pop sosyologumuz yine dokturmus, ben bu adamın boyle dusundugunu cok onceden tahmin ediyordum zaten,guclu iradeye sahip kisi dine inanmaza getiriyor,ahiretin sacmalıgına vurgu yapmaya calısıyor,ama bunları acıkca soylemiyor,cunku cesareti yok!!acıkca soylese degeri yukselecek,ama ozkokun ozelligi bu zaten ,ozkokun hic sevilmeme nedeni bu zatentipik ozkok klasigi:))))din dusmanıysan bile bunu acıkca soylersen kale alınırsın,ama ozkok gibilerde nerde bu erdemlik
Aslında ben bu mim’i, bu yazısıyla ilintili verme niyetinde değildim. Doğrusu yazının benim için de pek mühim bir kıymet-i harbiyesi yok. Yani, ortalama Ertuğrul Özkök yazılarından biriydi ama ben Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’teki yazar anasayfasını mim vermek istedim. Önceki “Ahmet Altan” ve “Engin Ardıç” mimlerinde yaptığım gibi. Sebebi de, diğer mimlere belirttiğim gibi özellikle Ahmet Altan ve Ertuğrul Özkök’ü Türk Basın hayatı için çok önemli kalemler olarak görüyorum, aynı zamanda bakışları ve yaklaşımları birbirinden farklı olsa da teknik ve üslup olarak birbirlerine çok benzeyen yazarlar bu ikisi. (belki de ikisi de Baba “Çetin Altan”ın üslubundan etkilendikleri içindir, bilemiyorum) Ama çoğu zaman suçluyu kahraman göstermedeki başarısı, siyahı beyaz, beyazı siyah göstermedeki kararlılığı ve kendine inanç ve güveni hep dikkatimi çekmiştir. Belli bir kitle üzerinde de olsa bunu başarabilmiştir de. Bu nedenle Ertuğrul bey amcamızın pek bir mahir ve etkili bir yazar olduğunu düşünürüm ve bu sebeple her yazısını mutlaka okurum. (Yine Mehmet Barlas da bu akıl yürütmelerinde çok başarılıdır ve aynı zamanda tutarlıdır da.)Ve sonuç olarak Ertuğrul Özkök’ün yazar ana sayfasını mim verdiğimde iki kez: “bu yazı mimlenecek kadar değer görmediğinden tekrar kontrol etmeniz için size geri gönderiyoruz” diyerek geri gönderdikleri için, ben de bu yazı ile mim vereyim dedim. Eğer daha sonra moderatörleri ikna edebilirsem mim linkini değiştireceğim.
hay allah, birden @kelebeği hatırladım kızımın kınasına gelince eşimi ilk gördüğünde Ertğrul Özkök’ün burda ne işi var diye düşünürken eşim diye tanıştırdım ve gülmüştük.Çocuklukta ölüm gerçekten korkutucu geliyor. Ben de sık sık babama sorardım, bana öldükten sonra dirileceğimizi söylediği zaman korkumun biraz daha hafiflediğini hatırlıyorum.. Daha sonra büyüdüğümde aynen Ertuğrul Özkök gibi okuduğum bir yazı bütün korkularımı silip almıştı. Yazarı kim olduğu şu an aklımda değil. Ama yazı şöyleydi, insan nasıl ki doğarken hiç bir şey hatırlamıyor, ölüm anında da hiç bir şey hatırlamıyacağıydı
Flew eleştiriye, zekásını en keskin üslubuyla ortaya koyan şu cümleyle cevap veriyor:”Özel vahyin olmadığı durumda, ölümden ’sağ kurtulacağıma’ inanmıyorum.”Eski ateist, bu cümleyle şunu anlatmaya çalışıyor:Ölümden sonra hayat yoktur.Yani, ahiret hayatının olmadığına inanmaya devam ediyor.
Ertuğrul Özkök’ü mü?O sevmelik değil zaten, ibretlik olarak mimledim adamı. Ben de sevmem ama okurum o laf cambazlıklarını. Beyin cimnastiği oluyo. Bir basiretsiz patronun döküntülerini ve rezaletlerini temizleyebilme becerisi takdire şayandır.
