Neyin ne olduğunu ve nasıl olduğunu söylemek yetmiyor artık – bir de her şeyi ispatlamak gerekiyor, en iyisi tanıklar getirip, bir takım gülünç deneyler yapıp ispatlamak.
Patrick Süskind
Koku
İslam dünyasında ebcet hesabı matematiksel bir çözümlemeyle sınırlı kalmaz Bâtınilik ve Hurûfilik gibi kavramlarla beslenerek daha tehlikeli bir hal alır. Bâtınilik dönem dönem popülerleşir ama bu geçici rüzgarlar ne İslam’a ne de bu işlerle uğraşanlara bir fayda getirmez. Keza avam da bilerek ya da bilmeyerek bu işlere ilgi duyar ve yaradılış olarak meraklıdır da. Zahir üzerine tefekküre üşenen güdük iman, kesin kanıtlar ve matematiksel veriler arar. Ve bulur da…
Son günlerde üzerinde fırtınalı tartışmalar kopartılan “Kur’an’ın Şifreleri” adlı eser ve müessiri Ömer Çelakıl bu duruma verilebilecek en güncel örnektir. Ömer beyin çalışmalarını baştan aşağıya karalayamayız. İçinde muhakkak, hakikat payı olan veriler mevcuttur ama bunun kime, nasıl bir faydası olur? Kıyametin ne zaman kopacağını soran sahabesine yüce peygamberin verdiği cevap ne kadar mükemmeldir. Peygamber bu kişiye bu gibi şeylerle uğraşmamasını sadece o güne hazırlıklı olmasını salık verir. İslam edebi, adabı bunu gerektirirken bu tip çalışmaları (her ne kadar iyi niyetli olsalar da) hoş görmek mümkün değildir. Ömer kardeşimizin son derece iyi niyetli olduğu, tavırlarından, mimiklerinden hatta pejmürde halinden anlaşılıyor. Fakat niyet ne kadar iyi olsa da yapılan eylem İslam kimyasına ters düşüyor. Çünkü Müslüman zahire iman edendir.
Kendileri, biraz da Emine Şenlikoğlu hanımefendiden destek alarak, bu tip çalışmaları Said-i Nursi’nin de yaptığını söyleyerek eylemini haklı çıkarmaya çalıştı. Yakın zamanda kendilerini Said-i Nursi’nin talebeleri farz eden gruptan bir gencin ebcet hesabıyla sayısal loto tutturmaya çalışırken akli dengesini yitirdiğini biliyorum.
Bâtınilik, Hurufilik, ebcet hesabı ve benzer ilimler haktır, mevcuttur. Ama aklı selim bir Müslüman’ın uğraşmaması gereken alanlardır. Mesela büyü de Müslümanların varlığına inandığı bir ilimdir ama bu ilme talip olmak yasaktır. Diğerlerini tabi ki büyüyle aynı kefeye koymuyorum, bu örneği sadece var olan her ilme talip olmak gerekmediğini anlatmak için verdim.
Mutasavvıfların anlattığı güzel bir menkıbe vardır; Tasavvuf aleminin en büyük isimlerinden Hazreti Muhyiddin-i İbn-i Arabi bir gün atından düşmüş. Dakikalarca olduğu yerde sabit kalmış. Yanındakiler bir yerini sakatladığını, bu yüzden kıpırdayamadığını düşünmüşler. Hazretin yanına varıp neden kıpırdamadığını sorduklarında İbn-i Arabi şu cevabı vermiş: “Bugün burada attan düşeceğim Kur’an’ın neresinde yazıyordu onu düşünüyordum.”
