“Kiralık Konak” Yakup Kadri’nin ilk romanıdır. Yazarın bir çok romanına önsöz yazmış olan Atilla Özkırımlı’nın da belirttiği gibi, her ne kadar “Yaban”’ın popülerliğinin gölgesinde kalmışsa da, “Kiralık Konak”, işlediği dönemin olgularını ve batılılaşma sürecinde kuşaklar arasında yaşanan çelişki ve çatışmaları gözler önüne sermesi açısından hem Yakup Kadri’nin hem de Türk romanının en önemli yapıtlarından biridir. Yakup Kadri ve romanı “Kiralık Konak” üzerine söylenecek çok söz olmasına karşın, kısaca romandaki genel karakterlerden bahsedildikten sonra,bu incelemenin odak noktası Dr. Niyazi Akı’nın “Yakup Kadri Karaosmanoğlu; İnsan–Eser–Fikir–Üslûp “ adlı kitabındaki incelemelerden faydalanılarak, Seniha ve G.Flaubert’in Emma – Madame Bovary karakterlerinin karşılaştırılması olacaktır.

Romanda anlatılan olayların yaşandığı dönem, II. Meşrutiyet yıllarıdır. Yakup Kadri, daha romanının başında eski ve yeni devirler arasındaki farklılıkları sıralamaya başlar; “ zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti (…) “ . “ İstanbul’da iki devri oldu: Biri İstanbulin, diğeri redingot devri… Osmanlılar hiçbir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar (…) “ . Yazar romanın ilk bölümünde olayların baş kahramanı Seniha’nın dedesi olan Naim Efendi, damadı Servet Bey ve kızı Sekine Hanım’ın birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini eski-yeni karşılaştırması dahilinde anlatarak İstanbul’un sözü edilen bu iki devrini okuyucuya anlatır. Yazarın betimlemelerinde Naim Efendi’ye duyulan bir acıma duygusu görülmektedir; “ (…) Naim Efendi, yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde artık yazılan ve konuşulan Türkçe’yi de anlamıyordu. (…) Naim Efendi evvela damadı, sonra torunları sayesinde daha nelere alışmıştı… Biçare adam kızı evlendiği günden beri, aşağı yukarı yirmi senedir, her gün bir eski itiyada veda etmekten ve her gün yeni bir mecburiyete katlanmaktan başka bir şey yapmıyor (…) .Eski dönemden gelen alışkanlıkları, terbiye ve görgüsü dolayısıyla yenilikler karşısında Naim Efendi’nin şaşkınlığı, eski-yeni sorunsalının o dönemde yaşayan kişiler üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır. Yeni devri örnekleyen karakterlerden Servet Bey ise, “ züppe “, “garabet yapan, tatlı su Frenkleriyle düşüp kalkan, yabani ve perişan bir sesle bir takım opera parçaları terennüm eden” bir kişilik olarak tasvir edilmiştir. Servet Bey’in takdiminden sonra, oğlu, Seninha’nın kardeş Cemil de kısaca anlatılır. Cemil’in Beyoğlu gecelerine olan düşkünlüğü, Beyoğlu’nda oturan metresi ve Cemil’in genel davranış biçimi anlatıldıktan sonra romanın baş karakteri olan Seniha’ya geçilir.

“ (…) Herkesin kendine mahsus bir hayatı vardır. Siz zannediyorsunuz ki, herkes, herkes gibi yaşayabilir. Annem nasıl sizin gibi bu konakta yaşayıp ihtiyarladıysa ben de onun gibi yaşayıp ihtiyarlamaya razı olacağım. Halbuki ben mutlaka kendi hayatımı yaşamak istiyorum.(…) ” . Seniha’nın dedesi Naim Efendi’ye, Faik Bey’le olan ilişkisine karışıp, Faik Bey’in babası Ragıp Efendi’yle konuşmaya gittiği için kızgınlığını belirtirken söylediği bu sözler aslında Seniha karakterinin ana hatlarını özetler.

Avrupa’nın şenlik ve aydınlık şehirleri, Seniha’yı, romanın baş kişisini, büyülü bir surette kendine doğru çekmektedir. En küçük teferruatına kadar her şeyini ve her tarafını bildiği ve ezberlediği evinden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta adeta bunaldığını hissettiği bu memleketten kaçmak, uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş şeylere doğru gitmek istemektedir. Ne yapsa, ne işlese hep oraya gitmek içindir. Avrupa’da bulunmuş, ancak aslında işe yaramaz bir serseri olan Faik Bey’i sevmiş gibi gözükür, ancak onu çeken sadece Avrupai havasıdır.

Seniha’nın kaçmak istediği her şeyi, bunaltıcı ve sıkıcı konağı ve memleketi, büyük babası ihtiyar Naim Efendi simgeler. Naim Efendi çok iyi yürekli, sevimli fakat “eski kafalı” bir ihtiyardır. Seniha hayatta en sevdiği varlıktır. Seniha da onu sever, ancak bir yandan da dedesinin onun için düşündüğü hayattan kaçmak ister. Bütün olaylar Seniha ve onun yaptıkları etrafında gelişir. Seniha’nın Faik Bey’le ilişkisi, bu ilişkinin çevrede duyulup ayıplanması, Seniha’nın Avrupa’ya kaçışı, sinir krizleri, Avrupa’da bulunduğu süre içerisinde ondan gelen mektuplar, Naim Efendi’nin torununa para yetiştirme çabaları, Seniha’nın Avrupa’dan dönüşü ve bu dönüşü izleyen olaylar, yani Seniha’nın gece hayatı ve erkeklerle ilişkileriyle dedesinin bunlara müdahale edemeyip günden güne çöküşü romanın ana hatlarını oluşturur. Romanın ikinci yarısında, yani Seniha’nın Faik Bey’le ilişkisinin noktalanmasından sonra kuzeni Hakkı Celis ön plana çıkar. Hakkı Celis romantik Batılı şairlere tutkun, duyarlı bir gençtir. Seniha’ya aşıktır, onun için şiirler yazmaktadır. Aslında o da “Batı”ya, Batı şairleri yoluyla hayrandır, ancak onun için asıl önemli olan Seniha’dır. “…Seniha abla, bizi pişiren ıstıraptır; gezip görmek değildir. Sizden evvel kaç kişi Avrupa’ya gitti geldi. Bunların bazılarının kıyafetlerinde epeyce değişiklik gördüm, fakat ruhlarında ne değişti; bilmiyorum. Bunlar bize oradan, başlarında bir acayip sarhoşluk ve gözlerinde safiyane bir hayretle avdet ettiler. Seniha abla, siz de bunlardan biri misiniz?’. ‘Ooo, daima felsefe! Sen hiçbir zaman hayat adamı olamayacaksın, hiçbir zaman, zavallı Hakkı!’ Bunun üzerine genç adam acı acı gülümseyerek yarı ciddi, yarı şaka cevap verdi: ‘Öyleyse ölüm adamı olurum.’” .Hakkı Celis, bu sözü söyledikten sonra, uzun uzun düşünür hakkında. Çanakkale Cephesi’ne giden askerler arasına katılmaya karar verir. Seniha’ya olan aşkı, eski romantizminin anlamsızlığını kavramasıyla bir “memleket aşkı”na dönüşür. Ona göre bu, çok daha anlamlı bir duygudur. Gerçi Seniha, zengin bir diplomatla yapacağın evliliğin bozulmasından hemen sonra Hakkı Celis’e kendisini gerçekten seven tek kişinin o olduğunu bildiğini söyler, ancak ertesi gün cepheye gidecek olan genç adam için artık Seniha’nın aşkı çok eskilerde kalmıştır.Yani Hakkı Celis hala eskiden tanıdığı Seniha’yı sevmektedir, Avrupa’dan döndüğünde bambaşka bir hoppalığa bürünmüş olanı değil.

Flaubert’in Emma karakteriyle Seniha bir çok bakımdan benzerlikler göstermektedir. Aynı Seniha’da olduğu gibi, Emma’yı içinde yaşadığı hayattan soğutan gerçeği fazla süsleyen yahut geniş hayaller arkasından gösteren kitaplardır . “ (…) şimdi Emma kitaplarda kendisine son derece tatlı gelen o bahtiyarlık, o aşk ve sevda sarhoşluğu kelimelerinin hayattaki gerçek manasını bilmeye çalışıyordu (… ) . Yine her iki karakter de yerlerini yadırgayan, bulundukları yerden bir türlü memnun olmayan ve sürekli başka bir yerlere gitmek isteyen birer portre çizerler. Her ikisini de bulundukları yerden hoşnutsuz eden sebepler benzerdir; hep o şatafatlı hayatlara, renkli dünyalara duyulan bir özlem vardır ikisinde de.

Her iki baş kahramanın başından geçen olaylar ve çevrelerindeki karakterlerin benzerlikleri de dikkat çekicidir. Örneğin Emma sıkıntılar sonunda sinir hastalığına yakalanır ve hava değişikliği tavsiye edilerek kocası Charles tarafından Rouen’a götürülür. Aynı şekilde Seniha da “birbirinden şiddetli iki sinir buhranı” geçirir ve hekimlerin tavsiyesiyle Büyük Ada’ya, halasının yanına gider. Emma, Vaubyessard şatosunda rastladığı kadınların kendisinden güzel olmadıklarını görür ancak lüks içinde yaşamalarını kıskanır. Seniha da Paris’e gitmek üzere olan Belkıs’ı kıskanır, oysa Belkıs’ın vücudu “ne kadar ham ahlat, tavırları ne kadar adî ve giyinişi ne kadar kaba”’dır.

Seniha ve Emma’nın aşık olduklarında gösterdikleri fiziksel tepkiler de çok benzerdir, örneğin “ (…) Emma zayıfladı , yanakları soldu, siması süzüldü. Siyah çatkıları, iri gözleri, düz burnu, kuş kadar hafif yürüyüşü ve daima sessiz haliyle hayatın üstündeymiş gibi yaşıyor, alnında âdeta ulvî bir kaderin belirsiz izini taşımıyor muydu? “ . Faik Bey’e duyduğu aşk sonucunda Seniha’da da benzer değişimler gözlenir; “ (…) evvelden rengi yanaklarının uçlarına doğru hafifçe pembe ve şekli değirmiye yakın olan bu yüze sıcak bir solukluk ve narin bir uzunluk geldi. Bakışlarına sert bir süzgünlük ve yürüyüşüne, oturuşuna, kalkışına lâtif bir perişanlık geldi; rüzgârda sallanan dallar gibiydi (…).” . Hatta iki kadın karakter de aşkla ilk olarak doğanın içinde tanışırlar, öyle ki Rodolphe ile Emma ilk kez göl kenarında sevişirlerken, Faik Bey ile Seniha da Büyük Ada’da deniz kenarında sevişirler.

Yukarda belirtildiği gibi, iki kahramanın etrafındaki karakterler de benzerlik göstermektedir. Örneğin hem Madame Bovary’de hem de Kiralık Konak ‘ ta tek bir kadına aşık iki erkek vardır. Seniha’ya aşık olan Faik Bey ve Hakkı Celis ile Emma’ya aşık olan Léon ve Rodolphe. Léon ve Hakkı Celis de karakter olarak birbirlerine benzemektedirler; toy, çekingen yapılarıyla kadın kahramanları saf ve masum bir aşkla sevmektedirler. Rodolphe ve Faik Bey ise, pişkin, tutkulu ve maceraperest tiplerdir. Bunun yanı sıra, Emma öldüğünde kocası Charles Emma’nın aşığı Rodophe ile dost olur, aynı şekilde Seniha Avrupa’ya kaçtığında da Faik Bey ile Hakkı Celis dost olurlar. Gerçi önceleri Hakkı Celis Faik Bey’den pek hazzetmez, onu kıskanır, ama ikisinin ortak noktaları olan Seniha’ya duydukları aşk bir şekilde onları bir araya getirmeye yeter.

Bütün bu benzerliklerin yanı sıra, göze çarpan en önemli farklılık romanların sonunda ölen kişilerdedir. Madame Bovary’de Emma ölürken, Kiralık Konak ‘ta Seniha değil, Hakkı Celis ölür. Seniha ise yaşamına kaldığı yerden, aynı maskeyle devam eder, hatta Hakkı Celis’in öldüğünü öğrendiği eğlence sofrasında aldığı haberden bir an için rahatsızlık duysa da, eğlenmeyi, ya da eğleniyor gözükmeyi sürdürür.

Yine kitaba önsöz yazan Atilla Özkırımlı da, Dr. Niyazi Akı gibi Seniha ve Emma karakterlerinin benzerliklerinden söz etmiştir. Ancak şu cümlesiyle bu benzerliğin üzerinde fazla durmaya gerek görmediğini belirtmiştir; “ Araştırmacılarla örnekleriyle kanıtlandığı gibi Seniha tipinin Madame Bovary’den alınmış olması da değerini eksiltmez. Nereden, nasıl esinlenilmiş olunursa olunsun, önemli olan Türk toplumunun tarihsel gelişiminde yaşanan, bugün de etkilerini sürdüren bir gerçekliğin yansıtılması değil midir? “. Aslında Flaubert’in Emma’nın etrafında olayları geliştirirken dönem Fransa’sına ışık tutmak gibi bir amacı yoktur. Oysa Yakup Kadri Seniha karakteriyle, değişen yargı değerlerini, yozlaşmayı, batılılaşmaya çalışırken yitirilen değerleri gözler önüne seriyor ve Atilla Özkırımlı’nın belirttiği gibi, batılılaşma sürecinde özentilik ve aşırılığa kaçıp, bu yozlaşmayı yaşayan karakterlerde romanın sonlarına doğru hep olumsuz gelişmeler görülürken, Faik Bey ve Seniha’daki bu kötüye gidiş, bu çöküş, eski değerleri hiçe sayarak bildiklerini okuyan, tutkularının esiri olan batı hayranlarının de ortak çöküşlerini temsil ediyor. Bu açıdan bakıldığında iki romanda birbirine benzeyen baş kadın karakterler dışında çok da fazla benzerlik olmadığı söylenebilir.

Sonuç olarak, daha önce kanıtlanmış olduğu gibi, Madame Bovary – Emma karakteri, Kiralık Konak’taki Seniha karakteriyle ciddi benzerlikler göstermektedir ama bu benzerlikler romanların bütününe mal edilemez. Yakup Kadri’nin yapmak istediği, eleştirel boyutta yaklaştığı Doğu-Batı, eski-yeni sorunsallarını ve dönemin yaşayış tarzıyla batılılaşmak adına değerleri yozlaşmış olanları göstermektir. Onun karşı olduğu aslında Batı’nın kendisi olmamakla birlikte, Hakkı Celis’in askere gitmesiyle ilgili bölümlerde çok radikal olmayan milliyetçilik izlerine rastlamamak, ve Naim Efendi’nin tasvir edildiği ilk bölümde geçmişe bir özlem duygusunu sezmemek mümkün değildir.