Pibek’im, o nasıl bi şarkıdır yau!Ertuğrul abimin mim’ine eklediğin pop şarkısı hiç uymadı malesef yavrum. Ben o parçayı eklememiş sayıyor ve onun sevdiği aryalardan birini ekliyorum:“bailero” – “chants d’auvergne”
Cenaze marşı deme Pibek, çok ayıp. Mim sahibisi abimin sevdiği aryalardan bu. Kennsine bu konuda da hayranımdır. Çok güzel bilek hareketleri ile hedef saptırma dışında güzel aryalar seçer Ertuğrul Beyfende bey abicimiz.
Hımmm. o parçayı sevdim. Ama giriş aynı yollarda bulurum seni gibi başladı. Ertuğrul Abi bizi mazur görsün. Biz arya marya sevmiyoz sanırım abi. Zorla güzellik olmuyo valla.
Güzel ses. Hoşuma gitti ses tonu Pati. Ben de bir ara bir yerde rastladığım Kareem Salama adlı, Mısır asıllı Oklahoma’lı bir country sanatçısından on the road parçası atıyım madem.
adam otoyol polisi imiş zamanında, sonra işi bırakıp müzik işine balıklama dalmış. iyi de yapmış. yoksa yollar Chris Rea’sız pek çekilmezdi sanırsam. iyi oldu bu Blue Cafe!Diamond Rio geliyor şimdi de, uzun yol şarkıları albümüne, One More Day! ile. bu parça şöyle bir gün batımına yakışırdı. kızıllık yola vurmuş. sen ise gazlıyorsun eski model geniş kasa bir otoyla. ardında toz duman…
abi, ambiyans, misal, ozman başka bişi koymak lazım geri plana! kaldır at arabayı, gün batımını, tozlu çöl yollarını, koy yerine acılı çi kefteyi filan… olur yani. olmaz diye bişi yok sonuçta. hepimiz aynı topraan çocuklarıyız. senin canın acılı bişiler mi istedi, de hele!
Ertuğrul ÖZKÖK 04 Temmuz 2009Recm meraklılarına bir bilançoBİR günlük okul kırma bitti, yeniden işimizin başına döndük.Okulu kırma iyi geldi.Kendi kendime bir yakın tarih muhasebesi yaptım.Türkiye çok çalkantılı bir dönemden geçiyor ve ben neredeyim?60 yıllık hayatım boyunca nerelerde durmuşum, ne tavırlar almışım.Kendimi hatırladığım 27 Mayıs 1960’tan başlayayım.Hatırladığım ilk toplumsal olay 6-7 Eylül olaylarıydı. O iki günde yapılanlardan nefret ettim, utandım. (…)En önemlisi de, demokratikleşme sürecinde askerin aşağılanmasına, birtakım sızdırmalar, psikolojik yöntemlerle hırpalanmasına karşı çıkıyorum.Evet, hayatımın siyasi güzergáhı bu.Yanlışları ve doğruları ile bunların hepsi de benim.Hepsinin sorumluluğunu taşıyorum.Son sözüm, hayatını beni taşlayarak geçirenlere.Beni taşlamak istiyorsanız, ilk taşı en suçsuzunuz atsın.Okulu kırdığım gün çıkardığım bilanço bu.
