Benim cebimde ellerimi sokunca şakırdatabileceğim
gazoz kapaklarım olmadı, Kirazları kulaklarıma hiç
küpe yap(a)madım, Saçlarım ahenkliği bırak dans yüzü
görmedi, Benim gözlerimden yanaklarıma sicim misali
süzülen renkli göz yaşlarım olmadı…
Yollarda ayaklarımın önüne gelen bütün ufak taşları
fırlatabildiğim kadar uzağa vuruyorum, kim bilir belki
bana vuranlardan hırsımı almak istercesine, en çok
derdim oldu…
Hava, su bedava yanında extra dertler bedava –
müesseseden –, köprü altı, park banklarında
yatmadıysam da kuştüyü bir yana yünlü yataktada
yatmadım. Yatağımı hep birileriyle paylaşmak gıcıktı.
Bıçakla yemek yemedim büyük kayıp olduğunu da
sanmıyorum.
Ama benim bana ait olan kimseye kaptırmadığım
kağtırmayada niyetim olmayan diz boyu umutlarım var.
Bunların hepsini umutlarıma değişmezdim. Çünkü;
umutlar benim…
Hayallerim beynimin en güzel süsleri, yüreğimin tek
fısıltısı hayata, umutlarım…
İsyan
yorumlar
:))
eskiden oynadığım bir oyundu. sokak sokak arardık. Burada gazoz kapağı müzesi var.
Çamlıca nın üstüne tanımam.Kapaklarıda güzeldi be 🙂
kapış yapardık biz gazoz kapaklarını, ne mücadeleydi bizimkisi. Bunu herkes bilir herhalde, biri yüksek biyere çıkıp gazoz kapaklarını avuç avuç, kapış-kapıış diye böğürür. Diğerlerimizde kah birbirimizin üstüne binip kah tırmalayarak kapış yapmaya çalışırdık. Çok zevkliydi, geçen gün parkta gördüm, çocuklar futbolcuları kapış kapış yapıyolardı, hiç bişey değişmemiş, mücadele aynı agresiflikteydi ;o)
misket oyununa ne demeli 🙂 dizerdik yarı çamur yarı toprak bi zemine geçerdik çizginin arkasına başşşşşş diye bağırırdık yada başı tuttum :)) o zamanlar (hatırlatayım cinsiyetim bayan) abuk gelmezdide şimdi yok be bağırmıyım öle :))
Gazoz kapağıyla yılan oynardık.
Misketle mors(hani şu üçgen çizip misketleri içersine koyuyorsunuz) oynardık.Kafçiğimiz olurdu,bir kemik misket beşlik sayılırdı.
Futbolcu kağıtlarıyla oynayıp yutup yutup yağma etmesi ne güzel olurdu…
bir kaç bin tane kağıdım vardı ortağımla yağma yapmıştık,tüm mahallede kapış kapış gitmişti.
Ya şimdiki çocuklar?
Modern atari salonları haline gelen internetcafelerde half-life oynayıp birbirlerini vuruyorlar.Şimdiki çocuklar top oynayıp ne cam kırıyor nede komşu teyzelerden azar işitebiliyor bu konuda,
arabanın altına top kaçtığında sürüne sürüne giripte topu çıkarttığımız günleri özledim be:)
Benim yiğenim sapan ne onu bilmiyor be . yıkıl karşımdan dedim :)))
Kırıta kırıta yürüdü ablalar sokaklarda, beklide kırıtmıyorlardı, bize öyle geliyorduda diyemem, çünkü; bilmiyorduk ablaların orda olduğunu. Kiraz dudaklardan çok, dudak kirazlar önemliydi pek tabi dallardan kaçan, kulağa küpe olması gereken, yakalandığında yediğin dayak olurdu [inceden], olmazdı. Dans falan bize göre değil varsa yoksa dağ bayır koşmaktı olayımız. [dağ değil ama tepe var bizim burada –hala yeşil bir şeylerde görünüyor üstelik-], renkli gözlerin çürük yaşlarından haberimiz yoktu, bilmezdik, bir bok bildiğimiz yoktu aslına bakarsan, çok neşeliydik, hop zıp… ya düşünüyorum da, nasıl oluyor da hiç birini yaşamayan adamlarla aynı şeyleri yaşıyorum şimdi, tüm yaşamışlığıma rağmen. Şimdi küpe falan takıyorum, saçlarda uzun, ohh mis, “alayına isyan en büyük göztepe” falan yazıyor duvarlarda, ne isyanı lan bu ? seninki isyansa bizimki ne dalga ? çıkamadık işin içinden, bir iki, yok olmuyor, en iyisi gerçekmiş gibi saklayıp sahte yüzleri, yeni maskeler edinmek, hazır aşklar satın alıp paketi sıyırmak son kullanma tarihine gelmeden.
Sonra isyan tabi. İsyan anasını satayım. Hadi be.
