Eski zamanlardan günümüze pek çok müessese intikal etmiştir. Hastane, yemekhane, yatakhane, boyahane, haddehane, gazhane, salhane, kerhane, ticarethane, yetimhane, tabakhane bunlara örnek olarak gösterilebilir. Tarihin tozlu yaprakları arasında kaybolan ve bir araştırmacı tarafından keşfedilmeyi bekleyen öyle bir müessese vardır ki bu müessesenin büyük yangın sonucu topyekün yandığı ve günümüze hiçbir izinin kalmadığı rivayet edilir. Söylenenlere göre tembelhane adı altında kurulu olan bu müessese insanlık yararına çalışan, ürettiğinden çok daha azını tüketen ve diğer müesseselere fevkalade faydalı katkılar sağlayan bir müessesedir ki onun için keşfedilmesi ve yeniden kurulup işletilmesi ümidedilmektedir zannımca.Ununu eleyip eleğini asanlar, kazandığım yedi sülaleme yeter artık keyfime bakacağım diyenler, dünya malı dünyada kalır ne yapacağım bu kadar parayı diyenler, bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı bana mı kalacak diyenler, kefenin cebi yok diyenler, bu kadar serveti malı mülkü parayı dövizi mezara mı götüreceğim ‘’adaaamm sende’’ diyenler, ipimle kuşağım s.kimle t.şağım diyenler, bir tatlı söz cihana bedeldir gibisinden, falan filan, aynı tarzda yada benzer felsefesi ve hayat görüşü olanlar bu müesseselere 2 adet vesikalık fotoğraf, ikametgah ilmuhaberi, vukuatlı nüfus kayıt sureti, vergi levhasının önlü arkalı fotokopisi ile kayıt olurlar ve üç otuz para aidatla müessesede yaşamaya başlarlardı. Harcamalardan sonra artan aidatlarla fakir fukara çocuklar okutulur, elden ayaktan kesilip çalışamayan insanlara yardım edilir, garip guraba yaşayanlara ev bark yapılır, veletlere okul, hastalara hastane yapılır da yine de para artar ve hatta bu artanlar ile de parklar bahçeler yapılıp çocuklara oyun alanları dahi açılır, spor salonları, top sahaları yapılıp memleket fevkalade refahlaştırılır imiş. O günlerde yetişen dünya şampiyonu güreşçilerimizin yedi cihana nam saldıkları dahi söylenir.Bu müessesede sabah kahvaltı vakti gelende, ‘’daha çok vakit var’’ deyip de yataklarından kalkmayan ahali, kahvaltı süresi bitimine az kala ağır aksak kahvaltı salonuna yürürlerken yetişemezler de geriye dönerlerken de öğlen dahi olurmuş. Kahvaltı edemeyenlere fırınlarda pişirilmek suretiye müsdahdemler tarafından peksimet dağıtılır imiş. Ancak dağıtılan peksimetler ıslak olmadıklarından fazla çiğnenip yorgunluk vermesin diye yenmez yatakların başucunda birisi gelsin de bunları bardakdaki suya batırıp ıslatsın diye bekletilirmiş. Ola ki çok susayıp da yatağından kalkıp kapıya doğru yürüyen bir muhterem görüldükde ‘’nereye gidiyorsunuz muhterem’’ diye zar zor kısık sesle sorulur, ‘’susadım da gidip su içeceğim’’ diye fevkalade faydalı bir cevap alınırsa, ol zaman vakit kaybetmeden ‘’muhterem gelirken bir bardak da bana getiriver rica ederim.’’ diye istekte bulunulurmuş. Başucunda çalan telefonun ahizesinin, ‘’nasıl olsa beni aramıyorlardır’’ diye kaldırılıp da cevap verildiği görülür duyulur tarzdan bir yaklaşım değilmiş.

yangın esnasında yatağında uyuyan ve istifini hiç bozmayan nazenin bir bayan
yangın esnasında yatağında uyuyan ve istifini hiç bozmayan nazenin bir bayan

Günün birinde memlekette çıkan büyük bir yangın bu tembelhanenin kapısına kadar gelip de ‘’yangın var! yangın var!’’ diye bağırıp çağırmak suretiyle halkı esenliğe ve canını malını kurtarmaya sevk ve idare etmeğe yönelik yapılan diğer bağırış çağırışlara dahi muhterem beylerin olduğu kadar nazenin bayanların da ‘’yangının yatağa kadar gelmesine daha çook var’’ deyip keyiflerini bozmadıkları rivayet edilir.