sırada kadın, elimde püsküüt
ama kadının sepeti tıka basa dolu. mekan BIM süper alışveriş şeysi. kadın aldıklarını koydu masaya (yürüyen bantlı kasa masası) ben de tam o sırada geldim kasaya. kadın boşalan sepetini bırakmaya gitti, ben de o arada püsküütümün parasını ödeyip geçiverdim, o sırada kadın geri gelmişti. tam çıkıyordum ki kapıdan, “izin almadınız” dedi.
bu marketler delikanlıyı bozar kardeşim. herşeyi otomatiğe bağlamışız, kameralar tarafından gözetlenip, lazer ışınlarıyla ürünlerin fiyatları okunup verdiğimiz paranın üstü bile otomatik kasa tarafından hesaplanıyor. bu android ortamda benim sesim kesiliyor, sonra “izin almadınız” diyor. ben de biraz zorlayarak kendimi (sesim çıkmıyor şaşkınlıktan belki, kasada gerçek insanlar da varmış diye) “ggg aa öö öözür dilerim” dedim.
acaba elimi gırtlağıma götürüp “gg-ggggg-gg” yapsamıydım diye düşündüm sonra. kadın da çok utanırdı böylece. kafama takıldı kaldı bu küçücük enstantane. sonuçta kadına hiçbir zararım dokunmamıştı. o sepetini bırakıp gelene kadar ben çoktan püsküütümü almış paramı vermiştim. ama aklımı kurcalayan şey şuydu ki: KADIN HAKLIYDI…
ve ben, bu şehrin bütün bu android oyunları yüzünden, kimseyle konuşmak, birşeyler sormak ya da istemek şöyle dursun, kimsenin yüzüne bile bakamaz hale geldim. ama yine de haklıydı, sorsaydım izin verirdi, kim olsa izin verirdi. ve sorsaydım, insanlaşma (geri-dönüşüm) yolunda bir adım olurdu. ama olmadı… yine de öö-öözür dileyebildim en azından.
sonra yine sokak, yine androidler, mutantlar ve sayborglar…
yorumlar
şöle bişi,.. bizim ev profilo alışveriş fasilitesinin yanında,.. market şeysini ordan yapıyoruz,.. kapıdaki nemrut güvenlikten, çıkışta kaç kişi içeri girmiş onu yazan zavallı çocuga, marketin yerini silen adamdan, kasadaki herkese kadar,.. gülümseyip, iyi günler deyip, biraz konuştugun zaman, aslında onların da elektrikle çalışmadıgını, o kıyafetlerini çıkarınca biz gibi bişiler oldugunu göreceksin,..
ilk kez gördügüm bir çalışan olsa bile, güleryüzle kasaya yaklaşıp, iyi günler diyerek ayrıldıgımda, mutlaka hatırlıyor beni,.. sonraki gidişimde de mutlaka biriki kelime bir muhabbet ediliyor,.. böylece en azından onlar da sana hizmet ederlerken android olmadıklarını hissediyorlar,..
ben hizmet sektöründe çalışan insanların, işlerinin zaten zor oldugunu, onlara en azından böyle yardım ederek işlerini daha çekilir hale getirmemiz gerektigini düşünüyorum,.. bitti,..
vic mega arkadaşıma kesinlikle katılıyorum çünkü arada sırada ben de aynı şekilde davranıp olumlu sinyaller aldığımı söyleyebilirim.
Bütün olay budur.
iletişim de fiziksel bir olay gibi. Etki tepki meselesi.
Birde şayet empati denen olayı uygulayabiliyorsan iletişim olayının büyük bir bölümünü bitirmiş olursun.
bana da bi kere aynısı Almanya’da olmuştu. Bi bankaya girdim, amacım sadece Dolar / Mark paritesini sormaktı. Bi soru sorup çıkıcam yani, ama önümde bissürü kişi tek sıra halinde bekliyolar, çizgi var onu da geçmiyolar. Medeni memleket ya hani. Neyse, en son önümde çok yaşlı bi kadın kaldı bi tek, benim içim bayılmış, ayrıcana istediğim aleti alıcağım dükkan da kapandı kapanacak. Yaşlı teyze ilgili kızla bi müddet konuştuktan sonra bi takım kağıtları aldı, arkasını döndü ve bana “Heute kommt Tante Frieda” dedi. Yani ben şu yanda bu havale formlarını doldurucam, sakın sıramı kapma. Ben de kafamı salladım “Olur teyze” anlamında. Ama kadın arkasını döner dönmez fırlayıp pariteyi sordum, teyze gözlerini çok kocaman açarak bana doğru geldi “ben hayatımda böyle terbiyesizlik görmedim” anlamında. Haklıydı, ama ben de haklıydım. Gülümsedim sadece ve çıkıp koşarak uzaklaştım. Umarım anlamıştır beni.
bunu aslında ahkam olarak girmek için yazdım, ancak ahkamda mahkum olmasına da razı olamadım; bu yüzden bir kopyasını da günlüğüme ekledim.. yorumlar olursa orda devam eder belki..
insan ilişkilerinde güleryüzlülük ve cana yakınlık, çoğunlukla duygusuz, işine ayarlanmış bir robot gibi görmeye alıştığımız diğer insanların da aslında birer hayatının olduğunu görmemizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda o insanların hayataı nasıl gördüklerini de etkir ve yaşamlarını değiştirip çok güzel sonuçlara ulaşabilir.
bu aslında şehirleşmiş insanın sadece resmi ilişkiler çerçevesiyle sınırlı kalan davranışının bir getirisidir. diğer bir deyişle, modernitenin ve para toplumunun zorunlu kldığı ve bireyde kimlik sorununun oluşumuna/artmasına neden olan hayat tarzının faturasıdır. köylü yahut kasabalı insanın yaşamında (yahut şehir insanının buna benzer ‘tanınmışlık’ havasının hakim olduğu özel ve görece küçük gruplarda -cemaat, cemiyet, kulüp, dost meclisleri, vs) birincil ilişkiler üstün olduğundan böyle bir parçalanmışlık orda söz konusu değildir. insanlar arasında ‘çıkar’, ‘kar’ ve ‘akıl’dan ziyade duygulara ve kişiye özel şartlara dayalı olan ilişkiler, doğasıyla bir güven ortamı ve sorunların birbiriyle karşılıklı paylaşılıp en azından psikolojik yükün hafifletildiği bir atmosfer yaratır. bu atmosfer içerisindeki insanlar dirim için gerkli işlerle bir taraftan uğraşırken, kendi ‘ben’leri (aile içerisindeki hayatları) ile bir uyuşmazlık ve çatışma yaşamazlar..
halbuki şehir insanının yaşadığı tam da budur.
ancak birincil ilişkilerde sorunların paylaşımının ( Bauman’a göre bu aslında kimlik arayışıdır. insanların -toplumun- seni olduğun gibi kabul etmeleri ve kimliğini onaylamaları isteğidir) çift yönlü olma zorunluluğundan dolayı, bu ilişkiler birey için çok pahalı ve katlanılamaz hal alabiliyor. bireyler farklı backgroundlara sahiptirler, ve bu, hayatta farklı zevk ve yaşam biçimleri tercihlerini kaçınılmaz kılar. karşındaki insanın sana uymayan hayat tarzına katlanmak ( onun kimliğini onaylamak) zorundasın. o da seni onaylıyor çünkü. ama bu bazen dayanılmaz bir hal alıyor ve birey onaylanmamış bir kimlikle yaşamayı göze alarak (kapitalist topluma ilk adım) bu birincil ilişkilerden vazgeçip başka türlü, kimseyle muhatap olmak zorunda kalmadığı ikincil ilişkilere atılır.
ne var ki buradada kabul edilmeyecektir. kabul edilse bile hep biraz dışarıda, biraz kuşkuyla karşılanan bir tipti. bir ‘yabancı’dır(stranger). şehir hayatının kurallarına adapte olamaz. işte varoş kimliği.
max weber üretim toplumunun ideal resmini çizerken, amacın karı maximumda tutmak koşuluyla giderleri mümkün olan en minimal ölçüde tutmak olduğu gerekçesine dayanarak, çalışan insanların iş sahasına hayatlarının -kimliklerinin- bütünüyle değil, sadece üstlenecekleri belli ve sınırlı bir rolle katılması gerektiğini savunur. ilişkilerin tamamen ‘rasyonalite’ye dayalı olması gerektiğinden, karşıdakini sadece bir ‘müşteri’, veya karşılıklı kontağın sadece bir tarafı olarak görmek durumundadır. yani onda aranan özellik onun ‘kim’ olduğuyla (weber buna kişinin ‘kalitesi’ der) alakalı değil de onun ne yapabileceği ile (performans) ilgilidir. bir banka çalışanı için kredi isteyen kişinin ihtiyaç durumu, onun kardeşi olması yahut yabancı biri olması hiçbirşeyi değiştirmez. önemli olan talep ettiği krediyi berirlenen zamanda ödeyebilecek durumda olup olmadığıdır. yani para toplumunun insanı hayatını artık bir rol paylaşımı olarak sürdürecektir. ancak evinde ‘babacılık’ veya ‘eşcilik’ rolünü oynar. işte ise öğretmendir, doktordur, muhasebecidir, vs. üye olduğu bir dernek veya kulüpte de farklı roldedir. her rolün gerektirdikleri farklı davranış şekilleri vardır, ve birey kendini bunlara bölmek zorundadır. farklı yerlerde farklı kimliklere sahiptir. ne varki bunların hiçbiri onun gerçek kimliği değildir. ve kişi bu toplumda üstesinden gelemediği bir kimliksizlik ve kabul edilmemişlik sorunuyla karşı karşıyadır. bunu çözmek için birincil ilişkilere özlem duyar, ancak paracı toplum ve buna göre oturmuş hayat sistemi buna müsaade etmez.
işte paradoks buradadır. şehir insanının ikincil ilişkilerden bezip arzuladığı birincil ilişkiler, ve bunlardan bıkıp ikincil ilişkilere atılmak isteyen, ne varki bunu da özümseyemeyen küçük toplum insanı.
evet, sosyologların çok çeşitli yönlerle ve yaklaşımlarla yaklaştığı önemli bir insan-toplum sorunu. ve modern toplumun cevabını bulamadığı soru.
bence bu sorunun çözümünde hep eksik bırakılan bir olgu var; maneviyat. küçük toplum insanı bütün soronlarını diğer bireylerle paylaşma isteği -bu tamamen karşılanamayacağı için- sorunların sadece katmerli hal almasına yarar. halbuki bunları kendi başına olmadan, ama diğer insanları da her sorununa ortak etmesi gerekmeden çözebileceği ve moral desteğini artırabileceği başka yollarla desteklerse, – birey yerine kul kimliğini benimserse- daha rahat bir hayatın mümkün olduğunu görecektir…
bunun özgürlüğü sınırlandırmak olduğu ileri sürülecektir, ancak modern toplum insanı ne kadar özgürdür acaba? onun özgürlük olarak gördüğü şey, başkalarının daha fazla kazanmak için üretttiği comoditeyi harcamada yarışmaktan başkası değildir, ve o, başkalarının istediği ölçüde ‘özgür’dür..
ancak yine de karşılıklı ilişkilerin ne derece önemli olabileceğini değişik bir yolla anlatan şu hikayeyi de eklemek istedim..
KÜÇÜK KIZ, HÜZÜNLÜ BIR YABANCIYA GÜLÜMSEDI.
BU GÜLÜMSEME ADAMIN KENDISINI DAHA IYI HISSETMESINE SEBEP OLDU.
BU HAVA IÇINDE YAKIN GEÇMISTE KENDISINE YARDIM EDEN BIR DOSTA TESEKKÜR ETMEDIGINI HATIRLADI.
HEMEN BIR NOT YAZDI, YOLLADI.
ARKADASI BU TESEKKÜRDEN O KADAR KEYFLENDIKI, HER ÖGLEN YEMEK YEDIGI GARSONA YÜKLÜ BIR BAHSIS BIRAKTI.
GARSON ILK DEFA BÖYLE ÇOK BAHSIS ALIYORDU. AKSAM EVE GIDERKEN, KAZANDIGI PARANIN BIR KISMINI HER ZAMAN KÖSE BASINDA OTURAN FAKIRIN SAPKASINA BIRAKTI.
ADAM ÖYLE MINNATTAR OLDU KI… IKI GÜNDÜR BOGAZINDAN ASAGI LOKMA GEÇMEMISTI.
KARNINI ILK DEFA DOYURDUKTAN SONRA, BIR APARTMAN BODRUMUNDAKI TEK ODASININ YOLUNU ISLIK ÇALARAK TUTTU.
ÖYLE NESELIYDIKI, BIR SAÇAK ALTINDA TITREYEN KÖPEK YAVRUSUNU GÖRÜNCE KUCAGINA ALIVERDI.
KÜÇÜK KÖPEK GECENIN SOGUGUNDAN KURTULDUGU IÇIN MUTLUYDU. SICAK ODADA SABAHA KADAR KOSUSTURDU. GECE YARISINDAN SONRA APARTMANI DUMANLAR SARDI.
BIR YANGIN BASLIYORDU. DUMANI KOKLAYAN KÖPEK ÖYLE BIR HAVLAMAYA BASLADI KI ÖNCE FAKIR ADAM UYANDI, SONRA BÜTÜN APARTMAN HALKI…
ANNELER BABALAR DUMANDAN BOGULMAK ÜZERE OLAN YAVRULARINI KUCAKLAYIP ÖLÜMDEN KURTARDILAR.
BUNLARIN HEPSI, BES KURUSLUK BILE MALIYETI OLMAYAN BIR TEBESSÜM SONUCUYDU.
ya biraz la fontaine olmuş sanki ya.
bu çok alakasız ama anlatmadan edemiycem:
yaşlı adam vapura bindi, bana gülümsedi, iade etmedim, gözlerimi kaçırdım. biraz yılışık gelmişti çünkü. herkese bir garip gülümsüyordu. bir kaç sıra öteye oturdu.
ondan sonra 20li yaşlarda efemine görünüşlü birisi karşıma oturdu. ona da bakmadım ve gülümsemedim. bir çay istedi.
sonra, 15-20 tane lise çağında çocuk bindi, kız-erkek karışık. yaşlı adamın da olduğu karşılıklı koltuk sıralarına yerleştiler. onlara dikkat bile etmedim. zaten onlar da kendilerinden başkasını görmüyolardı.
yaşlı adama arada bir göz atıyordum, o da gözgöze gelip sırıtabileceği birilerini arıyordu.
sonra liselilerin gürültüsü baya bir arttı. yaşlı adam da oradan kalkıp karşımdaki sıraya, efemine görünümlü çocuğun yanına oturdu. (efemine? oldukça tüysüzdü, giysileri renk ve biçim bakımından efemineydi ve oturuşu, bacak bacak üzerine atışı da öyleydi işte her neyse)
önce sağ tarafındaydı, birkaç kelime birşey söyledi, çocuk cevap verdi. sonra nedense kalkıp sol tarafına geçti. konuştukça sağa doğru eğiliyordu. efemine çocuk yüzüne bakmıyordu ve adam eğildikçe o da öne doğru kaykılıp mesafeyi korumaya çalışıyordu. yine de sorularını cevaplamaktan geri kalmayarak nezaketini koruyordu.
sorular da, meslek? nerede ikamet ediyordunuz? fln filandı.
işte en kötüsü o anda başladı, yaşlı adam çocuğun bacağını tuttu. o sırada çocuk oldukça sağa-öne doğru eğikti, yaşlı adam da benzer bir pozisyondaydı. fazla kabak gibi bakamadım ama en son gördüğümde adamın eli çocuğun kasığına kadar gelmişti ve ben bir şekilde müdahale etmem gerektiğini düşündüm, çünkü stres gittikçe artıyordu, en azından benim kalp atışlarım hızlanmıştı, çocuğunkileri tahmin edemiyorum.
birkaç saniye içinde çocuk koltuktan kalktı ve “ben çayın mayın para ödemeye gidiyom vs.vs” diyerek içeriye gitti. ben buna “kaçtı” demek istiyorum.
bütün bunlar 5 kuruş bile tutmayan bir gülümsemeyi esirgediğim için miydi acaba?
herneyse bunun tam olarak konumuzla alakası yok tabi, konumuzla alakalı olan, macdonalts ve migros çalışanlarının, işletmenin kuralları gereği güleryüz göstermek, “hoşgeldiniz-iyigünler” demek zorunda olmaları.