Mehmet BARLAS 5 Temmuz 2009Gazete yazarı olmanın zorlukları üzerine…Yazı yazmak pek kolay bir iş değil aslında.Hele bu yazı bir şekilde kamuoyuna da açıklanıyorsa iş daha da zorlaşıyor.Önüne gelen herkesin bir şeyler yazma merakına kapılmasının ne tür tatsız durumlara yol açtığını hepimiz gördük.Hazırlayanların beyinlerini akıttıkları ve sivil siyaseti karıştırmak için ürettikleri dâhiyane projelerin yazıya döküldüğü “Belge” ye Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ “Bir kâğıt parçası” dedi geçti.Ama neticede “Belge”leri, “Andıç”ları, “Lahika”ları yazanlar profesyonel cuntacılar olsalar da, amatör yazarlardır.Bir de bizim mesleğimizin profesyonel yazarlarının bazen açmaz durumlara düşme tehlikesi hep vardır.Dün Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Özkök geçmişten bugüne izlediği politikaları kendi kendine değerlendirdiği yazısını şöyle bitirmişti:- Yanlışları ve doğruları ile bunların hepsi de benim. Hepsinin sorumluluğunu taşıyorum. Son sözüm, hayatını beni taşlayarak geçirenlere. Beni taşlamak istiyorsanız, ilk taşı en suçsuzunuz atsın.Bu ilgi çekici savunmada kullanılan “Beni taşlamak istiyorsanız, ilk taşı en suçsuzunuz atsın” söylemi Hz. İsa’ya ait bir olaydan kaynaklanıyor.Maria MagdalenaOlay ana çizgileri ile şöyle:Hz İsa’nın döneminde bir kadın O’nu görmeye gidiyor.Kadının adı Maria Magdalena’dır. Kendisi hayat kadınıdır…Hz İsa’ya yaklaştığında herkes eline taş alıp onu taşlamak istiyor.Hz İsa ise yerden bir taş alıyor, halka uzatıyor ve “Önce en günahsız olanınız taşlasın” diyor.Kimse taşlayamıyor.Hürriyet’in Genel yayın Yönetmeni “Beni taşlamak istiyorsanız, ilk taşı en suçsuzunuz atsın” derken herhalde kendisini hayat kadını Maria Magdalena’ya benzetmek istemiyordu.Belki de onun için Maria Magdalena sadece Alpay’ın şarkısındaki kadındı:Alpay’ın şarkısı”Dün yine gezindim anılardaMadrid’in arka sokaklarındaAndım seni Maria, Maria MagdalenaSevmiştim bir zamanlar seni çılgınca”Yazılarda kullanılan alıntıların kaynaklarına inildiğinde işte böyle durumlar da ortaya çıkar.İsa’ya da Musa’ya da yaranamamak bizim mesleğin doğal sonuçlarından biridir.Bu bakımdan gazeteleri yönetenlerin geçmiş çizgilerini irdeleyip günah çıkartmak ve herkesin kendileri kadar günahkâr olduğuna karar verip rahatlamak yerine, bundan sonraki dönemlerde demokrat, sivilci ve hoşgörülü olmaya çalışmaları daha doğrudur.
sefil yaşamındaki en büyük ve güzel ayarı bugün almıştır. kendini aklamaya çalıştıkça kendini takip eden beyaz ve gri türk koyun sürüsüyle beraber çukurdaki çamurun dibine doğru daha çok batacağı aşikar.
Faşizm çok ayıp bir şeydirSayın Özkök, benim Ahmet Kaya’ya yaptıklarınızı ‘kalleşlik’ olarak nitelememe hislenmişsiniz. İsmimi anıp anmama kararsızlığınız sürerken birdenbire ‘Süreyya Kardeş’iniz oluvermişim. Bana, medyada daha büyük bir iktidarım olsa ne tür manşetler atacağımı sormuşsunuz. Sorunuzun cevabı yazımın başlığındadır.Curzio MalaparteSayın Özkök, size, aslen İtalyan olan bir gazeteciden bahsetmek istiyorum. Gazetecinin adı Curzio Malaparte.Gençliğinde faşist partiye üye olmuş fakat insanlığı ağır basınca yazıları sansürlenmiş, ev hapsine alınmış, sürgün edilmiştir. 1941’de Rus cephesinin açılmasıyla birlikte, inşallah oralarda ölür umuduyla, teğmen rütbesi ve savaş muhabirliği göreviyle bölgeye gönderilmiştir. Ancak yazılarının yarattığı rahatsızlık, Hitler’in kulağına kadar gitmiş ve Ukrayna’da tutuklanmıştır. Malaparte, yazdıklarını gizlice İtalya’ya sokarak savaşın korkunçluğu üzerine tarih boyunca yazılmış en iyi eserleri bizlere miras bırakmıştır.Ülkemizde Kuzey Yayınları’ndan çıkan ‘Kaputt’ adlı anlatısının bir bölümünü kısaltarak aşağıya alıyorum.“1941 yılı sonbaharında Ukrayna’da Poltawa yakınındaydım. Bölgede partizanlar kaynaşıyordu. Bir gün, bir Alman subayı topçu konvoyunun başında bir köye girdi. Köyde tek bir canlı yoktu, evler çoktan terk edilmiş gibi görünüyordu…Atların nal sesleri hemen hemen uzaklaşmış, ovanın çamuru içinde boğulmuştu ki birden bir kurşun vızladı ‘Halt!’ diye bağırdı subay. Kafile yine durdu, kuyruktaki batarya yine köy üzerine ateşe başladı…Cam gözler masumun kalbini göremezSubay yüksek sesle saymaya başladı: ‘Dört, beş, altı. Bir tek tüfeğin ateşi bu. Köyde sadece bir kişi var.’ O anda bir gölge, elleri havada koşarak kara duman bulutundan sıyrıldı, askerler partizanı yakaladılar, iterek subayın önüne getirdiler. Subay eğerinin üstünden eğilip partizana baktı: ‘Ein kind’ (Bir çocuk) dedi alçak sesle. En fazla on yaşında bir çocuktu bu. Zayıftı, acınacak haldeydi. Elbisesi paramparça, yüzü kapkaraydı. Saçları kavrulmuş, elleri yanmıştı. Ein kind!Bir ara subay, çocuğun önünde durup, uzun uzun ve sessizce yüzüne baktı ve sıkıntı dolu bir sesle:‘Dinle!’ dedi. ‘Sana kötülük etmek istemiyorum. Benim işim bacak kadar çocuklarla savaşmakdeğil. Lieber gott! Savaşı ben icat etmedim ki?’Bir süre sustu, sonra insana garip gelen bir yumuşaklıkla sordu:‘Bak, benim bir gözüm camdır. Asıl gözümün hangisi olduğu kolay anlaşılmaz. Hemen, hiç düşünmeden hangi gözümün cam olduğunu söyleyebilirsen serbest bırakırım seni.’Çocuk hiç tereddüt etmedi:- Sol göz, dedi.- Nasıl bildin?- Çünkü ikisinden, soldaki daha insan gibi bakıyor.”10 yaşın cesaretiSayın Özkök, Nazi subayının ettiği “Savaşı ben icat etmedim ki” lafı size bir yerlerden tanıdık geliyor mu? Peki çocuğun akıbetini merak ediyor musunuz? Sizce Nazi subayı, bu muhteşem cevap karşısında çocuğun yanağını okşayıp gözlerinden öpmüş olabilir mi?Çocuğun hazin sonunu daha ilk satırda tahmin ettiğinizi düşünüyorum. 10 yaş masumluğunda ve çaresizliğinde birçok insana sadece cam gözlerinizle baktınız çünkü.Sizinle kişisel bir hesabım olamaz. Sadece yaygın bir yanlışın en kristalize olmuş halisiniz ve sadece bundan dolayı yazımın konusu oldunuz. Sizde olmayıp bizde olan en önemli şey, 10 yaşındaki bir çocuğun cesaretidir. Bu cesaret bizleri öldürdü, siz cam gözlerinizle kibir saçmaya devam ediyorsunuz hâlâ.Kardeşlik gereğiSize bir ‘kardeş’iniz olarak gerçekten kardeşçe bir şeyler söyleyerek bitirmek istiyorum.Siz bir röportajınızda en büyük korkunuzu, tekrar Dışkapı-Çinçin dolmuşlarına binmek zorunda kalmak olarak tarif etmişsiniz. İktidar ve güç tapınıcılığının böyle marazi yan tesirleri vardır. Ruh hallerimizdeki temel fark da budur. Biz ekmeksiz kaldığımızda, sofrasına bizim için fazladan bir tabak koyabilecek yüzlerce yoksul hane buluruz. Siz ekmeksiz kaldığınızda, eline ekmek verdiğiniz insanlar da dahil olmak üzere, ikram edilecek bir bardak çay bulamazsınız.Kibri ve korkularınızı bir kenara koyup içtenlikle özür dilemeyi düşünün derim. Ben bu yazıyı, sanki siz değil de kızınız “Babama nasıl kalleş dersiniz” diye sormuş kabul ederek yazdım. Siz mesela Ahmet’in kızı Melis’in gözlerinin içine bakarak yazdığınız şeyleri tekrar edebilir misiniz?
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam
yorumlar
pop sosyologumuz yine dokturmus, ben bu adamın boyle dusundugunu cok onceden tahmin ediyordum zaten,guclu iradeye sahip kisi dine inanmaza getiriyor,ahiretin sacmalıgına vurgu yapmaya calısıyor,ama bunları acıkca soylemiyor,cunku cesareti yok!!acıkca soylese degeri yukselecek,ama ozkokun ozelligi bu zaten ,ozkokun hic sevilmeme nedeni bu zatentipik ozkok klasigi:))))din dusmanıysan bile bunu acıkca soylersen kale alınırsın,ama ozkok gibilerde nerde bu erdemlik
Aslında ben bu mim’i, bu yazısıyla ilintili verme niyetinde değildim. Doğrusu yazının benim için de pek mühim bir kıymet-i harbiyesi yok. Yani, ortalama Ertuğrul Özkök yazılarından biriydi ama ben Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’teki yazar anasayfasını mim vermek istedim. Önceki “Ahmet Altan” ve “Engin Ardıç” mimlerinde yaptığım gibi. Sebebi de, diğer mimlere belirttiğim gibi özellikle Ahmet Altan ve Ertuğrul Özkök’ü Türk Basın hayatı için çok önemli kalemler olarak görüyorum, aynı zamanda bakışları ve yaklaşımları birbirinden farklı olsa da teknik ve üslup olarak birbirlerine çok benzeyen yazarlar bu ikisi. (belki de ikisi de Baba “Çetin Altan”ın üslubundan etkilendikleri içindir, bilemiyorum) Ama çoğu zaman suçluyu kahraman göstermedeki başarısı, siyahı beyaz, beyazı siyah göstermedeki kararlılığı ve kendine inanç ve güveni hep dikkatimi çekmiştir. Belli bir kitle üzerinde de olsa bunu başarabilmiştir de. Bu nedenle Ertuğrul bey amcamızın pek bir mahir ve etkili bir yazar olduğunu düşünürüm ve bu sebeple her yazısını mutlaka okurum. (Yine Mehmet Barlas da bu akıl yürütmelerinde çok başarılıdır ve aynı zamanda tutarlıdır da.)Ve sonuç olarak Ertuğrul Özkök’ün yazar ana sayfasını mim verdiğimde iki kez: “bu yazı mimlenecek kadar değer görmediğinden tekrar kontrol etmeniz için size geri gönderiyoruz” diyerek geri gönderdikleri için, ben de bu yazı ile mim vereyim dedim. Eğer daha sonra moderatörleri ikna edebilirsem mim linkini değiştireceğim.
hay allah, birden @kelebeği hatırladım kızımın kınasına gelince eşimi ilk gördüğünde Ertğrul Özkök’ün burda ne işi var diye düşünürken eşim diye tanıştırdım ve gülmüştük.Çocuklukta ölüm gerçekten korkutucu geliyor. Ben de sık sık babama sorardım, bana öldükten sonra dirileceğimizi söylediği zaman korkumun biraz daha hafiflediğini hatırlıyorum.. Daha sonra büyüdüğümde aynen Ertuğrul Özkök gibi okuduğum bir yazı bütün korkularımı silip almıştı. Yazarı kim olduğu şu an aklımda değil. Ama yazı şöyleydi, insan nasıl ki doğarken hiç bir şey hatırlamıyor, ölüm anında da hiç bir şey hatırlamıyacağıydı
bu adamın kafası harbi basmıyor…
katılıyorum efem…
sevmem .
Ertuğrul Özkök’ü mü?O sevmelik değil zaten, ibretlik olarak mimledim adamı. Ben de sevmem ama okurum o laf cambazlıklarını. Beyin cimnastiği oluyo. Bir basiretsiz patronun döküntülerini ve rezaletlerini temizleyebilme becerisi takdire şayandır.
akoninin eşini al, ertuğrulun yanına koy hangisi tuğrul hangisi ertuğrul akoni bile anlarsa şerefsizim :))
ouzz yemeğini yedin mi len ?Hayırdır bu akşam kaveye çıkmamışın 🙂
anlaşıldı tamam.
Brehh, brehh..
brehh mi ?
Break..
@ooz bizi diskoya götür!
hadi be Pati, ozz götürse götürse, cami ye götürür bizi !!
Pibek’im, o nasıl bi şarkıdır yau!Ertuğrul abimin mim’ine eklediğin pop şarkısı hiç uymadı malesef yavrum. Ben o parçayı eklememiş sayıyor ve onun sevdiği aryalardan birini ekliyorum:“bailero” – “chants d’auvergne”
Bu ne Anthro Cenaze marşı gibiÇetin emeç in mezarında ”Fatiha çıktı”, abimizden, hepimize hayırlı ossun..Modaya uymuş , helal olsun..
Cenaze marşı deme Pibek, çok ayıp. Mim sahibisi abimin sevdiği aryalardan bu. Kennsine bu konuda da hayranımdır. Çok güzel bilek hareketleri ile hedef saptırma dışında güzel aryalar seçer Ertuğrul Beyfende bey abicimiz.
asıl @onnupro’nun çaktığı parça accaip! söz yazarı amcam diskoda yahut öyle bir yerde yazmış olsa gerek!
Hımmm. o parçayı sevdim. Ama giriş aynı yollarda bulurum seni gibi başladı. Ertuğrul Abi bizi mazur görsün. Biz arya marya sevmiyoz sanırım abi. Zorla güzellik olmuyo valla.
abi yalnız o parça uzun bir yolda dinlenecek türden bir parça değil kanımca.
Biz de yeni bir On the Road listesi yapalım.Zaten uzun yolda arya hele hiç çekilmez sanırım.
Tekrar dinledim, yine uyuyamadım, kendimi Tibet dağlarında hayal ettim, yok yine olmadı..En iyisi kitap okumak sanırım..
abi en iyi yol şarkısını gönderiyorum birazdan.
@anthro, David Ford diyorum başka da bir şey demiyorum. albümün adı: Songs For The Road.
Güzel ses. Hoşuma gitti ses tonu Pati. Ben de bir ara bir yerde rastladığım Kareem Salama adlı, Mısır asıllı Oklahoma’lı bir country sanatçısından on the road parçası atıyım madem.
aboo karışık albüm yapacaz gibi görünüyor. o halde bir klasik olarak Chris Rea – Josephine‘e de yer vermeden olmaz.
Çok güzel oluyor albüm.Karışık dedik ama Chris Rea’ya bir torpil yapıp araya bir tane de özel parça daha ekleyelim bence.Blue Cafe..
adam otoyol polisi imiş zamanında, sonra işi bırakıp müzik işine balıklama dalmış. iyi de yapmış. yoksa yollar Chris Rea’sız pek çekilmezdi sanırsam. iyi oldu bu Blue Cafe!Diamond Rio geliyor şimdi de, uzun yol şarkıları albümüne, One More Day! ile. bu parça şöyle bir gün batımına yakışırdı. kızıllık yola vurmuş. sen ise gazlıyorsun eski model geniş kasa bir otoyla. ardında toz duman…
Ben de araya bir Yann Tiersen ve Neil Hannon sokuşturmazsam rahat etmem.
A Song For The Lovers
amanın dıkandum dedi hala! ona su yetiştiriyordum. yettim birazdan.
Söz hakkı Ertuğrul abi’de..
abi, ambiyans, misal, ozman başka bişi koymak lazım geri plana! kaldır at arabayı, gün batımını, tozlu çöl yollarını, koy yerine acılı çi kefteyi filan… olur yani. olmaz diye bişi yok sonuçta. hepimiz aynı topraan çocuklarıyız. senin canın acılı bişiler mi istedi, de hele!
Pati şarkının orjinali aslında budurSana o yüzden garip geldi.Bu arkadaş yeni bir cover yapmış.
@ooz abi bizi kaymaya götür!
@onnupro, teşekkürler!
Ben şarkının ilk halini sevdim..
Ertuğrul Özkök..yada Maria Magdalena
sefil yaşamındaki en büyük ve güzel ayarı bugün almıştır. kendini aklamaya çalıştıkça kendini takip eden beyaz ve gri türk koyun sürüsüyle beraber çukurdaki çamurun dibine doğru daha çok batacağı aşikar.