Equilibrium, zamanında hakettiği popülerliğe ulaşamamış bir film. (Yapım yılı 2002, Yönetmen Kurt Wimmer, Oyn. Christian Bale, Emily Watson, Taye Diggs) Geçenlerde dvd’den seyrettiğim bu film, ne yazık ki Matrix’in saçma sapan 2. ve 3. bölümlerinin gölgesinde kalmış.Equilibrium’un çizdiği dünyada, duygusallık ya da duyularla algılanabilecek, arzulanan, zevk veren her şey yasaklanmış: kitaplar, filmler, resim ve fotograflar, heykel ve biblolar, canlı renkleri olan nesneler, giysiler, müzik, parfümler, evcil hayvanlar…Bunları gizlice bulunduranlar, kullananlar, şiddetle cezalandırılıyor. Duygusal tepkiler göstermek, örneğin kahakaha atmak, ağlamak, bağırıp çağırmak yasak. Yasaklara uymayanlar, “duygu saldırganı” olarak adlandırılıyor ve yakılarak öldürülüyor. Hatta dışarıdaki gün batımı manzarasını görmemek için pencereleri bile opak bir kağıtla kaplıyorlar. Eşyalar ağır, koyu renkli, kaba ve işlevsel. Bunlar yetmiyor, bir de her sabah bir ilaç alarak duygularını ve içsel dürtülerini baskıllıyorlar. Evlilik, çocuk yetiştirmek için yapılıyor, bunun dışında cinsellik, duygusal ilişkiler tabii ki yok. Bu dünyayı elbette bir takım ruhsuz, pislik herifler yönetiyor ve bu yöneticilere Gramaton Rahipleri adı veriliyor. Rahipler şiddet kullanma yetkisine sahip ve ateşli silahlarla yapılan bir tür savaş sanatı geliştirmişler. Her gün uzakdoğu savaş sanatlarına benzeyen çalışmalar yapıyorlar ve zaman zaman düzenledikleri baskınlarla, sistemi değiştirmeye çalışan “duygu saldırganlarını” yakalayıp kitap, cd, resim, ne bulurlarsa yakıyorlar. Örneğin bir gurup kadın ve çocuğun gizlice beslediği hayvanları bulduklarında öldürüyorlar. Akla hemen bugün Türkiye’de ve bütün dünyada şehir sokaklarındaki hayvanlara uygulanan aşağılık katliamlar geliyor. Gramatonlara soracak olursanız, hayvanların hastalık taşımaktan başka bir olayları yok. Hiçbir varlığı sevmiyor, şefkat duymuyor ki aşağılık dürzüler. Tıpkı bugünkü modern insanların çoğu gibi. Soğukkanlılıkla öldürüyor, bunu mantığa uygun açıklamasını da yapıyorlar.Bunca zapturraptın gerekçesi, zevk veren estetik nesnelerin ve yaşantıların ve duygusallığın insanları sonunda birbirlerine şiddet göstermeye ve savaşmaya yöneltmesi olarak açıklanıyor. Equilibrium’u yönetenlere göre, insanlar ancak tüm estetik varlıklar ve duygusallık yok edilirse barış içinde yaşayabilir. İyi de, böyle bir barışı kim ister? Tabii Gramatonlar bunu umursamıyorlar.Bu filmde gösterilen dünyanın bir yandan kapalı, tutucu geleneksel yaşayışa, bir yandan da modern kamusal hayata çok benzediğini görmemek imkansız.Kilisenin egemen olduğu Ortaçağ Avrupa’sındaki ve bugünkü İran’daki düzenler, tutucu geleneksel yaşayışa örnek olabilir. Belirli dini kuralların geçerli olduğu her iki düzende de duyumsallığa veya estetiğe ilişkin herşey, kamusal alandan dışlanmış durumda. Bu yaşama düzeni, asetism olarak adlandırılıyor. Kadınlar ve erkekler karşı cinse çekici gelebilecek, onlarda estetik ve cinsel duygulanımlar yaratacak doğal özelliklerini özel bir giyim tarzıyla saklamak zorundalar. Asetik yaşayışta her şey ölçülü olmak zorunda, insanlar kendilerini “dünya zevklerine” kaptırmamak için, mümkün olduğu kadar sade bir yaşam sürdürüyor, yeme içme, giyim, ev düzeni konusunda belirli kurallara uyuluyor. İşi iyice abartanlar, dünya