Bence bu menkıbe, irfan sahiplerine bu tür ilimlerin var olduğunu ama cin olmadan adam çarpmamak gerektiğini anlatıyor. Keza Ömer beyin yüzündeki anormal mimikler, göz çevresine yerleşen tikler, bakış ve konuşma şeklindeki gariplikler son derece pejmürde olan hali, konunun uzmanı olmasam da akli dengesinde bazı kaymalar olduğunu gösteriyor izleyenlere. Özellikle kendisini rüyasında görenlerden bahsetmesi gerçekten korkutucuydu. Bu tehlike sınırında olduğunun en büyük göstergesiydi. Bu güzel kardeşime, en kısa zamanda insan olmamızın getirdiği zayıflıkları kabullenmesini, her türlü ilmi bünyemizin kaldırmayacağını anlamasını tavsiye ediyorum. Yoksa gidişatı pek sağlıklı gözükmüyor. Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’inde de dediği gibi; “İdrak-ı meali bu aciz akla gerekmez / Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Birkaç yıl öncesine kadar İslami çevrelerde, üzerinde Arapça “Allah” yazan yumurtaların, ortadan kesilmiş domateslerin, kavun karpuzların renkli fotokopiyle çoğaltılmış nüshaları elden ele dolaşıyordu. Yumurtayı gördüğünde ardındaki yaratıcıyı göremeyen akıllar bir de üzerinde Arapça kelam arıyorlardı. Bu tip şeyler sanıldığı gibi İslam’ı yüceltmez ama Müslümanları komik duruma düşürmeye yeter de artar bile.
Bir dönem özel bir televizyon kanalında yayınlanan bir belgeselin ekibinde çalışıyordum. Belgeselin formatı gereğince dağ bayır dolaşıyor üzerine güzel metinler döşeyip yayınlıyorduk. Bir süre sonra ben ekipten ayrılmak zorunda kaldım. Ekip çalışmaya devam etti. Aradan bir sene geçmeden beni montaja davet ettiler. Ben de kıramadım gittim. Montaj stüdyosunun kapısına yaklaştığımda duyduğum Reha Muhtar programları tarzındaki müzik (ki genellikle “The Rock” filminin soundtrackt’ini kullanırlar) beni şaşırttı. Programın formatında bir şeyler değişmiş olmalı diye düşündüm. Yanılmamıştım. Monitörlerde karanlık bir mağaranın çatlaklar içindeki duvarı ve koca duvarda kırmızı daire içine alınmış bir bölge gösteriliyordu. Üzerine döşenmiş ses; “Ekibimiz bu karanlık mağarada ne keşfetti?” diye bağırıyordu. Ekipte benim de çalıştığım dönemlerde, (Konya Dağcılık Kulübüyle beraber) Konya civarında yıldırım düşmesi sonucunda bulunan bir mağaranın içinde bugüne dek gizli kalmış bir yeraltı şehri ve bir çok tarihi kalıntı keşfetmiştik. Acaba yine böyle bir şey mi buldular diye ilgiyle monitöre yaklaştım. Oysa buldukları şey, milyonlarca çatlağın içinden Arapça “Allah” yazısına oldukça benzeyen bir çatlaktı. Duvarda o kadar çok çatlak vardı ki biraz kassanız “Bakara Suresi” bile çıkardı içinden. Daha sonra görüntüdeki ekip elinde fenerlerle mağaranın diğer köşelerine dağıldılar. Ekip başına dönüp, “Şimdi ne arıyorsunuz? Muhammedi mi?” diye sordum. Karşılığında kızgınlıkla karışık bir gülümseme aldım.
İnsanın aradığı zaman her yerde buna benzer işaretler görebileceğini bunun normal olduğunu, Kuran’ın şifrelerle dolu bir kitap olduğunu herkesin bildiğini ama Yahudiler gibi bunları kurcalamanın bize yakışmadığını aksi halde büyük yanılgılarla işkembe-i kübramızdan yanlış hükümler verip rezil olabileceğimizi sevgili Ömer Akılçelen (Pardon Çelakıl olacaktı değil mi? A bakın burada da bir işaret olmasın sakın) kardeşime söylemek istiyorum. Aksi takdirde görüldüğü üzere bu işler, bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu söyleyen bir varlığı domates patlıcanın üzerinde aramaya kadar gidiyor.
yorumlar
metroda o çocuk için “ne kadar yakışıklı di mi” diye konuşan iki kapalı kızcağız gördüm ben,.. eh, 05 edi hayranlığı onlara yakışmayacağına göre şaşırmamak lazım,..
hmm,.. bir de pinhan, kendine has tarzı ile farkediliyor işte,..
zaar
ne demek oluyor?
zaar = “galiba” veya “herhalde” anlamına gelir herhalde..
