti chat ortami cocuklarini harbi kil olurum. Gel gorki, ben hich birzaman turkce klavye ye alishamadim, bunun sebebi de gerek dokumanlari gerek programlari ingilizce yazmam olmushtur… Ş yerine sh kullanmam benim icin bir zahmet degil, aksine tam tersi zahmet olurdu. Cunku bilmemkac yillik pc kullanim hayatimin bu evresinde, bana klavyeyi degishtir [Alt Shif ilen] dersen, benim hayatim kayar, cunku her nokta bastigimda karshima ch cikar, iki nokta bastigimda ap ayri bishey cikar.
Hayir anlamadigim, neden ben kendimi bukadar savunmak zorunda brakildim. Sh yi diline bir saldiri olarak gormen, bence potansiyel bir saldirinin olmasindan degil… Universitelerde Matematik Fizik dersleri Ingilizce veriliyor arkadashim, ben cikip, anadilde egitim diye bagiriyorum, sen bunu dile saldiri olarak algilamadin, benim sh kullanmama cattin. Iyi de arkadashim kullandigin terimler cok agir, ben bunu hak etmiyorum, ortada dilin anasini aglatan tonca eleman gezerken bana bunu soylemeye hich hakkin yok bence, rasyonel ol biraz, kibrit copune kereste deme!
düşünki karşında bir insan var ve burnundan berbat bir sümük sarkıyor ve sen onunla konuşurken korkunç acılar çekiyorsun. işte böyle bir durum var tahammül etmeme gibi bişey yok çünkü burada fikir paylaşılıyor kimseyle mücadele edilmiyor veya savaşılmıyor. sen öyle algılıyorsan o ayrı. ama biz siteyi kapattıktan sonra ilgili process’ide kafamızdaki cpu’da bitiriyoruz daha fazla uzatmıyoruz.
neyse ben acı çekmemek ve kusmamak için kafamda bir script yazdım zaten; yarma nickini görünce yazdığını okumuyorum. ama olurda hafif mutasyona uğramış arkadaşlar için bir script yazarsa ozaman kendi cpu’mu yormam tabi..
aptal kullanici ayarlarinda gozum gormesin uyarisi var. belki biliyorsundur. adamin nickini girince yazdiklarini bir daha gormuyorsun. boylelikle mutasyona girmis ve evrim surecinde ilk asamalarda olan yarmalardan kurtuluyorsun.
yok yazdıklarını okumak istiyorum, merak ediyorum filan ama işkence çekiyorum okurken. o yüzden benim hayalini kurduğum script mutasyonun öğelerini ortadan kaldırıp yazıyı bildiğimiz türkçeye çeviren bir script 🙂
yarma bile bence yukardaki o “bilmem kaç ademin gözü seni görmüyo, şimdi yıkıl” ibaresini haketmiyor,.. çok moral bozucu bişey o bence,.. hafifime didim, kaldırdı sagolsun,.. bu ayrı bir tartışma konusu oldu biliyorum, ve “bakalım şu küreselleşme karşıtları ne isterlermiş” diyen üyeler için de saygısızlık oluyor,.. ancak yarmaya, ş yerine sadece s kullan ve sana allah akıl fikir versin demeden duramayacagım şimdi,.. sadece o da degil, üstüme vazife olmayaraktan, gözüme çarptıgında üşenmezsem ilgili “-mi, -ki ve -de”leri uygun kullanmayan arkadashların (aman tanrım, yarmaya dönüşüyorum:) entrylerini düzeltiyorum,.. yarmanın bu konuda da bir felaket oldugunu söylemeliyim,..
Ben sana karşı değilim sevgili Yarma… Ama söyleminin altından akan suların içindeki samanların zamanı geldiğinde yenemeyecek hale gelme olasılığıdır üzen beni… Çünkü mizah yüklü yaklaşımlarından bizi koruyacak bir faraday kafesi bulunmadığı gibi, seni koyacak bir kafesimiz de yok…Umarım sadece kendini emin bir noktada hissettiğinde ortalığı karıştırmayı sevenlerden olduğun için değil; anlam arayışı ‘ayağına’ yürütülen anlamsızlıklara karşı olmak nedeniyle ‘Anarshi!’ arzuluyorsundur… Noktalı virgül ve sağ parantez yazmak suretiyle gönderdiğin meşazını aldım… Sağol…
Ya da: Kimse Hareketin Sahibi Olmadığı İçin, Çok-Hedefli, Çok-Taktikli, Karşılıklı Saygıya Dayalı ve Grupların Kimliklerinin Korunduğu bir Harekete Nasıl Ulaşırız?
Michael Albert
Seattle bir çok soruyu gündeme getirdi. Pek çoğu, sosyal değişimi ciddi şekilde savunanlar açısından tartışmaya yol açacak cinsten değil. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) hangi sorunlara yol açıyor ? Topluluğu, yoksulu, emeği ve çevreyi korumak yerine özel kara hizmet ediyor. WTO’nun yerine ne istiyoruz? İnsanların ihtiyaçlarını daha etkili şekilde karşılarken, çevreyi koruyan adil bir uluslararası işbirliği.
Bununla birlikte, bazı sorunlar tartışma yaratıyor ve daha fazla dikkat gerektiriyor:
● Barışçıl yürüyüş yapanlar, illegal sivil itaatsizlik eylemlerine girişenler ve şirket mülkiyetine zarar veren illegal eylemlerde bulunanlar, birbirleriyle karşı karşıya gelmeden ve birbirlerinin çabalarının gücünü eksiltmeden nasıl bir arada var olabilirler?
● Bir çok bileşeni olan ve bileşenlerden hiçbirisinin hareketi sahiplenme hakkı olduğunu düşünmediği; fakat, bunun yerine, herkesin desteğine sahip olmadığı halde hepsine faaliyet göstermeleri için yer açılan, önemli faklılıklar taşımalarına karşın çeşitli muhalefet tarzlarına yer verilen geniş bir hareketi nasıl geliştirebiliriz?
● Taktikler ve strateji hakkında farklı görüşleri olan farklı gruplar, kendi istekleri ve deneyleri içinde boğulmadan, buna karşın kararları ile geri kalanların alanlarına el uzatmadan, nasıl tek bir büyük harekete ait olabilirler?
● Gerçekte, karşılıklı olarak paylaşılan bu tür alanları ve saygıyı hareketimizin çabalarının merkezine nasıl yerleştirebiliriz?
Seattle’da bir grup olduğunu hayal edin, onlara yaratıcı devrimciler diyelim. Bu arkadaşlar, karşı çıkışı ifade etme eyleminde, bir hareketin gelişme yörüngesini seçkinlere anlatmanın önemli olduğunu düşünüyor olsunlar. Yürümenin iyi olduğunu, fakat baskıcı yasaların işe yaramaz hale gelebileceğinin habercisi olan sivil itaatsizlikten güç aldığını anlamış olsunlar. Ve sivil itaatsizliğin iyi olduğunu, ama devletin karşılık verme kararlılığının uygulanamaz hale gelebileceğine işaret eden aktif, hatta saldırgan itaatsizlik ve ayaklanma hayaletinden güç aldığını fark etmiş olsunlar. Öyleyse, bu grup çok-taktikli, çok-hedefli bir strateji yanlısıdır. Sosyal değişimin karmaşık olduğunu, kısa vadede zaferler kazanmanın seçkinler için katlanılamaz sosyal maliyetler doğurmaya bağlı olduğunu anlıyor (seçkinlerin politikalarının baskılara boyun eğmemesi halinde, imtiyazlarının koşullarının bozulacağı tehdidinde cisimleşen maliyetler). Ve muhalif toplulukların, hepsi bir araya geldiğinde toplam etkilerini güçlendirebilecek farklı önceliklere, ihtiyaçlara ve eğilimlere sahip olduklarını anlıyor. Bununla birlikte, yaratıcı devrimciler solun çoğunluğunu oluşturmaktan uzak olduklarının da farkındalar. Ve şunu da biliyorlar: Yaptıkları işe büyük saygı duydukları diğerleri, bütün taktik ve stratejik sorunlarda onlarla aynı fikirde değiller ve militanlıkla ilgili tercihler ya da dışarıdan onlara dayatılan davranışlar tercih ettikleri gündemlerini ellerinden almadan bunları hayata geçirebilmek istiyorlar. Bu durumda, yaratıcı devrimciler Seattle için örgütlenen başkalarıyla iletişime geçiyorlar, daha militan taktikler kullanma niyetinde olduklarını bildiriyorlar ve diğerlerinin gündemlerine zarar vermeden bunu nasıl yapabilecekleri konusunda görüşme talep ediyorlar.
