Birkaç gün önce, bilmiyorum, belki de bir haftayı geçmiştir; odamdaki küçük masada oturmuş, sanırım bir şeyler okuyordum. O sırada oda arkadaşlarımdan birisi olan İlyas geldi. Akşam saatleriydi. Karanlık artık tamamıyla aydınlığı boğmuştu ve alem gecenin hükümranlığına hazırlanıyordu.İyiydim. Birkaç gündür harika bir performansla on saatin üzerinde çalışabiliyordum. Bu, neşemin genelde yerinde olmasını sağlıyordu. O akşam da neşeliydim. Öyle ki, en iyi arkadaşlarımdan birisi olan İlyas ile, daha önceki tecrübelerimden onunla tartışmanın her zaman tatsız bir şekilde sona erdiğini ve en iyi ihtimalle işi şakaya vurarak konuyu kapatabilme şansımız olduğunu bildiğim halde, kadınlar üzerine bir tartışmaya girme hatasında bulundum.Hata diyorum, çünkü; bir yıl öncesine kadar, aşağı yukarı bütün fikirlerimizin en azından çoğunun ortak olmasına rağmen, altı-yedi ay önce tanıştığı bir kızdan dolayı (başka bir neden bulamıyorum) büyük oranda değişim geçirdiğini göz ardı ettim. Özellikle kadınlarla ilgili görüşlerinin, bir zamanlar birlikte sabahlara kadar konuşup anlaşabildiğimiz mecradan uzaklaşmış olduğunu düşünmeliydim. O kızla tanıştıktan sonra, önce sigarayı bıraktı. (benden çok içerdi) Hayır bunu hiçbir zaman bir ihanet olarak görmedim, çünkü nihayetinde sigara kötü bir alışkanlıktı ve herhangi bir nedenle onu bıraktığı için sevinmeliydim. Daha sonra dinsel konularda hassas olmaya başladı. Ben, kesinlikle dinsel konularda hassas olunmaması gerektiği iddiasında değilim, hatta dinsel hassasiyetin çok önemli ve anlamlı olduğunu düşünüyorum, ama bu hassasiyetin gelişiminin faktörünün başka bir insan iradesi, özellikle cinselliğine duyduğumuz özlemden dolayı deli divane olduğumuz kadın iradesi olmaması gerektiğini düşünüyorum. Hayır, tabi ki bu da hiçbir zaman sorun olmadı. Netice de aşkın insana neler yapabileceği hakkında fikrim vardı ve hatta onu her zaman takdir de ettim. Fakat o akşam, elimdeki sigaranın dumanını ciğerlerime çekerken, az önce içeri girmiş olan en iyi arkadaşımla birazdan ilişkimizin belki de sonsuza kadar kopacağını bilemezdim.Dedim işte, kadınlar üzerine açıldı konu. Nereden açıldı nedeni neydi, açıkçası pek emin değilim. Ben yine kadınlar hakkında olumsuz düşüncelerimi dile getiriyordum. Ses çıkarmıyor, beni onaylıyordu. O arada diğer oda arkadaşımız, ayrıca hemşerim olan ve bizden birkaç yaş küçük olan Bilal geldi odaya… Bu arada ben meselenin kapandığı düşüncesiyle lavaboya gittim. Öyle ya; hiçbir olumsuzluk olmamıştı.Fakat geri döndüğümde sevgili dostum İlyas’ın yüzünde ardımdan söylediği olumsuz şeylerin izi vardı. Arkamdan mı konuştuğunu, eğer öyleyse neden yaptığını, söyleyeceği şeyleri yüzüme karşı söylemesi gerektiğini söyleyince, benden çekinecek bir şeyi olmadığını, söylediği her şeyi yüzüme karşı da söyleyebileceğini söyleyerek, içimi yaka yaka; kadınlar hakkındaki düşüncelerimin çok uç fikirler olduğunu, Schopenhauer ve Nietzsche okuyup olumsuz düşüncelerimi daha da derinleştirdiğimi, ayrıca akşam masanın üstündeki defterimde kadınlarla ilgili yazdığım şeyleri okuduğunu ve hakaretten başka bir şey olmadığını söyledi.Bahsettiği defterde yazdığım şeyler, kadınların düşünce yapılarının zayıf olduğundan, duygu ve arzu arasındaki ayrımın farkına varamadıklarından, bilginin arzularını yerine getirecek kadarıyla ilgilendiklerinden, bilgi ve bilgelik sevgisinden yoksun olduklarından, sevginin ve aşkın kıymet ve önemini kavrayamadıkları için aşıklarına yüz çevirip tecavüzcülerine aşık olduklarından ve saygı duyulmaya layık bir tarafları olmadığından bahsediyordu. Bu düşünceler elbette genel anlamda bütün kadınlara atfedilemezdi. Çünkü, küçük bir çocuk bile istisnaların kaideleri bozmayacağını bilirdi, fakat, sevgili dostum; belki de düşüncelerimin kendi sevdiği kadına dokunduğu düşüncesiyle beni acımasız bir şekilde yargılamaktan kaçınmadı. Söylenmesi gereken son şeyi, söylemesi gereken son kişi; dostum, arkadaşım, kardeşim, çok değil bir yıl öncesine kadar sabahlara kadar konuştuğum, dertleştiğim, fikirlerimi hiçbir zaman bu kadar ağır bir şekilde yargılamayan sevgili oda arkadaşım söyledi: kadınlardan nefret ediyorsun, çünkü seni sevmiyorlar. Başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü söylememe gerek yok sanırım. Öylece kalakaldım. Konuşmak istedim ama, konuşamadım. Mesela, ona; bir kadından dolayı bütün varoluşuna sırt çevirenin ben olmadığımı söylemek istedim, söyleyemedim, söylemedim. Çünkü, artık söyleyeceğim şeyler bitmişti. Yanılıyordu. Yanılmıyordu, ama sıradan bir aptal kişinin anlayabileceği gibi anlamıştı düşüncelerimi. Belki de öyle anlamak istediği için anlamıştı. Belki de ben ona geçmişini hatırlatıyordum ve o da bundan dolayı acı çekiyordu. Oysa kadınlardan hiçbir zaman nefret etmedim. Bunu bilmeliydi. Onları hep sevdim. Onları deli gibi sevdim. Herhangi bir kadını yeryüzünde başka hiçbir erkeğin –onun bile- sevemeyeceği kadar çok sevdim. Hala da seviyorum. Bundan hiç şikayetçi olmadım. Benim şikayetim; kadınların, aşkı anlama yeteneklerinin olmadığı yönündeydi. Ayrıca, benim de sevenlerim vardı. Tamam aşık olduğum hiçbir kadın belki de istediğim gibi sevmemişti beni, ama zaten öyle olsaydı ortada söz konusu ettiğim, kadınların anlamadığını söylediğim aşk da olmayacaktı. Çünkü aşk, karşılık görmediği oranda büyür.Neticede bana söylediklerinden sonra onunla ilişkimi kestim. Bir daha da tekrar onunla bir ilişki içerisine girmek istemiyorum ve bunu düşünmüyorum. Gelip özür dilerse belki tekrar, en azından sadece konuşabilirim onunla…Açıkça bir şey daha söylemek istiyorum: çok iyi arkadaşım, dostum, kardeşim dediğim ve öyle bildiğim bu kişi ile ilişkimi bitirdikten sonra hiç canım acımadı ve bu da çok sıra dışı bir şey… Belki de daha önce görmezlikten geldiğim, yada önemsiz gördüğüm diyeyim, bir takım şeylerin önemini göz ardı etmiş olabilirim. Hasılı kelam, bu ilişkinin bitişi bana acıdan ziyade huzur ve rahatlık verdi ki; bu da doğru harekette bulunduğumun işaretidir. Ne dersiniz?