“dolayı” demek,.. “david bowie, biseksüel olduğundan zaar, tayt giyiyordu” gibi,..
zaar, esasen zahir’dir, “görünen o ki” anlamında kullanılır ama bazı *yöre*lerde bu sözcük kendini kaybedip zaar’a dönüşmüştür (malesef).
biz insanoğlu olarak illâ ki merak ederiz karıştırırız. yani kurcalamazsak içimiz rahat etmez. bu hissiyattan yola çıkan pejmürde arkadaşımız bir takım şeyler yapmış. çok da ilgilenmiyorum.
merak ettiğim şudur. “bir takım abartılar yapmıştır belki bu arkadaş ancak bazı şifreler vardır” mı diyorsun? ki anladığım budur benim. eğer diyorsan, şimdi bu şifreler niye var? yahu biz öyle bir mahlukatız ki gittik genetik şifreyi çözdük, böyle bir şifre varsa niye çözmeyelim? yani burası bana olası istanbul depreminin tarihini verecekse niye kullanmıyorum böyle bir şeyi? bir de olayın şu tarafı var. çözülmeyecekse bu şifreler niye var? yaratıcı niye böyle bir encryption yapmış ki? can sıkıntısı mı? yoksa cevizkabuğu’nda konuşacak konu çıksın diye mi?
işaretlerden, şifrelerden falan hoşlanmam. umurumda da değil o kitap ya da yazarı. ancak yazıda gerçeğe ve akla açık gibi gözüken ama sanki derinlerde aklı reddeden, “kurcalmaaaaa fazla” diye bağıran bir takım şifreler var gibi geldi.
kelimeleri hic anlamadim. Kusura bakma da keske onlari da Turkce’ye biraz daha cevirseydin. Ben oldum olasi su “binanaleyh”, “zaar”, “pesupanallah” gibi kelimeleri hic anlamamisimdir. Olayim arapcaya karsi degil sadece bu kelimeleri anlamadigim icin yaziyi tamamen okumaktan vazgectim.
Bu adam bana hep samimi geldi nedense, bi şarlatan olduğunu düşünmüyorum. Yüzündeki masumiyeti hemen görebiliyosunuz. Ama konuşurken insanın gözlerina bakmaktan ziyade tek bir noktaya dalarak konuşması/konuşurken elinin hep bişeylerle meşgul olması, psikolojik olarak problemli olduğu noktasında ipuçları veriyor.
Kaldı ki söylediğine göre, adına basılan kitabın yarısı yayınevi tarafından spekülasyon amaçlı olarak eklenmiş. Kendisi artık kitap basımına izin vermediğini zira içinde yalan yanlış bir sürü şey yazılı olduğunu söyledi.
işine geldiği gibi sayılarla oynamış zaten kitapta .
ve o zaten matematiksel bilgilerin kendisine ait geri kalan yazıların sınır ötesi yayıncılık tarafından yazılacağını bilerek girdi bu işe ; kitap basılmadan böyle bir açıklama yapılmıştı zaten
asymptot işi biliyormuş
hendrix ise daha okuyacak zaar :p
O uzun yazıda tanımı yapılan “aklı selim müslüman” kimdir, nedir, neye göredir, bunun kıstasları nelerdir birisi anlatsın bi zahmet bende öğreneyim. Tanım koyma tekeli kimin elinde olabilirki? Kim diyebilir bu aklı selim bu değil? Neresi burası şeriat mı war? Adamın biri kitap yazar konusunu eleştirirsiniz ama dine uyar, uymaz bu ne biçim eleştiridir yaw? Ne yani herkes sizin inandığınıza inanmak zorundamı?
aklı selim sahibi müslüman olabilir ancak.
Yani müslüman olmayanlar akl-ı selim sahibi değil gibi bir çıkarım yapmamız gerekecek o halde. Ve eğer bunu anlatmak istiyorsanız sevgili dostum Brawo size…. Ancak bu kadar özlü anlatabilirdiniz kendinizi
Bâtınilik, Hurufilik, ebcet hesabı ve benzer ilimler haktır, mevcuttur. Ama aklı selim bir Müslüman’ın uğraşmaması gereken alanlardır.
Adamın söylediği bu cümleden alakasız manalar çıkartmanın alemi yok.Gereksiz yere başka mecralara çekmeyin konuyu
ben noktlamalarda takili kaldiim icin, soole demeye calismistir belki gözünüsevim die dusundum:
– “aklı selim müslüman” olmaz;
“aklı selim sahibi müslüman” olabilir ancak.