Nedir ki umut? Hani Amerikan filmlerinde bi laf var, “Tanrıyı güldürmek istiyorsan, ona planlardan bahset” bu tanrı bazen “yüce ruh” da oluyor. herneyse, neymiş bakalım bu isyanını sürdüren umutlar? nefret ederim umutlardan, asla istediğin gibi olmayacak bir bok çukuruna saplanmanı ve kendini tutsak etmeni, yaşayabileceğin birsürü şeyden alıkoymana yarar umutlar.
nedir bu umutlar anlamadım, zengin mi olcaksın günün birinde? yoksa ünlü mü? belki de polis olup seni dövenlerin hepsini geri döversin.
çok üzüldüm ama isyanın neye onu tam anlayamadım. kaderine mi ağlıyorsun, yaradana mı çatıyorsun? kendine mi acıyorsun yoksa ilgi mi arıyorsun?
“umutlar, peşinden koşulması gereken olgulardır” kavramı vardır hep kafalarda, bu, neyi umut ettiğine bağlı olarak, tam terside olmalıdır derim ben. ama benim “koş peşinden” dediğim senin için kaçılması gereken olabileceğine, yani yine bireysel kararlara kalan bir kavram olduğuna göre. umut pekte öyle yaşamın, sırrı, sebebi, sağlayıcısı veya başka bir şeyi değildir. elbette umut olduğu zaman, herneyse amacın, ulaşman daha kolay -doğrusu mümkün- olacaktır. çünkü arzuladığın şeyi, arzulamadığına nazaran daha kolay elde edersin [lütfen bu noktada saçmalanmasın]. ancak dediğin gibi, umut ettiğin şey ünlü, polis yada ünlü bir polis olmak olduğunda, bunu başaradabilirsen, o anda, “aslında hiç bir halt yemediğini anlayıp” uğrayacağın hüsrandansa, ümitsiz yaşamayı tercih etmeli insan. ümit ettiğin, bireyselliğinle, sadece seninle ilgiliyse, bedenin bile dışındaysa amacının, o vakit, zaten başarmışsındır gerekenleri, umuda da ihtiyacın kalmaz zaten. “umut fakirin ekmeğidir” ancak, ekmeği bulduğunda “birazda pasta” diyen adamın işine yarayacak şey umut değildir, yine.
nedense bana şebnem ferah ın;
aslında bende isterim emeklemeden koşmayı,
güzel elbiselerle makyaj yapıp dolaşmayı,
aslında bende isterim düşünmeden konuşmayı,
küçük bir oyun içinde önemli kişi olmayı…
sözlerini hatırlattı 🙂
yapmak isteyipte yapılamayanlar üzerine söylenceler ki fırsatlar oluştuğunda yada buna ortam sağlandığında sadece bir adım atmak gerekirken bile bunu deneme eylemine – geçememekten kaynaklı yakınmalar – dahi bunu hiç istemezmiş gibi sırtını dönenler ve diz boyu korkularına gömülünler; ne diyonuz !
nası bi cümle kurduysam 🙂
gecenin bu saatine kadar 4 harften oluşan yada bir başka dilde, bilmem kaç harften oluşan umut kelimesi üzerine dipnotlar düşeceğimi tahmin etmezdim bakalım ne söyleyebilirim adına içimden bir şeyler dökülmüş bile 🙂
bir kenarlara dipnot düştüğüm umutlarım var mı?
yada umut denen tutkaçlar doğuşkanlığımız da mı yapıştı ruhlarımıza?
bu yaşama umutlarımlamı doğdum?
bu doğrultuda;
umutsallığımı oluşturan ortamları oluşturanlar neredeler?
umutsallıkla umutsamamamazlık arasındaki benzer olmayan farklar nelerdir?
kendimce pek irdelemedim ama olası geleceğe umut denen şeyle tutunduğumu söyleyemem,
ansallığımda beni iğneleyen yaşamsal dürtülerim bana yeter gibi geliyor:)
umutları – su içmek gibi – olanlar bir bakıma umutsuzluklarınada fırsat vermiş olmuyorlar mı?
– kime ! bana mı soruyorsun?
– ne bilim ben !
– yoksa benim umutlarım mı var?
– kime ! bana mı soruyorsun?
vb. bir yığın soru ile kurcalayabilirimde uykum geldi
ve yapmam gereken bir kaç işim var 🙂
umut-suzluk-larım şimdilik bu kadarıyla yetinmelisin diyor:)
benim halâ umudum var,
isyan etsemde istediğim kadar,
inat etsem bile bırakmazlar sahibim var.
benim halâ umudum var,
seviyorlar bazen soruyorlar;
hayran hayran seyret, ister katıl ister vazgeç
güzel günler bizi bekler eyvallah dersin olur biter…
alınıcak dersler var,
sorulucak sorular…