Kürsüdeki konuşmasıyla yağıp gürledi, hitabet sanatının üstadı adam. Geldiği yeri dolduran, coştu mu koşan, dinle-ye-meyen kimseyi bırakmayan…
Sesi gür, hali selim üstad; kürsüde suyundan bir yudum aldı yoluna devam etti.Onun saatleriydi. Ortalığı/ mekanı kaç celsenin ruhu taşıyordu. Gören görürdü –tüm olup biteni.-Okuduğu sayfalardan kafasını kaldırdı adam. Kadın çizdiklerinden kafasını kaldırmadan edemezdi, adam kendi sözlerini sıralamaya başladığında. Kadının en sevdiği bölüm burasıydı. Adamın kendi düşüncelerine önem verirdi, çünkü kitapları kitaplardan da okurdu kadın.Öyle değil miydi ya, öyle uspu puslu oturmak da pek nasip olmazdı insana. Ya gülerdiniz ya gücünüze giderdi; oktan fırlamış sözcükten öte sözlerle… Bir yere dokunurdu muhakkak. Zaten istenen de buydu. Kimisi rahatsız olur, kimisi hızına yetişemezdi, yüzüne yansırdı ızdırabı.Cenaze levazımatçısının kapıda beklemesinin buyur edilmediği lakin, çoktan buyurulmasını düşünen kadın; tüm konuşma boyunca ölüm sonrası bilgilerden hayli etkilenen yaşlıların birbirine bakıp; ‘Ya, ne doğru, ne önemli ve ayrıca AAaa!’ gibi bir nidayı da gözlerine yansıtarak başıyla konuşmayı hayli onaylamalarına aldanmazdı.Çoğunun çok az anladığından ama çok korktukları için burada olduklarına emindi.Kadın en arkaya oturur, bir yandan da etrafı incelerdi. En öne oturmuş ve sürekli bisiklet sürdüğü halde aynı kiloda olan çocukcağız uyukluyordu. Her konuşmaya geldiğine göre baya hevesli diye düşünen kadının düşüncesi o gün değişmişti. Bu konuşmada uyabilmek ne mümkün! Çocuk belli ki başka bir üstad sınıfındandı. Sınıfın adı ise ‘Gür konuşmalı etkin konferansta uyuyabilme ödülü alanlar’ idi.Her konferansta yine beklemediği enteresan biri, birden bire ona dönüp ‘Merhaba!’ deyip beklemediği yerden sorarcasına konuşmaya başlamasıysa; günün değişmez sürprizlerindendi. Arkadaşları ise bu duruma şaşırırdı. Yıllar öncesinden tanırmış gibi samimi tavırlar hep çevresinde dolanırken, o bunlardan bilhassa kaçardı oysa. Göze batmak istemeyişi, zaten istemese de battığındandı bir parça.Çocukluğundan kalan anılar vardı, bayrak işaretleri deniyordu kimisine Michael Newton’un Ruhların Yolculuğu ve Ruhların Kaderi kitaplarında. Karşısında duran ve tüm ay ve tüm aylar bu konuşmayı beklerken, konuşma sonrası/ öncesi;‘Spatyom’da ki ismimi duydum dün. Bir de hiç duymadığım bir gezegenle ilgiliyim’ dese; sözleşme kümesinde yer aldığını öğrendiği adamın gözlerinin içine bakıp. Bu gezegenin adı da söylendi şükür dese, ne değişirdi?Ki, zaten büyük bir coşkuyla ‘vazife hakkında dedikleri de sadece söylenmiş laflar mı oldu?’ bunu da bilemedi. Diğer zamanlar ki gibi boş vermeyi denedi.‘En iyisi buydu’ diye düşündü kadın dönen merdivenlerden kendi hayatına yol alırken…Bir türlü vazifesini tam olarak hatırlayamayan ama kaba hatlarını sezen kadın için; ‘O yoldasın zaten, hissedecek sen isen; sen yolu bulmalı ve hisseden sen olmalısın’ sözleri ile basamakları buldu ayaklarında ve bir başka oluş adına devam etmek için ne meltem ne inbat sadece hafiften derine esen bir rüzgârda daha iyi bir başlangıç diledi.(Yasal Haklar: Kaynak gösterilsin ya da gösterilmesin, hangi dilde olursa olsun içeriğin bir kısmı ya da tamamının kullanılması yasaktır. Bu yazının yasal hakları www.hafif.org ve Astral’a aittir. Bu madde, altında yazmıyor olsa dahi, Astral’ın tüm yazıları için geçerlidir.)