Yani belkide noktalamadır… Böyle düsünmememiz için ortada mantıklı bi sebep göremiyorum elbette. Ama “Eco” ya nazire olsun diye noktalama dışında bir aşırı yorum yapmak gayretinde olamdığımı da söylemek isterim. Heralde “gözünüsevim” aklı selim olmanın, müslüman olmakla birdenbire ve kendiliğinden meydana gelen bişi olmadığını biliyordur diye düşünüyorum, en hafifinden… Yoksa….?
lafı burada okuyunca hatırladım adam o zaman söylediğinde unutmuştum.bu işle ilgilenen biriyle tanıştım.. biraz izleme ve dinleme şansım oldu.bir tür yıldız falı gibi birşey ama söylenenler inanılmayacak düzeyde isabetli, detaylı ve gerçekçi.. ilk anda şaka bu heralde diye düşünmüştüm.. saygı duymak lazım.
bundan 300 yıl once birinin cikip 3 gun sonra kar yagacak tahmininden bulunmasi ve kar in belirttigi gunde yagması durumunda; bu kisinin kellesinin gitmesi kacinilmazdi. bu gun herkes tatil plani yaparken hava tahminlerine bakar ona gore gidecegi mekani secer. bilir ki meteoroloji uzmanlari; hava degisimine etken olacak bulutlarin hareketleri incelemis ve bunlara istinaden gerceklesme olasiligi yuksek tahminlerde bulunmustur.
akilcelen de diyor ki şoyle bir “isaret” (sifre deil, bence yanlıs kelime kullanılmış) var, boyle birsey olabilir. belki üzerine egilinse bu konunun yarının meteoroloji bilimi gibi bir bilimi olabilir.
oyle işte departmanı komşusu
İnsanların üzerinde yıllarca emek verdikleri çalışmaları böyle bir kalemde karalayamazsınız.
Yahudilerin geleneğidir. Yahudiler emek vererek geliştirmiştir.Sonradan ne olmuşsa müslümanlar sokmuştur burnunu buna.Osmanlı’da medreselerde ders niyetine de okutulmuştur,Said-i Nursi gibi medrese eğitimi alanlar haliyle kullanmıştır bu hesapları,bir nevi metametik oyunudur.Ayrıca;ebcetle alakalı sayılabilecek ilk filmi de yahudiler çekmiştir. Pi filmini seyreden bilir yahudi bir yönetmenin filmi, hatta oynayanların yarısı yahudi, tevratın kutsal metinlerini matematiksel hesapla nasıl bulduklarını anlatıyorlardı.
Sence yazının hangi bölümü bir saygısızlık içeriyor? İzahat eder misin?
Ne zaman şu ahkamları okusam yazıya karşı kalıplaşmış eleştiri tarzları okuyorum. Genel halimize birşey üretmek yerine üretileni yerin dibine sokmak hakim. Ben de hangi akla hizmet sevdiğim yazıların ahkamlarını okuyorsam ?! Sinir sağlığım için bir süre “güzel yazı sonu” “işkembe-i kübradan” yazılan ve buram buram Reha Muhtar kokan ahkamları okumayacağımı bildiririm.
İnanç zaten tanımı gereği ispata gerek duyulmayan şeydir. Her türlü kutsal kitap yada tanrının varlığını ispat etme ihtiyacı dinin özüne, öğretisine aykırıdır diye düşünmekteyim. Ayrıca matemetik, sistemetik bir bilim dalıdır. Sistemsiz uygulamalar bu bilimin dışındadadır. Umberto Eco, Faucault Sarkacı adlı kitabında köşedeki gazete bayinin (ya da hafif.org sitesinin) boyutlarını kafamıza göre çarpıp bölerek İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihini, İstanbul’un fetih tarihini, 1 ağustos 2003 yılında kaç tane Amerikalı askerin Irak’ta öldürüldüğünü ya da annenizin doğum gününü bulabileceğinizi açık olarak anlatır.
ssg biraderin sıkıntılı günlerinde kodladığı, ebced hesabı yapan programı şuradan indirebilirsiniz: http://ssg.sourtimes.org/files/ebced.zipbir de oltaya gelen palamut olayı var tabii: