İkinci Dünya Savaşı ardından gerçekleşen sanayi devrimi ile hız kazanan küreselleşme süreci günümüzde çok farklı alanlarda tartışılır hale gelmiştir. Ekonomik, kültürel, politik ve sosyal açıdan kendisini çok güçlü bir şekilde gösteren teknolojinin ve küreselleşmenin bir başka etki alanı ise Çevre olmaktadır.Çevre kirliliği ve küresel ısınmanın en temel belirleyicileri nüfus büyüklüğü, ekonomik gelişme, enerji tüketimi, enerji yoğunluğu ve ormansızlaştırma olmakla beraber ortaya çıkan karbondioksit ise atmosferde en çok sera etkisi yaratan gazdır. Türkiye’de karbondioksit emisyonunu %35 imalat sanayi, %33 enerji ve madencilik sektörü, %12 ulaştırma, %6 tarım ve geriye kalan %14’lük pay ise diğer hizmetler oluşturmaktadır.Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesince gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere 2 listede sera gazı emisyonlarında indirime gidilmesi konusunda çeşitli sorumluluklar yüklenmiştir. Türkiye ise bu kapsamda gelişmiş ülkeler ile beraber değerlendirilmiş (Ek-2 listesi) ancak sözleşmede geçen ortak fakat farklı sorumluluk yaklaşımıyla bu listeden çıkma isteği dile getirilmiştir. Bilindiği üzere Türkiye halen Kyoto Protokolünü ABD ile beraber imzalamamıştır.Verilen taahhütlere uyma yolunda 1990-2000 yılları arasında AB ülkeleri 1990 değerlerini korurken, ABD, Japonya, Kanada, Avustralya ve Norveç yaklaşık %20 ve Türkiye %65 oranında artış kaydetmiştir. Sanayileşme sürecinde olan ülkemizde yaşanan bu artışın nüfus, ekonomik gelişme rakamları ile paralellik göstermesinin yanında Kyoto Protokolüne imza atmış olan ülkelerin taahhüt ettiği rakamlara ulaşmalarına bile şüphe ile bakılmaktadır.Türkiye’nin Kyoto Protokolünü imzaladığı düşünüldüğünde büyümesinden taviz vermeden sera gazları emisyonunda indirime gitmesi ancak çok etkili enerji politikaları ile mümkün olabilecektir. Fosil yakıtlarına alternatif olabilecek temiz enerji yatırımları dünya ile beraber ülkemizde de arttırılarak devam etmelidir.Bilim adamlarına göre şu an yaşanan küresel ısınma veya sıcaklık artışlarının sebebi bugün salınan gazlar değildir. 1960-1970 yıllarının etkisi bugün ortaya çıkmaktadır ve bugünkü emisyon miktarlarına bakıldığında 15-20 yıl sonraki durumu düşünmek bile tehlikeyi açıklamaya yetmektedir.