Şimdi bu toplantının olduğunu ve bir planla sona erdiğini hayal edebiliriz. Ya da diğerlerinin (ve bu bana göre ciddi bir yanlış olacaktır) yaratıcı devrimcileri dikkate almadıklarını ve onları karşılıklı yarar sağlayacak seçeneklerin planlaması ve üzerinde çalışılmasına dahil etmeyi reddettiklerini hayal edebiliriz. Her iki durumda da, yaratıcı devrimcilerin belirli bir kuruma yönelik – belki Boeing’in bir şubesi veya belki Ticaret Odası – bir kampanya ve bunu izleyen doğrudan eylemler üzerinde odaklanarak, “seçkinler için sosyal maliyetleri arttırmaya” ve “pratikleriyle başka direniş tarzlarını öğretmeye” karar verdiklerini varsayalım. Böylece, üzerinde odaklandıkları kurum ile WTO’nun kapsamlı meseleleri arasındaki bağlantıları ifade etmek için eğitici faaliyetlere başlarlar ve Seattle’daki olaylar sırasında, öne çıkardıkları bu kurumda bir gösteri yaparlar, baygın düşerler veya bunun yerine, bu kurum hakkında açık politik eğitim malzemesi sağlarlar ve tercih ettikleri doğrudan eylemi gerçekleştirirler. Yerlerini öyle bir seçerler ki, burası asıl geniş gösterinin yapıldığı yerin hemen yanında değil, oldukça uzağında, açıkça ayrı ve geniş gösteriye tecavüz etmeyen bir yer. Yaratıcı devrimciler aynı zamanda en yaratıcı ve enerjik oldukları anların bir bölümünü ayırarak, daha geniş ölçekli olaylara yardım etmek için bir dolu zaman harcarlar. Aynı zamanda sivil itaatsizikte de aktiftirler ve bu eylemi ruhuna en uygun şekilde ve güvenle gerçekleştirirler. Bu arada asıl gösteride polis saldırısı gerçekleştiğinde, buna hazırlıksız olan eylem arkadaşlarının savunmasına yardım ederler.
Öyle sanıyorum ki, bu varsayımsal yaratıcı devrimciler, böyle bir yol izleyerek fantastik bir örnek oluştururlardı. Fakat korkarım ki, Seattle’da kırıp dökenleri eleştirenlerden bazıları, tam aksine, bu varsayımsal yaratıcı devrimcilerin bile ilave örgütlenmeleri ve tutarlılıkları yüzünden, Seattle’da birkaç pencere kıran insanlara göre daha değersiz, hatta belki de daha kötü olduklarını düşünecektir. Bu çeşit bir faaliyetin meydana gelmesini istemeyeceklerdir. Hareketin bir şekilde bu tür faaliyetin meydana gelmesini engellemesi ya da olmuşsa mahkum etmesi gerektiğini düşüneceklerdir. Bu, bana göre, sol için ciddi bir problem olacaktır, hem yargılama düzeyinde, hem de süreç içinde.
Elbette toplumsal mücadelenin koreografisi mükemmel bir biçimde yapılmamıştır ve hiç bir zaman da yapılmayacaktır. Fakat bir parça uğraşırsak, toplumsal mücadele sürecine ve içeriğine ilişkin kollektif olarak kabul ettiğimiz, çeşitliliğe elverişli, buna karşın her bileşene saygılı genel değerler ve normlara sahip olabiliriz. Seattle sonrasının en başta gelen sorusu bu değerlerin ve normların neler olduğudur.
Bana çok anlamlı gelen bir norm, aynı zamanda inşa etmek istediğimiz toplum için de geçerli olduğunu düşündüğüm bir normdur. Bunu becerebildiğimiz ölçüde hayata geçirmeyiliz: İnsanlar karar verilen olaylar üzerinde, bu olaylar onları etkilediği oranda söz sahibi olmalıdır. Böylece ilk olarak, eğer on binlerce insan belirli taktikler bekleyerek bir gösteriye geliyorsa, çünkü bu eylem hakkında verilmiş ilk karardır ve eylem böyle tanıtılmıştır, bütün bu insanlar onları etkileyen şeyler hakkında görüşlerini ortaya koymadan görece az sayıda kişinin olayları tek yanlı olarak dönüştürmesi yanlış olacaktır. Fakat ikinci olarak, büyük çoğunluğun bile “bütün gösteri alanına” sahip oldukları sonucuna ulaşmaları da aynı şekilde yanlış olacaktır. Örneğin, WTO şehre çok sık uğramaz. WTO geldiğinde herhangi birinin WTO’ya karşı örgütleyebileceği bütün eylem tarzlarını büyük bir protestocu kitlesinin dikte edebileceğini söylemek, Seattle ya da ABD nüfusunun büyük kısmının hiç gösteri olup olmayacağını dikte edebileceğini söylemekten daha fazla anlamlı değildir. Solun büyük çoğunluğunun doğrudan eylemi “illegal” ilan etmeye hakkı olduğunu düşünenlerden herhangi birisinin, aynı şekilde Seattle ya da ABD’de yaşayanların her türlü muhalefeti illegal ilan etmeye hakkı olduğunu düşündüğünden kuşkuluyum. Bu tutarsızdır. Çözüm şudur ki, gerçekten hiçbir çoğunluğun ne ahlaki ne de yapısal olarak böyle bir hakkı vardır. Aslında Seattle’da devasa bir karmaşıklık vardı, çünkü dünyanın her yerinde yaşayan insanların çıkarları söz konusuydu. Bütün mesele şu ki, WTO kapalı kapılar ardında milyonlarca insanın yaşamı ve gelecekleri hakkında karar veriyor (ve bunu yalnızca az sayıda kişinin çıkarlarına göre yapıyor). Yanlış olan süreç ve içeriktir, tek başına içerik değil. Ama o zaman, adil ve doğru ilkelerin bizim faaliyetlerimize de uygulanması gerekir. Orada bulunan herkes ya da uzaktan ilgisi olan herkes için bir kişi bir oy ilkesi bazen iyi olabilir, ama her zaman en iyi karar verme yöntemi değildir. Fakat herkesin etkilendiği oranda söz hakkına sahip olabilmesi için olanlardan ne kadar etkilendiğini tespit etmeye çalışmak neredeyse her zaman akıllıcadır – bizimki gibi berbat şekilde örgütlenmiş bir toplumda bunu yapmak çoğu durumda çok zor olsa bile. Yapabileceğimizin en iyisini yapmak zorundayız.
Başka normlar da anlamlıdır. Çeşitlilik, memnuniyetle buyur etmek ve birçok farklı yaklaşıma yer açmaya çalışmak demektir ve anlamlıdır. Farklı yaklaşımlara yer açılması sadece insanların hakkı olmasına değil, fakat birinin o anda katılmadığı bir görüşün uzun vadede daha üstün olduğunun ortaya çıkabileceği ve heyecan verici bir karışımın neredeyse her zaman sıkıcı bir homojenlikten daha iyi olduğunun kabul edilmesine dayanır (Seattle’da yürüyüş ve sivil itaatsizlik eylemi yapan geniş tarzlar ve gruplar çeşitliliğinin bir başka apaçık dersi). Dayanışma da anlamlıdır. Sadece birbirine karşı medeni davranmak anlamında değil, fakat sözcüğün gerçek manasında iyi durumda yaşayıp yaşamadığımıza ve yüz yüze bulunduğumuz koşullara, hepimizin desteklediği görüşlere ve bunların karşılıklı ilişkilerine ve etkilerine dikkat edilmesi ve bunlar üzerinde kafa yorulması anlamında.
Seattle’daki gruplar şunu ileri sürüyorlar: Sanki bunlar hiçbir zaman geçerli olamazmış gibi buyrukla doğrudan eylemi ve özel mülke zarar vermeyi dışlamak (a) hareketin seçeneklerini zayıflatır, çünkü yararlı bir şey dışlanmaktadır, (b) gerçek katılımcı demokrasiyle çelişir ve (c) hem çeşitliliği, hem de dayanışmayı baltalar. Ve ben haklı olduklarını düşünüyorum. Aynı zamanda düşüncelerinin başka birçoğuna da katılıyorum, örneğin yukarıda varsayımsal yaratıcı devrimciler için özetlenen direnişin mantığı gibi. Ve son olarak, sadece kişiler arası ilişkiler ve sıcak, katılanları memnuniyetle buyur eden bir hareket yaratmak bakımından, bu meseleleri gündeme getiren muhaliflerin şu konuda da haklı olduklarını düşünüyorum: (Anlaşılabilir şekilde kırıp dökme eylemlerinden tedirgin olan) bazı bireyler sanki başkalarına ne yapacaklarını bir şekilde dikte edebileceklerini düşünerek haraket ediyorlar. Ve eğer başkaları bu konuda aynı görüşü paylaşmıyorlarsa, ancak aptal ve vandal olabilecekleri ve bu insanların, bu açıdan, oldukça küstah oldukları sonucuna varıyorlar. “Benim kuşağım”, beni dinleyin. Birbiriyle çelişen iki karşıt şekilde davranamayız. Eğer biz gençken, bazen olan biteni bizden daha yaşlı ve daha deneyimli pek çok kişiden daha iyi farkedebildiysek, şimdi genç olanlar da bizden daha sağlam yargılara sahip olabilirler. Fakat çok daha önemlisi, yaş bilgelik getirebilir ya da getirmeyebilir ve gençlik yeniliğe yol açabilir ya da açmayabilir, ama ister kulağı kesik bir emektar tarafından, isterse acemi bir yeniyetme tarafından ortaya atılsın bir görüşü çürütmek argüman gerektirir, isim zikretmeyi değil.
Eğer Seattle’da kırıp dökme eylemine katılan birisi, bunu eleştiren herkesin mutlaka aktivizmi engellemeye çalıştığını ve şirketlere karşı yumuşak davrandığını ya da bir CIA ajanı olduğunu veya başka bütün olası yaklaşımları dışlayarak mutlaka şiddet içermeyen eylemlere inandığını söylerse – o zaman söyledikleri yanlıştır. Bunu kanıtlayan bir örnek olarak, ben meydana gelen kırıp dökme eylemini eleştiriyorum, fakat aktivizmi genişletmek istiyorum, şirketleri ortadan kaldırmak istiyorum, CIA’den para almıyorum, şiddet karşıtı değilim ve doğrudan eylemin pek çok çeşidini savunuyorum. Diğer yandan, eğer kırıp dökme eylemine karşı çıkmış olan birisi bunun yanlış olduğunu, çünkü mülkiyete zarar vermenin her zaman yanlış olduğunu, çünkü sadece bir vandalın ya da aptalın bir cam kıracağını ve bu görüşü reddeden birisinin toplumsal değişim hakkında ciddi olmadığını ve saygıyı haketmediğini söylerse – bu söylenenler de yanlıştır. Bunun bir örneği olarak, ben çeşitli koşullarda bir cam kırar ve çok daha fazlasını yapardım ve ben vandal ya da aptal değilim, toplumsal değişim konusunda ciddiyim ve saygıyı hakkediyorum.
Bu nedenle şunun farkında olalım: Yakındaki olayların ve bazı durumlarda haddinden fazla kabaran duyguların altında, büyük ölçekli hareketleri demokratik biçimde, karşılıklı saygıya dayalı, ama yine de farklı büyüklüklerde ve farklı bakış açılarına sahip çeşitli grupları kapsayacak şekilde yönetmeye ilişkin önemli ve gerçekten zor meseleler yatıyor.
Öyleyse bütün bunlar bizi nasıl bir sonuca götürüyor? Geçmişi bir kenara bıkarıksak, gelecek için önem taşıyan sonuç nedir?
Geniş WTO karşıtı, ilerici ve sol toplulukların başkanlık seçimi kongrelerinde büyük gösteriler düzenlemeye karar verdiklerini hayal edelim – ki bunun çok iyi bir fikir olabileceğini düşünüyorum. WTO karşıtı hareketten, şirketler-karşıtı hareketten, yeşillerden, Mumia ve cezaevi hareketlerinden, vahşi işyerleri[1] karşıtı hareketlerden, ırkçılık karşıtı hareketlerden, kadın hareketlerinden, eşcinsel hareketlerinden ve bunun gibi daha birçok hareketten bahsediyoruz. Bunu nasıl yapabiliriz ve diğer tarafın her şekilde daha güçlü çıkmasını nasıl sağlayabiliriz?
Bir senaryo, en çok paraya sahip ve bu nedenle organizasyon aşamasında diğerlerini geride bıkaran grupların (hatta daha kötüsü bizzat para yardımında bulunanların), hangi taktiklere yer verilip hangilerine yer verilmeyeceğine, kimin katılıp kimin katılmayacağına ve hatta hangi sloganlara izin verileceğine ve hangilerine izin verilmeyeceğine karar vermesi gerektiğini söylüyor. Bu ciddi bir hareket geliştirmek açısından neredeyse, bütün kararları hiç muhalefet istemeyen ve hepimizi eve dönmek zorunda bırakan daha geniş kesimlere bırakmak kadar kendini boşa çıkaran bir tutum olacaktır. Korkarım ki buna karşın, eğer seçim yapma şansları olsaydı ve kendilerini sürücü koltuğunda buldukları sürece, hareketetimizin daha büyük gruplarındaki bazı kişiler ve özellikle liderlik konumunda olanlar, geçmişte pek çok kez olduğu gibi bu yaklaşımı tercih edebilirlerdi. Fakat bu tam anlamıyla eylemde demokrasinin, çeşitliliğin ve dayanışmanın karşıtı olacaktır.
İkinci bir senaryo, karşılıklı olarak üzerinde anlaşılmış talepler, sloganlar, eylemler vs. listesi etrafında geniş şemsiye koalisyonları oluşturmamızı söylüyor. Bu “para konuşur, geri kalanlarımız yürür” seçeneğinden hiç kuşkusuz daha iyi, ama ideal olmaktan uzak. Bu bize en küçük ortak payda yaklaşımı sağlıyor. Bu yaklaşım sadece tamamen tek yanlı bir çizgiye itaat etmekten daha iyidir, ama katılımcı öz yönetim normlarını içermek şöyle dursun, çeşitlilik ve dayanışma potansiyelimizin gücünü açığa çıkarmaz.
Aslında, Seattle’daki radikallerin pek çoğunun şu meselelere işaret ederek oldukça makul şekilde gündeme getirdikleri şeyin tam olarak yukarıdaki iki yaklaşımın eleştirisi olduğunu düşünüyorum: Bu seçeneklerin, pek çok başka olumlu özelliğe sahip olmasına rağmen, çeşitliliğe saygı duymadığını, gerçekten demokratik olmadığını, dayanışma yaratmadığını ve aynı zamanda toplumsal değişimi etkilemek için sahip olduğumuz bütün kaynakları açığa çıkarmadığını söylüyorlar. Ve bu eleştirilerinde haklılar.
Bu nedenle, üçüncü bir senaryo önerebiliriz: Az sayıda insanın önceliklerinin dayatılması ya da herkesin en küçük ortak paydası olmak yerine, bileşenlerinin en büyük ortak toplamı olan bir proje/süreç oluştururuz. Her grubun kendi ideallerine ve mantığına göre hareket etmesine izin verecek şekilde, “farklı insanlar için farklı işlere” olanak tanımak için çalışırız. Fakat bunu, farklı grupların başkalarının kullandıkları alanlara tecavüz etmek bir yana, başkalarının eylemlerinin gücünü azaltmalarına ya da bulandırmalarına izin vermeden yaparız. Gruplar kendileri için ayrı alanlara ihtiyaç duyarlarsa, olsun. Eylem çabaları aynı alanda, birarada gerçekleşebiliyorsa, işte bu iyidir.
Ben tamamen üçüncü yaklaşımı tercih ediyorum. Çünkü bunun sadece en fazla kaynaştırıcı, açık ve demokratik bir hareket yaratmakla kalmayacağını, fakat aynı zamanda taktiklerin ve odaklanan sorunların makul olarak umut edebileceğimiz en iyi karışımını sağlama ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Başkalarının ortaya çıkacak en iyi karışım hakkında şüpheleri olduğunu biliyorum. Fakat en azından az çok buna benzer bir süreç olmadan, birbirleriyle uyumsuz gerilimlerin, yeterince doğru bulmayabileceğiniz bazı taktik ya da sorun alanlarını kapsamaktan çok daha fazla zarar vereceğini farkedeceklerini umuyorum.
Evet, biliyorum, bu esnek yapıyla bile genel konsept yine de “herşey yapılabilir” şeklinde olamaz. Bunlar tehlike olarak belirdiğinde, hala çılgınlığa, polis provokasyonuna ve benzeri şeylere izin vermeme sorunu var. Fakat bahse girerim ki, bu bakımdan da üçüncü yaklaşımın izlenmesi, bu kontrol-dışı unsurların saygın ortaklar olarak hiçbir katılım haklarının olmadığını herkes açısından aşikar hale getirekek, onları tamamen yalıtacaktır. Ama diğer yandan da, olası kuvvetlerin en geniş dizilişini, en heyecan verici şekilde biraraya gelişlerini ve en güçlü birliktelikleri içerecektir.
Gerçek katılımcı demokrasi kolay değildir – özellikle grotesk biçimde otoriter ve sıkıca denetlenen alanlarda faaliyet gösterirken, her birimiz “toplumun kıskaçları” tarafından şekilsizleştirilirken ve 2000 yılı itibarıyla ümit edilebileceği kadar çok görüşü ve değeri henüz kollektif olarak paylaşmıyorken. Fakat gerçek katılımcı demokrasi her şeye rağmen, tüm bu tehlikeleri ve zorluklarıyla bile, yeteneklerimizi ve enerjilerimiz etkin şekilde kullanmak ve sözlerimizi yerine getirmek için sahip olduğumuz en büyük şanstır: WTO’yu bitirmek, Mumia Abu Jamal’i özgürlüğe kavuşturmak, kadınlara karşı şiddeti sona erdirmek, şirketlerin gücünü azaltmak ve diğer acil kazanımları elde etmek için – hepsi aynı zamanda meselelerin özüne inebilen hareketlere giden yolda.
[1] (Sweatshop) Nike … gibi büyük şirketlerin işgücü maliyetini düşürmek için 3. dünya ülkelerinde üretim yaptırdıkları, çok düşük ücretlerle, sendikasiz, çok kötü koşullarda çalışılan, daha çok çocuk emeğinin kullanıldığı işyerleri anlamında kullanılıyor.
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
Ben kişisel olarak değişiklik istiyorum biraz, ama üzerinde uzlaşılan husus doğruların, hatta evrensel ve ölümsüz olduğu savunulanların bile, tartışılmadan, eleştirilmeden kabullenilmesinin istenmesi. Ahlakı, insanlığı anlatıldığı, öğretildiği gibi kabullenmemek gerekiyor, hiçbirşeyi öylece kabul etmemek şüphe etme hakkını saklı tutmak, bilincimizi aile,din,devlet gibi topluluk kıskaçlarından olabilildiği kadar kurtarabilmek vs güzel şeyler bunlar.
bana bundan yaklasik alti ay once kuresellesme deseidiniz. sizlere saatlerce nutuk atardim. yok soyle bir olay soyle yararlari var. turkiye bu surecte boyle davranmali diye. hatta iki tane kuresellesmenin tartisildigi tv programinda kapitalismin savunulucugunu yaptim.
ama o kapitalizmin dinamamosu olan krizlerin turkiyedeki ayagi benim bir pic gibi ortada kalmama neden oldu. onun icin kuresellesmeyide yiyim. karsitlarinida yiyim.
heeeeeyyyyyyyyyytttttttt dagilin lan .
agiz tadi ile bir kafayi sıyıralim.
al iste tipik bir özal çocuğu (kusura bakma kernel, ama üzgünüm yazdıkların bunu anlatıyor).
kapitalizm (şu dönemde liberalizm) size (ne istediğini bilmeyenlere) istediğinizden ve arzu ettiğinizden daha çok şey vaadederek sürekli kandırmakla meşgul. yazdıklarından anlaşılıor ki, kıçına batmadıkça liberalizm işine geliyor, batınca da nihilist bir tavra bürünüyorsun. her koyun kendi bacağından mı asılır acaba?
maalesef daha çok zaman gerekli birilerinin bir şeyleri anlayabilmesi için.
beatnick cok dogru ve haklisin. bireyci,pragmatist,bazen makyevelist bir adamin. evet sucluyum hadi asın beni. ayrica ozal cogucu diye nitelendirilmek benim icin hakaret olamaz. keske ozalin yarisi kadar kafam calissa.
ama beatnick bu soruyu kendine bir sor cevabini bize vermek zorunda degilsin.
insanlari menfaatci ve ruzgara gore hareket etmeye zorlayan onlarin kisilik ozelliklerimi yoksa hayatin cetin yollarimi ?
açıkçası 80 sonrası çocukları için bundan başka da bir alternatif yoktu zaten,..
1. Hitler de zekiydi kernel, zeka insanların aşağılık yönlerini örtmez. Özalizmin bu ülkede yarattığı bireyci, cepçi, ultra-menfaatçi kişiliklerin faturasını tarih gösterecek. Belki 50 yıl sonra Türkiye de emperyalist ülkeler arasında güçlü bir halka olarak yerini alır ne dersin? Birileri mağaralarda yaşamaya çalışırken (bkz hayatın çetin yolları!) senin kendine atfettiğin özelliklerle, bu canavarın derisinde bir kene gibi yaşayan Dilbertler’den biri olmak da aynı zihniyete yakışan bir durum oluyor.
2. Biraz daha hayatın çetin yollarından bahsedelim mi? İlkel-komünal toplumlar hayatın en çetin yollarıyla karşılaşıyorlardı bundan 5000 sene önce kernel, ancak menfaatçilik yerine kolektivizmi tercih ediyorlardı, çünkü biliyorlardı ki aksi halde, rüzgara kapılırlarsa küçük toz parçacıkları gibi bilinmezliğe savrulup gideceklerdi. tıpkı bu kuşağın şimdiden kesinleşen kaderi gibi.
3. Vic, insanlık var oldukça her zaman alternatifler de var olacaktır, dolayısıyla bu durum koskoca bir tercih…
Eee Kernel cigim, bak bakalim… 80 den once hayat cetin degil miydi? Hayir, hayat herzaman cetindi, ama siz 80 den sonra pic oldunuz, menfaatci oldunuz. Demek ki hayatin zorlugunun sizin picliginizle yakindan uzaktan alakasi yokmush…
oncelikle yarma . eger bu tartısmayı basından beri adam akıllı okusaydın. benim pic olmak demekle neyi kasteetigimi anlardin. kusra bakma senin bu seviyesizligine muhatap olamam.
ancak sunu soyleyim. eger gercekten savundugunuz veya insanlara kufrederek savunmaya calistiniz ideolijinizi,veya dusuncelerinizi anlatmak istiyorsaniz benim mail adresim. [email protected] .eger isterseniz kisisel maillerle devam edebiliriz ama ben burada yarma gibi seviyesiz adamlar ile tartismam.
Kernel kardesh, "Ozal Pici" deyimi genish kitlelerce kullanilan [mesela benim bulundugum okullarda, ortamlarda bunu ister tikky ister solcu ister sagci herkez bilirdi] bir soz obegidir. Gunumuz kushagini anlatmak icin kullanilan bu obegi bildigini varsayaraktan yaziverdim, gel gor ki sen bunu bilmiyormushsun. Aslinda kureselleshme karshitlari, yeni kushak, kapitalizm gibi konularda "ahkam kesip" bunu bilmemek pek garip. Ayrica bilmen gereken birshey var ki, surekli menfaat peshinde koshmak, oportunistlik, ikiyuzluluk, doneklik karshiti olmak bir ideoloji savunuculugu degildir, bunlar ahlaktir… Ideoloji benimsemek icin zaten bu ahlak’a sahip olmak gerekir.
mailime yaz.. bu ne demek,.. bulandırma ortalıgı demek,..
ş‘leri sh olarak yazmanın hiçbir anlamı yok,.. neden türkçeyi deforme etmek için uğraşıyorsun,.. buradaki kimsenin buna tahammülü oldugunu sanmam,..
Abicim bu nedemektir ya? Ben nicin sh kullandigimi anlatmak, bahane, mazeret bildirmek zorunda miyim yahu? Nedir bu tahamulsuzluk? Yoksa internet ortaminda salgin gibi yayilan "ulean adamin acigini buldum, way sen misin yanlish, yamuk yapan, sen misin bana uymayan" akiminin temsilcisi misin? Hayir anlamiyorum, dil kendini ifade edebilme bicimidir, ben kendimi ifade edebiliyorsam[sen ne demek istedigimi anliyorsan] sorun nerde? Allah ashkina shivesi olan insanlari da "temiz" turkce konushmadiklari icin yadirgayip, eleshtiriyormusun, onlar da turkceyi deforme etmeye calishiyor degil mi? Hayir anlamsiz olan shu ki millet; bye bye, walla, slm derken hich rahatsiz olmadin fakat ben sh deyince patladin…
Ama arkadashim ben slm, bye bye, diyen ozenti, walla diyen kasinti chat ortami cocuklarini harbi kil olurum. Gel gorki, ben hich birzaman turkce klavye ye alishamadim, bunun sebebi de gerek dokumanlari gerek programlari ingilizce yazmam olmushtur… Ş yerine sh kullanmam benim icin bir zahmet degil, aksine tam tersi zahmet olurdu. Cunku bilmemkac yillik pc kullanim hayatimin bu evresinde, bana klavyeyi degishtir [Alt Shif ilen] dersen, benim hayatim kayar, cunku her nokta bastigimda karshima ch cikar, iki nokta bastigimda ap ayri bishey cikar.
Hayir anlamadigim, neden ben kendimi bukadar savunmak zorunda brakildim. Sh yi diline bir saldiri olarak gormen, bence potansiyel bir saldirinin olmasindan degil… Universitelerde Matematik Fizik dersleri Ingilizce veriliyor arkadashim, ben cikip, anadilde egitim diye bagiriyorum, sen bunu dile saldiri olarak algilamadin, benim sh kullanmama cattin. Iyi de arkadashim kullandigin terimler cok agir, ben bunu hak etmiyorum, ortada dilin anasini aglatan tonca eleman gezerken bana bunu soylemeye hich hakkin yok bence, rasyonel ol biraz, kibrit copune kereste deme!
düşünki karşında bir insan var ve burnundan berbat bir sümük sarkıyor ve sen onunla konuşurken korkunç acılar çekiyorsun. işte böyle bir durum var tahammül etmeme gibi bişey yok çünkü burada fikir paylaşılıyor kimseyle mücadele edilmiyor veya savaşılmıyor. sen öyle algılıyorsan o ayrı. ama biz siteyi kapattıktan sonra ilgili process’ide kafamızdaki cpu’da bitiriyoruz daha fazla uzatmıyoruz.
neyse ben acı çekmemek ve kusmamak için kafamda bir script yazdım zaten; yarma nickini görünce yazdığını okumuyorum. ama olurda hafif mutasyona uğramış arkadaşlar için bir script yazarsa ozaman kendi cpu’mu yormam tabi..
aptal kullanici ayarlarinda gozum gormesin uyarisi var. belki biliyorsundur. adamin nickini girince yazdiklarini bir daha gormuyorsun. boylelikle mutasyona girmis ve evrim surecinde ilk asamalarda olan yarmalardan kurtuluyorsun.
yok yazdıklarını okumak istiyorum, merak ediyorum filan ama işkence çekiyorum okurken. o yüzden benim hayalini kurduğum script mutasyonun öğelerini ortadan kaldırıp yazıyı bildiğimiz türkçeye çeviren bir script 🙂
yarma bile bence yukardaki o “bilmem kaç ademin gözü seni görmüyo, şimdi yıkıl” ibaresini haketmiyor,.. çok moral bozucu bişey o bence,.. hafifime didim, kaldırdı sagolsun,..
bu ayrı bir tartışma konusu oldu biliyorum, ve “bakalım şu küreselleşme karşıtları ne isterlermiş” diyen üyeler için de saygısızlık oluyor,.. ancak yarmaya, ş yerine sadece s kullan ve sana allah akıl fikir versin demeden duramayacagım şimdi,.. sadece o da degil, üstüme vazife olmayaraktan, gözüme çarptıgında üşenmezsem ilgili “-mi, -ki ve -de”leri uygun kullanmayan arkadashların (aman tanrım, yarmaya dönüşüyorum:) entrylerini düzeltiyorum,.. yarmanın bu konuda da bir felaket oldugunu söylemeliyim,..
diger muzdaripler,..
Link başlığı ‘Yazım Kuralı Karşıtları ne İstiyorlar?" biçiminde değiştirilsin…
Anarshi!;)
Ben sana karşı değilim sevgili Yarma… Ama söyleminin altından akan suların içindeki samanların zamanı geldiğinde yenemeyecek hale gelme olasılığıdır üzen beni… Çünkü mizah yüklü yaklaşımlarından bizi koruyacak bir faraday kafesi bulunmadığı gibi, seni koyacak bir kafesimiz de yok…Umarım sadece kendini emin bir noktada hissettiğinde ortalığı karıştırmayı sevenlerden olduğun için değil; anlam arayışı ‘ayağına’ yürütülen anlamsızlıklara karşı olmak nedeniyle ‘Anarshi!’ arzuluyorsundur… Noktalı virgül ve sağ parantez yazmak suretiyle gönderdiğin meşazını aldım… Sağol…
Hareketin Sahibi Kim?
Ya da: Kimse Hareketin Sahibi Olmadığı İçin, Çok-Hedefli, Çok-Taktikli, Karşılıklı Saygıya Dayalı ve Grupların Kimliklerinin Korunduğu bir Harekete Nasıl Ulaşırız?