zevklerinden tamamen uzaklaşmak için manastırlara kapanıyorlar. Örneğin gülmeyi bile haram sayan inanışlar geçmişte insanlar üzerinde etkili olmuş. Ortaçağda bazı hristiyan sektleri, “İsa hayatı boyunca kahkaha atarak gülmemiştir, öyleyse gülmek günahtır.” gibi inanışlara sahipti. Belki bunların etkisiyle, Anadolu’da da benzeri inanışlar vardır, gülmeyi ayıp veya günah sayanlar, ağızlarını örterek, fazla ses çıkarmadan gülerler. Özellikle kadınların kamuya açık bir yerde kahkaha atarak gülmesi, onun saygınlığını zedeleyen bir şey olarak görülür.Modern yaşam, özellikle 19. yy.’da ve 20. yüzyılın ilk yarısında, akılcılığın ve işlevselliğin yüceltildiği, duyum ve duygularla ilgili hemen hemen her şeyin kamusal alandan özel alana, “yüksek” kültürden “aşağı” kültür alanına itildiği bir yaşam tarzı olageldi. Çünkü kamuya açık alan, üretimin ve yönetimin egemen olduğu alandır. Üretim ve yönetim, ya da iş ve politika dünyası, duygusallığı ve duyumsallığı reddeden alanlardır. Giyim, dekorasyon, davranış ve konuşma tarzımız, mutlaka duyguları dışlamalı, akılcı ve işlevsel olmalıdır. Bunun en belirgin göstergesi renklerdir. Gri, bej, lacivert, koyu kahve gibi duyuları uyarmayan, renk bile olduğu söylenemeyecek renkler, kamusal hayata egemendir. Çevrede görebileceğiniz istisnalar sadece sizi tüketime yöneltmek üzere tasarlanmış, reklam ve vitrin düzenlemeleri veya kadınlarla çocuklara (özel hayata) ilişkin şeylerdir. Kadınlarla çocukların kamusal hayata katılması zaten sınırlandırılmıştır, onlara belirli özel yerler ayrılmıştır. Kadınlar iş yaşamına katıldığındaysa, duyumsallığa ve duygusallığa ilişkin özelliklerini bir yana bırakmaları, akılcılık ve işlevselliğin gerektirdiği şekilde giyinip davranmaları beklenir. İş hayatı duyumsallığı dışladığı için insanların yaşadığı duygusal boşluk ve sıkıntı, özel alana müdahele eden eğlence ve hizmet sektörünce doldurulmaya çalışılır.1960’larda ABD ve Avrupa’da başlayan“kültür devrimi” modernist yaşam tarzını duyumsallığı dışladığı için eleştirdi, özellikle cinsellik konusundaki baskıları ortadan kaldırmayı önerdi. 1950’lere kadar egemen olan ağırbaşlı, akılcı, gri kültür, hippiler ya da kendilerini adlandırdıkları deyişle, “çiçek çocuklar”ın renkli saldırısına uğradı. Bu “kültür devrimi” çiçek çocukların umduğu kadar başarılı olamadıysa da sanat, mimari ve tasarım alanında etkileri görüldü. Belirli sınırlar içinde de olsa, katı kurallara bağlı olmayan, daha naif ve renkli tarzlar kabul görmeye başladı.Equilibrium filmine geri dönecek olursak, bugün kamusal hayatımızda bu filmde gördüklerimizi andıran bir şeyler var, öyleyse bazı şeyler yanlış ve değişmek zorunda. Estetiği ve duyguları dışlayan bir yaşam tarzının insanlara barış ve huzur getirmesi pek de mümkün görünmüyor.
yorumlar
1984 ü hatırlattı bana.. “george orwell”
Konusu ve mantığı dışında çok kötü bir filmdir. Güzelim felsefeyi rezil bir yolla anlatmıştır.
fahrenheit 451‘i de unutmamak lazım. Equilibrium, 1984’le bu iki filmin (kitabın) karışımı. Matrix gibi özgün bir konusu olmadığı için hakettiği kadar popülerliğe ulaştı aslında.
film olarak oldukça başarısız bir yapımdır.sırf konusu güzel , afilli kitapların esinlenmesi olması popüler olması için yeterli değildir.ilk 3-4 izleme girişimimde uyuya kaldığım nadir filmlerden biridir..
başrahibin, kaçakların odasına giriş sahnesi süperdir 🙂
filmi izlemedim ama ilk önce bu yazıdan dolayı yazarı tebrik ediyorum. Harika bir özetleme, özetten yola çıkarak tarihsel örneklere yönelme ve giderek kendi yaşamımıza bir ufak tokat atma yönüyle başarılı bir yazı. Yaşadığımız çelişkilere buradan bakmak ta sanırım biraz ince cerrahi oluyor, yani sorunların kılcal damarlarına kadar inmek.Avrupa, Balkanlar, Latin Amerika, Amerika, Kanada, bir ölçüde uzak doğu, Rusya ve belki atladığım çoğu bölge bu çelişkileri en az 50 yıl önce aşmış ve yeni bir yaşam ortaya koymuşken, bizler hala neden patenajlıyoruz; bu oldukça üzücü.Bir garip ahlak, bir garip dini taassup almış başını koşturarak gidiyor. Evet küçük pasajlarla da olsa, bölge bölge, şehir şehir, okul okul bu karanlık aşılıyor. Ama bu aşma çok nisbi kalıyor.O kadar arada kalmışız ki en serbest düşünenimiz bile zaman zaman bu karanlığa bulaşabiliyor. Bir arkadaşım demişti; insanlık 5 milyon yıldır bu dünyada yaşıyor, 5 milyon yıldır her türlü ilişki kavga, kahkaha, müzik vs. gelmiş geçmiş…ve biz civilisation dediğimiz bu dönemi belki 5000 yıldır yaşıyoruz, medeniyet dediğimiz bu 5000 yıllık mesele içinden çok sayıda din çıkarmış bir gidişat ve ne yapmış bu medeniyetle çıkan din ve türlü kurallar yığını, 5 milyon yıldır kendini geliştiren, besleyen çoğaldıkça çoğalan içgüdülerimizi engellemeye, kalıplamaya koyulmuş…işte kalıba sığmıyor insanın içgüdüleri…beğenilmek, sevilmek, manzaraya bakma, kendini unutmak, dokunmak, koklamak, varlığının bir başkası tarafından farkedilerek onanması, “ellerin güzel, saçların güzel, sesin güzel, seninle yürümek güzel, seninle gitmek güzel” sözleri, veya yalnız kalıp kaybolmak, kırlarda yürümek ve daha bin türlü, milyon türlü insana ait temel duygular, kıskançlıklar, hisler…bunları kim, ne yokedebilir, hangi kural bunların önünde durabilir….mesela Kalkmış Lut kavmiyle korkutuyorlar bizleri…bizler insan olduğumuz unutamayız…lut kavmiyle bizi sapık oluırsunuz diyerek ürkütüyorlar…yok efendim herkes birbirni beceriyormuş…kavgalar savaşlar çıkıyormuş…geçiyorum bunları…neyse uzun yazdım….
bana da şunu hatırlattı…
Başka bir filmi izlemek üzere taktığım vcd’de fragmanını izledim. Sordum bi kaç kiralama merkezine, bulamadılar. Haliyle internetten indirdim.Fragmanında bile 1984’le bağlantısı olduğunu anlayabilirdiniz ki; bence o kitabla bağlantılı bi çok filmin çekilmesi normaldir, filmi izleyen çoğu kişi konunun özgün olmayışından bahseder. Özgün film derken, akla, daha önce ana fikir hiç kurgulanmamış senaryolar geliyorsa diyebileceğim pek bişey yok. Fakat konu gayet çekici bi konu, imkansız aşkların sürekli filmlere konu olamsından rahatsızlık duymuyorsanız, bu tarz konuların da işlenmesinden “özgün değil” diye rahatsızlık duymamanız gerekiyor diye düşünüyorum. Sonuçta yönetmenin ve senaristin konuyu ele alış biçimi farklıdır; ki bana göre, matrixten daha çok beğendiğim bi filmdir, konunun özgünlüğü değil daha çok gerçekliği / olabilitesi ile ilgilendiğimden galiba…Velhasıl kelam, beğendiğim takdir ettiğim sahnelere ve oyunculara sahip olan bu film benim için öenmli bir eserdir; tıpkı diğer iyi-kötü kavramalarını sorgulayan, “sistem” kavramına ve yanılsamalarına atıfta bulunan filmler gibi…
Yazı için teşekkürler ikonoklast… Yazını okumak benim açımdan geç oldu ama güç olmadı. 🙂
bu filmi izlzyeli 3-4 yil oldu sanirimben ki fantastik-krgu hastasi 1 izleyiciyken bu film e guzel demek haksizlik kelimesi yetmez , basit bir filmdiizlenmesi gereken daha anlamli ve kaliteli filmler var
geçen sene bu filmi dvd’ciden alırken kapağındaki elemanların siyah deri kıyafetlerinden, duruşlarından, silahlardan falan bir “matrix” özentisi olduğu fikrine kapılmıştım.. esasında biraz da hareketli bir film izlemek amacıyla alıdığımdan çok da bir beklentim yoktu filmden.. fakat ilk dakikalarından sonuna kadar mükemmel bir filmdi izlediğim.. silah kataları, bu kataların sketch çizimlerinin olduğu tarihi dokümanlar filme (eni sonu bir vurdu kırdı filmi olmasına karşın) inanılmaz bir derinlik vermiş.. duyguları yoketmek gibi farklı bir kurguyu da başarıyla yansıtıyor.. üstünde söylenecek çok şey var ama zaten @ikonoklast söylenebilecek hemen herşeyden bahsetmiş.. güzel film..bir de bilinmelidir ki bir filmden ne kadar çok şey beklerseniz, film o kadar kötüdür.. bu filmin anlattıkları ve anlatış biçimi güzeldi, farklıydı..
bilgi için teşekkürlerbalon süslemeleribalon süslemebalon süslemesibaloncuuçan balon