Dil, durağan olmayıp, sürekli değişen ve gelişen bir yapıya sahiptir. Dilin bu hareketli yapısı, acaba dilin ifade ettiği şeylere de şamil midir, yoksa dil, gelişken yapısıyla, sadece “varolanları” ifade etme olanakları bulma çabası içinde midir?Wittgenstein, dilin, kişinin dünyasının sınırlarını belirlediğini ileri sürerek, felsefi sorunsalların dilbilimsel problemlerden öte bir anlam ifade etmediklerini ileri sürmekle, farklı bir noktaya vurgu yapmıştı. Popper, buna şiddetle karşı çıktı. Analitik önermeleri felsefenin temel taşları olarak kabul eden Viyana Okuluna mensup olmayan Popper’in, Wittgenstein’e karşı çıkması normaldi. Bireysel nedenleri de, ona “saldırmak” için uygunluk arzediyordu. Ancak, burada bize düşen, şu sorunun cevabını bulmaktır: Popper’in düşünceleri, “felsefece düşünme” anlamında ne kadar ciddi anlamlara sahiptir? Bunu söylemek elbette zor, ancak biz iyiniyet gösterisi yaparak, onun düşüncelerinde Wittgenstein’e duyduğu öfkenin ve sair nedenlerin etkilerinin bulunabileceği iddiasını ciddiye almıyoruz.Nesne; somut dünyada var olan “şey”’leri tanımlar. Temel anlamda böyle bir tanımın içine sıkıştırabileceğimiz nesne, kapısı soyutlamalara da açık olan bir kavramdır. Dil dediğimiz şey de, bu nesneleri karşılamaya yarayan ifade aracıdır. O zaman diyebiliriz ki; bu ifade aracı “var olanı” ifade eder.Burada, devreye “tarih” mefhumunu sokmanın yararlı olduğu kanaatindeyim. Dilin ve nesnenin tarihini gözden geçirmek lazım gelmektedir burada. Evvela madde mi vardı, yoksa dil mi? Sanırım problemin çözümü burada aranırsa ortaya çıkabilir. Tarihsel anlamda “önce kelam”’mı vardı, yoksa nesnenin varlığı daha da eskiye mi dayanır? Buraya bakmak lazımdır.Allah, önce kainatı yarattı. İnsanın evrendeki serüvenine baktığımız zaman; onun, “nesnelerle” dolu olan bir dünyaya sonradan geldiğini görürüz. Buna göre, dünyaya geldiğimizde dünya, yani nesne zaten vardı. Biz de bu dünyayı ve dünya içindeki nesneleri tanımlamak için ilk başta “dil”’i öğrendik. Öğrendiğimiz bu dil vasıtasıyla çevremizdeki nesnelere anlamlar yüklemeye ve bu anlamları, zaman ve mekanın değişmesiyle; değiştirmeye, geliştirmeye, yenileştirmeye, yok etmeye vs başladık.Kısaca, demem odur ki; varolan nesne dünyasını ifade etme aracı olmkatan başka, başlıbaşına bağımsız ve “zaman-mekandan münezzeh” olmayan dil, kendisinden daha sabit olan nesnenin aynadaki bir aksi –ifadesi, anlatımı- olup, nesnede varolan sorunsalları çözme konusunda yetersiz kalabilir. Ancak, sürekli bu sorunsalları çözme çabası içinde olması ile nesnenin sadık bir yoldaşı gibidir. İşte bu, tam olarak da gösterir ki; felsefede problemler olabilir ve bu problemler “başlıbaşına” olabilirler. “Dilsel problem” denilen şey ise, “varolanı” ifade problemidir ki, felsefenin sorunsalsız değil, dilin yetersiz olduğunu gösterir.Dil, varolanı ifade etme aracıdır. Felsefe ise varolanın bilgisi! Dil, bilginin de aracıdır. Yani, varolanın bilgisi (felsefe) vardır ki, dil bunu ifade etme çabası içine girer. Ve çok önemli olarak, varolanın bilgisi dilden önceki aşamadır. Önceki aşamadaki bir problemi sonraki aşamaya maletmek bilmem ki ne kadar mantıklı olur! Bilginin kendi içindeki sorunsallar, belki dil ile ifade edilebilir ya da edilemeyebilir, ancak bu sorunsalların varlığı kuşku içermez.