Michael Albert
Seattle bir çok soruyu gündeme getirdi. Pek çoğu, sosyal değişimi ciddi şekilde savunanlar açısından tartışmaya yol açacak cinsten değil. Dünya Ticaret Örgütü (WTO) hangi sorunlara yol açıyor ? Topluluğu, yoksulu, emeği ve çevreyi korumak yerine özel kara hizmet ediyor. WTO’nun yerine ne istiyoruz? İnsanların ihtiyaçlarını daha etkili şekilde karşılarken, çevreyi koruyan adil bir uluslararası işbirliği.
Bununla birlikte, bazı sorunlar tartışma yaratıyor ve daha fazla dikkat gerektiriyor:
● Barışçıl yürüyüş yapanlar, illegal sivil itaatsizlik eylemlerine girişenler ve şirket mülkiyetine zarar veren illegal eylemlerde bulunanlar, birbirleriyle karşı karşıya gelmeden ve birbirlerinin çabalarının gücünü eksiltmeden nasıl bir arada var olabilirler?
● Bir çok bileşeni olan ve bileşenlerden hiçbirisinin hareketi sahiplenme hakkı olduğunu düşünmediği; fakat, bunun yerine, herkesin desteğine sahip olmadığı halde hepsine faaliyet göstermeleri için yer açılan, önemli faklılıklar taşımalarına karşın çeşitli muhalefet tarzlarına yer verilen geniş bir hareketi nasıl geliştirebiliriz?
● Taktikler ve strateji hakkında farklı görüşleri olan farklı gruplar, kendi istekleri ve deneyleri içinde boğulmadan, buna karşın kararları ile geri kalanların alanlarına el uzatmadan, nasıl tek bir büyük harekete ait olabilirler?
● Gerçekte, karşılıklı olarak paylaşılan bu tür alanları ve saygıyı hareketimizin çabalarının merkezine nasıl yerleştirebiliriz?
Seattle’da bir grup olduğunu hayal edin, onlara yaratıcı devrimciler diyelim. Bu arkadaşlar, karşı çıkışı ifade etme eyleminde, bir hareketin gelişme yörüngesini seçkinlere anlatmanın önemli olduğunu düşünüyor olsunlar. Yürümenin iyi olduğunu, fakat baskıcı yasaların işe yaramaz hale gelebileceğinin habercisi olan sivil itaatsizlikten güç aldığını anlamış olsunlar. Ve sivil itaatsizliğin iyi olduğunu, ama devletin karşılık verme kararlılığının uygulanamaz hale gelebileceğine işaret eden aktif, hatta saldırgan itaatsizlik ve ayaklanma hayaletinden güç aldığını fark etmiş olsunlar. Öyleyse, bu grup çok-taktikli, çok-hedefli bir strateji yanlısıdır. Sosyal değişimin karmaşık olduğunu, kısa vadede zaferler kazanmanın seçkinler için katlanılamaz sosyal maliyetler doğurmaya bağlı olduğunu anlıyor (seçkinlerin politikalarının baskılara boyun eğmemesi halinde, imtiyazlarının koşullarının bozulacağı tehdidinde cisimleşen maliyetler). Ve muhalif toplulukların, hepsi bir araya geldiğinde toplam etkilerini güçlendirebilecek farklı önceliklere, ihtiyaçlara ve eğilimlere sahip olduklarını anlıyor. Bununla birlikte, yaratıcı devrimciler solun çoğunluğunu oluşturmaktan uzak olduklarının da farkındalar. Ve şunu da biliyorlar: Yaptıkları işe büyük saygı duydukları diğerleri, bütün taktik ve stratejik sorunlarda onlarla aynı fikirde değiller ve militanlıkla ilgili tercihler ya da dışarıdan onlara dayatılan davranışlar tercih ettikleri gündemlerini ellerinden almadan bunları hayata geçirebilmek istiyorlar. Bu durumda, yaratıcı devrimciler Seattle için örgütlenen başkalarıyla iletişime geçiyorlar, daha militan taktikler kullanma niyetinde olduklarını bildiriyorlar ve diğerlerinin gündemlerine zarar vermeden bunu nasıl yapabilecekleri konusunda görüşme talep ediyorlar.
Şimdi bu toplantının olduğunu ve bir planla sona erdiğini hayal edebiliriz. Ya da diğerlerinin (ve bu bana göre ciddi bir yanlış olacaktır) yaratıcı devrimcileri dikkate almadıklarını ve onları karşılıklı yarar sağlayacak seçeneklerin planlaması ve üzerinde çalışılmasına dahil etmeyi reddettiklerini hayal edebiliriz. Her iki durumda da, yaratıcı devrimcilerin belirli bir kuruma yönelik – belki Boeing’in bir şubesi veya belki Ticaret Odası – bir kampanya ve bunu izleyen doğrudan eylemler üzerinde odaklanarak, “seçkinler için sosyal maliyetleri arttırmaya” ve “pratikleriyle başka direniş tarzlarını öğretmeye” karar verdiklerini varsayalım. Böylece, üzerinde odaklandıkları kurum ile WTO’nun kapsamlı meseleleri arasındaki bağlantıları ifade etmek için eğitici faaliyetlere başlarlar ve Seattle’daki olaylar sırasında, öne çıkardıkları bu kurumda bir gösteri yaparlar, baygın düşerler veya bunun yerine, bu kurum hakkında açık politik eğitim malzemesi sağlarlar ve tercih ettikleri doğrudan eylemi gerçekleştirirler. Yerlerini öyle bir seçerler ki, burası asıl geniş gösterinin yapıldığı yerin hemen yanında değil, oldukça uzağında, açıkça ayrı ve geniş gösteriye tecavüz etmeyen bir yer. Yaratıcı devrimciler aynı zamanda en yaratıcı ve enerjik oldukları anların bir bölümünü ayırarak, daha geniş ölçekli olaylara yardım etmek için bir dolu zaman harcarlar. Aynı zamanda sivil itaatsizikte de aktiftirler ve bu eylemi ruhuna en uygun şekilde ve güvenle gerçekleştirirler. Bu arada asıl gösteride polis saldırısı gerçekleştiğinde, buna hazırlıksız olan eylem arkadaşlarının savunmasına yardım ederler.
Öyle sanıyorum ki, bu varsayımsal yaratıcı devrimciler, böyle bir yol izleyerek fantastik bir örnek oluştururlardı. Fakat korkarım ki, Seattle’da kırıp dökenleri eleştirenlerden bazıları, tam aksine, bu varsayımsal yaratıcı devrimcilerin bile ilave örgütlenmeleri ve tutarlılıkları yüzünden, Seattle’da birkaç pencere kıran insanlara göre daha değersiz, hatta belki de daha kötü olduklarını düşünecektir. Bu çeşit bir faaliyetin meydana gelmesini istemeyeceklerdir. Hareketin bir şekilde bu tür faaliyetin meydana gelmesini engellemesi ya da olmuşsa mahkum etmesi gerektiğini düşüneceklerdir. Bu, bana göre, sol için ciddi bir problem olacaktır, hem yargılama düzeyinde, hem de süreç içinde.
Elbette toplumsal mücadelenin koreografisi mükemmel bir biçimde yapılmamıştır ve hiç bir zaman da yapılmayacaktır. Fakat bir parça uğraşırsak, toplumsal mücadele sürecine ve içeriğine ilişkin kollektif olarak kabul ettiğimiz, çeşitliliğe elverişli, buna karşın her bileşene saygılı genel değerler ve normlara sahip olabiliriz. Seattle sonrasının en başta gelen sorusu bu değerlerin ve normların neler olduğudur.
Bana çok anlamlı gelen bir norm, aynı zamanda inşa etmek istediğimiz toplum için de geçerli olduğunu düşündüğüm bir normdur. Bunu becerebildiğimiz ölçüde hayata geçirmeyiliz: İnsanlar karar verilen olaylar üzerinde, bu olaylar onları etkilediği oranda söz sahibi olmalıdır. Böylece ilk olarak, eğer on binlerce insan belirli taktikler bekleyerek bir gösteriye geliyorsa, çünkü bu eylem hakkında verilmiş ilk karardır ve eylem böyle tanıtılmıştır, bütün bu insanlar onları etkileyen şeyler hakkında görüşlerini ortaya koymadan görece az sayıda kişinin olayları tek yanlı olarak dönüştürmesi yanlış olacaktır. Fakat ikinci olarak, büyük çoğunluğun bile “bütün gösteri alanına” sahip oldukları sonucuna ulaşmaları da aynı şekilde yanlış olacaktır. Örneğin, WTO şehre çok sık uğramaz. WTO geldiğinde herhangi birinin WTO’ya karşı örgütleyebileceği bütün eylem tarzlarını büyük bir protestocu kitlesinin dikte edebileceğini söylemek, Seattle ya da ABD nüfusunun büyük kısmının hiç gösteri olup olmayacağını dikte edebileceğini söylemekten daha fazla anlamlı değildir. Solun büyük çoğunluğunun doğrudan eylemi “illegal” ilan etmeye hakkı olduğunu düşünenlerden herhangi birisinin, aynı şekilde Seattle ya da ABD’de yaşayanların her türlü muhalefeti illegal ilan etmeye hakkı olduğunu düşündüğünden kuşkuluyum. Bu tutarsızdır. Çözüm şudur ki, gerçekten hiçbir çoğunluğun ne ahlaki ne de yapısal olarak böyle bir hakkı vardır. Aslında Seattle’da devasa bir karmaşıklık vardı, çünkü dünyanın her yerinde yaşayan insanların çıkarları söz konusuydu. Bütün mesele şu ki, WTO kapalı kapılar ardında milyonlarca insanın yaşamı ve gelecekleri hakkında karar veriyor (ve bunu yalnızca az sayıda kişinin çıkarlarına göre yapıyor). Yanlış olan süreç ve içeriktir, tek başına içerik değil. Ama o zaman, adil ve doğru ilkelerin bizim faaliyetlerimize de uygulanması gerekir. Orada bulunan herkes ya da uzaktan ilgisi olan herkes için bir kişi bir oy ilkesi bazen iyi olabilir, ama her zaman en iyi karar verme yöntemi değildir. Fakat herkesin etkilendiği oranda söz hakkına sahip olabilmesi için olanlardan ne kadar etkilendiğini tespit etmeye çalışmak neredeyse her zaman akıllıcadır – bizimki gibi berbat şekilde örgütlenmiş bir toplumda bunu yapmak çoğu durumda çok zor olsa bile. Yapabileceğimizin en iyisini yapmak zorundayız.
Başka normlar da anlamlıdır. Çeşitlilik, memnuniyetle buyur etmek ve birçok farklı yaklaşıma yer açmaya çalışmak demektir ve anlamlıdır. Farklı yaklaşımlara yer açılması sadece insanların hakkı olmasına değil, fakat birinin o anda katılmadığı bir görüşün uzun vadede daha üstün olduğunun ortaya çıkabileceği ve heyecan verici bir karışımın neredeyse her zaman sıkıcı bir homojenlikten daha iyi olduğunun kabul edilmesine dayanır (Seattle’da yürüyüş ve sivil itaatsizlik eylemi yapan geniş tarzlar ve gruplar çeşitliliğinin bir başka apaçık dersi). Dayanışma da anlamlıdır. Sadece birbirine karşı medeni davranmak anlamında değil, fakat sözcüğün gerçek manasında iyi durumda yaşayıp yaşamadığımıza ve yüz yüze bulunduğumuz koşullara, hepimizin desteklediği görüşlere ve bunların karşılıklı ilişkilerine ve etkilerine dikkat edilmesi ve bunlar üzerinde kafa yorulması anlamında.
Seattle’daki gruplar şunu ileri sürüyorlar: Sanki bunlar hiçbir zaman geçerli olamazmış gibi buyrukla doğrudan eylemi ve özel mülke zarar vermeyi dışlamak (a) hareketin seçeneklerini zayıflatır, çünkü yararlı bir şey dışlanmaktadır, (b) gerçek katılımcı demokrasiyle çelişir ve (c) hem çeşitliliği, hem de dayanışmayı baltalar. Ve ben haklı olduklarını düşünüyorum. Aynı zamanda düşüncelerinin başka birçoğuna da katılıyorum, örneğin yukarıda varsayımsal yaratıcı devrimciler için özetlenen direnişin mantığı gibi. Ve son olarak, sadece kişiler arası ilişkiler ve sıcak, katılanları memnuniyetle buyur eden bir hareket yaratmak bakımından, bu meseleleri gündeme getiren muhaliflerin şu konuda da haklı olduklarını düşünüyorum: (Anlaşılabilir şekilde kırıp dökme eylemlerinden tedirgin olan) bazı bireyler sanki başkalarına ne yapacaklarını bir şekilde dikte edebileceklerini düşünerek haraket ediyorlar. Ve eğer başkaları bu konuda aynı görüşü paylaşmıyorlarsa, ancak aptal ve vandal olabilecekleri ve bu insanların, bu açıdan, oldukça küstah oldukları sonucuna varıyorlar. “Benim kuşağım”, beni dinleyin. Birbiriyle çelişen iki karşıt şekilde davranamayız. Eğer biz gençken, bazen olan biteni bizden daha yaşlı ve daha deneyimli pek çok kişiden daha iyi farkedebildiysek, şimdi genç olanlar da bizden daha sağlam yargılara sahip olabilirler. Fakat çok daha önemlisi, yaş bilgelik getirebilir ya da getirmeyebilir ve gençlik yeniliğe yol açabilir ya da açmayabilir, ama ister kulağı kesik bir emektar tarafından, isterse acemi bir yeniyetme tarafından ortaya atılsın bir görüşü çürütmek argüman gerektirir, isim zikretmeyi değil.
Eğer Seattle’da kırıp dökme eylemine katılan birisi, bunu eleştiren herkesin mutlaka aktivizmi engellemeye çalıştığını ve şirketlere karşı yumuşak davrandığını ya da bir CIA ajanı olduğunu veya başka bütün olası yaklaşımları dışlayarak mutlaka şiddet içermeyen eylemlere inandığını söylerse – o zaman söyledikleri yanlıştır. Bunu kanıtlayan bir örnek olarak, ben meydana gelen kırıp dökme eylemini eleştiriyorum, fakat aktivizmi genişletmek istiyorum, şirketleri ortadan kaldırmak istiyorum, CIA’den para almıyorum, şiddet karşıtı değilim ve doğrudan eylemin pek çok çeşidini savunuyorum. Diğer yandan, eğer kırıp dökme eylemine karşı çıkmış olan birisi bunun yanlış olduğunu, çünkü mülkiyete zarar vermenin her zaman yanlış olduğunu, çünkü sadece bir vandalın ya da aptalın bir cam kıracağını ve bu görüşü reddeden birisinin toplumsal değişim hakkında ciddi olmadığını ve saygıyı haketmediğini söylerse – bu söylenenler de yanlıştır. Bunun bir örneği olarak, ben çeşitli koşullarda bir cam kırar ve çok daha fazlasını yapardım ve ben vandal ya da aptal değilim, toplumsal değişim konusunda ciddiyim ve saygıyı hakkediyorum.
Bu nedenle şunun farkında olalım: Yakındaki olayların ve bazı durumlarda haddinden fazla kabaran duyguların altında, büyük ölçekli hareketleri demokratik biçimde, karşılıklı saygıya dayalı, ama yine de farklı büyüklüklerde ve farklı bakış açılarına sahip çeşitli grupları kapsayacak şekilde yönetmeye ilişkin önemli ve gerçekten zor meseleler yatıyor.
Öyleyse bütün bunlar bizi nasıl bir sonuca götürüyor? Geçmişi bir kenara bıkarıksak, gelecek için önem taşıyan sonuç nedir?
Geniş WTO karşıtı, ilerici ve sol toplulukların başkanlık seçimi kongrelerinde büyük gösteriler düzenlemeye karar verdiklerini hayal edelim – ki bunun çok iyi bir fikir olabileceğini düşünüyorum. WTO karşıtı hareketten, şirketler-karşıtı hareketten, yeşillerden, Mumia ve cezaevi hareketlerinden, vahşi işyerleri[1] karşıtı hareketlerden, ırkçılık karşıtı hareketlerden, kadın hareketlerinden, eşcinsel hareketlerinden ve bunun gibi daha birçok hareketten bahsediyoruz. Bunu nasıl yapabiliriz ve diğer tarafın her şekilde daha güçlü çıkmasını nasıl sağlayabiliriz?
Bir senaryo, en çok paraya sahip ve bu nedenle organizasyon aşamasında diğerlerini geride bıkaran grupların (hatta daha kötüsü bizzat para yardımında bulunanların), hangi taktiklere yer verilip hangilerine yer verilmeyeceğine, kimin katılıp kimin katılmayacağına ve hatta hangi sloganlara izin verileceğine ve hangilerine izin verilmeyeceğine karar vermesi gerektiğini söylüyor. Bu ciddi bir hareket geliştirmek açısından neredeyse, bütün kararları hiç muhalefet istemeyen ve hepimizi eve dönmek zorunda bırakan daha geniş kesimlere bırakmak kadar kendini boşa çıkaran bir tutum olacaktır. Korkarım ki buna karşın, eğer seçim yapma şansları olsaydı ve kendilerini sürücü koltuğunda buldukları sürece, hareketetimizin daha büyük gruplarındaki bazı kişiler ve özellikle liderlik konumunda olanlar, geçmişte pek çok kez olduğu gibi bu yaklaşımı tercih edebilirlerdi. Fakat bu tam anlamıyla eylemde demokrasinin, çeşitliliğin ve dayanışmanın karşıtı olacaktır.
İkinci bir senaryo, karşılıklı olarak üzerinde anlaşılmış talepler, sloganlar, eylemler vs. listesi etrafında geniş şemsiye koalisyonları oluşturmamızı söylüyor. Bu “para konuşur, geri kalanlarımız yürür” seçeneğinden hiç kuşkusuz daha iyi, ama ideal olmaktan uzak. Bu bize en küçük ortak payda yaklaşımı sağlıyor. Bu yaklaşım sadece tamamen tek yanlı bir çizgiye itaat etmekten daha iyidir, ama katılımcı öz yönetim normlarını içermek şöyle dursun, çeşitlilik ve dayanışma potansiyelimizin gücünü açığa çıkarmaz.
Aslında, Seattle’daki radikallerin pek çoğunun şu meselelere işaret ederek oldukça makul şekilde gündeme getirdikleri şeyin tam olarak yukarıdaki iki yaklaşımın eleştirisi olduğunu düşünüyorum: Bu seçeneklerin, pek çok başka olumlu özelliğe sahip olmasına rağmen, çeşitliliğe saygı duymadığını, gerçekten demokratik olmadığını, dayanışma yaratmadığını ve aynı zamanda toplumsal değişimi etkilemek için sahip olduğumuz bütün kaynakları açığa çıkarmadığını söylüyorlar. Ve bu eleştirilerinde haklılar.
Bu nedenle, üçüncü bir senaryo önerebiliriz: Az sayıda insanın önceliklerinin dayatılması ya da herkesin en küçük ortak paydası olmak yerine, bileşenlerinin en büyük ortak toplamı olan bir proje/süreç oluştururuz. Her grubun kendi ideallerine ve mantığına göre hareket etmesine izin verecek şekilde, “farklı insanlar için farklı işlere” olanak tanımak için çalışırız. Fakat bunu, farklı grupların başkalarının kullandıkları alanlara tecavüz etmek bir yana, başkalarının eylemlerinin gücünü azaltmalarına ya da bulandırmalarına izin vermeden yaparız. Gruplar kendileri için ayrı alanlara ihtiyaç duyarlarsa, olsun. Eylem çabaları aynı alanda, birarada gerçekleşebiliyorsa, işte bu iyidir.
Ben tamamen üçüncü yaklaşımı tercih ediyorum. Çünkü bunun sadece en fazla kaynaştırıcı, açık ve demokratik bir hareket yaratmakla kalmayacağını, fakat aynı zamanda taktiklerin ve odaklanan sorunların makul olarak umut edebileceğimiz en iyi karışımını sağlama ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Başkalarının ortaya çıkacak en iyi karışım hakkında şüpheleri olduğunu biliyorum. Fakat en azından az çok buna benzer bir süreç olmadan, birbirleriyle uyumsuz gerilimlerin, yeterince doğru bulmayabileceğiniz bazı taktik ya da sorun alanlarını kapsamaktan çok daha fazla zarar vereceğini farkedeceklerini umuyorum.
Evet, biliyorum, bu esnek yapıyla bile genel konsept yine de “herşey yapılabilir” şeklinde olamaz. Bunlar tehlike olarak belirdiğinde, hala çılgınlığa, polis provokasyonuna ve benzeri şeylere izin vermeme sorunu var. Fakat bahse girerim ki, bu bakımdan da üçüncü yaklaşımın izlenmesi, bu kontrol-dışı unsurların saygın ortaklar olarak hiçbir katılım haklarının olmadığını herkes açısından aşikar hale getirekek, onları tamamen yalıtacaktır. Ama diğer yandan da, olası kuvvetlerin en geniş dizilişini, en heyecan verici şekilde biraraya gelişlerini ve en güçlü birliktelikleri içerecektir.
Gerçek katılımcı demokrasi kolay değildir – özellikle grotesk biçimde otoriter ve sıkıca denetlenen alanlarda faaliyet gösterirken, her birimiz “toplumun kıskaçları” tarafından şekilsizleştirilirken ve 2000 yılı itibarıyla ümit edilebileceği kadar çok görüşü ve değeri henüz kollektif olarak paylaşmıyorken. Fakat gerçek katılımcı demokrasi her şeye rağmen, tüm bu tehlikeleri ve zorluklarıyla bile, yeteneklerimizi ve enerjilerimiz etkin şekilde kullanmak ve sözlerimizi yerine getirmek için sahip olduğumuz en büyük şanstır: WTO’yu bitirmek, Mumia Abu Jamal’i özgürlüğe kavuşturmak, kadınlara karşı şiddeti sona erdirmek, şirketlerin gücünü azaltmak ve diğer acil kazanımları elde etmek için – hepsi aynı zamanda meselelerin özüne inebilen hareketlere giden yolda.
[1] (Sweatshop) Nike … gibi büyük şirketlerin işgücü maliyetini düşürmek için 3. dünya ülkelerinde üretim yaptırdıkları, çok düşük ücretlerle, sendikasiz, çok kötü koşullarda çalışılan, daha çok çocuk emeğinin kullanıldığı işyerleri anlamında kullanılıyor.
(NiKo)
—————————–
E-Grup web adresi: http://groups.yahoo.com/group/imfyehayir/
Gruba mesaj yollamak için: [email protected]
Gruba katılmak için: [email protected]
Gruptan çıkmak için: [email protected]
——————-
Kampanya’nın:
Web Adresi: İMF’ye HAYIR
E-mail: [email protected]